A

MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Azmi ÖZCAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Azmi ÖZCAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

a) Kavram: İslam, temel bilgi ve inanç esaslarını mensuplarına, yeni inananlara öğretebilmek için başlangıçtan itibaren bir dizi eğitim öğretim uygulamasına ve mekânına ihtiyaç duymuştur. Önceleri cami ve mescit gibi mekânlarda devam eden ilim öğretiminin, ilerleyen zamanda daha düzenli ve üst seviyede olması gerektiği ortaya çıkmıştır. Bunun sonucu olarak medrese, tarihi kesin olmamakla birlikte VIII. yüzyıl sonları ile IX. yüzyıl başlarında ortaya çıkmıştır. Medrese "ders okutulan yer, mekân" anlamına gelir, burada ders okutana da müderris denir. Medresenin temeli Hz. Peygamber'in Mescid-i Nebevî'yi aynı zamanda bir eğitim öğretim mekânı olarak kullanmasına dayandırılmaktadır. Bazılarına göre medrese geleneği Mescid-i Nebevî'deki ilim öğrenmekle meşgul ashâb-ı Suffe ile başlar. Mektep-küttap olarak da anılan bu mekân genel olarak medresenin çıkış zemini sayılır. Esasen camiler yakın zamanlara kadar İslam dünyasının hemen her yanında birer ibadet yeri olmasının yanında aynı zamanda en yaygın eğitim öğretim mekânı olarak da işlev görmüştür. Bu sebeple medrese ve mescit aynı ya da iç içe kurumlar olarak değerlendirilmiştir. Bu durum Endülüs gibi ayrı eğitim kurumlarının görülmediği İslam memleketlerinde özellikle yaygındır. Medrese kurumlarının Abbâsîler'le birlikte başladığına dair görüşler bulunmaktadır. Ancak medreselerin farklı kültürlerin buluşma havzası olan Mâverâünnehir bölgelerinde ve Türkler'in müslüman olma sürecinde bağımsız bir hüviyet kazanmış olması teyit edilmiş durumdadır. Türkler'in müslüman oluşunda tasavvufî oluşumların tekke ve zaviyelerin etkileri belirgindir. Bu kurumların aynı zamanda tedrisat görülen yerler olması da bunu desteklemektedir. Münhasır bir kurum olarak kayıtlara geçen ilk medresenin X. yüzyılın ortalarında Nîşâbur'da kurulduğu belirtilse de bu tarihten önce de medresenin temeli sayılabilecek yapıların varlığına dair bilgiler mevcuttur.

Medrese, bu kelimenin ilk akla getirdiği anlamıyla sadece "eğitim öğretim yapılan mekân"dan ibaret olmayıp kurumun kendine mahsus hukukî, idarî ve iktisadî özellikler barındıran bir yapısı ve işleyişi vardır. Buna göre eğitim öğretim yapılan bir mekânın medrese özelliği kazanabilmesi için bu yerin mülkiyetine sahip birebir kişi ya da kurum tarafından vakıf olarak tayin edilmesi gerekmekteydi. Ayrıca vâkıfın mekânın bakımı ve orada yapılacak eğitim öğretim faaliyetlerinin devamı için gerekli masrafların karşılanmasına yetecek gelirin elde edilebileceği gelir getiren bir mülkü (akar) vakfetmesi beklenirdi. Diğer bir ifade ile hem mekân hem de gelir getiren mülk sahibinin mülkiyetinden çıkacak ve bir hayır kurumu olarak eğitim öğretime adanacaktı.

Medreselerin vakıf kurumu ile alakalı olması sebebiyle idare ve işleyiş açısından da kendine mahsus özellikleri vardır. Vâkıfın bir senet (vakfiye) düzenleyerek mekânın ne şekilde kullanılacağı -örneğin orada hangi derslerin okutulacağı ve hangilerinin okutulamayacağı- akardan elde edilen gelirin hangi maksatlar için ve hangi miktarda veya oranda harcanacağını -mesela kimin/kimlerin orada ders vereceğini ve ne kadar maaş alacağını- belirleme hakkı vardı.

İslam hukuk geleneğine göre, bir hayır sever medrese binası inşa edip masraflar için gelir getirecek akar tayin ettikten sonra vakfiye düzenleyerek medrese kurabilirdi. Bunun için siyasî otoritenin iznine ihtiyaç yoktu. Vâkıfın vakfiyede koyduğu şartlar değiştirilemezdi ve bağlayıcıydı. Vâkıf öldükten sonra, hükümdarlar değişse bile, vakıf mülk ve gelir kaynaklarının işleyişi vakfiyedeki şartlara göre olmalıydı. Bu hukukî, idarî ve iktisadî özellikleri ile İslam toplumlarında medrese kurumu, siyasî otorite sahiplerinin doğrudan müdahale edemeyeceği muhtar bir alan oluşturma imkânına sahip olmuştur (bk. Vakıf).

Bağdat, Basra, Büst ve Mâverâünnehir bölgesi şehirlerinde ilk örnekleri görülen medreseler kendilerine tahsis edilen vakıflar veya devlet adamları ile zenginler tarafından desteklenen eğitim kurumlarının açılmasıyla devam etmiştir. Medrese İslam'ı kabul eden Türkler arasında olduğu kadar İran, Pakistan, Hindistan, Kuzey Afrika, Endonezya vb. bölgelerde de temel eğitim öğretim mekânı olarak varlık göstermiştir. Farklı kültür ve medeniyetlerde ve zaman içinde sürekli değişim göstererek varlığını koruyan bu kurumların ortak amacı temel İslamî ilimlerin öğretilmesi, yenilenmesi ve içinde bulunulan toplumun meselelerine bu zaviyeden çözümler üretilmesi olmuştur. Ontolojisi, zihniyeti ve bazı usul ve esasları bakımından ortak bir zemine sahip olan kültürlerin medreseleri, mimari, personel yapısı, okutulan ders kitapları, günlük hayat, mezunların iş imkânı ve toplumdaki konumları vb. bakımlardan ise oldukça farklı, esnek, değişken örnekler ortaya koyabilmiştir. Bu sebeple bütün İslam tarihinin zamanda derinliği, coğrafyada genişliği dikkate alındığında genel geçer bir medrese modelinden bahsetmek güçtür.

Medrese geleneği ilk müslüman-Türk devletlerinden itibaren ayrı bir kurum olarak kurumsallaşmaya başlamış Karahanlılar (840-1212), Hârizmşahlar (1097-1231) ve Gazneliler (963-1186) tarafından önemli şehirlerde medreseler açılmıştır. Mesela Karahanlı Hükümdarı Tamgaç Han'ın 1066 yılında Semerkant'ta inşa ettirdiği medresenin vakfiyesi mevcuttur. Bu tarihî arka plana rağmen şüphesiz Türk-İslam medeniyetinde medrese denilince ilk akla gelen yapı Selçuklular'la birlikte Nizamiye adı altında kurumsallaşan medreselerdir. Ancak Selçuklular tarafından ilk medrese Nizamiye'den dört ay kadar evvel yine Bağdat'ta İmâm-ı Âzam'a hürmetten inşa edilen Âzamiye Medrese'dir (bk. İmâm-ı Âzam Medresesi). Sultan Alparslan ve Melikşah'ın ünlü veziri Nizâmülmülk (1018-1092) tarafından bizzat Alparslan'ın emriyle evvela Nîşâbur ve Bağdat'ta (1067) tesis edilen Nizamiye medreseleri daha sonra İsfahan, Musul, Cizre, Merv, Herat, Belh, Basra ve Rey gibi şehirlerde de açılmıştır. Türk-İslam eğitim tarihinde büyük bir dönüm noktası olan bu gelişme ile artık ilmin peşinde yürüyeceklerin maişet derdiyle uğraşmadan bu niyetlerini gerçekleştirebilecekleri bir yapı ve sistemin hayata geçirilmesi söz konusu olmuştur. Bu gelişmede Selçuklular'ın İran'daki Şîa havzasının faaliyetleri ile Kahire'deki Fâtımîler'in bâtınî propagandalarına karşı ilim yoluyla mücadele etmek politikası da etkili olmuştur. Büyük Selçuklular'ın sona ermesinden sonra devam eden Kirman, Suriye ve Anadolu Selçuklu devletleri yanında Anadolu, Irak ve Suriye bölgelerinde kurulan pek çok beylik ve atabeylikte de benzer medreseler kurularak bu uygulama devam ettirilmiştir. Böylece belli başlı bütün şehirlerde sayıları 1000'i aşan eğitim öğretim kurumu açılarak ilme ve ilim adamlarına verilen önem ortaya konulmuştur. Kaynaklar sadece Anadolu'da bu amaçlarla faaliyette olan 140'a yakın medrese bulunduğunu kaydetmektedir ve bunların pek çoğu halen ayaktadır.

Türk-İslam geleneğinde gerek başkalarından devralınan yerlerde gerekse yeni kurulan şehirlerde kendisine mahsus bir keyfiyette inşa edilen külliye manzumesi içinde cami ile birlikte medrese de temel birimlerden biri olarak yer almıştır (bk. Külliye). Bu gelenek Türkistan'da başlayarak İran, Afganistan, Hindistan, Anadolu, Hicaz, Balkanlar ve Kuzey Avrupa dahil olmak üzere Türkler'in hüküm sürdüğü bütün coğrafyalarda benzer şekillerde devam etmiştir. Aynı durum Safevî ve Kaçar hanedanları tarafından yönetilen Şiî-İran coğrafyasındaki medrese geleneği için de geçerlidir. Medreselerin işleyişi ve yönetimiyle ilgili ihtiyaçlar tesis edilen vakıflar eliyle karşılanırken muhtevaya ve müfredata çoğu kere devletin görevlendirdiği ulema tarafından nezaret ediliyordu.

Medreselerin bağlı olduğu vakfiyelerden anlaşıldığına göre, her medresenin yönetiminden sorumlu bir mütevelli heyeti, malî sorumlu (câbî), eğitim öğretimin baş mesulü müderris, İran'da mollabaşı ve onun yardımcıları muid, müfit, müstemlî, mülazım, nâip, dânişment görev yapmakta idi. Medresede ders veren müderrise reis, şeyh, müftü de denilmekte, bazan kadılar da ders verebilmekteydi. Müderrislerden bazıları mütevelli heyette yer alırken, çoğu kere sadece eğitim öğretimden mesuldü. Keza bazı vakıfların kurucuları kadınlardı ve müderris atamalarını onlar yapabiliyordu. Her medresenin en az bir müderrisi olurdu. Bu müderris medreselerde okutulan ilimlerde uzmanlığı olan kişiler arasından seçilirdi. Eğer vakfiyede müderrisin kim olacağı ile ilgili bir sınırlama varsa buna uygun bir seçim, atama yapılırdı. Yoksa, müderrisi bölgenin idarî sorumlusu ya da doğrudan merkezî otorite atayabilirdi. Müderris haftanın belirli günlerinde (genellikle haftada beş gün-salı ve cuma tatil) medresede talebelere ders vermekle görevliydi. Bunun yanında müderrislere bölgedeki hukukî sorunları çözme, davalara nezaret etme ve vergi toplama gibi görevler de verilebilirdi. Osmanlı dönemindeki müderrislerin maaşları genellikle vakfın gelirlerinden ödenirdi. Müderrislerin tayini sadrazam, şeyhülislam ve kazasker tarafından yapılırdı. Görev süreleri genellikle iki sene idi, bu bir sene uzatılabilirdi. İki ya da üç senelik görevden sonra bir sene kadar "infisal" (ara, dinlenme) dönemi olur ve bu sürede müderrisler İstanbul'da vakit geçirirlerdi. Müderrisler dilerlerse kadı, müftü ve diğer devlet görevlerine geçebilirlerdi, keza bu memuriyette olanlar da müderrisliğe geri dönebilirlerdi (bk. Müderris).

Medresedeki ikinci grup ilim öğrenen talebelerdi ve bu kısım da derecesine göre çömez, talip, müptedi, tilmiz, suhte, mutasavvıt, molla vb. isimlerle anılırdı. Sınıf başkanı hüviyetindeki talebeye mümessil ya da arif denildi. Osmanlı döneminde birçok medrese vakfının vakfiyesinde medrese odalarında kalan talebeler için harçlık kabilinden bir miktar yevmiye tayin olunmuştu. Bunların dışında medresenin günlük cari hizmetlerini gören hademeler; temizlikçi ferraş; kandilci; peygamber soyundan gelenlerin kaydını tutan nakip; kitap çoğaltan müstensih ya da nâsih; kitap yazımında düzeltme işi yapan musahhih; yanlışlık olmaması için kitap nüshalarını karşılaştıran muarız ya da mukabil; medresenin güvenlik işinden sorumlu hankah ya da hâdimü'l-hankah isminde kişiler görev alabilirdi. Medreseler genellikle şehrin merkezinde, bir külliyenin içinde ya da cami bitişiğinde inşa edilmiştir. Bazı camiler medrese olarak da kullanılmıştır. Çoğu taştan imar edilen medrese binaları sade, gösterişten uzak ancak dayanıklılık, kullanışlılık ve güvenlik bakımından mimarinin temel esaslarına sahip mekânlar olarak tasarlanırdı.

Talebelerin medreseye alınması için sıbyan mektebinde temel dinî bilgileri almış olması gerekirdi ve bunun için herhangi bir yaş sınırlaması yoktu. Toplumun her kesiminden insan medresede okuyabilirdi. Ancak başta İstanbul olmak üzere, büyük şehirlerdeki medreselere gidebilmek için birilerinin kefil olması, hâmiliği üstlenmesi istenirdi. Özellikle büyük medreselerde, meşhur müderrislere talebe olmak için bu önemliydi. Medresedeki talebe ve görevlilerin sayısı kurumun/vakfın büyüklüğüne göre değişebiliyordu. Derslerin nasıl işleneceği, talebelerin nasıl kabul edileceği, uymaları gereken kurallar, ders aracı ve gereçlerin nasıl temin edilip kullanılacağı gibi doğrudan tedrisatla ilgili hususlar genel olarak benzerlik gösterse de bulundukları yer ve kültüre, alışkanlıklara göre farklı uygulamalar olabiliyordu. Mesela bazı medreseler belirli alanlarda ihtisaslaşırken (sadece hadis eğitimi yapmak, sadece hafızlık yaptırmak, tıbbî ilimlere ağırlık vermek vb.) bazı büyük medreselerde ise dinî ilimlerle tıp ve tabii ilimler birlikte okutulurdu.

Medreseler, ilim kademeleri bakımından farklı tasniflere tâbi tutulmuş ve bunlar da zaman içinde değişim göstermiştir. Medreselerdeki öğretimin içeriğine bakıldığında birbiriyle alakalı ama farklı şekillerde değerlendirilebilecek üç ana kategori altındaki ilimlerin tedris ve tahsil edildiği söylenebilir. 1. Nakle Dayalı İlimler: Başlangıç noktası Kur'an'ın ve sünnetin doğru aktarımı ve yorumlanmasıyla ilgili olan ilimler. Mesela tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf vb. bu kategori altında yer almaktaydı. 2. Akla Dayalı İlimler: Başlangıç noktası akıl yani ön kabullerden arınmış olarak insanın düşünme yetisine dayalı olarak gelişen ilimler. Mesela mantık, metafizik, matematik, tıp, fizik vb. bu kategori altında yer almaktaydı. 3. Alet İlimleri: Nakle ve akla dayalı ilimlerin tahsiline yardımcı olan, yazılı ve sözlü ifadeyi doğru anlama ve doğru ve etkili aktarmayı mümkün kılan ilimler. Gramer, belagat ve hitabet gibi ilimler bu kategori altında yer almaktaydı.

Bir başka bakımdan da medreselerde iki temel ilim kategorisinin öğretimi esas olmuştur. Bunlardan birincisi ulûm-ı âliyye (alet ilimler) ikincisi ise ulûm-ı âliye  (yüksek, yüce ilimler) ilimleridir. Alet ilimleri yüksek ilimlerin öğrenilmesi için gerekli alt yapı ilimlerini öğrenmeye yöneliktir. Burada başta İslamî ilimlerin iki temel kaynağı Kur'an'ın ve hadisin dili olan Arapça'nın gramer, mantık, mâna, cümle, mecaz vb. bakımlardan çok iyi bir şekilde öğrenilmesi esastır. İlimlerin öğretimi sarf ve nahif ilimleri dahil, diğer bütün ilimleri kapsayacak şekilde sürece yayılmıştır. Her bir ilim iktisar (alt seviye), iktisat (orta seviye) ve istiksa (üst seviye) adlarını taşıyan üç ana kategoriye, bunların her biri de alt orta ve üst olmak üzere toplamda dokuz kademeye ayrılmıştır. İktisar genel bilgilerin öğrenildiği başlangıç seviyesiydi. İktisat orta düzey uzmanlık bilgilerinin öğrenildiği seviyeydi. İstiksa ise o alanın tam uzmanlığını elde edebilmek için gerekli ileri düzey ilimler öğrenilmekteydi (kevâkib-i seb'a). Bir ilmi hakkıyla öğrenmek için her bir ilimden bu dokuz aşamanın tamamlanması gerekirdi. Bu tasnif hem alet ilimleri hem de yüksek İslamî ilimler için geçerli idi (bk. Medrese-Medrese Müfredatı).

Medrese eğitim sürecinde, bu ilimler hep birlikte yürütüldüğü gibi belli bir denge de gözetilmiştir. Mesela medresenin ilk senelerinde yoğun bir dil, gramer, mantık öğretimi varken, fıkıh, hadis ve tefsirin başlangıç düzeyde basit konuları, daha az sürede öğretilmiştir. Kademe yükseldikçe alet ilimlerinin oranı azalmakta hatta sonlara doğru bitmekte, öğretim tamamıyla hadis, fıkıh, tefsire ve kelam ilimlerine teksif edilmektedir.

Medrese eğitim öğretim usulü içinde ezberin çok önemli bir yeri vardır. Ders metinleri oldukça sıkı, ancak hoca ile okunduğunda anlaşılabilecek mahiyette girift ve bazı kere de kolay ezberlenebilmesi için manzum nitelikte üretilmiştir. Bu bakımdan ders kitaplarının mutlaka bir hoca ile okunması elzem görülmüş ve ders kitabı yaygın, ucuz ve kolay elde edilebilir olmadığından çoğu kere bütünüyle ezberlenmiştir. Bu usul, medresenin yetiştirmek istediği mezun tipi için de uygundur; kuvvetli retorik ustaları olması beklenen medrese mezunları büyük oranda müderris, kadı, müftü ya da üst düzey devlet memuru olarak atanmaktadır. Bu görevlerini hızlı, seri ve isabetli yapabilmek için öğrendiği ilmin usul ve alet esaslarının her daim zihninde hazır olması gerekmektedir. Medresede ders, sabahın erken vaktinde müderris huzurunda başlar ve öğle namazına kadar devam ederdi. Bu vakitten sonra ise talebenin rivayet, nakletme ve ezberleme yeteneği yanında; dirayet, çıkarım yapma, kendini ifade etme, eleştirme, tartışma, karşısındakini ikna etme yeteneklerinin gelişmesi için müzakere (âdâb-ı musâhabe), tekrar, cedel ve yazma gibi yöntemlerle öğrenim devam etmekteydi. Medresede okutulan ders kitaplarının kahir ekseriyeti Arapça idi. Ancak öğretim dili bölgeye göre farklılık gösterirdi. Mesela Osmanlı coğrafyasının çoğunda (Balkanlar, Anadolu, Kafkaslar vb.) takrir ve tartışma dili Türkçe idi (bk. Ezbercilik).

Medrese talebeleri bazı kere ders kitabını ekonomik ya da pedagojik sebeple kendisi yazmayı tercih etmiştir. Günlük ihtiyaçların yanında ders kitabı çoğaltılması gibi (meşk günü) sebeplerle medresede salı ve cuma, bazan da pazartesi günleri tatil edilmiştir. Medrese talebeleri için üç aylar (recep, şaban ve ramazan) halk ile kaynaşarak öğrendiklerini tatbik edebilme, bir nevi staj dönemi olarak görülmüştür. Bu uygulamaya "cer" ya da "cerre çıkmak" denilmiştir. Bu sürede talebeler köylerine ya da tercih ettikleri mahallere giderek orada temel dinî vazifeler icra eder, sonunda da aynî ve nakdî karşılıklar alırlardı (bk. Cerre Çıkma).

Talebelerin ne kadar eğitim görecekleri belli bir kurala tâbi değildi. Bu süre yeteneklerine göre değişebildiği gibi büyük ölçüde müderrislerin takdirlerine bağlı idi. Gerekli ilimleri hakkıyla öğrendiği kanaatine varılan talebeye hocası tarafından icazet verilirdi. Bazı medreselerde bitirme tezi, sınavı vb. tarzda tâlika (rapor, bitirme tezi) istendiği de olmuştur. İcazet medresenin Batılı kolej ve üniversitelerden ayrılan en önemli farklarından biridir. Zira Batılı yükseköğretim kurumlarının eğitim süreci sonunda tüzel kimliğe sahip kurum tarafından bir öğretme belgesi "baccalaureus" verilmesine karşın, medresede şahıs imzalı öğretim belgesi (icazet) veriliyordu. Medrese talebesi için hangi medreseden mezun olduğu değil, kimden icazet aldığı önem ve değer taşıyordu (bk. İcazet).

Osmanlı hakimiyetinin başlarından itibaren sultanlar, vezirler, askerî kumandanlar, âlimler, tüccarlar ve diğer hayır severler Anadolu'da, Balkanlar'da ve diğer bölgelerde medreseler inşa etmişti. 1453 yılında İstanbul'un fethinden sonra medrese inşasına yönelik yatırımların en büyük kısmı bu şehre yöneldi. Fâtih Sultan Mehmed'in inşa ettiği külliyesinin parçası olan sekiz medreseye (Sahn-ı Seman) ilaveten Süleymaniye Külliyesi'nin parçası olan beş medrese ve Yavuz Sultan Selim, Haseki Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan adına yapılan külliyelerdeki medreseler bu şehirde inşa edildi. İstanbul dışında da Çorlu, Manisa, Edirne, Saraybosna ve diğer şehirlerde medrese inşası devam etti. Zaman içinde medrese inşası devletin en ücra şehirlerine ve kasabalarına kadar yayıldı.

Osmanlılar XV ve XVI. yüzyıllarda hakimiyetlerini Anadolu'nun tamamına ve Suriye, Irak, Mısır ve Arabistan gibi Arap topraklarına kadar genişletince bu topraklarda Osmanlı öncesinde inşa edilmiş medreselerin de faaliyete devam etmesini sağlayacak tedbirler aldılar. Mesela vakıf tahrirleri yoluyla bu medreselerin vakıf mülklerini ve vakfiye şartlarını kayda geçirdiler ve ihtiyaca göre yeni vakıflar tahsis ederek medrese kurumlarının hayatiyetini sağlamaya çalıştılar.

XVI. yüzyıl sonlarına doğru gittikçe netleşen medrese hiyerarşisi aşağıdan yukarıya doğru kabaca şöyle şekillendi: Yirmili medreseler, otuzlu medreseler, kırklı medreseler, hariç medreseleri, dahil medreseleri, Sahn medreseleri, altmışlı medreseler, Süleymaniye medreseleri, Süleymaniye Dârülhadisler Medresesi. Müderrisler bu hiyerarşik düzene göre terfî ve maaş alıyor ve bir medreseden diğerine atanıyordu. Bu sistem çok fazla değişmeden XIX. yüzyılın sonlarına kadar da devam etti.

Türk-İslam tarihinde medreselerin ilim öğretilirken ve üretilen kurumsal bir yapı olarak gelişmesinde bâni ve hâmisi olarak devletlerin ve hanedanların başat konumları bulunmuş olsa da işleyiş ve faaliyetleri büyük oranda vakıflar ve hayır severler eliyle yürütülmüş olması ilgili dönemlerin devlet anlayışı ve sorumluluğu çerçevesinde değerlendirilebilir. Buna göre devletin vazifesi esasen adalet dairesi anlayışında belirgin olduğu şekliyle, hukuku tatbik, adaleti tesis ile can, mal, namus ve sınır güvenliğini temin etmek üzere bina ediliyordu. Devletin sağladığı bu emniyet çerçevesinde hayatın eğitim, bayındırlık, mahalle hayatı ve benzeri alanlardaki ihtiyaçlarını büyük oranda toplum kendi şart ve ihtiyaçlarına göre kendisi belirliyor ve gerekli planlamaları yapıyordu. Bugünkü anlamda merkezî idare tarafından teşkilatlandırılmış, maaşları ve maişetleri hazineden karşılanan kadrolu görevliler tarafından yürütülen bir eğitim sektörü (kamusal eğitim) mevcut değildi. Bu anlayış içerisinde  bir hayır faaliyeti keyfiyetinde desteklenmeye başlanan ilim ve ilim tedrisi zamanla din ve dinî ilimlerle sınırlı olarak değerlendirildi.

Gelenek içerisinde bu kurumların aynı zamanda cami, tekke, dergâh vb. yerler gibi doğrudan din ile ilişkilendirilmiş olması da bu değerlendirmeye katkıda bulunmuş olmalıdır. Öyle anlaşılıyor ki bu tespitin medreselerde eğitim öğretimi giderek ulûm-ı dîniye üzerinde yoğunlaşmasında ve başlangıçta belirlenen hendese, felsefe, mantık ve tabii ilimlerin daha az önemsenmesinde de bu anlayışın etkisi olmuş olmalıdır. Aynı şekilde bu gelişmede medreselerden mezun olanların istihdam imkân ve alanlarının devletin ihtiyaçları ile sınırlı olması da bu kurumlardaki müfredatın muhtevasını doğrudan etkilemiştir. Başta Osmanlılar olmak üzere diğer pek çok Türk-İslam devletinde idare medrese camiasına daha çok dinî hizmetler, adalet, yargı, fetva ve temel eğitim alanlarında ihtiyaç duyuyor; onlar müderris, kadı, nâip, muid, imam, müezzin unvanları ile görevlendiriliyorlardı. Bu durum tabii olarak medreseler üzerinde baskı oluşturuyor ve istihdam imkânı bulunmayan veya az olan diğer alanlarla ilgili müfredata yönelen talebi zayıflatıyordu.

Her halükârda medrese kurumu özellikle Türk-İslam devletlerinde inkişaf etmiş, yapısıyla eğitim öğretim tarihinde özgün bir kurum olarak varlığını kabul ettirmiş ve uzun yüzyıllar işlevsel olmuş kurumsal bir eğitim öğretim tecrübesidir. Özellikle XV. yüzyıla kadar Mâverâünnehir bölgesi ve Batı İslam dünyasında medreselerin beslediği ilim atmosferi Haçlılar'ın ve Moğollar'ın sebep olduğu tahribata rağmen bunun yaralarını kısa sürede sarmış, canlı ve dinamik bir medeniyetin gelişmesine kaynak teşkil etmiştir. Bu medeniyet sadece Doğu'yu değil Avrupa'yı da etkilemiş, Batılı seyyahlar, ilim adamları, misyonerler İslam dünyasının ilim havzalarından taşıdıkları bilgi birikimi ile Avrupa'daki skolastik düşüncenin yerini bilim anlayışına bırakmasının yolunu açmışlardır.

XIX. yüzyılın ortalarından itibaren medreselerle Osmanlı eğitim ve ilim tarihine dair yazı yazanların önemli bir kısmı Gelibolulu Mustafa Âlî, Koçi Bey, Kâtip Çelebi vb. çağdaş tarihçilerin metinlerine dayanarak özellikle XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı eğitim sisteminde bir gerileme ve bozulma olduğunu iddia etmişlerdir. Onlara göre medrese sistemindeki bozulma sebebiyle Avrupa'da ortaya çıkan yenilikler takip edilememiş, bu da Osmanlı siyasî gücünün gerilemesine etki etmiştir. Bu değerlendirmelerin kısmen anakronik olduğu söylenebilir. Medreseler ihtiyaç duyulan dinî ve hukukî bilgiyi üretebilmiş, aktarabilmiş ve bu bilgiyle donanmış personeli imparatorluğun sonuna kadar yetiştirebilmiştir. Bilim ve teknolojik bilginin geliştirilmesi, aktarımı ve uygulanması ise medreseden beklenen bir işlev olmamış, bunlar medrese dışındaki kurumlarda ele alınmıştır. Batı dünyasındaki ilmî ve teknolojik gelişme de büyük ölçüde bu tarzda zuhur etmiştir. Büyük ihtimalle de bu sebeple XVIII. yüzyılın son çeyreğinden itibaren başlayan Osmanlı modernleşme sürecinde farklı bir tarza bürünen devlet, personel ihtiyacını karşılamak üzere yeni mektepler açma yoluna gitmiş ve bütün ehemmiyet ve öncelik bu kurumlara verilmiştir. II. Mahmud döneminden itibaren vakıf gelirleri daralan, mezunlarına istihdam kapıları gittikçe azalan medreseler yüzyılın sonlarına doğru gözden çıkarılan ve eleştirilen kurumlardan biri haline gelmiştir. 1870'lerden itibaren medreselerin ıslahına dair müstakil ya da toplu projeler söz konusu olmuştur. Özellikle II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakkî Cemiyeti medreselerin ıslahı konusunda somut adımlar atmış, taşra ve İstanbul medreseleri birbirinden ayrılmış ve çok donanımlı yeni medrese kurulmuştur (bk. Islâh-ı Medâris). Ancak bu ıslah çalışmalarının nasıl bir netice vereceği beklenemeden zamanın ruhuna uygun olarak mektep, medrese ikileminde kaçınılmaz olarak bir tercihe yönelinilmiştir. Türkiye'de medreseler Tevhîd-i Tedrisat Kanunu ile önce Maarif Vekâleti'ne devredilmiş, kısa süre sonra ise Maarif vekilinin genelgesiyle kapatılmıştır (bk. Tevhîd-i Tedrisat). İslam dünyasında ise mesela Mısır, İran, Pakistan, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde medreseler modern/resmî eğitimin bir parçası olarak varlıklarını sürdürmektedir.

XX. yüzyılın başlarından itibaren medrese dünya eğitim ve bilim tarihçilerinin yeniden dikkatini çekmiş farklı düzeylerde çok sayıda nitelikli araştırmalara konu olmuştur. Medrese tarihi hakkında bu tür çalışmalardan biri I. Goldziher'in 1910 yılında yazdığı Introduction to Islamic Theology and Law başlıklı eseridir. 1913-1936 yılları arasında yayımlanan ve sonra Türkçe'ye de tercüme edilen Encyclopaedia of Islam'da medrese maddesi yer almamış, onun yerine J. Pedersen tarafından ikisi aynı anlama geldiği ve benzer fonksiyon icra ettiği iddiasından hareketle "Masdjid" maddesine yer verilmiştir. 1954 yılında Mısırlı Ahmed Çelebi İngiltere'de History of Islamic Education başlıklı çalışmasını yaparak, medresedeki eğitim öğretim pratiklerini geniş bir şekilde anlatmıştır. Daha sonra medrese hakkında çok önemli kitaplar yayımlayacak olan G. Makdisi, 1961 yılında kendinden önceki üç çalışmayı tenkit eden "Muslim Institutions of Learning in Eleventh-Century in Baghdad" başlıklı makalesini yayımlamıştır. Bundan bir sene sonra ise A.L. Tibawi Makdisi'yi de eleştiren ve İslam tarihinde genel geçer bir medrese modelinin olmadığını iddia eden kitabını telif etmiştir. Ses getiren araştırmalardan biri de 1976 yılında G. Leiser'ın The Restoration of Sunnism in Egypt: Madrassas and Muderrisun, 1101-1249, başlıklı çalışması olmuştur. Bundan bir sene sonra J.E. Gilbert The Ulemâ of Medieval Damascus and the International World of Islamic Scholarship başlıklı çalışmasını yayımlamıştır. Medrese tarihçiliğinde büyük yankı uyandıran çalışmalardan biri ise yine G. Makdisi'nin 1981 yılında yazdığı Rise of Colleges: Institutions of Learning in Islam and the West kitabı olmuştur. Medresenin ilim öğretimindeki ve intikalindeki yeri ve önemine dair ciddi tezler ileri süren J. Berkey 1992 yılında The Transmission of Knowledge in Medieval Cairo: A Social History of Islamic Education isimli kitabında medresenin akademik ve formel olmayan yönlerini tartışmıştır. M. Chamberlain ise 1994'te Knowledge of Social Practice in Medieval Damascus, 1190-1350 başlıklı teziyle Eyyûbî ve Memlük dönemi Dımaşk'ta medrese-hoca-talebe ilişkisini oldukça ayrıntılı bir şekilde ele almıştır.

Türkiye'de de zengin bir medrese tarihçiliğinden bahsedilebilir. XIX. yüzyıl Osmanlı tarihçilerine kaynak olan en önemli isimler kuşkusuz Gelibolulu Mustafa Âlî, Kâtip Çelebi, kısmen Koçi Bey ve Seyahatnâme'si ile Evliya Çelebi'dir. Taşköprizâde Ahmed Efendi'nin Osmanlı ulemasına ve meşayihine dair biyografik eseri Şekaiku'n-Nu'mâniyye ve zeyilleri medrese araştırmalarının temel kaynağıdır. Ahmed Cevdet Paşa'nın kendi hatıralarını anlattığı Tezâkir'de yazdıkları son dönem medrese tarihinin önemli kaynaklarındandır. Cumhuriyet döneminde ise, 1936'dan sonra başlayan medrese araştırmacılarının başında Ahmet Süheyl Ünver, Osman Nuri Ergin, İsmail Hakkı Uzunçarşılı temel referans kaynakları üretmişlerdir. 1960'lardan sonra özellikle İslamî ilimler, bilimler tarihi, mimari, sosyal ve iktisadî tarihin bir kesişim noktası olarak medreseler üzerine araştırmalar artmış ve bu alanda Ekrem Hakkı Ayverdi, Metin Sözen, Cahit Baltacı, Cevat İzgi, Ramazan Şeşen, Ekmeleddin İhsanoğlu, Mübahat Kütükoğlu, Mustafa Bilge, Hüseyin Atay, Mehmet İpşirli, Fahri Unan, Yaşar Sarıkaya, Harun Yılmaz, Esra Atmaca, Abdurrahman Atçıl, Zeki Salih Zengin, Bilgin Aydın, Rifat Günalan ve Yasemin Beyazıt gibi araştırmacılar önemli çalışmalar ortaya koymuşlardır. 2000'li yıllardan sonra İslam Araştırmaları Merkezi'nin (İSAM) Osmanlı'da İlimler serisi ve Zeytinburnu Belediyesi Kültür ve Sanat Merkezi'nin Sahn-ı Semân'dan Dârülfünûn'a Osmanlı'da İlim ve Fikir Dünyası temalı altı ciltlik konferans metinleri medreselerle ilgili ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. Bu araştırmalar, İslam ve Osmanlı medreseleri hakkında ön yargıların fazlalığına, bilinmeyen ve daha doğru anlaşılması gereken hususların çokluğuna işaret etmektedir.

Kaynakça

Ahmed Çelebi. İslâm’da Eğitim-Öğretim Târihi. çev. A. Yardım. İstanbul t.y.

Atçıl, Abdurrahman. “Osmanlı Klasik Döneminde Eğitim. Medreseler”. Kronolojik ve Tematik Türk Eğitim Tarihi. ed. M. Gündüz. İstanbul 2018, s. 25-40.

a.mlf. Erken Modern Osmanlı İmparatorluğu’nda Âlimler ve Sultanlar. çev. G. Kami. İstanbul 2019.

Atmaca, Esra. Halep’te İlmî Hayat: Memlûkler Döneminde (1250-1517). İstanbul 2016.

Bilge, Mustafa. İlk Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1984.

Bozkurt, Nebi. “Medrese”. DİA. 2003, XXVIII, 323-327.

Çetin, Altan. “İrfan Ordusunun Temelleri Türkler’de Medreseler (Karahanlı, Selçuklu ve Beylikler Devri Medreseleri)”. Dinî Araştırmalar. 2/5 (1999), s. 177-201.

Gündüz, Mustafa. “Türk Eğitim Tarihinde Medrese Tarihi Yazıcılığı”. Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları Dergisi. sy. 19 (2023), s. 1-25.

İhsanoğlu, Ekmeleddin. Medreseler Neydi, Ne Değildi?: Osmanlılarda Akli İlimlerin Eğitimi ve Modern Bilimin Girişi. İstanbul 2019.

İpşirli, Mehmet. Osmanlı İlmiyesi. İstanbul 2021.

Kütükoğlu, Mübahat S. XX. Asra Erişen İstanbul Medreseleri. Ankara 2000.

Makdisi, George. The Rise of Colleges. Edinburgh 1981.

Pedersen, J. – [G. Makdisi]. “Madrasa”. EI2 (İng.). 1979, V, 1123-1134.

Ramazan, Abdülazîm. Târîhu’l-Medâris fî Mısri’l-İslâmiye. Kahire 1992.

Roy, Mottahedeh. “Traditional Shi’ite Education in Qum”. Harvard Middle Eastern and Islamic Review. 2/1 (1995), s. 89-98.

Sözen, Metin. Anadolu Medreseleri. I-II, İstanbul 1970-72.

Sultânzâde, Hüseyin. Târîh-i Medâris-i Îrân. Tahran 1364 hş.

Tibawi, A. L. “Muslim Education in the Golden Age of the Caliphate”. Islamic Culture. 28/2 (1954), s. 418-438.

Turan, Osman. Selçuklular Tarihi ve Türk-İslâm Medeniyeti. İstanbul 1980.

Unan, Fahri. Kuruluşundan Günümüze Fâtih Külliyesi. Ankara 2003.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı. Ankara 1964.

Yılmaz, Harun. Zengî ve Eyyûbî Dımaşk’ında Ulema ve Medrese (1154-1260). İstanbul 2017.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Şükran FAZLIOĞLU
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Şükran FAZLIOĞLU
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

b) Medrese Müfredatı: Medrese müfredatı terkibi içindeki müfredat kavramı, bugünün ders programı, öğretim programı gibi kavramlara karşılık gelir ve öğretimin bir düzene, hiyerarşiye, programa bağlanmasını; öğrenciye hangi bilgilerin hangi sırayla tedris edileceği ile ne seviyede verileceğini ifade eder.

Çağdaş eğitim öğretim tarihi ile felsefesinde kullanılan müfredat programı terimi, ulus-devletin düzenlediği, tek merkezden idare edilen ve topluma belirli bir dil, duygu ve düşünce ortaklığı sağlamayı hedefleyen bir öğretim sistemi içinde anlamlıdır. Zira merkezî bir idare tarafından öncelikle devletin temel ilkeleri belirlenir ve toplumdaki her bir fert, bütünün organik bir parçası olması için, temel ilkelerin esas alındığı ortak bir eğitim öğretim programından geçirilir. Böyle bir eğitim öğretim programı anlayışı, aynı dili konuşan, duygu ve düşünce ortaklığı yüksek, ortak kimlikli vatandaşlar yetiştirmeyi hedefleyen merkezî bir iradenin mevcut bilgiyi eğitim öğretim müesseseleri aracılığı ile kontrol etmesi, denetlemesi ve yönlendirmesi anlamını taşır.

Medreselerde bu anlamıyla bir müfredattan bahsetmek, ancak modern dönem için mümkündür. Daha önceki dönemlerde, siyasî otoritenin ilimlerle ilişkisini, ilmî faaliyetleri ve ilmî telifleri, medreselerde neyin ne kadar öğretilip öğretilmeyeceğini, daha çok ilim kamuoyu ile bu kamuoyunun zihniyeti belirlemiştir. Bu sistemde asıl unsurlar müderris yani dersi veren, dersin okutulduğu metin/eser ve talebedir. Müderrisin içinde doğup büyüdüğü ve yetiştiği zihniyet, tedris edilen eserler, toplumun talepleri ile talebelerin öncelikleri, en geniş anlamıyla hem çağın ilmî zihniyetini hem de müfredatı etkilemiş ve belirlemiştir.

İslam medeniyetinde belirli bir coğrafî mekân ve zamandaki ilmî zihniyeti ve bunun belirlediği müfredatı anlamak için, bizatihi o dönemde takip edilen medrese müfredatı ile câri ilimler tasnifini birlikte dikkate almak gerekir. İlmî taksim ve ilimleri tasnif etmedeki yöntemler dönemlerindeki bilgi ve bilimler anlayışıyla doğrudan alakalıdır. Yine de mevcut taksim ve tasniflerdeki ortak nokta, tekvinî kitapla (kâinat) tenzilî kitabı (Kur'an-ı Kerim) anlamaya, ilm-i kelâma ve ilm-i tefsire götüren bir diziliş göstermeleridir. Aynı durum medrese müfredatı için de geçerlidir; çünkü amelî ve tatbikî gayeler dışında medrese eğitiminin de asıl hedefi talebeyi "varlık"ı ve Kur'an-ı Kerim'i anlamaya hazırlamaktır.

İslam medeniyetindeki eğitim öğretim kurumlarında başta siyasî otorite olmak üzere pek çok değişkenin, ulemanın ve özellikle ilim kamuoyunun belirlediği bir müfredat anlayışından bahsedilebilir. Ayrıca medreselerin bir vakıf kurumu olduğu göz önünde bulundurulursa vâkıfın da müfredatta söz sahibi olduğu düşünülebilir. Yine de bu söz sahipliğinin sadece belirli bir dönemde ilgili medreseye has olduğu; hatta aynı medresede süreç içerisinde ders veren müderrislerin birikimlerine göre, ana çizgi aynı kalmakla birlikte ağırlığın değiştiği söylenebilir. Tüm değişkenleriyle genelde bütün eğitim kurumları, özelde medreselerde devletin baştan belirlediği ve eş zamanlı uygulanan bir müfredat yoktur. Ancak sadece Osmanlı döneminde Fâtih Sultan Mehmed'in eliyle, devletin başta dinî saha olmak üzere pek çok alanda ilmî bürokrasiyi (âlim-bürokrat) yetiştiren medreselerin, ana hatları devlet tarafından belirlenen, süreç içerisinde de gözden geçirilerek tadil edilen, gevşek bir müfredatın bulunduğu söylenebilir.

Eğitim öğretim faaliyetleri İslam toplumlarında önceleri mescitlerde, mekteplerde, özel meclislerde vb. yapılıyordu. İlk medrese örnekleri X. yüzyılda görüldü (bk. Medrese). Osmanlı dönemine kadarki medreselerin müfredatına dair bilgiler sınırlıdır. Osmanlı eğitim geleneği özellikle Nizamiye medreselerindeki lisanî ve naklî ve Merv merkezli Büyük Selçuklu-Hârizmşahlar medreselerindeki aklî-hikemî uygulamaların terkibine dayanır. Bu terkip, Moğollar'ın istilasından kaçan Büyük Selçuklu-Hârizmşahlı âlimlerle Merâga, Tebriz, Rab'ıreşîdî ve Semerkant matematik-astronomi okulları uygulamalarının; ayrıca başta Anadolu Selçukluları olmak üzere, dârülislamdaki diğer eğitim öğretim pratiklerinin gelişmiş bir ifadesidir (bk. Selçuklular).

Osmanlı medrese müfredatında hangi eserler vardı ve bu eserler nasıl okutulurdu gibi sorulara kesin cevaplar vermek zordur. Kaynaklar Molla Hüsrev (ö. 1480) ve Ali Kuşçu (ö. 1474) ile Veziriazam Mahmud Paşa tarafından, Fâtih Sultan Mehmed'in emriyle bir medrese müfredat programı hazırlandığına dair bir rivayet üzerinde durur. Ayrıca kesin bir delil olmamakla birlikte yine Fâtih döneminde hazırlandığı ileri sürülen "Kanunnâme-yi Talebe-yi Ulûm" veya "Kanûn-ı Örfiye-yi Osmâniye" adlı programda farklı rütbelerdeki müderrislerin okutacağı metinler zikredilir. Buradaki ders listeleri müderrislerin rütbelerine göre belirlenmiştir. Üst seviyedeki müderrisler Şerh-i Adud (fıkıh), Hidâye (fıkıh), Keşşâf (tefsir) ve seçtikleri diğer kitapları; orta seviyedeki müderrisler Telvîh'e kadar (fıkıh); en alt seviyedeki müderrisler ise Şerh-i Tavâli (kelam), Şerh-i Metâli (mantık), Mutavvel (belagat) ve Hâşiye-i Tecrîd okutmalıdır. Tetimmelerde de bir mantık kitabı olan Şerh-i Şemsiye ile başlayıp kelam kitabı İsfahânî'nin eserine kadar var olan kitaplar okutulmalıdır. Kadı olmak isteyen talebelere Mutavvelât ve Muhtasârât'ın okutulması tavsiye edilmiştir. Bütün bu kaynaklar sabit bir müfredat hakkında tam bir bilgi değil ancak ipuçları verebilirler.

Osmanlı Devleti'nde izafî olarak geç tarihlerde bu soruların kısmen de olsa cevabı bulunabilecek, doğrudan müfredatı konu alan bazı metinler mevcuttur. Bu metinlerden en önemlisi ilimleri sınıflandırma geleneğinin tepe noktası kabul edilen Taşköprizâde'nin (ö. 1561) Miftâhu's-Saâde ve Misbâhu's-Siyâde adlı eseridir. Bu eserin yanında doğrudan müfredatı, alanları ve eserleri, yazarının fikrî yönelimlerine bağlı olarak veren çalışmalar da mevcuttur. Bu çalışmalar içinde en eski metin, İshak b. Hasan Tokadî'nin (ö. 1689) Nazmu'l-Ulûm'udur. Yine Saçaklızâde Mehmed Maraşî'nin (ö. 1732-33) Tertîbü'l-Ulûm'u bu türden bir eser olarak kabul edilebilir (telifi: 1715-16). Fransız elçisinin isteği üzerine, XVIII. yüzyılın ilk yarısında, Osmanlı hükümeti tarafından bir müderrise yazdırılan Kevâkib-i Seb'a (telifi: 1741) Osmanlı medreselerindeki eğitimin mantığı, okutulan eserler, eğitim yöntemleri ve eğitimin amaçları gibi hususlarda ayrıntılı bilgi veren önemli bir metindir. Bu eserin, Taşköprizâde'nin Miftâh'ının mantık itibariyle takipçisi, içerik itibariyle de kısmî bir tercümesi olduğu söylenebilir. 1752 yılında Erzurumlu İbrâhim Hakkı'nın (ö. 1780) telif ettiği Tertîb-i Ulûm, bu konuda kaleme alınmış önemli bir çalışmadır. Nebîefendizâde'nin (ö. 1786) Kasîde fi'l-Kütübi'l-Meşhûre fi'l-Ulûm adlı çalışması ise Anadolu medreselerinin müfredatına ilişkin bilgilere yer verir. Pek çok yazma eserde anonim manzumeler, Osmanlı ilim kamuoyunda dolaşımda olan temel metinleri zikreder.

Osmanlı dönemi medrese müfredatına dair bilgi veren bu ana kaynaklar yanında medrese müfredatına farklı açılardan ışık tutan bazı eserlerle bu eserlerden faydalanılarak hazırlanmış çalışmalar da mevcuttur. Bunlar:

1. Telif eserler, şerhler, haşiyeler, tâlikatlar: Âlimler kendi yazdıkları eserlerde, okudukları ve okuttukları derslerle metinler hakkında ilk elden bilgiler verirler; bu bilgiler, dönemin müfredatına ışık tutmaları bakımından birinci derecede öneme sahiptirler. Metin, şerh, haşiye ya da tâlikatlarda atıf yapılan eserler ve kişiler, karşı durulan ya da taraf olunan görüşler, yazarlarının aşina oldukları fikirleri ve kitapları, kısaca eğitim öğretimin arka planlarını açıklar; çünkü yazılanlar, okunanları ele verir.

2. Tabakatlar, otobiyografiler, vakanüvisler, seyahatnameler: Başta Taşköprizâde'nin Şekaiku'n-Nu'mâniyye fî Ulemâi'd-Devleti'l-Osmâniyye'si ve Gelibolulu Mustafa Âlî'nin Künhü'l-Ahbâr'ı olmak üzere pek çok tabakat ve tarih kitabında âlimler hususunda bilgi verilirken, aldıkları dersler, okudukları isimler ve tedris ettikleri metinler hakkında önemli malumat aktarılır. Bütün bu kaynaklara, nispeten az da olsa otobiyografiler eklenmelidir. Kâtip Çelebi, Mîzânü'l-Hak fî İhtiyâri'l-Ehak adlı eserinde hem okuduğu hem de okuttuğu metinleri zikreder. Ahmed Cevdet Paşa'nın, Tezâkir'inde kendi tahsil hayatı hakkında verdiği bilgilerde de son dönemlerde klasik eğitim almış bir Osmanlı âliminin okuduğu eserleri görmek mümkündür (bk. Tabakat Kitapları, Seyahatname).

3. İcazetnameler, yazma eser kayıtları: İcazetnameler bir âlimin yetişme esnasında kimlerden hangi sahalarda hangi eserleri tahsil ettiğini, ayrıca muhtelif ilmî alanlarda hangi okulun içerisinde yetiştiğini göstermeleri bakımından önemlidir. Osmanlı sahası dışında da olsa Fethullah Şirvânî'nin, bir Osmanlı âlimi olan Bursalı Kadızâde'den aldığı icazetname yalnızca okunan eserleri değil, okuma tarzlarını ve medrese ortamını da içerden tasvir eden güzel bir örnektir. İcazetnameler, klasik dönemden bugüne, Müeyyedzâde'nin Devvânî'den aldığı icazet gibi nadiren ulaşmıştır. Ancak Osmanlı'nın son dönemine ilişkin pek çok icazetnameye ulaşılabilmektedir. İbn Rüşd'ün Tehâfütü't-Tehâfüt adlı eserinin nüshalarının istinsah tarihleri ve istinsah mekânları bu eserin Osmanlı ilim çevrelerindeki dolaşımını gösterir (bk. İcazet).

4. Vakfiyeler ve kanunnameler: Vakfiyelerde ilmî disiplinlere ve her bir disiplinde okunacak metinlere işaret edilebilir. Başta medrese ve onlara bağlı kütüphane vakfiyeleri olmak üzere medreselere taalluk eden pek çok vakfiye, ait olduğu medresede okutulan ders ve kitap isimleri açısından önemli bilgiler içerebilir. Ancak yukarıda değinildiği gibi, vakfiyeler bir çerçeve çizmekle birlikte, medresede ders veren müderrisin donanımına bağlı olarak süreç içerisinde, vakfiye şartnamesi değişmese bile, uygulamada farklılıklar ortaya çıkabilir.

Osmanlı medreselerindeki eğitim öğretim faaliyetlerinin üzerine oturduğu ana felsefeyi anlamak müfredatı da anlamaya yardımcı olur. Bu felsefe en iyi şekilde Kanûnî Sultan Süleyman döneminin ünlü müderrisi Taşköprizâde'nin (ö. 1561), Miftâhu's-Saâde ve Misbâhu's-Siyâde adlı ilimler tasnifi ile ilgili eserinden takip edilebilir. Taşköprizâde eserinde "bilgi"yi konusunun ait olduğu "varlık" alanlarına göre sınıflar. Buna göre nesneler "mutlak varlık"tan pay alma çerçevesinde "var olma" itibariyle dört ayrı diziliş gösterirler: aynî (fizikte varlık), zihnî (zihinde varlık), lisanî (dilde varlık), kitabî (yazıda varlık).

Taşköprizâde her bir bilgi alanına ait var olanların varlıkça dört ayrı mertebesinin bulunduğunu vurguladıktan sonra bunlardan birinin diğerine delalet ettiğini, böylece dört ayrı varlık mertebesi arasında "mutlak varlık" kavramı çerçevesinde bir birlik olduğunu belirtir. Buna göre, hattî var olan lafzî var olana; lafzî var olan zihnî var olana; zihnî var olan da aynî var olana delalet eder. Örnek olarak ateş yazısı ateş lafzına, ateş lafzı ateş kavramına, ateş kavramı da fizik dünyada bulunan ateşe delalet eder. Ancak dört ayrı varlık alanı arasında "mutlak varlık" kavramı çerçevesinde bir birlik bulunmasına rağmen, hattî ve lafzî var olanlar alanı "mecazî" bakımdan varlık değeri taşır. Zihnî var olanlar alanının ise, matematik nesneler konusundaki Platoncular-matematikçilerle Aristocular-Meşşâîler arasındaki tartışmalar dikkate alındığında, hakiki yahut mecazî olup olmadığı tartışmalıdır. Ancak aynî var olanlar alanı hakikî ve aslî varlık alanıdır. Aynî var olanlar mertebesine ilişkin bilgi ise, yalnızca kendisi için talep edilirse nazarî ve başka bir şey dolayısıyla talep edilirse amelî ismini alır. Nazarî ve amelî bilgi dallarının her biri de aklın gereğini yerine getiren hikemî, dinin gereğini yerine getiren şer'î ilimler olarak ikiye ayrılır. En nihayetinde bilgi dallarındaki bu sıra düzeni, varlığı ve Kur'an-ı Kerîm'i anlamaya yani ilm-i tefsire götüren bir diziliş gösterirler. Taşköprizâde'nin ortaya koyduğu bu tasnif hem medreselerde okutulan bilim dallarının hem de bu bilim dalları için seçilen eserlerin sebeplerini açıklar. Buna göre en nihayetinde bütün müfredat, tekvinî ve tenzilî kitabı nazarî yöntemle idrak etmeye imkân sağlayacak şekilde düzenlenmiştir: Dil, mantık, usul ve hendese bu düzenin yöntem tarafını teşkil ederken, diğer disiplinler yöntemlerin tatbik edildiği hakikat kürelerine karşılık gelirler.

Osmanlı medreselerindeki eğitimin metin merkezli bir eğitim olduğu söylenebilir. Metin seçimi, eğitimin sıhhati için önemlidir. Aslında köklerini Gazzâlî'de bulan metinleri üç seviyeye ayırma, İbnü'l-Ekfânî ve Taşköprizâde üzerinden geçmiş ve Saçaklızâde'nin Tertîbü'l-Ulûm'unda ayrıntılı bir şekilde işlemiştir. Aynı çağda yaşamış Kevâkib-i Seb'a müellifinin de aynı üslupla Osmanlı medreselerinde okutulan metinleri üç ana seviyeye ayırdığı görülür: İktisar (başlangıç), iktisat (orta) ve istiksâ (ileri). Bunlar da her bir seviyede kendi arasında aşağı (geri), orta, yukarı (ileri) olmak üzere üçer merhaleye bölünür. Böylece metinler dokuzlu bir tasnife tâbi tutulurlar. Birinci seviyedeki kitaplar kolayca ezberlenebilecek şematik bilgileri içermekte, ikinci seviyedeki kitaplarda meseleler bazı önemli delilleriyle birlikte sunulmakta, üçüncü seviyede ise meseleler ayrıntılı şekilde tartışılmaktadır.

Kitaplar arasında böyle bir derecelendirmenin şart olmasının önemli sebebi, klasik kaynakların tabiriyle, üzerine sayısız kitapların telif edildiği ilimlerin ve fenlerin çok/uzun, ömrün ise az/kısa olmasıdır. Dolayısıyla bu sınıflandırmadaki amaç, öğrenciye okutulacak olan kitapların belirli bir mantık çerçevesinde seçilmesi ve öğrencinin herhangi bir ilimde küllî kaideleri tahsil etmeden bir sonraki seviyeye geçmemesi olarak özetlenebilir. Her bir seviyedeki metin için yazım kuralları ile okutma kuralları vardır. Nitekim Osmanlı uleması her bir basamak için ya daha önce kaleme alınmış uygun eserleri belirlemiş ya da her bir basamak için ayrı ayrı eser kaleme almış ve okutmuştur. Şüphesiz metni tamamlayan diğer unsurlar hoca ile talebedir. Hoca-talebe ilişkisi ve metin okuma süreci de hiyerarşiktir.

Osmanlı medreselerindeki müfredatın, siyasî, içtimaî ve şahsî kümelerdeki amelî ve tatbikî hedefleri yanında nihaî amacı mensuplarına marifetullahı kazandırmaktır. Bunun için de tekvinî ile tenzilî kitabı okuyabilecek bir donanımı vermek gerekir. Bu sebeple talebe, Kur'an-ı Kerim'i okumakla başladığı sürecin sonunda tedricî bir şekilde ilm-i tefsire ulaştırılır. Bunun için tahsiline dil ilimleriyle başlar; çünkü İslam medeniyetinde hem Kur'an-ı Kerim'i hem varlığı anlamak için dil şarttır. Bu açıdan Osmanlı medreselerinde dil ilimleri, yüksek ilimleri tahsil için okutulan âlet ilimleri olarak kabul edilir. Kevâkib-i Seb'a müellifi "faydalı ilimler" başlığı altında öncelikle dil ilimlerini sayar ve hemen ardından bu faydalı ilimlerin (alet ilimleri) aslında en geniş anlamıyla "şer'î ilimler" olduğuna vurgu yapar. Çünkü alet ilimleri insanı şâri'den sadır olana götüren ilimlerdir. Dolayısıyla dil bilimlerinin müfredatta öncelikli konumlandırılışı doğaldır. Osmanlı medreselerinde önemli bir yer işgal eden mantık ilmi de bu öğrenimin hemen başında öğrenciye, meânî ilminden önce, gelenekte yaygın pek çok kitabın takrir edilmesiyle verilir. Mantık ilminin meânî ilminden önce gelmesinin sebebi kavram, tanım, yargı, kıyas gibi konuları inceleyen mantık ilminin nutk-ı dâhiliyi düzenlemesidir. Meânî ilmi ise nutk-ı hâriciyi suret itibariyle inceler; dolayısıyla da dahil hariçten önce gelir. Hendese ise, hem aksiyomatik karakteri ile ispat fikrini öğretir hem de öğrenciyi soyut kavramlarla düşünmeye hazırlar. Nazarî hikmet ile kelam ilmi varlık hakkındaki farklı tasavvurları karşılaştırmalı bir şekilde verir; bunun için de hesap, heyet, doğa felsefesi gibi bütün çeşitleriyle var olanlara ilişkin disiplinler tedris edilir. Müfredatlarda dikkat çeken diğer bir nokta da hem fıkıh hem de hadis ilimlerinden hemen sonra bu ilimlerin usullerinin okutulmasıdır. Aslında ilimlerde çıkış noktası usul olmakla birlikte bir öğrencinin usule varması ancak bu usulün üzerine kurulduğu marifeti kazanmasıyla mümkündür. Dolayısıyla marifet usulü elde edebilmek için şarttır ve gerçek bilgi de usulü yani külliyi konu edinen ilimdir. Bütün bunlar için müfredatlarda usul/yöntem odaklı nazarî bir tavrın esas olduğu görülür.

Medrese müfredatında tıp ilmi tatbikî yönü ve özel konumu sebebiyle daha çok tıp medreseleriyle dârüşşifalarda, hekim dükkânlarında vb. mekânlarda, nazarî ve usta-çırak ilişkisine dayalı olarak yürütülüyordu. Benzer şekilde edebiyat, şiir gibi alanların nazarî alt yapısı dil ve belagat ilimlerinde verilirken uygulaması daha çok edebiyat ve şiir meclislerinde yapılıyordu.

Osmanlı klasik dönemi medrese eğitiminde merkezî, ortak bir müfredattan ziyade felsefî-zihniyet omurgasından bahsedilebilir. Bu ana nokta bütün medreselerde ortak olmakla birlikte ona ulaşma yolları, yöntemleri ve araçları bölgelere hatta yakın yerlerdeki medreselere göre bile değişebilmiştir. Osmanlı son döneminde medreselerde ortak müfredat geliştirme çalışmaları başlamıştır. Özellikle II. Meşrutiyet dönemi medrese ıslahı sürecinde modern eğitime meyleden bir yapılanmadan bahsedilebilir. Nitelik, ıslâh-ı medâris çalışmalarıyla somut adımlar atılmış, yeni medreseler de kurulmuştur (bk. Islâh-ı Medâris). Ancak bunların nasıl bir netice vereceği beklenmeden medreseler 1924 yılında kapatılmıştır.

Kaynakça

Akın, Adem – Demir, Remzi. “Saçaklızâde Muhammed İbn Ebî Bekr el-Mar‘aşî ve Tertîb el-‘Ulûm Adlı Eseri”. OTAM. sy. 16 (2004), s. 1-64.

Ahmed Cevdet Paşa. Tezâkir: 40-Tetimme. haz. C. Baysun. Ankara 1967.

Fatih Sultan Mehmed Vakfiyeleri. I-III, İstanbul 2003.

Fazlıoğlu, İhsan. “Türk Felsefe-Bilim Tarihi’nin Seyir Defteri (Bir Önsöz)”. Dîvân: İlmî Araştırmalar. sy. 18 (2005), s. 1-57.

Fazlıoğlu, Şükran. Örnek bir Genç Olmak: XVII. Yüzyılda İshak Tokadi’nin Nazmu’l-Ulum Adlı Eserinde Zihniyet ve İlimler. İstanbul 2020.

a.mlf. “Nebi Efendi-zade’nin Kaside fî el-Kütüb el-Meşhûre fî el-Ulûm’una Göre Bir Medrese Ders Talebesinin Ders ve Kitab Haritası”. Kutadgubilig. sy. 3 (2003), s. 191-221.

a.mlf. “Manzûme fî Tertîb el-Kütüb fî el-Ulûm ve Osmanlı Medreselerindeki Ders Kitapları”. Değerler Eğitimi Dergisi. sy. 1 (2003), s. 97- 110.

a.mlf. “Ta‘lîm ile İrşâd Arasında: Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın Medrese Ders Müfredatı”. Dîvân: İlmî Araştırmalar. sy. 18 (2005), s. 115-173.

Gelibolulu Mustafa Âlî. Künhü’l-Ahbâr. Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2162.

İhsanoğlu, Ekmeleddin. Medreseler Neydi, Ne Değildi?: Osmanlılarda Akli İlimlerin Eğitimi ve Modern Bilimin Girişi. İstanbul 2019.

Karaarslan, Nasuhi Ünal (çev.). XVIII. Asrın Ortalarına Kadar Türkiye’de İlim ve İlmiyeye Dair Bir Eser: Kevâkib-i Seb‘a Risâlesi. Ankara 2015.

Kâtib Çelebi. Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ehak. nşr. O. Ş. Gökyay. İstanbul 1980.

Kevâkib-i Seb‘a Risâlesi. Bibliothèque Nationale, Supplement Turcs, nr. 196.

Saçaklızâde. Tertîbü’l-Ulûm. nşr. Muhammed b. İsmâil es-Seyyid Ahmed. Beyrut 1988.

Taşköprizâde. Miftâhu’s-Saâde ve Misbâhu’s-Siyâde fî Mevzûâti’l-Ulûm. Beyrut 1985.

a.mlf. eş-Şekāiku’n-Nu‘mâniyye fî Ulemâi’d-Devleti’l-Osmâniyye. nşr. A. S. Furat. İstanbul 1985.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Ahmet KAVAS
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Ahmet KAVAS
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

c) Afrika Medreseleri: Medrese kurumu etrafında şekillenen ilim tahsil etme geleneği Afrika toplumlarında kendilerine has örfî uygulamalarla farklılık göstermektedir. Her ne kadar Hicaz, Yemen, Uman, Mısır ve Mağrip merkezli etkileşimlerin nüfuzunda kaldıkları dönemler bulunsa da zamanla mahalli gelenekler ortaya çıktı.

Müslümanların 640 yılında Mısır'ın fethiyle başlattıkları ve ardından Mağrip dedikleri bütün Kuzey Afrika sahillerini aşıp Güneybatı Avrupa'daki Endülüs'e ulaşmalarıyla bütün bölgede çok yönlü ve kalıcı bir medeniyetin temelleri atıldı. Aynı dönemde Kızıldeniz üzerinden Habeşistan'a ve Somali'den Güney Afrika'ya kadar uzanan Sevâhil dedikleri kıyılarda da benzeri gelişmeler yaşandı. Bu iki kıyı şeridindeki gelişmelerin birkaç asır içinde bugünkü Çad gölü havzası ile Batı Afrika kıyılarına yayılmasıyla da kıtadaki toplumların büyük çoğunluğuna İslamî tebliğ ulaşmıştı. Bu yayılmada fetihler ilk basamak olsalar da asıl etkileyici unsurlar hac, ticaret ve ilim yolculukları ile hem karadan hem de denizden sürdürülen üç farklı seyahat 1885 yılında Berlin Konferansı'nda kararlaştırılan Afrika'nın yedi Avrupa devleti tarafından parçalanıp çizilen yapay sınırlarla kapatılmasına kadar binyıllık bir gelenek olarak devam etti.

IX. yüzyıldan itibaren ise Afrika'nın farklı yörelerinde yeni ilim merkezleri doğdu. Tunus şehrinde Zeytûne, Fas şehrinde Karaviyyîn ve Kahire'de Ezher'in eğitim faaliyetleri sadece bulundukları çevrenin değil, kıtada şöhretlerinin ulaştığı her yerden öğrenci çekmelerini sağladı. Her yerleşim yerinde mutlaka asgari seviyede de olsa İslam dini yeni kuşaklara öğretiliyordu. Bununla birlikte Kuzey Afrika kadar Batı Afrika'da bugünkü Fas'ta Temgrût, Moritanya'da Şinkit, Senegal'de Futa Toro, Gine'de Futa Calon, Mali'de Timbüktü ve Cenne, Nijerya'da Bornu, Kano ve Sokoto, Çad'da Kânim, Sudan'da Sinnâr, Etiyopya'da Harar, Somali'de Zeyla, Kenya'da Mombasa ile bütün Doğu Afrika kıyılarında Zengibar ile irtibatlı eğitim veren çok sayıda merkez oluştu. Bu kadar geniş bir coğrafyada Hicaz ve Mısır merkezli etkileşimler varlıklarını hissettirseler de zamanla eğitimde yerel uygulamalar daha çok öne çıktılar ve sömürgeciliğin yayıldığı XIX. yüzyıla kadar varlıklarını sürdürdüler. Avrupalılar Afrikalı müslümanları sömürgeleştirmek için bu tarihî mirası etkisiz kılıp kendi modern eğitim kurumlarını açarlarken ve kendilerine bağımlı yeni nesilleri yetiştirirken onların da "medrese" dedikleri okulları açtılar.

Medrese geleneği özellikle Mağrip'te XI. yüzyıldan itibaren bilinmekteydi. Mesela Fas'taki Bû Hanâniye ve Attârîn gibi medreselerde XIII. yüzyıldan itibaren faaliyette idiler. Ancak sömürgeciler İslamî eğitim geleneğini Afrikalılar'ın gelişmelerinin önündeki engeller gibi gösterip ya kapattılar ya da sıkı takip altına aldılar. Bunların yerini alacak eğitim kurumları arasına da Fransızlar Cezayir merkezli Kuzey ve Batı Afrika'da, İngilizler de Doğu Afrika kıyılarında adına medrese veya İslam okulları adıyla yeni okullar açtılar. Bu dönemden sonra müslümanların eğitimleri başlangıç seviyesinde Kur'an okulu, bunun biraz daha gelişmiş seviyesi medrese veya muadili Fransızca-Arapça okulu, ileri seviyedekiler ise İslam enstitüsü veya üniversitesi olarak üç seviyeyi temsil etmektedir. Kur'an okulları XIX. yüzyıldan itibaren daha çok tarikatların yoğun faaliyet alanlarında kalırken medreseler genelde özel müteşebbislerin idaresinde, Fransızca-Arapça okullar ise önce sömürge idaresinde, bağımsızlık sonrasında ise ülkelerin Millî Eğitim bakanlıkları bünyesine geçtiler. Senegalliler'in 1992 yılında "medrese" demeyi reddederek yerine ortaöğretim seviyesindekilere Fransızca-Arapça okulu demelerinin sebebi Fransızlar'ın 1908 yılında açtığı Saint-Louis Medresesi'nin adına çağrışım yapmasındandı. Ancak Mali, Burkina Faso ve Nijer toplumları bağımsızlık sonrasında da özel veya resmî ortaöğretim okullarına "medrese" demeye devam ettiler.

Afrika'yı bölge bölge parçalayan XIX. yüzyıl sömürgecileri, işgal ettikleri yerleri kendilerine bağlayacak yöntemler araştırırlarken din eğitimi ile tarihî "medrese" uygulamasını kendi menfaatlerini de gözetecek şekilde ihya etmeye karar verdiler. Fakat onların bu girişimleri bir müddet sonra yerel ve sömürgeci karşıtı çevrelerin özel medrese ağları açmalarının da yolunu açtı.

1798 yılında Mısır'ı işgale kalkışan Napolyon Bonapart dört yıl gibi bir süre geçmeden Fransa'ya büyük bir hezimet yaşatarak dönmek zorunda kaldı. Onu takip eden yöneticiler bu defa 1830'lu yıllarda benzeri bir teşebbüsü Kuzey Afrika'daki Cezayir'de denediler ve 1960'taki bağımsızlık sonrası normal liselerle birleştirilene kadar Fransız sömürge idarecilerinin belirlediği şekilde 110 yıl aralıksız bu eğitimi devam ettirdiler. Ardından bu uygulamayı sırasıyla 1881'de Tunus, 1886'da Senegal, 1890'da Mali, 1891'de Gine, 1900'de Moritanya, 1912'de Fas ve diğer sömürgeleştirdikleri ülkelere de yaydılar. Hepsinin ortak özellikleri toplumlarının büyük çoğunluğunun müslümanlardan meydana gelmesiydi.

Fransa Senatosu'nda E. Combes isimli senatör hazırladığı "Medreseler" başlıklı yaklaşık 315 sayfalık raporunu 2 Şubat 1892'de senatörlere takdim ederek ülkesi için sömürgeciliğin Cezayir toplumunda ve diğer coğrafyalarda kalıcılığını sağlamayı hedeflediklerini açıkça ifade ediyordu. Buna benzer durumlar yeni işgale uğrayan ve sömürge ilan edilen diğer ülkelerde de derhal uygulanmaya başlandı. Moritanya, Senegal, Gine ve Mali'deki müslümanlar için eğitim mekânlarını isimlendirmede alışık olmadıkları bu yeni kurum bir anda ilgi odağı haline geldi.

Özellikle sömürgecilik ve sonrasında bu alandaki gelişmeler bir anlamda kıtanın kuzey, doğu, batı ve merkezî bölgelerindeki benzerlikler kadar ayrışan yönleriyle de öne çıkmaktadır. Mesela Kahire şehrinden haberi olan diğer coğrafyalardaki müslümanlar gibi Afrikalı gençler de Ezher'e yoğun şekilde akın ediyorlardı. Buna ilaveten Tunus şehrinde Zeytûne, Fas şehrinde Karaviyyîn, Moritanya'da Şinkit, Mali'de Timbüktü, Nijerya'da Kano, Etiyopya'da Harar, Cibuti'de Zeyla, Kenya'da Mombasa gibi şehirler asırlar içinde tanınmış birer ilim merkezlerine dönüşmüşlerdir.

Şehirler kadar Afrikalı müslümanları eğitmek için belli şahsiyetlerin kurdukları eğitim ağları da önemli yer tutmaktadır. Sadece Mali'de XIX. yüzyılda Hamdallaye şehrinde Şeyh Ahmedü isimli emîr 600 kadar dinî eğitim verilen mekân tesis ederek Batı Afrika'da erkek ve kız çocuklarına İslamî ilimlerin öğretilmesinde kendinden önceki dönemlerde olmayan yeni ve öncü bir tarz geliştirdi. Muhammed Senûsî'nin XIX. yüzyılın ortasından itibaren Libya merkezli açtığı çoğu Kuzey ve Orta Afrika bölgelerinde olmak üzere 400 kadar zaviye ile Ortadoğu ve Asya'nın birçok bölgesinde yeni nesillere ticaret odaklı meslekî hayat kadar eğitim imkânı da sunmaktaydı.

Afrika'da sömürgecilikle birlikte İslamî eğitim veren ve sömürgecilerce açılan yeni medreseler yanında önceki asırlardan itibaren ananevî eğitim müesseseleri varlıklarını bütün baskılara rağmen korudular. İçlerinde bölgelere ve yerel dillere göre en az binyıllık geçmişe sahip olanları farklı kelimelerle isimlendirdiler. Bugünkü anladığımız anlamdaki medrese ise önce Fransızlar'ın siyaset amaçlı 1850 yılında Cezayir'de başlatıp ardından kendi idarelerine aldıkları bütün müslüman toplumlara birer adet de olsa yaydıkları eğitim kurumu idi. Önce "médersa" veya "ecole Franco-Arabe", dedikleri eğitim kurumlarını açtılar. Aralarındaki ayırım ülkelerin bağımsızlıklarını kazanmalarının ardından da bu defa bu okulların kurucuları olan yerel sahipleri ya da bizzat bulundukları ülkelerin Millî Eğitim bakanlıkları tarafından fazla değişikliğe gitmeden devam ettirildiler.

Afrika'da kıtanın kuzeyinden güneyine, doğusundan batısına müslümanlar çeşitli eğitim usulleri geliştirdiler. Kur'an-ı Kerim âyetlerini ahşap levhalara yazıp ardından bunları yüksek sesle tekrar ederek ezberleme geleneği en yaygın uygulama idi. Bunlara Tunus ve çevresindeki Mağrip ülkelerinde "küttap" denmekteydi. İleri seviyeye ulaşanlar Zeytûne Medresesi'ne giderek daha üst seviyede İslam ilimlerini öğreniyorlardı. Senegal'de hâlâ tarihî izleri yanında yenilenen yapılarıyla "daara" dedikleri Kur'an-ı Kerim'i yazarak okuma ile ezberleme ve temel dinî bilgiler veren mekânlara çevresindeki bütün ülkelerde de rastlamak mümkündür.

Afrika'da XIX. yüzyılın ikinci yarısında açılan ve yeni usullerle eğitim veren kurumlar içinde Tunus'taki Sâdıkî Koleji en meşhurlarından birisiydi. 1881 yılında başlayan Fransız sömürgeciliğiyle burası yeniden düzenlendi ve uzun süre devlet memurlarını yetiştirdi. Yine bu ülkede tarihî "küttap" denen eğitim yapılarında 1898 yılında yenilik yapıldı. 1907'de "Medresetü'l-ehliyye" adıyla modern bir medrese açıldı. Burada dinî eğitim ile diğer dersler birlikte verildi. Bu durum Afrika'nın diğer bölgelerine de örneklik teşkik etti.

Çad'da genel anlamda "halve" denilen temel Kur'an-ı Kerim'i okuma ve genel dinî bilgiler verilen ananevî İslam eğitim mekânları çoğu zaman bir ağacın altında küçük yaşta erkek-kız ayırımı yapılmadan eğiticilerin etrafında bu hizmetin yaygın şekilde verildiği yerler olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Fas'ta aynı amaca yönelik olarak asırlar öncesinden sömürgecilik dönemine kadar muhafaza edilen bu ananevî eğitime "msids" ismi verilmekteydi. Nijerya'da yerel dilde "makaranto allo" denilen bu "levhalı okul" ağı müslümanların bulunduğu Afrika'nın her mahallinde yaygındı. İngiliz işgalinin başladığı 1900 yılında bu ülkede 25.000 farklı yerde on binlerce küçük yaştaki çocuğa Arapça dil öğretimi ile Kur'an-ı Kerim'i okuma dersleri verilmekteydi. Bunların sayısı sömürgecilik döneminde de artmıştır.

Fransız sömürge idarecilerinin sınırlı sayıda açılan ve adına "médersa" dedikleri temel dinî bilgilerle fen ve matematik derslerinin birlikte verildiği eğitim kurumlarından Mali, Kamerun, Senegal, Burkina Faso ve Gine gibi ülkelerde bağımsızlık sonrasında da çok sayıda açıldı.

Sahraaltı Afrika'da genel anlamda din eğitimi verenler yerel dillerde farklı kelimelerle isimlendirildiler. Batı ve merkezî Afrika'nın birçok bölgesinde en yaygın kelime "murâbıt" olup "marabu" şeklinde telaffuz ediliyordu. İlk dönemlerde daha ziyade düşman cephelerde savaşanlar için kullanılsa da bu bölge müslümanları için din eğitimi ile meşgul olanlara denmekteydi. "Marabu"ların Arapça okuma, yazma, Kur'an-ı Kerim ezberleme, cemaate imamlık, öğrencilere öğretmenlik gibi farklı meşguliyetleri vardı. Bunlara bazı bölgelerde Songay dilinde "alfa" veya "alfaga", Mandeng veya Bambara dilinde "karamoko" denilmekteydi. Pular dilinde Arapça "müeddip" kelimesi ile aynı kökten gelen "modibo" yaygın şekilde kullanıyordu. Hemen hemen hepsi dinî ilimlerin başlangıç ve biraz üstünü temsil ederlerken "céerno/thierno", "fojo", Hevsa dilinde "muallim" kelimesinden dönüşen "maalam" ve Moôre dilinde "karemsamba" gibi isimlendirmeler ise yüksek seviyede eğitim alanlar için kullanılıyordu.

Kaynakça

Aydoğan, İsmail - Fidan, Mutlu Sadık. Afrika’da Sömürgecilik ve Eğitim. Ankara 2022.

Bel, Alfred. “Les médersas algériennes”. Algeria. 25 avril 1935.

Bencheneb, Saâdeddine. “Réorganisation des médersas”. Essor de l’Algérie. 1947, s. 33-34.

Brenner, Louis. Controlling Knowledge: Religion, Power and Schooling in a West African Muslim Society. London 2001.

Cissé, Seydou. L’enseignement islamiqueen Afrique noire. Paris 1992.

Combes, Emile. Rapport sur l’enseignement supérieur musulman (les médersas). Paris 1894.

Coulon, Christian. “les nouveaux oulémas et le renouveau islamique au Nord Nigeria”. Le radicalisme islamique au sud du Sahara. ed. R. Otayek. Paris 1993.

Delafosse, Maurice. “L’état actuel de l’Islam dans l’Afrique occidentale française”. Revue du Monde Musulman. 11/5 (1910), s. 32-53.

Dia, Hamidou – Hugon, Clothilde – d’Aiglepierre, Rohen. “États réformateurs et éducation arabo-islamique en Afrique: Vers un compromis historique? Introduction thématique”. Afrique contemporaine. sy. 257 (2016), s. 11-23.

Hardy, Georges. Une conquête morale: L’Enseignement en A.O.F. Paris 1917.

Hugon, Clothilde. “Les sërin daara et la réforme des écoles coraniques au Sénégal. Analyse de la fabrique d’une politique publique”. Politique africaine. sy. 139 (2015), s. 83-99.

Janier, Charles. Médersas algériennes e 1850 à 1960. Juin 2010.

Janier, Emile. “Les médersas algériennes”. CHEAM. dosya nr. 1361, 1948.

Kavas, Ahmet. L’enseignement islamique en Afrique francophone: les médersas de la république du Mali. İstanbul 2003.

Marçais, William. “Les médersas algériennes”. rapport daté du 15 décembre 1943.

Monteil, Vincent. L’Islam noir. Une religion à la conquête de l’Afrique. Paris 1980.

Santerre, R. “Savoir coranique”. La quête du savoir: essais pour une anthropologie de l’éducation camérounaise. Laval 1987.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Bilgin AYDIN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Bilgin AYDIN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

d) Balkan Medreseleri: Osmanlılar'ın 1354 yılında Gelibolu üzerinden Balkan yarımadasına geçerek 1361 senesinde Edirne'yi fethi ve Balkanlar'ı süratle ele geçirmesi, Balkan tarihinde yeni bir sayfa açmıştır. Bu tarihten sonra Balkanlar, Osmanlılar eliyle İslamlaşmaya başlamıştır. Müslüman nüfusun yoğunlaşması ise yeni şehirlerin ve köylerin kurulmasıyla sonuçlanmıştır. XV. yüzyılda Balkan coğrafyası etnik, dinî ve kültürel bakımdan çok hızlı bir değişim ve dönüşüm yaşamıştır. Bugün Bulgaristan sınırlarında kalan hıristiyan köylerinin nüfusunun XVI. yüzyıl ortalarında 300.000 civarında olduğu tahmin edilmektedir. Buna karşılık müslüman nüfusun 1550 yılında yaklaşık 1.200.000'e yükseldiği görülmektedir. Balkanlar'da 1400 ile 1600 yılları arasında yapılan cami, medrese, hamam, mektep, çarşı, yol ve köprüler bu coğrafyanın 200 yıllık bir süreçte geçirdiği muazzam dönüşümünün açık bir göstergesidir.

Balkanlar'da XIV. yüzyıldan başlayıp XX. yüzyıla kadar devam eden Osmanlı hakimiyetinin en önemli kurumlarından biri de medreselerdir. Beş asırlık süre içerisinde kurulan medreseler, Osmanlı eğitim sisteminin bir parçası olarak Osmanlı ilim ve zihniyetini Balkanlar'a da taşıyordu. Medreseler aynı zamanda güçlü kurumsal yapılar olarak bölgeyi fikir, düşünce ve zihniyet bakımından etkilemiş ve şekillendirmiştir. Balkan medreseleri, Osmanlı medreselerinin tipik örnekleri olarak mimari yapı, mekânsal yerleşim, tedrisat ve medrese personeli bakımından Bursa, Edirne ve İstanbul medreselerinin bir devamı niteliğindedir.

1 Mayıs 1720 tarihli vakfiyesi ile Misivri kasabası sakinlerinden Haseki Mustafa Ağa'nın Aydos kasabasında Câmi-i Kebir yakınında yaptırdığı medrese Balkan medreseleri için güzel bir örnek teşkil eder. Mustafa Ağa öğrenciler için on oda, mutfak, misafirhane ve abdesthaneyi ihtiva eden bir medrese yaptırıp bunların giderlerini karşılamak için Misivri'nin muhtelif yerlerinde bulunan bir hamam, iki ev ve iki değirmenini vakfetmişti. Medresede müderris olan şahıs her gün dershanede talebeye ders verip günlük 10 akçe alacaktı. Müderris aynı zamanda Aydos kasabasında vâkıfın yaptırdığı dershanede vakfettiği otuz adet cüz ve kitapları muhafaza edecekti. Kendisine hâfız-ı kütüplük vazifesi olarak günlük 2 akçe verilecekti. Dershanede ikindi namazından sonra on odada kalan talebe müderris huzurunda toplanarak Kur'an'dan her biri bir cüz okuyup bunun karşılığında günlük 2 akçe alacaktı. Medrese mutfağında Şeyh İsmâil nezaretinde yemek pişirilecekti.

Günümüzde Bulgaristan sınırlarında kalan Çırpan, XIX. yüzyılın ikinci yarısında her ikisinin de bânisi kadın olan iki medresenin inşası ile dikkat çeker. Bunlardan Câmi-yi Cedit mahallesindeki medreseyi Emine Hanım 22 Şubat 1853 tarihinde tanzim ettirdiği vakfiyeyle; Câmi-yi Atik mahallesindeki medreseyi ise Nazife Hanım 4 Mart 1853 tarihinde tanzim ettirdiği vakfiyeyle tesis etmişti.

XIX. yüzyıla kadar Balkan coğrafyasındaki medreselerde talebe sayısının beş ile otuz arasında değiştiği görülmektedir. Atina'da yaptırılan Osman Efendi Medresesi, 29 Ocak 1723 tarihli vakfiyesine göre on oda ve bir dershaneden oluşmaktaydı. Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşa'nın 1810-1811 yılları arasında Osmanlı barok üslubunda yaptırdığı külliye içerisinde yer alan ve Medrese-yi Hayriye adıyla anılan medresesi üç tarafı revakla çevrili, bir köşesinde kütüphane bulunan bir bina olup medrese, zeminde tek katlı on iki, geride ve solda iki kat üzerine on ikişer hücreden oluşmaktaydı. İskete köyü sakinlerinden Çıplak Hüseyin Ağa tarafından 29 Eylül 1775 tarihli vakfiye ile tesis edilen medresede ise yirmi sekiz oda mevcuttu. Bu iki medrese, oda sayısı bakımından bölgedeki en büyük medreselerdi.

Medresede genellikle tek bir müderris bulunurdu ve medresenin bütün işleyişinden sorumluydu. Balkanlar'daki medreselerde yaygın olarak Kur'an-ı Kerim ve Kur'an ilimleri, hadis, fıkıh ve fıkıh usulü, kelam, Arap dili ve edebiyatı, riyaziye ve ferâiz gibi dersler okutulurdu. Ders saatleri genellikle sabah namazından sonra başlar ve mevsimlere, dersin niteliğine, müderrislerin ilmî mertebesine göre değişirdi. Dersler haftanın belli günlerinde sabah ve ikindi namazı sonrası olmak üzere iki devre halinde yapılırdı. Ancak icazete esas olan dersler sabah dersleriydi.

Balkanlar'da kurulan Osmanlı medreselerinin tamamı vakıflar aracılığı ile tesis edilmişti. Vakıflar Osmanlı şehirlerinde büyük ekonomik yatırımlar yapıyor ve eğitim, sağlık, bayındırlık ve imar gibi her türlü hizmet alanını kapsayacak genişlikte büyük bir iktisadî ve sosyal örgütlenme gerçekleştiriyordu. Bu çerçevede Balkanlar'da da faaliyet gösteren bütün medrese, cami, tekke, han, hamam gibi eserler vakıflar tarafından inşa edilmiştir.

Balkanlar'daki Osmanlı medreseleri, Osmanlılar'ın Rumeli'ye geçişi ile birlikte XIV. yüzyılın ikinci yarısında burada başlatılan iskân faaliyetlerinin neticesi olarak kurulmaya başlanmıştır. Osmanlılar'ın fethettikleri büyük şehir ve kasabalarda müslüman Türk nüfusun iskânıyla beraber ortaya çıkan eğitim ihtiyacı medreselerle karşılanmaya çalışılmış ve başta Yıldırım Bayezid olmak üzere Rumeli beylerbeyileri, sancak beyleri ve kadılar Dimetoka, Yanbolu, Kazanlık, Niğbolu gibi şehirlerde kurdukları vakıflar ile medreselerin açılmasına öncülük etmişlerdir. Balkanlar'da kurulan medreseler, her asırda sayısal olarak sürekli artış göstermiş ve XIX. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdürmüştür. Bu süreçte kadı, müderris, âlim ve şair olarak yüzlerce Osmanlı bürokrat ve entelektüelinin yetişmesine katkı sağlamıştır.

Balkanlar'da ilk Osmanlı medresesi 1359 veya 1361 tarihinde Osmanlı hakimiyetine geçen Dimetoka'da henüz şehzadeliğinde Yıldırım Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Dimetoka'da bundan sonra Balkanlar'ın en eski medreselerinden biri olan Oruç Paşa Medresesi 1400 yılında yaptırılmıştır. Şehirde üçüncü medrese ise XV. yüzyılda Karagöz Paşa tarafından yaptırılmıştır. 1359 yılında İpsala, Çorlu ve Malkara ile Osmanlı hakimiyetine giren Dimetoka, Edirne'ye göre çok daha önceki tarihlerde medrese eğitiminin başladığı bir şehir olmuş, XV ve XVI. yüzyıllarda yaptırılan diğer medreselerle önemli bir ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Nüfus bakımından küçük bir yerleşim merkezi olmakla beraber medrese sayısı bakımından diğer Balkan şehirlerinden daha öndeydi.

XIV ve XV. yüzyıllarda Dimetoka'dan sonra Yenice-yi Vardar, Yenişehr-i Fener, Gümülcine gibi önemli şehir merkezlerinde birer medrese kuruldu. Siroz ve Selanik, en çok medresenin kurulduğu şehirler olarak öne çıktı. Selanik'te ilk medrese Sultan II. Murad tarafından kurulmuştur. Daha sonra kurulan iki medrese ile sayı üçe çıkmış, XVI. yüzyılda dört, XVII. yüzyılda üç, XVIII. yüzyılda beş ve XIX. yüzyılda da iki medrese daha kurularak Selanik bölge şehirleri arasında önemli eğitim merkezlerinden biri olmuştur.

XV. yüzyılda bugünkü Yunanistan sınırları içinde on yedi medrese inşa edildi. Vakfiye, rûznâmçe ve tahrir kayıtlarından XVI. yüzyılda ise bu bölgede altmış medresenin inşa edildiği anlaşılmaktadır. XVI. yüzyılda bu coğrafyada medrese kurulan şehir sayısı yirmi dokuza yükseldi. XVII. yüzyılda yeni kurulan medrese sayısı yetmiş altıya yükselmiş ve otuz bir şehirde yeni medreseler kurulmuştur. Bu şehirler arasında Yenişehr-i Fener yedi, Eğriboz ve Kandiye altı medrese ile en çok medrese kurulan şehirlerdir. XVIII. yüzyılda bu bölgedeki yirmi dokuz şehirde toplam yetmiş dört medrese vardı. Dokuz medrese ile Selanik en çok medrese kurulan şehir olmuş, Yenişehr-i Fener yedi medrese ile onu takip etmiştir. XIX. yüzyılda da yirmi iki şehirde elli üç medrese kurulmuştu. On bir medrese ile Selanik, altı medrese ile Siroz ve beş medrese ile Midilli bu yüzyılda da en çok medresenin kurulduğu şehirler idiler.

XX. yüzyılda ise bölgedeki on yedi farklı şehirde otuz dokuz yeni medrese kuruldu. XIV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar bugünkü Yunanistan'ın sınırları içinde kurulan medreselerin toplam sayısı 360'a ulaşmış ve buradaki şehir ve kasabalar Osmanlı idaresinde Balkanlar'da en çok medresenin kurulduğu bölge olmuştur.

Bugünkü Bulgaristan sınırları içinde kalan ilk Osmanlı medreseleri XIV. yüzyıl sonlarında kurulmaya başlandı. XX. yüzyıl başlarına kadar yaklaşık 280 medrese kuruldu. Bu bölgedeki ilk medrese XIV. yüzyılda Yanbolu'da Karaali Bey tarafından 1375-1385 yılları arasında yaptırıldı. Tırnova'da ise Yıldırım Bayezid, 1393 yılı sonrasında bölgenin en eski medreselerinden birini inşa ettirdi. Üçüncü medrese ise yine Yıldırım Bayezid döneminde Niğbolu'da Kadı İvaz tarafından 1397 yılında yaptırıldı.

XV. yüzyılda on iki medresenin inşa edildiği anlaşılmaktadır. Bu ilerleyen yüzyıllarda da devam etti. XVI. yüzyılda yirmi altı yeni medrese kuruldu. XVI. yüzyıl sonuna kadar yaptırılan medreselerin toplam sayısı kırk ikiye ulaştı. Bu sayı XVII. yüzyılda elli idi. XVIII. yüzyılda elli üç, XIX. yüzyılda ise 132 medreseyi buldu. Medreselerin yüzyıllara göre dağılımına baktığımızda en çok medresenin XIX. yüzyılda kurulduğu görülmektedir.

Filibe, medreselerin en çok yaygınlaştırıldığı şehir oldu. 1380 yılından başlayıp 1900'lü yıllara kadar Osmanlı idaresinde kalan şehirde yirmi bir medrese kurulmuştu. Filibe'den sonra en çok medresenin kurulduğu diğer bir şehir ise on dokuz medrese ile Tırnova'dır. Nitekim Çandarlı Ali Paşa tarafından 1388-1389 seferinde Osmanlı topraklarına dahil edilen Tırnova, Osmanlı hakimiyetinde kaldığı süre içerisinde her yüzyılda medrese kurulan yegâne şehirdir. XIV-XV. yüzyıllarda birer medrese, XVI. yüzyılda iki, XVII. yüzyılda üç, XVIII. yüzyılda dört ve XIX. yüzyılda ise sekiz medrese kurulmuştur. XV. yüzyıldan itibaren medrese sayısının istikrarlı bir şekilde arttığı görülmektedir.

Medrese sayısı bakımından üçüncü sırada Varna gelmektedir. Varna'da ilk medreseler XVI. yüzyıl sonlarında kuruldu. Rumeli kazaskerliği rûznâmçe kayıtları, XVI. yüzyılda Varna'da 1581 yılından itibaren Seyyid Halil ve 1587 yılından itibaren İsmâil Çavuş medreselerinin faal olduğunu göstermektedir. XVI. yüzyılda yaptırılan medrese sayısı iki iken XVII. yüzyılda bu sayı ona yükseldi. Varna'da XVIII. yüzyılda yeni yaptırılan bir medrese tespit edilemezken bu yüzyılda altı medresenin faal olduğu görülmektedir.

1385 yılında Osmanlı hakimiyetine giren ve XV. yüzyılın ortalarına doğru idarî bakımdan Rumeli eyaletinin merkezi olan Sofya'da on yedi medrese tespit edilmektedir. 1383 yılında fethedilen Sofya'da ilk medrese Fâtih Sultan Mehmed'in sadrazamlarından Mahmud Paşa tarafından 1444-1456 yılları arasında yaptırılmıştır. Bu medrese Balkanlar'ın en önemli medreselerinden biridir. Kırk odalı ve emsallerine göre çok büyük olan bu medrese dikkat çekicidir. Çünkü Fâtih Sultan Mehmed'in yaptırdığı Fâtih medreselerinde 120 oda varken Sofya'da Mahmud Paşa'nın yaptırdığı medresede kırk oda bulunmaktaydı. Dolayısıyla Mahmud Paşa'nın yaptırdığı medrese İstanbul'dan sonra bir Balkan şehrinde Fâtih'in sadrazamı tarafından yaptırılan Osmanlı'nın en büyük ikinci medresesiydi. XVI-XVIII. yüzyıllarda ikişer medresenin yaptırıldığı Sofya'da XIX. yüzyılda dokuz medrese bulunmaktaydı.

İlk medreseleri XVII. yüzyılda yaptırılmış olan Rusçuk, bu yüzyılda en çok medrese kurulan şehirlerden biri olmuştur. XVII-XIX. yüzyıllar arasında şehirde kurulan medrese sayısı on beşi bulmaktadır.

Şumnu ise XVIII. yüzyılda yeni gelişen bir eğitim merkezi hüviyeti kazandı. XVIII ve XIX. yüzyıllarda kurulan on üç medrese ile bu bölgede en çok medrese kurulan şehirler arasındadır. Bu durum şehrin İslam eğitim merkezi olarak önem kazanmasına sebep olmuş ve çok sayıda âlimin yetiştiği bir ilim merkezi olarak tanınmasını sağlamıştır.

Medrese sayısı bakımından önemli bir merkez olan ve XVI-XIX. yüzyıllar arasında on üç medrese kurulan Eski Zağra'da ilk medreseler XVI. yüzyıl sonlarında kuruldu. XVII. yüzyılda üç medresenin kurulduğu Eski Zağra'da XIX. yüzyılda sekiz medresenin faal olduğu görülmektedir.

Hacıoğlupazarcığı, Hasköy ve Lofça onar medrese ile önemli eğitim merkezleri arasındadır. Eskicuma ve Eğridere'de dokuzar medrese tespit edilmekle beraber bunların büyük bir kısmı artık medrese eğitiminin önemini kaybettiği XIX. yüzyılın sonlarında yaptırılan veya köylerde bulunan medreselerdir. Sekizer medrese ile İslimye ve Vidin, yedi medresenin bulunduğu Yanbolu, altışar medrese ile İzladi, Köstendil ve Silistre, beşer medrese ile Hezargrad ve Pravadi, dörder medrese ile Akçakazanlık, Balçık, Kavarna ve Samakov dönemsel olarak öne çıkan eğitim merkezleri arasında sayılabilir.

Bugünkü Bosna-Hersek sınırları içinde ilk medreseler XVI. yüzyılın başlarında faaliyete geçmiştir. Saraybosna başta olmak üzere XVI. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar Bosna Hersek'te 130 medrese kurulmuştur. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Balkanlar'ın nüfusça en büyük şehirlerinden biri olan Saraybosna, XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar kurulan yirmi yedi medrese ile en çok medresenin kurulduğu şehir olmuştu. Burayı on dört medrese ile Mostar, sekiz medrese ile Foça, beş medrese ile Banaluka, beş medrese ile Koniçe takip etti. İzvornik ve Travnik'te ise dörder medrese kuruldu.

XVI. yüzyılda yirmi yedi medresenin kurulduğu Bosna-Hersek'te, XVII. yüzyılda medrese sayısında önemli bir artış yaşanmış ve kırk üç yeni medrese kurulmuştur. XVIII. yüzyılda yeni kurulan medrese sayısı on dokuza düşse de XIX. yüzyılda yine ciddi bir artış yaşanmış ve XIX. yüzyılda kurulan medrese sayısı kırka ulaşmıştır.

Bugünkü Makedonya sınırları içinde ilk medreselerin XIV. yüzyıl sonlarında kurulduğu belirtilmektedir. XIV. yüzyıldan XX. yüzyıl başlarına kadar yaklaşık 132 medrese kurulmuştur. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Balkanlar'ın nüfusça en büyük şehri olan Üsküp, XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar burada kurulduğu tespit edilebilen yirmi dört medrese ile bu bölgede en çok medresenin kurulduğu şehir idi. Üsküp'te ve bu bölgede en eski medrese, vakıf kaydı bulunmamasına rağmen Meddah Baba Medresesi olmalıdır. Medresenin Üsküp fatihi Paşa Yiğit döneminde yapıldığı düşünülürse, şehrin en eski belki de XIV. yüzyıldan kalma medreselerinden biri olduğu söylenebilir. XV. yüzyılın ortalarında toplam nüfusu 12.000 olan Üsküp'te üç önemli medrese eğitim faaliyetlerine başlamıştı. Bunlar Sultan Murad Külliyesi dahilinde yaptırılan bir medrese ile (1436) şehrin fatihi Paşa Yiğit Bey'in oğlu İshak Bey (1445) ve torunu İsa Bey (1469) tarafından yaptırılan medreselerdi. XVI. yüzyılda medrese sayısı yirmi beşe yükseldi ve Üsküp'ün dışında Manastır, Ohri, İştip, Kalkandelen, Kratova ve Pirlepe şehirlerinde de medreseler kuruldu. Üsküp ve Manastır altışar medrese ile en çok medresenin kurulduğu şehirler idi. Bunları üç medrese ile Ohri, ikişer medrese ile İştip, Kalkandelen ve Kratova ve bir medrese ile Pirlepe takip etti. XVII. yüzyılda yirmi altı yeni medrese kuruldu ve bu bölge genelindeki medrese sayısı elli sekize yükseldi. XVIII. yüzyılda Manastır'da iki, Pirlepe ve Radovişte'de birer medrese olmak üzere ancak dört medrese yaptırıldı. XIX. yüzyıl, altmış sekiz medrese ile en çok medresenin yaptırıldığı dönem oldu. XX. yüzyılda ise iki medresenin yaptırıldığı tespit edilmektedir. Böylece bu bölgede yaptırılan medreselerin sayısı 115'e ulaşmaktadır.

Günümüzde Sırbistan sınırları içinde kalan ve Osmanlı döneminde yaptırılan medreselerin sayısı elli üçe ulaşmaktadır. 217 cami, on üç mescit, on yedi tekke, dokuz dârülhadis, sekiz medresesi ile Belgrad, XVII. yüzyılda Balkanlar'da İslamî hayatın en canlı olduğu şehirlerden biriydi. Belgrad dışında medrese sayısı bakımından Yenipazar ikinci sırada gelmekte olup burada dört medrese mevcuttu. Yenipazar'ı üçer medrese ile Çaçka, Güvercinlik, Pakriçsa, Pozegacık, Peter Varadin ve Titel takip etmekteydi. Niş, Semendire, Uziçe ve Raça'da ikişer, Alacahisar, Banya, Blustina, Salankaman, Karlofça ve Kiviz'de ise birer medrese bulunmaktaydı.

Bugünkü Kosova sınırları içinde ilk medrese XV. yüzyılda Vulçıtrın'da kuruldu. XVI. yüzyılda ise Priştine ve Prizren öne çıktı ve her iki şehirde de üçer medrese kuruldu. Bu dönemde İpek'te ve Yakova'da kurulan birer medrese ile Kosova'da kurulan medreselerin sayısı dokuz oldu. XVII. yüzyılda sekiz, XVIII. yüzyılda üç, XIX. yüzyılda dokuz, XX. yüzyılda ise bir medrese kuruldu. Kuruluş tarihi tespit edilemeyen medreselerin sayısı ise on beştir. XV. yüzyıldan XX. yüzyıla kadar Kosova'da kurulan medreselerin sayısı kırk ikiye ulaştı. Prizren on dört medrese ile Kosova'da en çok medresenin kurulduğu şehir idi. Prizren'i dokuz medrese ile İpek, dokuz medrese ile Priştine takip ediyordu. Vulçıtrın ve Yakova'damedrese vardı.

Bugünkü Macaristan topraklarında kalan bölgede kırk Osmanlı medresesi mevcuttu. Budin, XVII. yüzyılda on iki medrese ile medrese eğitiminin en güçlü olduğu şehirdi. Yukarı şehirde mevcut olan medreselerin en önemlisi Sokullu Mustafa Paşa tarafından yaptırılmıştı. Toygun Paşa Medresesi de anılmaya değer bir diğer yapıdır. Budin'in karşısındaki Peşte'de pek az talebesi olan iki medrese mevcuttu. Eğri ve Sigetvar'da dört, Sikloş ve İstolni-yi Belgrat'ta üç, Estergon, Kanije, Kapuşvar (Kaposvár), Peçuy ve Peşte'de iki, Vişegrat, Segedin, Hatvan ve Mohaç'ta birer medrese eğitim vermekteydi.

Bugünkü Arnavutluk sınırları içinde kurulan yirmi sekiz Osmanlı devri medresesi tespit edilmektedir. Ergiri yedi medrese ile bu bölgenin eğitim merkezi durumundaydı. Onu beş medrese ile İlbasan takip etmekteydi. Avlonya, Berat ve Draç'ta üç, İşkodra ve Tepedelen'de iki, Akçahisar ve Görice'de ise bir medrese mevcuttu. Osmanlı hakimiyetinde on iki medresenin kurulduğu bugünkü Romanya sınırları içinde de Babadağı ve Çanad'da üçer medrese bulunmaktaydı. Çerniçse (Cerniça), Akkirman, Beşova (Beşenova Veche), Mecidiye, Orşova ve Varat'ta (Oradea) ise birer medrese tesis edilmişti.

Bugünkü Hırvatistan sınırları içinde de altı şehirde on iki Osmanlı medresesi mevcuttu. Osek dört medrese ile sayısal bakımdan ilk sırada yer almaktaydı. Fruşka, Gırkoşka ve İlok'ta ikişer, İlik ve Verse'de birer medrese vardı.

Bugünkü Karadağ sınırları içinde de on iki medrese mevcuttu. Pirepol ve Taşlıca (Pljevlja) üçer medrese ile ilk sırada yer almaktaydı. Niksiç ve Novateyn'de ikişer Bar ve Ülgün'de birer medrese vardı.

Osmanlı dönemi bir bütün olarak ele alındığında Balkanlar'da yaptırıldığı tespit edilebilen medreselerin sayısı takriben 1100'ü bulmaktadır. Güncel ülke sınırları dikkate alındığında 360 medrese ile Yunanistan Osmanlı idaresinde Balkanlar'da en çok medresenin kurulduğu bölgedir. Bunu 281 medrese ile Bulgaristan, 130 medrese ile Bosna-Hersek, 132 medrese ile Makedonya, elli altı medrese ile Sırbistan, kırk altı medrese ile Kosova, kırk medrese ile Macaristan, yirmi sekiz medrese ile Arnavutluk, on ikişer medrese ile Hırvatistan, Romanya ve Karadağ gibi ülkeler takip eder.

Kaynakça

Alan, Ercan – Atçıl, Abdurrahman (haz.). Erken Dönem Osmanlı İlmiye Teşkilatı Kaynakları: XVI. Yüzyıl Osmanlı Ulema Defterleri. ed. B. Aydın. Ankara 2018.

Aydın, Bilgin – Günalan, Rıfat. Balkanlar’da Osmanlı Medreseleri 1: Bulgaristan Medreseleri. İstanbul 2023.

a.mlf.ler. Balkanlar’da Osmanlı Medreseleri 2: Yunanistan Medreseleri. İstanbul 2023.

Ayverdi, Ekrem Hakkı. Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri I: Romanya, Macaristan. İstanbul 1979; a.e. II-III: Yugoslavya. İstanbul 1981; a.e. IV: Bulgaristan Yunanistan Arnavudluk. İstanbul 1982.

Baltacı, Cahid. XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1976.

Beyazıt, Yasemin. Osmanlı İlmiyye Mesleğinde İstihdam (XVI. Yüzyıl). Ankara 2014.

Bıçakçı, İsmail. Yunanistan’da Türk Mimarî Eserleri. İstanbul 2003.

Bilge, Mustafa. İlk Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1984.

Çam, Mevlüt v.dğr (haz.). Bosna-Hersek Vakfiyeleri. I-IV, Ankara 2016.

Çiftçi, Mehdin. 1037-1038/1628-1629 Tarihli Rumeli Kadıaskerliği Rûznâmçesine Göre Osmanlı Medreseleri. Bursa 2016.

Demir, İsmet v.dğr (haz.). Bosna-Hersek İle İlgili Arşiv Belgeleri (1516-1919). Ankara 1992.

Eren, Halit v.dğr (haz.). Balkanlarda Osmanlı Vakıfları, Vakfiyeler: Yunanistan. C. I-II, İstanbul 2017.

Eyice, Semavi. “Yunanistan’da Türk Mimarî Eserleri”. Türkiyat Mecmuası. 12 (1955), s. 212-214.

Güray, Bahriye. Bulgaristan’da Osmanlı Dini Mimarisi (Câmi, Türbe, Tekke ve Zâviyeler). Dr.T, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, 2016.

İbrahimgil, Mehmet Zeki – Keleş, Hamza. Bulgaristan’da Osmanlı Dönemi Vakıf Eserleri Envanteri. I-II, İstanbul 2016.

İpşirli, Mehmet. “Bulgaristan (Bulgaristan Vakıfları)”. DİA. 1992, VI, 401-403.

Karpat, Kemal. “Balkanlar”. DİA. 1992, V, 25-32.

Kasumoviç, İsmet. Skolstvo i Obrazovanje u Bosanskom Ejaletu za Vrijeme Osmanske Uprave. Mostar 1999.

Konuk, Neval. Yunanistan’da Osmanlı Mimarisi. Ankara 2010.

Lowry, Heath W. Osmanlı Döneminde Balkanların Şekillenmesi: 1350-1550. çev. A. Cemal. İstanbul 2008.

Memişoğlu, Hüseyin. Geçmişten Günümüze Bulgaristan’da Türk Eğitim Tarihi. Ankara 2002.

 Sabev, Orlin. “Bulgaristan’da Osmanlı Medreseleri”. Türkler. ed. H. C. Güzel v.dğr. Ankara 2002, XI, 463-472.

Turan, Ömer – İbrahimgil, Mehmet Z. Balkanlardaki Türk Mimarî Eserlerinden Örnekler. Ankara 2004.

Turgut, Vedat. Yitirilen Mirasımız: Silistre Sancağı Vakıfları (Fethinden 16. Yüzyılın Sonuna Kadar). İstanbul 2016.

Zubcevic Asım. Book Ownership in Ottoman Sarajevo, 1707-1828. Dr.T, Leiden University, 2015.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Mustafa Lütfü BİLGE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Mustafa Lütfü BİLGE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

e) Osmanlı Dönemi Medreseleri: Osmanlı eğitim sisteminin temel kurumu olan medreseler fizikî şartları, mimari özellikleri, programları ve temsil ettiği zihniyet bakımından önem arzetmektedir. Türk ve İslam tarihinin eğitim birikiminin bir yansıması olan medreseler, Osmanlılar zamanında sıbyan mektebinden sonra orta, lise, yüksekokul ve üniversite eğitimine karşılık gelen ve sadece müslüman halkın yönettiği kurumlardır.

İznik'te 1336 yılında Orhan Gazi tarafından kurulan eğitim merkezi Osmanlı medreselerinin öncü kuruluşu olarak ortaya çıktı. Bu ilk merkez için müderris, yani eğitim düzenini kuran ve sürdüren kişi olarak Dâvûd-ı Kayserî seçildi. Osmanlı Devleti'nin ilk müderrisi ve yazdığı Fusûsü'l-Hikem şerhi ile şöhret bulan Kayserî, dinî ve aklî ilimlerde iyi eğitim sahibi bir âlim idi. İznik'teki bu ilim merkezi de Anadolu Selçukluları ve Beylikler dönemi eğitim kurumlarının özelliklerini taşıyordu. Osmanlılar'ın kuruluş döneminde medreselerde cami ve kaza hizmetlerini gören ilmiye sınıfı üyeleri de kendilerinden önceki İslamî medreselerde eğitimlerini tamamlamış olan kişilerdi. Mesela ilk kadı olarak bilinen Dursun Fakih de Osman Bey adına cuma hutbesini Karacahisar'da okumuştu.

Osmanlı topraklarında değişik adlar altında gelişen ilmî kurumlar, Osmanlı Devleti'nin genişleyen sınırlarında ve bu sınırların dışında ilmî hizmetlerine devam etti. Dolayısıyla bir yanda askerî alanda ilerlemeler kaydedilirken diğer yandan da ilim ve fen alanındaki gelişmeler devletin kurumlarına gereken ricali yetiştirmeyi sürdürüyordu. Orhan Bey, döneminde henüz Anadolu topraklarında Osmanlı hükümranlığı tamamıyla tesis edilmiş değildi. Kütahya taraflarında Germiyanoğulları, Kastamonu taraflarında İsfendiyaroğulları, güneyde Saruhanoğulları Osmanlılar'a komşu idi. Bu beyliklerin müslüman olmaları dolayısıyla her birinde medreseler ya da benzeri ilim merkezleri bulunuyordu.

Devletin kuruluşu döneminde İslam dünyasından ulema ve meşayih geldi, yönetim tarafından hürmet ve ilgi ile karşılandı. Yıldırm Bayezid bu kimselerden olan Emîr Sultan'ı damatlığa layık görmüş ve kızını ona nikâhlamıştır. İznik şehrine ziyaretini tamamlayan Evliya Çelebi "Yedi medresesi varsa da 'Süleyman Paşa Medresesi' hepsinden mükellef olup dârülhadis ve dârülkurrâ-yı mahsusu vardır" diyerek buradaki eğitim kurumlarına dikkat çeker.

İznik, Osmanlılar için bir noktada ilim hayatını geliştirme mekanı olarak görülebilir. O dönemde daha çok İslam itikadının güçlendirilmesi ve ibadet esasları üzerinde bilgilerin pekiştirilmesi üzerinde durulduğu görülür. Tıp ve astronomi ilimleri ve diğer bilim konularının öğrenimini dönemin Bursa ve Edirne medreselerinde görülmektedir. İstanbul medreselerinde ise bu konuda çalışmalarla Batı eğitim merkezleri seviyesine çıkılmış ve hatta yer yer geçilmiştir.

Bursa'nın başşehir olduğu dönem, Orhan Bey'in orayı beyliğin merkezi yapmasıyla başlar. Bursa'da camiler, medreseler, imaretler, zaviyeler ve hanlar yapılarak şehirde hayat şekillenmeye başlamıştır. Nitekim Bursa'nın fethi sonrasında Evliya Çelebi'den naklen Ömer Lütfi Barkan şöyle diyor: "Bursa'nın fethi sonrasında Belh, Buhara ve Horasan taraflarından nice erenlerin gelip tavattun etmesi de (yerleşmeleri) manidardır. Esasen Bursa'da türbesi olan Şeyh Abdal Murad, Horasan erenlerinden olup Bursa'nın fethinde bulunmuştur. Şeyh Abdal Mûsâ, Yesevî fukarasındandır ve Hacı Bektaş ile Rum'a gelmiştir. Emîr Sultan Hüseynî neseptir. Buhara'da doğmuş, büyümüştür" (Barkan, 1942). Sultan I. Murad ve Yıldırım dönemlerinde Bursa'da Hisar'da Şehadet Camii ve daha sonra da Çekirge'de Büyük Cami, imaret ve medreseler birbirlerini takip etti. Yıldırım sonrasında Fetret döneminde dahi Çelebi Mehmed tarafından aynı şehirleşme ve ilim hayatının gelişmesi yönündeki teşviklere şahit olunmaktadır.

Orhan Bey zamanında Hudâvendigâr Medresesi, Yıldırım Medresesi, Yeşilmedrese, Murâdiye Medresesi olarak bilinen II. Murad Medresesi, Emîr Sultan Medresesi ve sayıları elli beşe varan medrese Bursa'yı âdeta bir ilim merkezi haline getirdi. Aynı dönemlerde İznik'te de medreselerin yapılmaya devam ettiği de görülmektedir. Orhan Gazi döneminde yapılan Orhan Gazi, Süleyman Paşa, Mevlânâ Alâeddin medreseleri sonrasında, Sultan I. Murad döneminde Hayreddin Paşa Dârülhadis Medresesi ve II. Murad döneminde (1412-1451) Rükneddin medreseleri bunların en başta gelenleridir.

I. Murad döneminde (1359-1389) iki medrese daha yapıldı. Bunlar Hudâvendigâr ve Esediye medreseleridir. Sultan I. Murad yapacağı binanın yerini bizzat kendisi seçmiş, buranın sadece cami değil, bir medrese, bir mektep ve kendi türbesini de içine alan bir külliye şeklinde tasarlanmasını sağlamıştır. Bu dönem bizlere Sultan Orhan dönemindeki yerleşme yerine Rumeli'de gaza ve cihat hareketlerinin başladığı ve geliştiği dönem olduğu izlemini verir. Zira bu dönemde Avrupa'da gelişen yeni fetihler dolayısıyla Bursa dışına yayılma durumu görülür. Buna karşın Yıldırım Bayezid dönemi (1389-1402) tam olarak Bursa'nın merkez durumunun güçlendiği döneme işaret eder; şehrin çeşitli imar hareketlerine sahne olduğu görülür. İlk padişahlar döneminde Bursa'ya verilen önemi yapılmış olan cami ve medreseler başta olmak üzere imarethane, tekke gibi sosyal ve dinî içerikli diğer faaliyet alanlarından izlenebilmektdir. Yıldırım Bayezid'in Timur karşısında aldığı yenilgi neticesinde geçici de olsa yaşanan durağanlık, "Fetret dönemi" olarak bilinen bu dönemin etkisi Bursa'daki ilmî hayatı da etkiledi.

Çelebi Mehmed (1413-1421) döneminde Bursa'da sadece iki medrese mevcuttur. Bunlar Bayezid Paşa Medresesi ve Bursa Sultâniyesi olarak bilinen Yeşilmedrese'dir. Bu durum Osmanlı taht mücadelelerinin ilmî hayatın gelişmesini menfi yönde etkilemesinin açık bir işareti gibidir.

Bayezid Paşa, Enderûn-ı Hümâyun'dan feyiz alıp Çelebi Mehmed'in Amasya sancağında bulunduğu dönemde onun hizmetinde bulunan kişidir (1413). Yahşi Bey'in oğlu olan Bayezid Paşa, Osmanlı tarihinde Amasyalı Bayezid Paşa olarak anılır ve Çelebi Mehmed'in tahta geçmesiyle önce Rumeli beylerbeyi ve sonra da veziriazam oldu. Bayezid Paşa'nın kendisi ve oğlunun Bursa'da medreseleri vardır. Oğlu İsa Bey'in medresesi, Sultan II. Murad döneminde Bursa medreseleri arasında yer alır. İsa Bey'in Bursa'da imareti, mescidi ve medresesi, ayrıca yanında bir mektebi ve Edirne'de bir kervansarayı vardır. Bayezid Paşa'nın Bursa'da bir de camisi olmasına karşın esas şöhret bulmuş olan medresesidir. Bu medresenin kendisi tarafından değil de bir başkası tarafından onun adına yaptırılmış olduğu söylenir. Bütün bunlar dışında Amasya'da iken yaptırdığı hayır eserleri de bilinmektedir.

Bursa Sultâniye Medresesi; Fetret döneminin zorluklarına rağmen Çelebi Mehmed Edirne'de bulunan ve "Eskicami" olarak bilinen medresesini yaptırabilmiştir. Ancak ne var ki buranın adı daha çok "Çelebi Sultan Mehmed Medresesi" ve "Bursa Sultâniyesi" adıyla şöhret bulmuştur. Sonradan II. Murad döneminde Edirne'de kurulan dârülhadis ve Üç Şerefeli gibi medreselere rağmen Bursa Sultâniyesi ilmî itibarını korumaya devam etmiştir. Medresenin özel bir vakfiyesi olmamakla birlikte cami ve medrese için hazırlanmış müşterek vakfiyesi bulunduğu ve İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet yazmaları kısmında olduğu söylenmiştir. Güldeste-i Riyâz-ı İrfân müellifi İsmâil Beliğ bu medrese ile ilgili olarak ve oradaki eğitim seviyesini göstermesi açısından şöyle der: "Pek büyük zevat bunda müderris oldular." Onları şöyle sayar: Şemseddin Fenârî'nin oğlu Mehmed Şah Fenârî, Yûsuf Bâlî Fenârî, Alâeddin Ali Tûsî ve Molla Yegânzâdeler.

Çelebi Mehmed'in Edirne'de bulunan medresesi, Eskicami Medresesi olarak bilinir. Bu medrese Çelebi Mehmed'in Edirne'de bulunan yegâne medresesidir. Eskicami'nin arka tarafında bulunan bu medreseye "Eskicami Medresesi" veya diğer bir ifadeyle "Câmi-yi Atik Medresesi" denir. Söz konusu edilen medrese bazı kayıtlarda "Çelebi Mehmed Medresesi" olarak da geçer. Edirne'de II. Murad döneminde Üç Şerefeli Cami yapıldıktan sonra aralarında bir karışıklık olmaması için özellikle onu "Câmi-yi Atik" olarak anmaya başlamışlardır.

II. Murad (1421-1451) döneminde ise hem Bursa hem de Edirne'de gelişen hızlı iskân faaliyetleri ve kaydedilen imar hareketlerinin yanında Osmanlı medeniyetinin göstergeleri olan kültür merkezlerinin kurulmasına şahit olunur. Bu dönemde Bursa'da Fazlullah Paşa Medresesi, Hacı İvaz Paşa Medresesi, Kara Hasan Paşa Medresesi, İsa Bey Medresesi, yine Bursa'da meşhur Murâdiye Medresesi, kaydedilen medreseler arasında bilinmektedir.

Sultan II. Murad Edirne'yi hayır eserleriyle donattığı gibi Bursa'yı da bu hizmetlerden geri bırakmadı. Böylece I. Murad'dan itibaren başlamış olan Edirne'deki muhtelif ve müteaddit müesseseler II. Murad'da da örnek teşkil etti. II. Murad, Edirne'de 1435 yılında tamamlanmış olan Murâdiye Camii ile İmareti meşhur Edirne tarihçisi Abdurrahman Hibrî'ye göre aslında mevlevihane olarak yapılmıştı. Ancak bir zaman sonra cami olduktan sonra pîşgâhında mevlevihane bina etmişlerdir. Edirne'de önemli bir eğitim merkezi olarak "Dârülhadis Medresesi"; Manyas bölgesinde Sultan II. Murad'ın önceleri hadîs-i şerif eğitimi için yaptırdığı bir medrese iken sonradan camiye çevrilmiştir. Kapı üstünde görülen kitabede inşa tarihinin 23 Şaban 1435 olduğu yazılıdır. Caminin yanında bir de medrese vardı. Burası yakın senelerde yıkılmıştır. Edirne Dârülhadis Camii ve Medresesi'nin cami yanındaki türbede bazı şehzadeler ve sultanlar medfundurlar. Dârülhadis Camii Medresesi'nin XVII. yüzyılın başlarında muhtelif vakıflar üzerinden toplam geliri senede 518.180 akçeye varıyordu.

II. Murad yukarıda adı geçen Murâdiye Camii, mevlevihane ve imarethaneden bir yıl kadar önce (Mart 1435) meşhur Dârülhadis Camii'ni yaptırmıştı. İsmail Hakkı Uzunçarşılı'nın bildirdiğine göre, "Dârülhadis medrese olarak yapıldığı meşhur ise de kapısı üzerindeki (hâze'l-câmi' eş-şerîf) kitabesinden burasının cami olarak yapıldığı ve sonradan medreseye çevrildiği anlaşılıyor" der. Kâtip Çelebi ise her iki tesisi de beraberce isimlendirerek buraya (Câmî-yi Dârülhadis) demeyi uygun görmüştür

II. Murad döneminde devlet ve ilim adamları tarafından Bursa'da kurulan medreseler arasında ulemadan Fazlullah Paşa Medresesi ve Kara Hasan Paşa Medresesi, vüzeradan Hacı İvaz Paşa Medresesi ve Sultan Çelebi Mehmed dönemi vezirlerinden Bayezid Paşa'nın oğlu İsa Bey Medresesi bulunmaktadır. Medreselerde okutulan dersler, hocalar ve diğer yardımcı eğitim kadroları hakkında bilgi sahibi olmanın en sağlam yolu bu vakfiyeleri incelemekten geçer. Mesela Fâtih Sultan Mehmed döneminde kurulmuş olan Aksaray'daki Murad Paşa Camii ve medreseyi kapsayan külliyesi ve yine Mahmud Paşa Camii ve Medresesi eğitim kadrosu açısından bize bu kurumların işleyişleri hakkında geniş bilgiler sunmaktadır.

İlk dönem Osmanlı medreseleri, Osmanlı Devleti'nin ilk başşehri olan İznik ve onu takibeden Bursa ve Edirne şehirlerindeki eğitim kurumlarını içine alır. Kısaca 1300-1453 yılları arası bir dönemi kapsayan bu dönem medreseleri ilk yazılı kaynaklardan, vakfiyelerden ve hoca kadrosuyla ağırlıklı olarak okutulan İslamî ilimlere dair dersler açısından değişik ilim dallarının okutulduğu orta ve son dönem medreselerinden farklıdırlar. Henüz ilk kuruluş döneminde yetişmiş, ehliyetli hocaların kadrolara atandıklarını, Anadolu'dan ve bazan da Mısır'da Ezher ve benzeri ilim kurumlarında okumuş ve Arapça'ya vâkıf hocaların görev aldıklarının eş-Şekaik-ı Nu'mâniyye ve benzeri ilk dönem kaynaklarda buluyoruz. İznik sonrasında Bursa'nın fethi (1326) ve daha sonrasında sırasıyla Edirne, İstanbul ve hemen ardından Balkanlar bu kurumlarla tanıştılar. Sultan I. Selim sonrasında ise bu hizmet Arap topraklarında kendini gösterdi (1517 sonrası). Özellikle Memlüklü sultanlarından Kayıtbay ve Sultan Gavri'nin Mısır ve Hicaz topraklarında kurduğu medrese hizmetleri onların adlarıyla yaşatılırken aynı hizmetler Osmanlı dönemi örnekleriyle yaygınlaştırıldı.

Esasen kuruluş yıllarından başlamak üzere cami ve medreselerin açılmasıyla gelişen şehirleşme arasında tam bir uyum olduğu görülür. Bunların büyük bir kısmı vakfiyelerden izlenebilmektedir. Hızla gelişen nüfusun birleşmesi medreselerde yetişen ilim adamlarının gayretleriyle desteklenmeye çalışılmıştır. Belki buna bağlı olarak ilk dönem medreselerinde eğitim müfredatlarının din ağırlıklı olmasının sebebi de bu olsa gerektir. Ayrıca yeni fethedilen topraklarda İslamî öğretime olan ihtiyacın önemini de söz konusu olmuştur.

Kaynakça

Anadolu’dan ve bazan da Mısır’da Ezher ve benzeri ilim kurumlarında okumuş ve Arapça’ya vâkıf hocaların görev aldıklarının eş-Şekaik-ı Nu‘mâniyye ve benzeri ilk dönem kaynaklarda buluyoruz. İznik sonrasında Bursa’nın fethi (1326) ve daha sonrasında sırasıyla Edirne, İstanbul ve hemen ardından Balkanlar bu kurumlarla tanıştılar. Sultan I. Selim sonrasında ise bu hizmet Arap topraklarında kendini gösterdi (1517 sonrası). Özellikle Memlüklü sultanlarından Kayıtbay ve Sultan Gavri’nin Mısır ve Hicaz topraklarında kurduğu medrese hizmetleri onların adlarıyla yaşatılırken aynı hizmetler Osmanlı dönemi örnekleriyle yaygınlaştırıldı.

Esasen kuruluş yıllarından başlamak üzere cami ve medreselerin açılmasıyla gelişen şehirleşme arasında tam bir uyum olduğu görülür. Bunların büyük bir kısmı vakfiyelerden izlenebilmektedir. Hızla gelişen nüfusun birleşmesi medreselerde yetişen ilim adamlarının gayretleriyle desteklenmeye çalışılmıştır. Belki buna bağlı olarak ilk dönem medreselerinde eğitim müfredatlarının din ağırlıklı olmasının sebebi de bu olsa gerektir. Ayrıca yeni fethedilen topraklarda İslamî öğretime olan ihtiyacın önemini de söz konusu olmuştur.

KAYNAKÇA

BOA. TTd. nr. 136, 311, 719; TS.E.71/A.

Abdurrahman Hibrî. Enîsü’l-Müsâmirîn: Edirne Tarihi 1360-1650. çev. R. Kazancıgil. Edirne 1996, s. 24.

Ayverdi, Ekrem Hakkı. İstanbul Mi‘mârî Çağının Menşei Osmanlı Mi‘mârîsinin İlk Devri: 630-805 (1230-1402). İstanbul 1966, s. 172.

Barkan, Ömer Lütfi. “İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri ve Zaviyeler”. Vakıflar Dergisi. sy. 2 (1942), s. 290.

Bilge, Mustafa. İlk Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1984, s. 67-81.

Evliya Çelebi. Seyahatnâme. İstanbul 1314, II, 9, 46; III, 7.

Gabriel, Albert. “Bursa’da I. Murad Camii ve Osmanlı Mimarisinin Menşei Meselesi”. Vakıflar Dergisi. sy. 2 (1942), s. 41.

Gökbilgin, M. Tayyib. Edirne Makaleleri. Edirne 2015, s. 49, 132-133.

Memduh Turgut. İznik ve Bursa Tarihi. Bursa 1935.

Müneccimbaşı Ahmed Dede. Sahâifü’l-Ahbâr. çev. Ahmed Nedîm. İstanbul 1285, III, 353.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. “Sultan II. Murad’ın Vasiyetnâmesi”. Vakıflar Dergisi. sy. 4 (1958), s. 1-18.

a.mlf. Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı. Ankara 1964.

Ülgen, Ali Saim. “İznik’te Türk Eserleri”. Vakıflarf Dergisi. sy. 1 (1938), s. 53-69.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Zeki Salih ZENGİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Zeki Salih ZENGİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

f) Modernleşme Dönemi Medreseler (1839-1923): Tanzimat'la başlayan yenileşme hareketleri içinde geleneksel eğitim anlayışı, teşkilatı ve kurumları dışında yeni bir eğitim sisteminin kurulması arayışlarına girişilmiştir. 1857 yılında Maarif Nezareti'nin kurulmasıyla yeni, Batılı-modernist eğitimin örgün yapısı güçlendirilerek daha düzenli hale getirilmiştir. Zaman içerisinde farklı öğretim seviyesi ve alanlarda açılan mektepler yaygınlaştırılmıştır.

Tanzimat döneminde eğitim alanındaki çalışmalar sadece medresenin değil genel anlamda ilmiye teşkilatının da amaç ve fonksiyonlarında değişimi beraberinde getirmiştir. Yeni açılan mekteplerin denetim ve düzenlenmesi için Maarif Nezareti'nin kurulması meşihat ve medreselerin genel eğitim alanındaki tekelini sona erdirmiştir. Sonraki yıllarda Hukuk Mektebi'nin kurulması ve yeni hukuk sisteminin yürürlüğe girmesi, ilmiye teşkilatının hukuk alanındaki etkinliğinin de özel hukuk dışında, büyük ölçüde kaybolmasına sebep olmuştur. Bütün bu gelişmeler ilmiye ve ilmiyenin kaynağı olan medresenin klasik dönemde temel etkinlik alanları olan eğitim (tedris) ve kaza (hukuk) sahasındaki hakimiyetine son vermiştir. İlmiyenin uhdesinde kalan son etkinlik alanı özel hukukun uygulandığı şer'î mahkemelerde görevlendirilecek kadılarla din hizmetlerini yerine getirecek müftü, vaiz, imam, hatip gibi din görevlilerinin yetiştirilmesi olmuştur.

İlmiyenin söz konusu gelişmelerden sonra attığı ilk adım uhdesinde kalan şer'î mahkemelerde görev yapacak kadıların eğitimi için Muallimhâne-yi Nüvvâb'ı 1855 yılında açmış olmasıdır. 1883 yılında açılan Mekteb-i Nüvvâb, II. Meşrutiyet döneminde ise Medresetü'l-kudât adını alan kurum, şer'î mahkeme geleneği ile yeni usul mektep sistemini kaynaştırarak modern hukuk mektebi ile kıyaslanabilecek düzeye ulaşmıştır. Hukuk alanındaki bu çaba, benzer biçimde din eğitimi ve din hizmeti verecek görevlilerin yeni eğitim sistemi göz önünde bulundurularak yetiştirilmesi konusunda gösterilememiştir. Halbuki bir yandan farklı boyutlarıyla yaşanan gerileme hadisesinin sebepleri aranırken diğer taraftan Batı ile temas sonucu intikal eden bilgi, düşünce ve kültürel etkileşim sonucunda sorgulanan gelenek içerisinde geleneksel dinî bilgi ve din anlayışı da itirazlarla karşılaşmakta ve tenkit edilmektedir. Tanzimat sonrasında giderek artan bu problem karşısında geleneksel bilgi ile yeni üretilen bilginin birlikte ele alınarak yeni açıklama ve yorumların yapılmasına, dinî bilginin üretilmesinde yeni bir yaklaşımın geliştirilmesine ihtiyaç duyulmuştur. Bunun da ötesinde yeni bir din eğitimi anlayışı ve bu anlayış çerçevesinde din hizmeti verecek görevlilerin yetiştirilerek bilginin halka intikalinin sağlanması gerekmiştir. Şüphesiz bütün bunların gerçekleşmesi zamana ve çabaya bağlı olmakla birlikte öncelikle karar verme ve teşebbüse muhtaçtır. En önce ve meşihat tarafından başlatılması gereken bu teşebbüs en sona kalmıştır.

Tanzimat sonrasında medrese eğitiminin ıslahı konusunda ilk adım 1867 yılında on beş müderris tarafından hazırlanan bir raporla atılmıştır. Raporda medreselerdeki program, öğretim süresi, okutulan kitaplar ve yöntemlerin yeniden düzenlenmesi gerektiği belirtilmektedir. Medrese eğitiminin yeniden düzenlenmesine duyulan ihtiyaç daha sonra II. Abdülhamid'in hükümdarlık yıllarında ilmiye mensuplarının da bulunduğu farklı kesimler tarafından birçok defa dile getirilmiş ve çözüm önerileri ileri sürülmüştür. Bu dönemde konuyla ilgili çözüm medresenin ıslahında değil, medrese dışında yeni bir kurumun açılmasında görülmüştür. Yüksek din eğitimi için 1884 yılında açılması planlanan Ulûm-ı Dîniye Mektebi'nin ardından 1900 yılında Dârülfünun'da Ulûm-ı Âliye Şubesi açılmıştır ki bu kurum, ülkemizde açılan ilk İlahiyat Fakültesi'dir.

Medreselerin ıslahı konusunda asıl çalışmalar II. Meşrutiyet yıllarında yapılmıştır. Yapılan çalışmaların amacı medreseleri mekteplere alternatif yahut rakip kurumlar olarak düzenlemek değil aksine mektep modeline uygun hale getirerek eğitim sistemine dahil etmektir. Bu dönemde medreselerle ilgili iki farklı çalışma yapılmıştır: İlki mevcut medreselerin ıslahı, diğeri ise din hizmetleri alanında istihdam edilecek imam-hatip ve vaiz gibi görevlilerin yetiştirilmesi amacıyla ayrı medreselerin kurulması. Mevcut medreselerin ıslahı konusundaki çalışmalar 27 Şubat 1910 tarihli Medâris-i İlmiye Nizamnamesi ile başlamışsa da asıl köklü değişim Şeyhülislam Mustafa Hayri Efendi zamanında hazırlanan 30 Eylül 1914 tarihli Islâh-ı Medâris Nizamnamesi'nin uygulanmasıyla ortaya çıkmıştır. Bu tarihten itibaren yapılan çalışmalarla medreselerin idare, teşkilat ve ders programları konularında ciddi ve köklü yenilikler gerçekleştirilmiştir. Öncelikle İstanbul'daki medreselerden öğretime elverişli olanları Dârülhilâfeti'l-aliyye Medresesi adıyla tek bir medrese olarak düzenlenmiştir. Bu medrese, yeni açılan mekteplerde olduğu gibi basamaklara ayrılmıştır. Daha sonra orta ve yüksek dereceli kurumlar olarak düzenlenerek, ortaöğretim her biri dört yıl süreli iki basamağa ayrılmış, devamındaki yükseköğretim aşaması da yine dört yıllık süreyi kapsayacak biçimde teşkilatlanmıştır. Ayrıca iki yıllık Medresetü'l-mütehassısîn adıyla günümüzdeki lisansüstü öğretim basamağına benzer bir ihtisas medresesi açılarak, medrese öğretimi temel eğitimden sonra yüksek ve ihtisas öğrenimi ile birlikte on iki veya on dört yılda tamamlanacak biçimde düzenlenmiştir. Islahat İstanbul ile sınırlı kalmamış, 1915 yılından sonra taşradaki medreselerin ıslahına da başlanmıştır.

Öğretim programlarının yeniden düzenlenmesi, medreselerin ıslahı esnasında üzerinde durulan en önemli hususlardan biridir. Yüksek dereceli ve ihtisas medreselerinin programında Arapça ve din ilimlerine yoğun biçimde yer verilmiştir. Buna karşılık orta dereceli medreselerde din ilimlerini kapsayan meslek dersleri yanında fen, matematik ve sosyal bilimlerle ilgili genel kültür dersleri ile Almanca, Fransızca, İngilizce ve Rusça'dan birisi olmak üzere Batı dillerine yer verilmiştir. Ayrıca Türkçe, Farsça, beden eğitimi ve resim dersleri konulmuştur. Orta dereceli olarak düzenlenen taşra medreselerinde Batı dilleri, Farsça ve beden eğitimi derslerine yer verilmemiş; ancak usûl-i terbiye ve talim, ilahi, el işleri ve ziraat derslerine yer verilmiştir.

1914 yılı medrese ıslahının en önemli taraflarından biri de Dârülfünun'da 1900 yılında açılan Ulûm-ı Âliye-yi Dîniye Şubesi'nin kapatılarak yeni açılan medrese yapısı içerisine alınmasıdır. Böylece medrese orta ve yüksek din eğitimini kapsayacak hale getirilmiştir. Yüksek dereceli medrese programında ağırlıklı olarak din ilimlerine yer verilmekle birlikte yabancı diller, ilm-i içtimâ (sosyoloji), ilm-i terbiye (pedagoji) gibi derslere de yer verilmiştir. 1915 yılında açılan Medresetü'l-mütehassısîn ise tefsir-hadis, fıkıh-kelam, tasavvuf-felsefe olmak üzere üç bölümden oluşan, uzmanlık eğitiminin verildiği bir kurumdur.

Orta ve yüksek dereceli medreseler karşılaştırıldığında orta dereceli medreselerde meslek dersleri yanında kültür derslerine de önemli oranda yer verildiği görülür. Bu durumda, orta dereceli medreselerden beklenen başlıca amaç, genel kültür eğitimi ile birlikte bir sonraki aşamada yapılacak yüksek din eğitimine hazırlıktır. Yeni düzenleme sonucunda medrese yeni eğitim sistemi ile uyumlu hale getirildiği gibi eğitim kalitesi ve ihtiyaç duyulan din görevlilerinin niteliğinin arttırılması açısından da önemli bir adım atılmıştır.

1914 yılında başlatılan çalışmalar 23 Nisan 1917 tarihli Medâris-i İlmiye Hakkında Kanun ile sürdürülmüş, orta ve yüksek basamaklara ayrılan medreselerin adları değiştirilerek, mesela Medresetü'l-mütehassısîn yerine Medrese-yi Süleymâniye gibi geleneksel adlar verilmiş, ortaöğretim ve yükseköğretim basamaklarının süreleri üç yıla düşürülürken ihtisas medresesinin süresi üç yıla çıkartılmış; ayrıca öğretimin başına iki yıllık hazırlık sınıfı eklenmiştir. 1917 yılındaki en önemli gelişme, 1914 yılında bir kısmı Evkaf Nezareti'ne bağlı olarak açılan medreselerin tamamının meşihata bağlanarak idarî birliğin sağlanmış olmasıdır.

II. Meşrutiyet döneminde mevcut medreselerin ıslahı ile birlikte yeni medreseler de açılmıştır. Bu amaçla kurulan ilk medrese Medresetü'l-vâizîn'dir. Halkı dinî konularda aydınlatacak vaizler yetiştirmek amacıyla 1912 yılında açılan bu kurumun programında din ilimleri yanında matematik, fen, coğrafya, tarih, ilm-i içtimâ, terbiye ve felsefe gibi derslere yer verilmiştir. İlk kuruluşunda üç yıllık orta dereceli bir kurum olarak planlanan medrese, nizamnamesinin hazırlandığı 1914 yılında yüksek dereceli ve dört yıllık bir kuruma dönüştürülmüştür. Bu dönemde açılan diğer bir medrese de 1913 yılında kurulan Medresetü'l-eimme ve'l-hutabâ'dır. Ancak her iki kurum da uzun ömürlü olmamış, 1919 yılında Medresetü'l-irşâd adı altında birleştirilerek meşihata bağlanmıştır.

Medrese ıslahı çalışmaları medreselerin ilga edildiği 1924 yılına kadar devam etmiştir. Bu kapsamda Kurtuluş Savaşı'nın sürdüğü esnada 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Medâris-i İlmiye Nizamnamesi hazırlanmıştır. Medrese programlarının düzenlenmesiyle ilgili son çalışma 1923 yılı Kasım ayında Ankara'da yapılmıştır. Şer'iye ve Evkaf Vekâleti'nde toplanan bir encümen tarafından hazırlanarak vekâlet tarafından kabul edilen programda ders içeriklerine de yer verilmiştir. Programın hazırlanmasından yaklaşık dört ay sonra Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'nun yürürlüğe girmesinin ardından Maarif Vekâleti tarafından hazırlanan genelge ile Dârülhilâfe medreselerinin ortaöğretim ilk ve ikinci basamakları İmam ve Hatip mekteplerine dönüştürülerek diğerleri kapatılmış ve talebeleri öğrenim derecelerine uygun diğer mekteplere nakledilmiştir. Benzer biçimde yüksek dereceli medreselerde okuyan talebeler de İlahiyat Fakültesi veya diğer yükseköğretim kurumlarına nakledilmiştir.

II. Meşrutiyet döneminde başlayan medrese ıslah çalışmaları ile geleneksel medrese sistemi hem teşkilat hem de ders programı açısından düzenlenip mektep modeli uygulanarak yeni eğitim sistemi ile uyumlu hale getirilmeye çalışılmıştır. Yapılan bu düzenlemeleri, dinî ilimlerde uzmanlar yetiştirmek ve mezunlarının din hizmetini başarı ile yerine getirecek niteliğe kavuşmaları hususunda önemli bir girişim olarak görmek gerekir. 1914 yılında orta ve yüksek dereceleri kapsayacak biçimde kurulan Dârüllhilâfe Medresesi modeli Cumhuriyet dönemindeki orta ve yüksek meslekî din eğitimi kurumları olan İmam-Hatip okulları ile İlahiyat fakülteleri için örnek oluşturmuştur.

Kaynakça

Akiba, Jun. “Muallimhane-i Nüvvab’dan Mekteb-i Kuzat’a Osmanlı Kadı Okulunun Yarım Yüzyıllık Serüveni”. Sahn-ı Semân’dan Dârülfünûn’a XIX. Yüzyıl. ed. A. H. Furat. İstanbul 2021, s. 13-29.

Sarıkaya, Yaşar. Medreseler ve Modernleşme. İstanbul 1997.

Zengin, Zeki Salih. Medreseden Darülfünuna Türkiye’de Yüksek Din Eğitimi. Ankara 2019.

a.mlf. II. Meşrutiyette Medreseler ve Din Eğitimi. Ankara 2002.

a.mlf. “Kurtuluş Savaşı Döneminde Medrese Öğretim Programları ve Ders İçeriklerinin Düzenlenmesi Çalışmaları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 44/1 (2003), s. 187-226.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Cengiz TOMAR
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Cengiz TOMAR
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

g) Tolunoğulları, İhşîdîler, Fâtımîler, Eyyûbîler, Resûlîler ve Memlükler: Tolunoğulları (868-905) ve İhşîdîler (935-969): Mısır'da istikrar ve refahın görece arttığı bir dönem olduğundan farkedilir bir ilim ve eğitim öğretim hayatından bahsedilebilir. Ancak farklı ilim alanlarında müderrislere, talebeye iaşe ve ibate imkânı sağlayan kurumsal yapılar medreseler henüz teşekkül etmediğinden, ilim hayatının merkezini camilerde kurulan halkalar (Bu halkalara da medrese adı verilebiliyordu) oluşturmaktaydı. Kahire'nin ilk camisi olan Amr b. Âs Camii'nde fıkıh ve hadis eğitiminin verildiği zaviyelerin bulunduğu kaynaklarda kaydedilmektedir. Bunun dışında ileri gelen devlet adamlarının ve ulemanın evleri de eğitimin yapıldığı mekânlardandı. Ayrıca Fustat'taki Sûkulverrâkîn de (Kâğıtçılar Çarşısı) ulemanın ve talebelerin bir araya geldiği mekânlardan biri olarak zikredilir.

Mısır'ın fethinin ardından bölgeye yerleşen ulema burada da İslam dininin öğretilmesi ve dinî ilimlerin gelişmesi için önemli hizmetler yapmışlardı. İslam öncesinde köklü bir ilim geleneğine sahip olan Mısır'da Tolunoğulları ve İhşîdîler'den evvel Leys b. Sa'd, Abdullah Mısrî ve İbnü'l-Hakem gibi önemli isimler çıkmıştı.

İbn Tolun Camii inşa edildiğinde hadis öğretmesi için buraya meşhur muhaddis Rebî' Mısrî atanmıştı. Aslen Nesâlı olan meşhur hadisçi Nesâî bu dönemde Mısır'a gelerek yerleşmiş ve hadis rivayetine burada devam etmiştir. Mısır'da ilim hayatında etkin olan muhaddislerin arasında Muhammed Taberî, Muhammed Mervezî ve Muhammed Rûyânî gibi isimler sayılabilir.

Mısır'da İslam'ın başlangıcından beri bir kıraat geleneği mevcuttu. Bu gelenek Tolunoğulları döneminde de devam etti. Bunlar arasında özellikle Amr b. Âs Camii'nde kıraat dersleri veren Ebü'l-Hasan İsmâil Nehhâs önemli bir yer tutar. Kahireliler'den pek çoğu ondan kıraat dersi almıştır. Öğrencisi Ebû Ca'fer Ahmed Ezdî hocasının kıraat geleneğini devam ettirmiştir. Farklı Kur'an kıraati üzerine bir eseri de olan Ebû Ganim Âmir Mısrî de bu dönemde kıraat alanında öne çıkan isimlerdendi.

Mısır öteden beri özellikle Şâfiî ve Mâlikî fıkhı alanında öne çıkmaktaydı. Şâfiî fakihi Abdurrahman Râzî'nin Amr b. Âs Camii'nde bir ders halkasının (medrese) olduğu kaydedilir. Yine bu dönemde fıkıh alanında öne çıkan âlimler arasında Ebû Bekir İbnü'l-Haddâd Mısrî sayılabilir. Bu dönemde Kahire'nin özellikle fıkıh açısından ulemanın ve talebelerin ilim yolculukları yaptığı bir merkez haline geldiği anlaşılmaktadır.

Tolunoğulları ve İhşîdîler döneminde İslamî ilimlerin yanı sıra Arap dili ve edebiyatı ve tarih gibi ilimler de öğretilmekteydi. Nahiv alanında pek çok eseri bulunan İbn Vellâd ile dönemin meşhur âlimleri Müberred, Zeccâc ve Ahfeş'in öğrencisi İ'râbü'l-Kur'ân müellifi Ebû Ca'fer Nehhâs bu dönemin dil alanında öne çıkan âlimleridir. Ebû Ca'fer Nehhâs pek çok öğrenci yetiştirmiştir. Bunlar arasında Ebû Abdullah Muhammed Ezdî, Abdülkebîr Cezerî, Muhammed Meâfirî, Ebû Abdullah Muhammed Sıkıllî, Ebû Hafs Ömer Hadramî ve Muhammed Üdfüvî'nin; yine Arap diline dair pek çok eser telif eden İbn Vellâd'ın talabeleri arasında Fazlullah Keznî ile Bellûtî'nin adları zikredilir.

Fen bilimlerinde ise Mısır, özellikle tıp ve astronomi gibi alanlarda İslam öncesine dayanan kadim bir geleneğe sahipti. Tolunoğlu Ahmed Kahire'de yaptırmış olduğu camisinin arka kısmına bir bölüm ilave ettirerek tayin ettiği tabip ve eczacılarca burada hasta tedavisi yapılmıştır. Burada aynı zamanda tıp eğitimi verildiği tahmin edilebilir. Henüz formel mânada müşahhas medreselerin kurulmadığı bu dönemde Mısır'da eğitim öğretimin daha ziyade Amr b. Âs ve İbn Tolun camilerinde kurulan halkalarda (zaviye, medrese) ya da hocaların ve devlet adamlarının evlerinde yapıldığı ifade edilebilir.

Fâtımîler (909-1171): Fâtımîler döneminde daha ziyade Şiî/İsmâilî öğretinin yaygınlaştırılmasına yönelik yeni eğitim kurumları teşekkül ettirilmiştir. Camiler ve evlerin yanı sıra medreseler, kütüphaneler ve Dârülhikme gibi kurumlar açılarak eğitimin daha kurumsal bir yapıya kavuştuğu söylenebilir. Bu kurumsal yapıların açılmasının en büyük sebebi, Mısır toplumunda Şiî/İsmâilî öğretiyi yaygın hale getirmekti. O sebeple daha ziyade halka açık ve yaygın bir eğitim öğretim faaliyetinden bahsedilebilir. Şîa'da ilimlerin hem zâhirî hem de bâtınî yönü bulunduğundan eğitim öğretim faaliyeti iki kısma ayrılmaktaydı. Halka açık ders ve meclislerde ilimlerin sadece zâhirî yönü öğretilir; bâtınî konular sadece özel meclislerde ele alınırdı.

Fâtımîler döneminde Kahire'de evlerde verilen eğitimle ilgili bazı örnekler kaydedilmiştir. Aynı zamanda âlim olan Vezir İbn Killis İsmâilî fıkhına dair kaleme aldığı er-Risâletü'l-Vezîriyye (Azîziyye) adlı eserini evinde oluşturduğu meclislerde de okutmuştur. Burada salı günleri kelam ve fıkıhla ilgili tartışmalar yapılmakta, cuma günleri ise İsmâilî fıkhı öğretilmekteydi. Ayrıca Arap dili ve edebiyatı ile alakalı meclisler de tertip edilmekteydi. Bunun dışında Mısır Başkadısı ve Başdâisi Hüseyin b. Ali de (ö. 1004) Ezher ve Dârülhikme'de dersler verdiği gibi evinde de çeşitli meclisler düzenlemekteydi. Fâtımîler'in zayıflamaya yüz tutuğu son dönemlerde İskenderiye'de Turtûşî'nin 300'den fazla kişiye evinde Mâlikî fıkhı öğrettiği ve Mısır'da Sünnî eğitimin restorasyonunda önemli pay sahibi olduğu zikredilir.

İslam eğitim tarihinde merkezî bir konumda bulunan camiler, Fâtımîler döneminde de eğitim öğretim faaliyetlerinin odak noktasını oluşturmaya devam etti. Fâtımîler'in Mısır'ı merkez edinmeden önce İfrîkıye'de kurdukları Mansuriye şehrinin camisinde eğitim öğretim faaliyetinde bulunduğuna dair kayıtlar bulunmaktadır. Bu camide cuma günleri İsmâilî fıkhını sistemleştirerek geniş kitlelere yayan Başkadı ve Başdâî Nûmân b. Muhammed tarafından halka açık dersler de yapılıyordu. Fâtımîler Mısır'da hakimiyeti sağladıktan sonra Amr b. Âs, İbn Tolun, Hâkim-Biemrillâh ve daha sonra kendileri tarafından inşa edilen Ezher camilerinde de eğitim öğretim faaliyetlerine devam ettiler.

Amr b. Âs Camii'nde halka açık derslerde Kadı Nûmân tarafından telif edilen bir İsmâilî fıkhı el kitabı olan Kitâbü'l-İhtisâr ile Deâimü'l-İslâm okutulmaktaydı. Ayrıca İbn Killis de er-Risâletü'l-Vezîriyye adlı eserini burada okutmuştu. Dârülhikme kurulduktan sonra görevli dâîlerin de belirli günlerde bu camide ders verdikleri kaydedilmektedir. Diğer taraftan Mısır toplumu Sünnî olduğundan çeşitli ders halkalarında Sünnî fıkhı eğitimi devam etmekteydi. Abdülvehhâb Bağdâdî'nin (ö. 1030) bu camide kurduğu halkada Mâlikî fıkhı öğrettiği kaydedilir. Fâtımîler döneminde cami dışında kıraat halkalarının da bulunduğu zikredilir. Dolayısıyla camide eskiden olduğu gibi bir yandan Sünnî fıkhı öğretilirken, diğer taraftan da Şiî/İsmâilî hukuku öğretilmekteydi. Fâtımî dönemiyle alakalı olarak Amr b. Âs Camii'nde Arap diliyle alakalı nahiv, lügat ve belagat derslerinin verildiği bilinmektedir. Nitekim kaynaklar camide onlarca ilim halkasının olduğundan söz ederler.

Fâtımîler tarafından 972 yılında inşası tamamlanan Ezher Camii, eğitim öğretim faaliyetlerinin merkezi olmuştur. Ezher bu dönemde Şiî fıkhının öğretildiği bir merkez idi. Şiî fakihi Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed Kayrevânî tarafından Kitâbü'l-İhtisâr okutulmaktaydı. Onun vefatının ardından oğulları bu görevi üstlendiler. Vezir İbn Killis'in Şiî fıkhına dair eseri de uzun müddet burada okutuldu. İbn Killis sadece Ezher'de eğitim vermek üzere otuz yedi müderris görevlendirmiştir. Ezher, zaman içerisinde bütün ilimlerin öğretildiği ve ulemanın bir araya geldiği bir çekim merkezi haline geldi. Halife Hâkim-Biemrillâh döneminde Kahire'de bazı binaların Ezher'deki müderris ve talebeler için vakfedildiği kayıtlıdır. İsmâilî öğretinin halka öğretildiği Ezher'den seçilen öğrenciler daha ileri bâtınî eğitimlerini Dârülhikme'de alırlardı. Fâtımîler dönemi boyunca kurumsallaşan bir eğitim kurumu olan Ezher'e İslam dünyasının diğer bölgelerinden İsmâilî öğretiyi benimseyen talebelerin geldiği kaydedilmektedir. Ezher gibi eğitimin verildiği diğer bir müessese olan Hâkim Camii'nde de devlet tarafından atanmış fakihlerin İsmâilî fıkhı eğitimi verdikleri bilinmektedir. Ancak pek çok camide de Sünnî mezheplerin fıkhına dair halkaların  kurulduğu kayıtlıdır.

Fâtımîler döneminde Bâtınî ilimlerin öğretildiği daha özel mekânlar ise saraylarla Dârülhikme idi. Saraylarda mecâlisü'l-hikme adı verilen oturumlarda İsmâilî öğretinin bâtınî yönleri, zâhirî eğitimi almış ve daha ileri düzeyde yetiştirilerek dâî olabileceklere verilirdi. Fâtımî halifelerinin de bu derslere katılarak hikmet öğrettiği bilinmektedir. Bu meclislerde Kadı Nûmân'ın zâhir fıkhı olan Deâimü'l-İslâm adlı eserinin bâtınî yorumu olan Te'vîlü'd-Deâim adlı eseri okutulmaktaydı. Yine burada okutulan eserlerden biri de başdâî ile üst düzey dâîlerden oluşan bir heyetin sürekli güncelleyerek hazırladığı Meclisü'l-Hikme idi.

Fâtımîler döneminde diğer önemli bir eğitim kurumu Abbâsîler'in Beytülhikme'sine rakip olarak kurulan Dârülhikme'dir (Dârülilim). Dârülhikme çok zengin bir kütüphaneye sahipti. Dârülhikme'nin kurulmasının ardından sarayda yapılan hikmet meclisleri buraya taşınmıştır. Burada dâî adaylarına verilen derslerin yanı sıra ihtiyaçlara göre şekillenen bir müfredat hazırlanarak uygulanmıştır (bk. Dârülhikme).

Selçuklular döneminde medreseler Fâtımîler'e karşı Sünnî öğretinin yayılmasında önemli bir işlev görmekteydi. Fâtımîler bu medreseleri tâbi olarak ilk dönemde benimsemediler. Dolayısıyla Fâtımî topraklarında ilk müstakil medreseler oldukça geç dönemde, Fâtımî halifelerinin zayıflayıp Sünnî vezirlerin güçlendiği dönemde mümkün olabilmiştir. Mısır'da inşa edilen ilk müstakil medrese Fâtımîler'in Sünnî veziri ve Turtûşî'nin öğrencisi Rıdvân b. Velahşî tarafından İskenderiye'de 1137 yılında inşa ettirilen medresedir. Bu medresede Mâlikî fıkhı ile hadis öğretilmekteydi. Bunun dışında yine Sünnî bir vezir olan İbn Sellâr tarafından 1150'de İskenderiye'de kurulan ve ilk müderrisi Ebû Tâhir Sadreddin Ahmed Silefî'ye atfen Hafız Silefî Medresesi adı verilen kurumda Şâfiî fıkhı ile hadis eğitimi verilmekteydi. Nizamiye medreselerinde eğitim görmüş olan Ebû Tâhir Sadreddin Ahmed Silefî de bu tecrübesini adı geçen medresede kullanmıştır. Medresede nahiv, tarih ve siyer derslerinin de olduğu ve kadınların da eğitim aldığı kaydedilmiştir. Fâtımîler'in son döneminde Mısır'da vezir olan Selâhaddin Eyyûbî 1171 yılında Fustat'ta Nâsıriye Medresesi'ni kurmuştur. Medresede hadisin yanı sıra Şâfiî fıkhı öğretilmekteydi. Selâhaddin Eyyûbî aynı yıl yine Fustat'ta Mâlikî fıkhının öğretilmesi için Kumhiye Medresesi'ni kurdu. Bütün bunların yanı sıra Fâtımîler'in kurduğu çok zengin kütüphaneler eğitim öğretime destek vermekteydi.

Eyyûbîler (1171-1462): Büyük Selçuklular döneminde kurulan Nizamiye medreselerinin benzerleri ardılları Zengîler ve Eyyûbîler tarafından Suriye ve Mısır'da kurulmaya başlandı. Zengîler bu mânada Mezopotamya (Irak) ile Mısır ve Suriye arasında bir köprü konumundaydılar. Nûreddin Zengî döneminde (1146-1174) medreseler Suriye'nin Dımaşk, Halep, Hama ve Humus gibi büyük şehirlerinin yanı sıra küçük yerleşim birimlerine de yayılmıştı. Dımaşk'ta medrese olarak adlandırılabilecek ilk dârülhadisi inşa ettiren Nûreddin Zengî aynı zamanda Salâhiye, İmâdiye, Kilâse, Nûriyyetü'l-Kübrâ ve Nûriyyetü's-Suğrâ adlı medreselerle Halep'te dört, Hama'da iki, Humus'ta iki ve Ba'lebek'te bir olmak üzere toplam on dört medrese kurdu. Zengîler tarafından yetiştirilen Selâhaddin Eyyûbî ve halefleri Eyyûbî sultanları ile devlet adamları ve eşleri, emirler ve zengin tüccarlar Mısır'dan Suriye'ye Hicaz'dan Yemen'e kadar hâkim oldukları yerlerde dört Sünnî mezhep fıkhını okutan medreselerin inşasına devam ettiler. Eyyûbîler döneminde sadece Dımaşk'ta doksandan fazla medrese inşa edilmişti.

Bunun yanı sıra dârülhadis ve dârülkur'anlar vardı. Kur'an-ı Kerim ve Arap dili öğretimi merkezli temel eğitim kurumları olan ve camiler ve evlerde oluşturulan küttaplar (ilkokul) eskiden beri gelen fonksiyonlarını devam ettirdiler. Tabii ilimler ise daha ziyade hoca-talebe ilişkisi içerisinde çeşitli özel mekânlarda tahsil ediliyordu. Tekke ve zaviyeler de eğitimde önemli bir rol üstleniyorlardı. Eyyûbîler döneminde ilk tıp medresesi Mühezzebüddin Dahvar (ö. 1230) tarafından kuruldu. Selâhaddin Eyyûbî döneminde sadece Dımaşk'ta otuz, Halep ve Kahire'de ise on beşten fazla medrese bulunmaktaydı. Bu medreselere tahsis edilen zengin vakıflar vasıtasıyla müderrisler ile talebelerin ihtiyaçları karşılanmaktaydı. Medreseler varlıklı vakıflar tarafından desteklenmekteydi.

Ortaçağ İslam dünyasında hoca-talebe ilişkisine dayalı sistem, medreselerin kurulmasından sonra da devam etmiştir. Nitekim tabakat ve vefeyat kitapları bir âlimden bahsederken onun eğitim aldığı medresenin ismi yerine hocalarını kaydeder. Bu durum İslam'ın ilk döneminden itibaren bir hadis veya haberin güvenirliliğini ortaya koymak için rivayet zincirinin sıhhatinin (isnat) tespitiyle ilgili olarak geliştirilmiş hadis usulünün tesirine bağlı olmalıdır. Bunun tek istisnası meşhur Bağdat Nizamiye Medresesi'nin talebeleridir. Medreseler ise hem hocalar hem de talebeler için bir barınma ve geçim (câmekiye ve mansıp) imkânı temin etmeleri sebebiyle önemliydi. Medresede bir mansıp sahibi olmak bir âlimin itibar kazanması veya itibar kaybetmesi anlamına da gelebilirdi. Pek çok âlim derslerini medrese dışında vermekteydi.

Kahire'yi Fâtımîler'den ele geçirmiş olan Eyyûbîler Sünnî eğitimin yaygınlaşması için sadece Kahire ve Fustat'ta otuz iki medrese inşa ettirdiler. Dört Sünnî mezhebin fıkhının okutulduğu Nizamiye benzeri medreseler Kahire'de de açıldı. Fâtımîler tarafından Şiîliğin yayılması için inşa edilen Ezher, Eyyûbîler döneminde Sünnî eğitimin en önemli merkezlerinden biri oldu. Medreselerin yanı sıra bu dönemde pek çok kütüphane de kurulmuştur.

Haçlılar'ın ardından Eyyûbîler döneminde Mısır'ın istikrar kazanması pek çok âlimin buralara yerleşmesine yol açtı. Kahire ve Şam Abbâsî başşehri Bağdat'ı bir ilmî cazibe merkezi olmak bakımından geçti. Kutbüddin Nîsâbûrî, Ebü'l-Yümn Kindî, İmâdüddin İsfehânî, İbnü'l Arabî, Sühreverdî ve Abdüllatif Bağdâdî bunlardan sadece bir kaçıdır.

Eyyûbîler döneminde yetişen ulema arasında fıkıh sahasında İbn Ebû Asrûn, İbn Şeddâd, İzzeddin b. Abdüsselâm, İbn Kudâme, hadis alanında İbn Asâkir, İbnü'l-Esîr ve Münzirî sayılabilir. Arap dili ve edebiyatında İbn Mâlik Tâî, Abdüllatif Bağdâdî, Ebü'l-Yümn Kindî ve İbn Berrî, Şâfiî fıkhında kendisi de bir medrese ve kütüphane kuran Kadı Fâzıl, kıraatte Alemüddin Sehâvî ve tıpta İbn Useybia gibi önemli âlimler yetişmiştir. Eyyûbî sultanları da bizzat ilimle ilgilenmiştir. Eyyûbîler ve Memlükler döneminde yetişen ulema ve eser sayısının artmasında sultanlar ve yöneticiler tarafından desteklenen zengin vakıflara sahip medreseler önemli bir paya sahiptir.

Eyyûbîler döneminde camilerde devam eden ders halkalarına medrese adı verildiği gibi, evlerini medrese olarak tahsis edenler de vardı. Medresenin gelirlerinin sarf yerleri, mütevellisi, müderrisi, görevlileri, talebelerin adedi ve ne okuyacakları, görevli öğrencilere verilecek ücret ve burslar ile kandil ve yağ gibi ihtiyaçlarına ne kadar ödeme yapılacağı belirtilirdi. Eyyûbîler döneminde Kahire Fustat'ta da Sünnî mezheplere göre fıkıh eğitimi veren yirminin üzerinde medrese kurulmuştu.

Medreselerde eğitim hoca-talebe ilişkisine dayandığından herhangi zorunlu bir müfredat yoktu. Bazı durumlarda vâkıflar belirli bir dersin okutulmasını şart koşabilirdi. Ne okutulacağına çoğunlukla hocalar karar verirdi. Talebeler önce kendi şehirlerindeki hocalardan istifade ederler daha sonra aldıkları dersleri çeşitlendirmek amacıyla başka şehir ve bölgelere ilim yolculukları (rıhle) yaparlardı. Esas olan bir eseri, o eseri okutma yetkisi olan (icazetli) bir hocadan okumak ve ondan icazet almaktı. Eyyûbî medreselerinde en çok okutulan eserler arasında kıraate dair Ebü'l-İz Vâsıtî'nin İrşâdü'l-Mübtedî adlı eseri ile Şâtıbî'nin eş-Şâtıbiyye adlı eseri, hadiste Kütüb-i Sitte ile İmam Mâlik'in el-Muvatta'ı, Hanefi fıkhıyla alakalı Şeybânî'nin el-Câmiu'l-Kebîr'i ile Kudûrî'nin el-Muhtasar'ı, Burhâneddin Mergînânî'nin el-Hidâye'si, Şâfiî fıkhıyla ilgili Müzenî'nin el-Muhtasar'ı ile Ebû İshak Şîrâzî'nin et-Tenbîh'i, Hanbeli fıkhına dair Ebü'l-Kasım Hırakî'nin el-Muhtasar'ı, Mâlikî mezhebine dair Ebû Saîd Sahnûn Kayrevânî'nin el-Müdevvenetü'l-Kübrâ adlı eseri okutulmaktaydı. Dinî ilimlerin yanı sıra Arap dili ve edebiyatı, tarih, kelam ve mantık gibi alanlarda da çeşitli dersler yapılmaktaydı.

Resûlîler (1229-1454): Eyyûbîler Yemen'i ele geçirdikten sonra hem Taiz hem de Zebîd'de ilk medreseleri inşa ettirdiler. Eyyûbîler dönemi boyunca yeni medreseler kurulmaya devam etti. Türk kökenli Resûlîler dönemi (1229-1454) Yemen'de hem medreselerin hem de ilim hayatının çok canlı olduğu bir devirdir. Hemen hemen her Resûlî sultanı bir veya birkaç medrese inşa ettirdiği gibi onların eşleri ve çocukları ile devlet adamları da medrese inşa ettirme yarışına katıldılar. Resûlîler döneminde inşa edilen medreselerin sayısı, tespit edildiği kadarıyla, 100 civarındadır. Bu medreseler Taiz, Zebîd, Cened, Aden ve Cible'den Zafâr ve Mekke'ye kadar uzanıyordu. Melikü'l-Muzaffer devrinde, Nûreddin Ömer döneminde yaptırılan on beş medreseye ilave olarak inşa edilen on yedi medresenin üçü bizzat sultan, büyük kısmı da sultanın ailesi ve yakınları tarafından yaptırılmıştır. Melikü'l-Müeyyed Dâvud devrinde yedi medrese inşa edilmiştir. Melikü'l-Mücâhid Ali, Sa'bat ve diğer şehirlerde pek çok medrese inşa ettirmiştir. Melikü'l-Eşref döneminde ise yirmiden fazla medrese inşa edildiği kaydedilmektedir. Bu medreselerin büyük kısmında Şâfiî ve birinde Hanefî fıkhı okutulmaktaydı. Medreselerin yanı sıra mescitlerde de ilim halkaları devam etmekteydi.

Bânileri inşa ettirdikleri bu medreselere zengin vakıflar tahsis ettirdikleri gibi büyük ve zengin kütüphaneler de kurdurmuşlardı. Sultan Melikü'l-Müeyyed Dâvud'un Taiz'deki medresesinin kütüphanesinde on binlerce kitap olduğu kaydedilir. Melikü'l-Eşref İsmâil'in kurduğu Eşrefiye ile Melikü'z-Zâhir Yahyâ'nın inşa ettirdiği Zâhiriye medreselerinin de kütüphaneleri bulunmaktaydı.

Resûlî sultanlarının ilim adamları ve kitaplara verdikleri değer bütün İslam dünyası tarafından bilinmekteydi. Sultanlar büyük meblağlar ile çok uzak bölgelerden kitaplar getirtiyor, meşhur bir âlim geldiğinde veya değerli bir kitap getirildiğinde bunları bizzat katıldıkları merasimlerle karşılıyorlardı. Hatta kaynaklarda vergilerin bir kısmını ulemaya tahsis ettikleri kaydedilmektedir. Pek çok âlim bu dönemde Yemen'e yerleşmişti. Yemen'e dışarıdan gelen veya orada yetişen ünlü âlimler arasında Muhibbüddin Taberî, Fîrûzâbâdî, Ali Hazrecî, Abdülbâkî Yemenî, İbn Hâtim, Muhammed Cenedî, İbnü'l-Ehdel ve İbnü'l-Mukrî Yemenî gibi tanınmış isimler sayılabilir.

Resûlîler döneminde Yemen'deki medreselerde daha ziyade Şâfiî ve bir kısmında Hanefî fıkhı esastı. Din bilimlerinde bunun dışında kıraat, tefsir, hadis, sarf ve nahiv, meânî, beyan, usûl-ı fıkıh ve usûl-ı din, feraiz ve mantık okutulmaktaydı. Din bilimlerinin yanı sıra dil ve edebiyat, tıp, veterinerlik, astronomi, filâha (tarım), botanik, kimya, cebir, matematik, coğrafya, fürûsiye ve mühendislik gibi alanlarda büyük bir gelişme olmuş ve pek çok eser telif edilmiştir.

Bu medreselerde okutulan kitaplar arasında Şâfiî fıkhına dair Ebû İshak Şîrâzî'nin et-Tenbîh ve el-Mühezzeb adlı eserleri, Gazzâlî'nin el-Vasît ve el-Vecîz adlı eserleri, Abdülgaffâr Kazvînî'nin el-Hâvî adlı eseri bulunmaktaydı. Hanefi fıkhında Kudûrî'nin el-Muhtasar'ı kullanılmaktaydı. Hadisle alakalı Kütüb-i Sitte; Kur'an ilimlerinde İbn Ali Mevzaî'nin Teysîrü'l-Beyân adlı eserleri, feraîze dâir Sardefî'nin el-Kâfî adlı eseri, Zeydî fıkhına dair Ali b. Hüseyin'in el-Lüma' adlı eseri okutulmaktaydı. Usûlüddin için Emîr Hüseyin'in el-İkdü's-Semîn fî Ma'rifeti Rabbi'l-Âlemîn adlı eseri meşhurdu. Mantığa dair Kitâbü Îsâgûcî ile Teftâzânî'nin Tehzîb adlı kitabı, meânî için Kazvînî'nin el-Cevherü'l-Meknûn adlı eseri okutulmaktaydı. İki türlü ders usulü vardı. Birincisinde müderris kitabı okur ve açıklar, ikinci usulde öğrenciler okur ve ardından hoca şerhederdi.

Memlükler (1250-1517): Memlükler döneminde medrese ve vakıf sistemi haleflerine nazaran daha fazla kurumsallaştı. Dinî, siyasî ve iktisadî gerekçelerle kurulan vakıflarca desteklenen medreseler vasıtasıyla hoca ve öğrencilerin iaşe ve ibatesinin karşılandığı daha sistemli bir yapıya dönüştü. Medreselerde okutulacak dersler ve kitaplar, kimi zaman vakıf senedine, kimi zaman müderrisin isteği ve formasyonuna göre belirleniyor ve medreseden medreseye çeşitlilik gösteriyordu. Makrizî tespit edebildiği kadarıyla döneminde sadece Kahire'de faal olan yetmiş üç medresenin bulunduğunu zikreder. Kahire'de medrese sayısının XV. yüzyılda daha da arttığı kaydedilmektedir. Bu medreselerde dört mezhebe göre fıkıh eğitimi yapılmaktaydı.

Memlükler döneminde Mısır ve Suriye ilim geleneği ve medreseler açısından önemli gelişme göstermiştir. Hem Haçlı hem de Moğol istilalarının ardından pek çok âlim ve talebe Mısır ve Suriye şehirlerine yerleşmişti. Sünnî ekollere mensup medrese geleneği Memlükler döneminde zirveye ulaştı. Memlük sultanları, eşleri, devlet adamları, emîrler ve tüccarlar tarafından Kahire, İskenderiye, Şam, Halep, Hama, Trablus ve Kudüs gibi şehirlerde zengin vakıflarla beslenen medreseler tesis edildi. Memlük hakimiyeti altında Kahire'de yüz ellinin üzerinde, Dımaşk'ta ise yine yüz elli medresede eğitim öğretim faaliyetinde bulunulmaktaydı. Camilerde kurulan halkalarla ulemanın evleri ve hankah, tekke ve zaviyelerde de canlı bir ilim hayatından söz edilebilir. Bunun dışında dârülkur'an ve dârülhadisleri de medrese olarak kabul etmek mümkündür. Medreselerde fıkhın yanı sıra Arap dili ve grameri ile diğer dinî ilimler de okutulmaktaydı.

Yönettikleri topluma yabancı olan Memlük sultanlarının dinî amaçları yanında halk nezdinde meşruiyet kazanmak maksadıyla ulamanın desteğini sağlamak için zengin vakıfları olan medreseler kurmaları da ilim hayatını hızlandırdı. Memlük emîrleri de dinî sebeplerin yanı sıra büyük meblağları bulan zenginliklerinin müsadere edilmesini (devlet tarafından el koyma) önlemek maksadıyla hukukî olarak memlük askerî sınıfına giremeyen çocuklarını (evlâdü'n-nâs) mütevelli tayin etmek suretiyle pek çok vakıf kurmuşlardı. Memlükler döneminde cami, medrese, kütüphane ve hastaneden oluşan külliyeler inşa edilmeye başlandı. Medreseler dışında hankahlarda tasavvuf eğitimi ile öğretim bir arada yapılmaya başlandı.

Memlük sultanları Suriye'de de pek çok medrese kurdular. Bölgede dört mezhebe göre fıkıh eğitimi veren medreselerin sayısında büyük artış oldu. Bu dönemde sadece Bunun dışında camiler, ribatlar, türbeler ile hankah ve zaviyeler de eğitimin yapıldığı yerlerdi. Dinî ilimlerin yanı sıra tıbba tahsis edilmiş medreseler de vardı. Moğol istilası sonucunda Anadolu, Irak ve İran'dan gelenlerin yanı sıra Endülüs bölgesinden ve Kuzey Afrika'dan gelen ulema da Memlük döneminin istikrarlı yönetiminde Suriye şehirlerine göç etmekteydi. Dinî ilimlerde çok zengin bir literatür gelişti.

Memlükler döneminde medrese ve vakıfların gelişmesine paralel olarak fıkıh, tefsir, hadis, kıraat gibi alanların yanı sıra hemen hemen diğer bütün alanlarda da önemli âlimler yetişmiştir. Fıkıhta Bedreddin İbn Cemâa, Bedreddin İbn Kadı Şühbe, Takıyeddin İbn Kesîr, Bâbertî, İbnü'l-Hümâm, İbn Kutluboğa, İbn Teymiye, İbn Kayyîm Cevziyye bunlardan bazılarıdır. Memlükler döneminin en önemli alanlarından olan hadiste Nevevî, Mizzî, Moğoltay b. Kılıç, İbn Hacer Askalânî, İbn Receb, Şemseddin Sehâvî ve Bedreddin Aynî gibi âlimler öne çıkmaktadır. Kıraat alanında İbnü'l-Cezerî ve Burhâneddîn Kerekî, tefsir alanında İbn Kesîr, Süyûtî, Bikaî, Ebû Hayyân Endelüsî ve Kurtûbî başta gelmektedir. Bu dönemde Arap dili ve edebiyatında da önemli bir ilerleme olmuş bu alanda pek çok âlim yetiştiği gibi çok sayıda eser de yazılmıştır. Arap dilinin en kapsamlı lügatı Lisânü'l-Arab İbn Manzûr tarafından Memlükler döneminde yazılmıştır. Onun dışında İbn Mâlik, İbn Nehhâs Halebî ve Ebû Hayyân Endelüsî Arap dili alanında öne çıkan simalardır. Kıraat alanında İbnü'l-Cezerî, tefsirde İbnü'l-Bârizî, tarihçi ve müfessir Ebü'l-Fidâ İbn Kesîr, hadis alanında Nevevî öne çıkan simalardandır. Hadis alanında Mizzî, İbn Receb ve Zehebî hem hadis hem de terâcim alanında önemli eserler vermişlerdir.

Memlükler döneminde Suriyeli fakihler arasında İzzeddin b. Abdüsselâm, İbnü'l-Vekîl, İbnü'z-Zemlekânî, Bedreddin İbn Cemâa, Tâceddin Sübkî, Takıyeddin İbn Teymiyye, Şemseddin İbn Abdülhâdî ve İbn Kayyim Cevziyye öne çıkmaktadır. İbn Mâlik Tâî Dımaşk da Halep medreselerinde müderrislik yapmış dilciler arasındadır. Dımaşk'ı yeniden imar eden Şam nâibi Tengiz döneminde, top eğitiminin de yapıldığı bilinmektedir. Tengiz, Nûreddin Zengî'nin yaptırdığı hastanelere ilave yeni hastaneler de inşa ettirmiştir. Bu hastanelerde Reşîdüddin Ebû Huleyka, Haydara Rehâbî, İbn Useybia, İbnü'l-Lebbûdî, Muhammed Düneysirî İbnü'n-Nefîs gibi tıp âlimleri yetişmiştir. Kozmografya ve coğrafya alanında Şeyhürrab ve Dımaşkî, matematik ve astronomide Muhammed Hüveyyî, Muhammed Mizzî, mantıkçı Kutbüddin Râzî ve İbnü'ş-Şâtır gibi âlimler sayılabilir. Memlükler döneminde Mısır ve Suriye'de öne çıkan diğer bir alan da İslam tarihçiliğidir. İbn Hallikân, Ebü'l-Fidâ, Birzâlî, İbnü'l-Verdî, Safedî, İbnü'ş-Şıhne, İbn Tolun, İbn Arabşah ve Nuaymî bunların en önemlileridir.

Kaynakça

Berkey, Jonathan P. Ortaçağ Kahire’sinde Bilginin İntikali: İslami Eğitimin Sosyal Tarihi. çev. İ. Eriş. İstanbul 2009.

Chamberlain, Michael. Ortaçağ’da Bilgi ve Sosyal Pratik, Şam: 1190-1350. çev. B. Kaya. İstanbul 2014.

Ecer, Münir. Fâtımîler Döneminde Eğitim. Ankara 2023.

Ekva‘, İsmâil b. Ali. el-Medârisü’l-İslâmiyye fi’l-Yemen. Beyrut-San‘a 1986.

Halm, Heinz. The Fatimids and Their Traditions of Learning. London 2001.

İbn Asâkir. Târîhu Medîneti Dımaşk. nşr. Ömer b. Garâme el-Amrî. Beyrut 1995, I-IV, tür.yer.

İbn Şeddâd, İzzeddin. el-A‘lâku’l-Hatîre fî Zikri Ümerâi’ş-Şâm ve’l-Cezîre. nşr. S. ed-Dehhân. Dımaşk 1956, tür.yer.

İbnü’l-Adîm. Bugyetü’t-Taleb fî Târîhi Haleb. nşr. S. Zekkâr. Beyrut t.y., I-XII, bk. İndeks.

İbnü’l-Kalânisî. Târîhu Dımaşk. nşr. S. Zekkâr. Dımaşk 1983, bk. İndeks.

Kalkaşendî. Subhu’l-A‘şâ fî Sınâati’l-İnşâ’. Kahire 1910-1920, IV, 94-120; ayrıca bk. İndeks.

Makdisî, Ebû Şâme. Kitâbü’r-Ravzateyn fî Ahbâri’d-Devleteyn. nşr. İ. ez-Zeybek. Beyrut 1997, I-V, bk. İndeks.

Makdisi, George. Ortaçağ’da Yüksek Öğretim: İslam Dünyası ve Hıristiyan Batı. çev. A. H. Çavuşoğlu – H. T. Başoğlu. İstanbul 2004, s. 61.

Makrîzî. Kitâbü’l-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr bi-Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr. Bulak 1270, II, 292, 362 vd.

Nuaymî. ed-Dâris fî Târîhi’l-Medâris. nşr. İ. Şemseddin. Beyrut 1990, I-II, tür.yer.

Pedersen, J. – [G. Makdisi]. “Madrasa”. EI2 (İng.). 1979, V, 1123-1134.

Şümeysânî, Hasan. Medârisu Dımaşk fi’l-Asri’l-Eyyûbî. Beyrut 1983.

Tomar, Cengiz. “Yemen’de Bir Türk Devleti: Resûlîler ve Âlim Sultanları”. Osmanlı Araştırmaları. 33 (2009), s. 221-236.

a.mlf. “Mısır (İlim, Kültür ve Medeniyet)”. DİA. 2004, XXIX, 575-577.

a.mlf. “Resûlîler”. a.e. 2008, XXXV, 1-2.

a.mlf. “Suriye (Kültür ve Medeniyet)”. a.e. 2009, XXXVII, 555-557.

a.mlf. “Şam”. a.e. 2010, XXXVIII, 311-315.

a.mlf. “Yemen (Tarih)”. a.e. 2013, XLIII, 401-406.

a.mlf. “Yemen (Kültür ve Medeniyet)”. a.e. 2013, XLIII, 414-416.

Yılmaz, Harun. Zengî ve Eyyûbî Dımaşk’ında Ulemâ ve Medrese (1154-1260). İstanbul 2017.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • Ahmet KANLIDERE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • Ahmet KANLIDERE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

h) Türkistan Medreseleri: Horasan ve Mâverâünnehir bölgeleri ilim, sanat ve kültür bakımından İslam dünyasının en canlı merkezlerinden olup insanların çoğu bu bölgelerde yetişmiş, temel müesseselerden birçoğu buralarda ortaya çıkmıştır.

Medreseler, Horasan ve Mâverâünnehir'de Müslümanlığın yayılması sürecinde ve İslam medeniyetinin gelişmesinde önemli rol oynamıştır. 1067 yılında Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medresesi Selçuklu ülkesinin her tarafına yayılmıştır. İlk zamanlarda züht ve ilim ortak bir mekânda buluşmuş, ancak sonraları kapalı bir eğitim kurumu olan medrese ile dervişlerin sohbet ve inziva mekânı olan hankah birbirinden ayrılmıştır. Medreseler başlangıçta bir okul veya mezhebin öğretilerini diğerlerine karşı savunma işlevini görmüştür.

Gazneliler zamanında (963-1186), Nîşâbur'da ve Huttalân bölgesinde faaliyet gösteren medreseler devlet adamları tarafından kurulmuş veya desteklenmiştir. Karahanlılar devrinde de (840-1212) Tamgaç Han İbrâhim, Semerkant'ta birçok hayır kurumu ve Hanefî uleması için bir medrese (1066) inşa ettirmiştir. Bu medrese, vakıfnamesi ve kurumsal özellikleri bakımından ayrı bir öneme sahiptir (Esin, 1979: 48). XI ve XII. yüzyıllarda Hârizm, Semerkant, Buhara, Belh ve Fergana taraflarında çok sayıda fıkıh eseri yazılmış, Horasan ve Mâverâünnehir Hanefî mezhebinin merkezi durumuna gelmiştir. Bu dönemdeki başka bir gelişme ise İslamî ilimlerin öğretilmesinde Arapça'nın ağırlığını giderek kaybetmesi, idare ve edebiyat dili olarak Farsça'nın öne çıkması olmuştur.

Moğollar döneminde zengin müslüman tüccarların medrese ve hankahlar yaptırdıkları bilinmektedir. Moğol Valisi Mesud Yalvaç, Buhara'da kendi adına bir medrese yaptırmıştır. Ayrıca Kâşgar'da Mesudiye adında ikinci bir medrese daha kurdurmuştur. Haniye adındaki diğer bir medreseyi ise hıristiyan olan Sarkoktani Bige (Tuluy'un dul eşi) inşa ettirmiştir.

Bu konuda en büyük gelişme Timurlular (1370-1506) zamanında olmuş, Uluğ Bey, Semerkant'ta medreseler, hastaneler ve bir de rasathane inşa ettirmiştir. Burada oluşan bilim ortamında Gıyâseddin Cemşîd ve Ali Kuşçu gibi âlimler yer almış, astronomi âlimi Kadızâde-yi Rûmî onun adıyla anılan medresede müderrislik yapmıştır. Uluğ Bey'in ölümünden sonra rasathane önemini yitirmiş, ilim muhiti dağılmıştır.

Timurlular'ın kültürel mirasını sürdüren Şibânîler zamanında (1500-1599) Buhara ticaret ve ilim merkezi olarak öne çıkmıştır. Bu dönemde Safevî ülkesinden birçok âlim ve sanatkâr Horasan'ı terkedip Mâverâünnehir'e gelmiş, Sünnî âlim Huncî ile minyatür sanatçısı Mahmud Mudahheb, Timurlu ilim ve sanat geleneğini Mâverâünnehir'de devam ettirmişlerdir. Ubeydullah Han, Sabran (Savran) şehrini imar edip kültürel bir merkez haline getirmiş, büyük bir medrese (Medrese-yi Hânî) yaptırarak dönemin tanınmış ulemasını buraya çekmiştir. Onun zamanında Şamlı bir zengin bir âlim Mîr-i Arap Medresesini yapıtrmıştır (1535). Ubeydullah Han'nın oğlu Abdülaziz Han, ilim ve sanatı himaye etmeye özen göstermiş, kendi adıyla anılan medresesine dönemin ünlü hattatlarını ve minyatür üstatlarını toplamıştır. II. Abdullah Han zamanında (1583-1598) Buhara'da bir dizi medrese ve kervansaray inşa edilmiştir. Keza Şeybânî beyleri ve Cûybârî şeyhleri de yoğun inşa faaliyetlerine katılmışlardır. Taşkent'teki meşhur Barak Han Medresesi ile Kökeltaş Medresesi bu dönemde yapılmıştır.

Astarhanlılar zamanında (1599-1747) İmamkulu Han'ın beylerbeyi Yalanguş Bey, Semerkant Meydanı'ndaki meşhur Şîrdâr ve Tillâkâri medreselerini yaptırmıştır. Böyle muazzam medreselerin yapıldığına bakılırsa, Türkistan'daki kültürel hayatın henüz bir çöküşe uğramadığı söylenebilir. Ancak bu devirde yazılan kitap ve risalelerin özgün olmaktan ziyade önceki devir ilim adamlarının eserlerine yazılan şerh ve haşiyelerden oluştuğu, ilmî hayatta durgunluğun hâkim olduğu anlaşılmaktadır. Togan, sadeliği temsil eden, devlet işlerine karışmayan "Türk sofuluğu"nun yerini dünya işlerine karışan bir tasavvuf anlayışının aldığını, Fars dilinin "bir tür dinî taassubun timsali" olarak bütün kültür hayatını kapladığını ileri sürmüştür (Togan, 1942-47: 194-198).

Nâdir Şah Afşar'ın (1736-1747) Mâverâünnehir'deki seferleri sonucunda bölgedeki ilim kurumları da etkilenmiştir. Onun ölümünden sonra, Buhara kısa zamanda toparlanmış, bölgede Hokant gibi yeni merkezler ortaya çıkmış, bunlar ulemayı kendi tarafına çekmek için Buhara ile rekabete girmişlerdir. Mangıt hanedanı döneminde (1747-1920) Fergana'da pamuk ekiminin artması ve iktisadî refahın yeniden tesis edilmesiyle Semerkant'taki medreseler yeniden canlanmış, Hokant ve Andican şehirlerinde yeni medreseler inşa edilmiştir.

Ruslar Türkistan'a geldiklerinde burada oldukça şümullü bir eğitim sistemi ile karşılaşmışlardır. V.P. Nalivkin, 1890'da Fergana bölgesinde 118, Semerkant'ta elli, Siriderya bölgesinde yirmi bir medresenin bulunduğunu tespit etmiştir. Ruslar mektep ve medreselerin zaman içinde kendiliğinden silinip gideceğini, yerli halkın Rus okullarını tercih edeceklerini düşünerek medreselerin iç işleyişine müdahale etmemişlerdir.

Eski etkinliğini yitirmiş olsa da Buhara medreseleri değişik yerlerden talebeler çekmeye devam etmiştir. Rus egemenliği altında yaşayan Tatar ve Başkırt gençleri XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren tahsillerini ilerletmek maksadıyla Buhara ve Semerkant'ın meşhur medreselerine yönelmişler, burada yetişen ulema, Rusya müslümanların kimliklerini korumalarında önemli bir rol oynamıştır. Zamanla durum değişmeye başlamış, bölgedeki ticaretleri azalan Tatar tüccarları Rus pazarlarına yönelmiş, bu durum, ilim tahsil etmek için onlarla beraber Buhara medreselerine gitmekte olan Tatar gençlerini de etkilemiştir. İdil-Ural'daki hızlı modernleşmenin de etkisiyle Kazan ve Buhara arasındaki bağlar zayıflamış, yüzlerce yıl Tatar-Başkırt ulemasının gözünde saygın bir yeri olan "Buhârâ-yı şerif" 1890'lardan sonra gözden düşmüş, talebeler artık eğitim için Buhara'ya gitmek yerine İstanbul ve Kahire'yi tercih etmeye başlamışlardır. Mûsâ Cârullah, Abdullah Battal ve Zakir Kadiri gibi Tatar aydınları Hicaz ve Mısır gibi yerlerde okumuş, oradan dönüşte bazı fikirleri Kazan bölgesine taşımışlardır (Onların yenilikçi İslam anlayışı geleneksel ulemanın sert tepkilerine sebep olacaktır). Tatarlar arasında Rus okullarını tercih edenler de artmıştır. Kazan'da hükümetin açtığı Öğretmen Okulu'nda (Tatarskaya Uçitelskaya Şkola) okuyan Ayaz İshaki, Sadri Maksudi ve Sultan Galiyev gibi talebeler inkılapçı fikirlerle tanışacak, Tatarlar'ın edebî, siyasî ve kültürel hayatında önemli roller oynayacaklardır.

Buhara usulü eğitime itiraz edenlerin başında Kazanlı ulemadan Şehâbeddin Mercânî (1818-1889) gelmektedir. Mercânî, Buhara'da okutulan kitapların bilgi yönünden zayıflığından, medreselerde mantık ve kelam münazaraları ile vakit geçirilmesinden, Kur'an, hadis ve Arap edebiyatı öğretiminin yetersizliğinden yakınmıştır. Bu tenkitler medresenin içinden gelen birinin şikâyet ve temennileri olarak görülebilir. Buhara eğitiminin faydasızlığını ve ıslah edilmesi gerektiğini asıl savunan kişi Mercânî'nin talebelerinden Hüseyin Feyzhanov (1828-1866) olmuştur. Buhara'ya hiç gitmeyen, Kazan ve Petersburg'daki Rus ve Alman şarkiyatçıları muhitinde yetişen Fezyhanov'un medreselere yönelttiği eleştiriler ileride Ceditçi kuşağın bu yöndeki fikirlerine temel teşkil edecektir. Hüseyin Feyzhanov Ruslar'ın eğitim konusunda hızlı adımlarla ilerlediğini, Tatarlar'ın da kendi dillerini, tarihlerini, hatta başka dilleri ve ilimleri öğrenmeleri gerektiğini yazmıştır.

Mercânî'nin diğer bir talebesi, Âlimcan Barudî (1857-1921), Mâverâünnehir'de tahsil görmüş, medrese müfredatında ve öğretim metotlarında bazı noksanlar bulsa da ilme ve ilim adamlarına değer verilmesinden ve halkın sade yaşayışından etkilenmiştir. Buhara'dan etkilenen bir diğer Tatar mollası ise Muhammed Zâhir Bigi'dir (1870-1902). Bigi, buradaki eğitim sistemini Kazan'dakine göre daha ciddi ve üstün bulmuş, Kazan medreselerinde münazaradaki ustalığa itibar edilirken Buhara müderrislerinin müşkil ibarelerin öğretilmesini önemsediklerini belirtmiştir.

Onun anlattığına göre, Buhara medreselerindeki dersler Arapça dil bilgisi, mantık, kelam ve hikmet gibi konulardan oluşmakta, talebenin önünde iki seçenek bulunmaktaydı: Birincisi, bir büyük dershanede meşhur bir müftü veya bir müderrisin huzurunda dinleyerek alınan ve tamamlanması on beş-on sekiz yıl süren dersler, diğeri birkaç öğrencinin bir araya bir hocanın huzurunda alınan dersler şeklindeydi. Hesap, riyaziyat (matematik), heyet (astronomi) ve ferâiz gibi konular, isteğe bağlı olarak medrese dışında okunabilmekteydi.

Rusya müslümanları arasında medreseleri ıslah etme girişiminin İdil-Ural'da başladığı görülmektedir. 1871 yılında Şeyh Zeynullah Resûlî (1833-1917) Troysk'ta yeni usulle eğitim veren bir medrese (Resûliye Medresesi) kurmuş, Kazaklar arasındaki talebeleri ve müritleri vasıtasıyla Semipalatinsk ve Akmola oblastları ile Çin sınırındaki bölgelerde yaşayan Kazak kabileleri arasında İslam'ın yayılmasında etkili olmuştur. Tatar zenginlerinden Ahmed Bay Hüseynov'un (1837‐1906) Orenburg'da 1889'da kurduğu Hüseyniye Medresesi usûl-i cedit ile eğitim vermiş, müfredatına modern ilimleri de dahil etmiştir. Medrese 1906'da yeni inşa edilen binaya geçmiştir. 1907-1908 eğitim öğretim yılında medresede 160'ı yatılı, 180'i gündüzlü olmak üzere toplam 310 talebe öğrenim görüyor, İslamî dersler için on bir, Rusça dersleri için üç muallim görev yapıyordu. Medresede okutulan dersleri üç kısma ayırmak mümkündür: Dil ve edebiyat dersleri (hat ve imla, tecvit, Türk dili ve edebiyatı, Arap dili ve edebiyatı, Farsça, Rusça); dinî ilimler (Kur'an, tefsir, hadis, siyer, fıkıh usulü, fıkıh, kelam, ahlak); dünyevi ilimler (tarih, coğrafya, geometri, mantık, kimya, hikmet-i tabîiye, ilm-i hayvanat, hıfz-ı sıhhat, usûl-i tâlim) ("Medrese-i Hüseyniye", 1908: 158).

Islah edilmiş medreseler içinde Âlimcan Barudî'nin Muhammediye Medresesi'nin ayrı bir yeri vardır. İstanbul ve Mısır'a yaptığı seyahat sırasında medrese reformu hakkındaki fikirlerini genişletme imkânı bulan Barudî, 1891'de Kazan'da bir medrese kurmuş ve çoktandır tasarladığı ıslahatı burada uygulamaya koymuştur. Medresesini ibtidâî, rüşdî, idâdî ve âlî şeklinde dört kademede yapılandırmış, tefsir, hadis, İslam tarihi ve ahlak derslerinin okutulmasını sağlamıştır. Arapça'nın yanında Türk ve Rus dillerinin öğretilmesine önem verdikten başka, geometri, coğrafya, modern mantık, tarih, felsefe, pedagoji ve iktisat gibi dersleri de müfredata dahil etmiştir. Medrese, Kuzey Kafkasya, Türkistan, Sibirya ve Kazak bozkırlarından talebeleri bünyesine çekmiştir. Tatar aydınlarından birçoğu (Hüseyin Yamaşev, Mecid Gafûrî, Ali Asgar Kemal, Kerim Tinçurin, Şeher Şeref, Bakıy Urmançı) onun medresesinde tahsil görmüşlerdir.

Eğitim sisteminin modernleştirilmesi zihniyet dünyasında çok yönlü değişikliklere sebep olmuştur. Eski tarz medreselerde müderris dersin başında bir mesele ortaya atar, talebeler bunun hakkında görüşler ileri sürer, böylece ders münazara şeklinde yapılırdı. Münazara aynı zamanda Buhara talebelerinin hayatında bir tür etkinlikti. Medrese talebesi, yönetici ve ileri gelenlerin huzurunda fıkıh, kelam ve hikmete dair tartışmalar yapar, kazananlar mükâfat görür, bütün bunları ziyafet ve eğlenceler takip ederdi. (Akçuraoğlu, 1341: 18). Mercânî kendi medresesinin müfredatını birazcık değiştirmeye kalktığında (tarihten, Arap ve Fars edebiyatından bahsedip Ahmed Midhat Efendi'den parçalar okuyarak talebenin ilgisini bu konulara çekmeye çalıştığında) talebenin hoşnutsuzluğu ile karşılaşmıştır. Çünkü talebeler ve halfelerin çoğu mantık ve kelam münazaralarından lezzet alıyor, bunları öğrenmezlerse diğer medrese talebelerinin gerisinde kalacaklarından endişe ediyorlardı.

Bazı medreselerin ıslah edilip müfredata dünyevi ilimlerin dahil edilmesiyle eğitimin niteliği ve talebenin beklentileri de büyük ölçüde değişmiştir. Bu medreselerden çıkanlar artık eskisi gibi bir mahallede, bir köyde imam olmak veya medrese açıp müderrislik yapmaktan çok, yeni tarz okullarda muallimlik yapmayı, gazete ve dergilerde çalışmayı tercih eder olmuşlardır. Rusya'daki inkılapçı fikirlerden etkilenen talebeler bu yenilenmiş müfredatı da beğenmeyerek daha radikal değişimleri istemişlerdir. Mesela 1906 yılında Muhammediye Medresesi talebelerinden bazıları ders sisteminin değiştirilmesi talebiyle isyan etmişlerdir.

Eğitim işleri, vaktiyle ulemanın tekelinde iken usûl-i cedit medreselerinin ortaya çıkması muallimler ile imamlar arasındaki çatışmayı da beraberinde getirmiştir. Bu ve başka sebeplerden dolayı 1910'dan itibaren cedit ve kadim kavgaları kızışmış, usûl-i kadim taraftarlarının şikâyetleri ve hükümetin müdahalesiyle yeni tarz medreseler takibata uğramış, bazıları kapatılmış, sakıncalı görülen muallimler sürgüne gönderilmiştir. Kazan ve Troysk'taki bazı medreselerle meşhur Bubi Medresesi kapatılmış, Muhammediye ve Âliye gibi büyük medreseler kapanma tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştır.

XX. yüzyılın başında Türkistan'daki Ceditçiler'in de medrese eğitimini sorguladıkları görülmektedir. Bu aydınlar içinde en çok öne çıkan Abdürraûf Fıtrat, Münazara adlı risalesinde Avrupalı biri ile Buharalı bir müderris arasında münazara yaptırarak Buhara'daki ilmî ve ahlakî bozulmayı tasvir etmiş, dolaylı olarak bu tür uygulamalara göz yuman yönetimi de eleştirmiştir. Buhara'da ilim adına okutulan kitapların aslında şerh ve haşiyelerden, "boş ve anlamsız gramer tartışmalarından" ibaret olduğunu, yirmi yıl kadar Arapça okumalarına rağmen öğrencilerin bu dili konuşamadıklarını yazmış, modern ilimlerin (sınaat, ticaret, ziraat, matbuat ve edebiyat), yeni okulların (mekteb-i cedide) ve yeni usulün gerekliliğini savunmuştur. Fıtrat, 1911 yılında yayımladığı Beyânât-ı Seyyâh-ı Hind adlı eserinde de Buhara'nın sosyal yapısını ve medreselerin durumunu eleştirel bir gözle ve daha ayrıntılı bir şekilde anlatmıştır.

1917 Ekim devriminden sonraki on yıl içinde Bolşevikler henüz güçlü olmadıklarından İslam'a ve dinî kurumlara karşı ihtiyatlı ve tedrîcî bir siyaset gütmüşlerdir. 1920'de Buhara'nın Bolşevikler tarafından işgalinden sonra şehirdeki talebeler ve müderrisler kaçmış, şehrin meşhur medreseleri boş kalmışsa da 1922'de on medrese yeniden açılmış, diğerleri Sovyet okuluna dönüştürülmüş veya başka bir amaç için kullanılmıştır. Bir sonraki yıl Taşkent'teki dört medresede müfredata matematik, tabii bilimler, coğrafya, tarih ve Rus dili dersleri konulmuştur. Medreselerin gelir kaynağı olan vakıflar varlığını sürdürse de gelirleri halk eğitimine yönlendirilmiş, medreselerden bir kısmı kapatılmış, kalanlar ise gelir kaynakları küçüldüğü için sıkıntı içine girmiştir. 1927'den itibaren Sovyetler ihtiyatlı siyaseti bırakarak İslamî kurumlara karşı saldırı başlatmış, vakıf mallarına tamamen el koymuş, 1928 yılının sonunda ise medreselerin tamamını kapatmıştır. Din bilginlerinin çoğu tutuklanıp sürgüne gönderilmiş, kalanlar ise ya sessizliğe gömülmüş ya da Doğu Türkistan'a ve Afganistan'a gitmek zorunda kalmışlardır. Sovyetler'in uyguladığı kültür devrimi sürecinde, mektep ve medreselerin yerini Sovyet okulları ve üniversiteleri almıştır. II. Dünya Savaşı sırasında, pragmatik sebeplerden dolayı Orta Asya Müslümanları Dinî İdaresi (SADUM) kurulmuş, 1946'da Buhara'daki Mîr-i Arap Medresesi'nin yeniden açılmasına izin verilmiş, 1956'da Taşkent'te ikinci bir medrese (Barakhan Medresesi) faaliyete geçmiş, 1971'de ise İmam Buhârî İslam Enstitüsü lisansüstü eğitime başlamıştır. Rejimin gözünde bu kurumların temel işlevi, dinin denetim altında tutulması ve İslam dünyasına yönelik siyasette bir vasıta olarak kullanılması olmuştur.

Kaynakça

Akçuraoğlu, Yusuf. “Dârülfünûnlarda Talebe Hayatı ve Talebe Rûhu”. Türk Yurdu. 2/7 (1341 [1925]), s. 17-26.

Bartold, V. V. İstoriya Kulturnoy Jizni Turkestana. Leningrad, 1927, s. 47, 110, 123, 124.

D’Encausse, Hélène Carrère. “Tsarist Educational Policy in Turkestan, 1867-1917”. Central Asian Review. 11 (1963), s. 374-394.

Esin, Emel. “Böri Tigin Tamgaç Buğra Kara Hâkân İbrâhim’in (H.444-60 / 1052-68) Semerkand’da Yaptırdığı Âbideler”. Sanat Tarihi Yıllığı. 8 (1979), s. 37-55.

Fıtrat, Abdurrauf. Hindistan’da Bir Frengî ile Buharalı Bir Müderrisniñ Birniçe Meseleler ve Usul-i Cedide Hususunda Kılgan Münazarası. çev. Muallim Hacı Muin ibn Şükrullah Semerkandi. Taşkent 1913.

Frank, Allen J. Bukhara and the Muslims of Russia: Sufism, Education, and the Paradox of Islamic Prestige. Leiden 2012.

Hodgson, Marshall G. S. The Venture of Islam. Chicago 1974.

Kanlıdere, Ahmet. İdil-Ural ve Türkistan’da Fikir Hareketleri. İstanbul 2021.

a.mlf. Kadimle Cedit Arasında Musa Carullah. İstanbul 2005.

Kavakcı, Yusuf Ziya. XI ve XII. Asırlarda Karahanlılar Devrinde Māvarā’ al-Nahr İslâm Hukukçuları. Ankara 1976.

Khalid, Adeeb. The Politics of Muslim Cultural Reform: Jadidism in Central Asia. Berkeley 1998, s. 138, 196, 197, 344.

a.mlf. Central Asia: A New History from the Imperial Conquests to the Present. Princeton-Oxford 2021, s. 219-220.

Masalskiy, V. I. Turkistanskiy kray. St. Petersburg 1913, s. 338.

“Medrese-i Hüseyniye”. Şûrâ (Orenburg). sy. 5 (1908), s. 158.

Nalivkin, V. P. Tuzemtsı, ranşe i teper. Taşkent 1913, s. 130.

Pickett, James. Polymaths of Islam: Power and Networks of Knowledge in Central Asia. Ithaca, NY 2020, s. 96.

Rahimkulova, M. – Hamidullin, L. “Höseyiniye Medresesi”. Medreselerde Kitap Kiştesi. ed. R. Mehdiev. Kazan 1992, s. 74-114.

Ross, Danielle. “Reform and Youth Rebellion in Russia’s Madrasas, 1900-10”. Kritika: Explorations in Russian and Eurasian History. 16/1 (2015), s. 57-89.

Starr, S. Frederick. Kayıp Aydınlanma: Arap fetihlerinden Timur’a Orta Asya’nın Altın Çağı. çev. Y. S. İnanç. İstanbul 2021.

Togan, A. Zeki Velidî. Bugünkü Türkili (Türkistan) ve Yakın Tarihi. İstanbul, 1942-47.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • MEDRESE
    • İsmail Hakkı GÖKSOY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE
MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

  • MEDRESE
    • İsmail Hakkı GÖKSOY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 14.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEDRESE

ı) Uzakdoğu Medreseleri: Asya'nın güneydoğusunda yer alan müslüman ülkelerde medreseler, modern tarzda eğitim veren dinî eğitim kurumları olarak ortaya çıkmıştır. Geleneksel usulde din eğitimi veren kurumlar Endonezya'da pesantren, surau, dayah; Malezya, Bruney, Singapur ve Tayland'ın güneyinde pondok; Filipinler'in güneyinde ise pandita olarak adlandırılır. Bu ülkelerde medrese adı XX. yüzyıl başlarından itibaren görülür.

Endonezya'da pesantrenlerin tarihi, adanın İslamlaştığı XV. yüzyıl sonlarına kadar gider. Pesantren yerleşkesi içerisinde ders odaları, mescit, yurt ve hoca evleri bulunur. Özel dinî eğitim kurumu olan bu yapılar bağışlar, vakıf ve dernek fonlarıyla desteklenir. Eğitim öğretim Arapça ve Malayca'da yazılmış kitap takibine dayanır ve kabiliyetli öğrenciler kendi köylerine veya kasabalarına döndüklerinde yeni pesantrenler kurarlar. Ancak pesantrenler, zamanla müfredatlarını ve öğretim tekniklerini yenileyerek 1960'lı yıllarda modernleşme sürecine girmişlerdir. Bazıları "pondok modern" ve "pesantren pembangunan" gibi adlar altında modern ve geliştirilmiş pesantrenler kurmuşlardır.

Endonezya'da medreseler, ilk defa XX. yüzyıl başlarında Ortadoğu'da eğitim alan aydınlar ve dinî cemiyetler tarafından kuruldu. Pesantrenlerin aksine belirli bir müfredatı, sınıf geçme sistemini, modern eğitim araçlarını kullanan, öğrencilere dinî derslerin yanı sıra fen ve sosyal içerikli dersler sunan modern dinî eğitim kurumları olarak doğdu. Orta Cava'nın Surakarta şehrinde 1905'te Madrasah Manba el-Ulum adıyla ilk medrese açıldı. Cava'nın Yogyakarta şehrinde Muhammediye (1912), Cakarta'da Cem'iyetül-hayr (1909) ve İrşad Cemiyeti (1913), Banten'de Matlau'l-envâr (1916), Nehdatü'l-ulemâ (1926) ve Persatuan Terbiye İslamiye (1928) adlı cemiyetler, dinî ve genel olmak üzere çeşitli seviyelerde medreseler açtılar. Sumatra'nın Minangkabau bölgesinde Şeyh Abdullah Ahmed 1908 yılında Padang'da Madrasah Adabiyah ve Sumatera Thawalib Cemiyeti de 1915'te Sekolah Diniyah ve kızlar için 1923'te Diniyah Putri'yi açtı. Eğitimci Mahmûd Yûnus da 1931'de Batusangkar'da Jamiah Islamiyah adıyla ibtidâiye, seneviye ve aliyye seviyelerinde medrese kurmuştur. Açe'de Tengku Davud Beureuh 1930'da Saadah Adabiyah adıyla ilk medreseyi açtı ve bunu Tengku Abdurrahman'ın ve diğer ulemanın açtığı medreseler izledi. Aynı dönemlerde Doğu ve Güney Sumatra, Kalimantan, Sulavesi ve diğer adalarda dinî cemiyetler ve özel şahıslar çeşitli seviyelerde medreseler açmışlardır.

Bağımsızlık sonrasında Eğitim Bakanlığı genel ve meslekî eğitim veren okullardan, Din İşleri Bakanlığı ise din eğitimi ağırlıklı pesantren ve medrese okullarından sorumlu idi. Din İşleri Bakanlığı, ibtidâiye (ilk), seneviye (orta) ve aliyye (lise) seviyelerinde resmî genel ve dinî medreseler açtı. Genel medreseler zamanla genel ve meslekî okullarla eşdeğer kabul edildiler. 1985'te bakanlığa bağlı resmî medreselerin sayısı 25.971'e ve öğrenci sayısı da 409.188'e ulaşmıştı. 2003'te çıkarılan kanunla birlikte medreseler, genel okullara benzer hale geldi ve sayıları giderek arttı. Aliyye seviyesindeki medreselerde fen, sosyal, meslek eğitimi ve dinî ilimler şubeleri açıldı. Medreselerde ve pesantrenlerde okuyan öğrenci sayısı, 2000'li yıllarda giderek artmış ve toplam öğrenci sayısının %30'una kadar çıkmıştır. 2012'de 145.000 medrese kaydedilmiştir.

Eğitim Bakanlığı'na bağlı açılan Sekolah Islam adlı özel İslam okulları ise son zamanlarda şehirli ve eğitimli müslüman kesimler arasında medreselerden daha fazla rağbet görmektedir. Modern eğitim araçlarını kullanan bu okullarda, resmî müfredata ek olarak İslam ahlakı ve değerler eğitimi konulu dinî dersler okutulmakta ve İngilizce dileğitimine önem verilmektedir.

Malezya'da geleneksel dinî eğitim kurumu olan pondoklar, "tok guru" denilen bir başhoca tarafından yönetilir ve içerisinde mescit, yurt ve hoca evleri bulunur. Bağışlar, öğrenci ailelerinin katkıları, zekât, fitre ve sadakalarla desteklenir. Eğitim klasik dinî ilimlerle sınırlıdır ve kitap takibine dayanır. Pondoklar, İngiliz sömürge döneminde Malay kimliğinin ve geleneklerinin muhafazasında önemli rol oynamıştır. Kelantan, Trengganu ve Kedah gibi Kuzey Malay eyaletlerinde pondoklar daha yaygındır. Güneydeki Cohor Sultanlığı pondokların çoğunu XX. yüzyıl başlarından itibaren modern okullara dönüştürmüştür. Medreselerin açılmasıyla birlikte pondokların önemi giderek azalmış ve birçoğu kendilerini yenileyerek özel dinî okullara çevrilmiştir.

Malezya'da medreseler, XX. yüzyıl başlarından itibaren Kaum Muda denilen yenilikçi müslüman aydınlar tarafından kuruldu. Belirli bir müfredatı, sınıf geçme sistemi, dinî derslerin yanı sıra fen ve sosyal bilim derslerinin de okutulduğu modern okullar olarak doğdu. İlk medrese 1906'da Kedah eyaletinde Alor Star'daki Madrasah Hamidiyyah idi. Bunu, Perak'ta Madrasah Ihsaniyya, Johor'da Madrasah Jamiyyah Khaiyriyyah, Penang'da Madrasah Islamiyyah, Bukit Mertajam'da Madrasah Masriyyah ve Kelantan'da Madrasah Khaiyriyyah izledi. 1930'lu yıllarda bazı pondokların medreselere dönüştürülmesiyle sayıları giderek arttı. 1934'te Malezya'da ilk defa medresenin kız şubesi açıldı.

Bağımsızlık sonrasında millî eğitimin gelişmesi ve farklı dinî okulların açılmasıyla birlikte pondok ve medreselerin önemi giderek azaldı. Bazı dinî derslerin yanı sıra resmî millî eğitim programını uygulayan Sekolah Islam adlı okullarla eyaletlerde dinî konseyler tarafından yönetilen resmî dinî okullar daha fazla önem kazandı. Bazı pondoklar ve medreselerin aşırı dinî grupların ve muhalif siyasî hareketlerin merkezi olarak görülmesi üzerine merkezî federal hükümet 2002'de ülke genelinde bulunan 260 kadar pondok ve medreseye kaynak sağlamayı durdurdu. Eğitimde ikilik çıkardığı yönünde çeşitli eleştiriler yapılmakla birlikte pondok ve medreselerin varlığı devam etmektedir.

Bruney Sultanlığı'nda pondokların yanı sıra 1950'lilerden sonra medreseler açıldı. Cohor'daki ve Singapur'daki medreseleri takip ederek önceleri dinî dersler, ders sonrasında verilirken, sonraları müfredata eklendi. 1967'de açılan Sekolah Arap Menengah, kız ve erkek şubeleri bulunan genel medrese tarzının önemli örneğidir.

Pondoklar, Tayland'ın güneyinde Malay kökenli müslüman halkın yaşadığı Patani bölgesinde de yaygındır. 1960'lı yıllara kadar güneydeki dört vilayette okul çağındaki çocukların yaklaşık %70'inin pondok okullarına gittikleri ve bölgede 500 kadar pondok okulunun bulunduğu kaydedilmiştir. Eğitim Bakanlığı'nın öngördüğü resmî eğitim programını uygulayan ve Tayca eğitim verenler, devlet tarafından desteklenmişlerdir. Ancak bazı pondoklar geleneksel dinî eğitim kurumu işlevini hâlâ sürdürmektedir.

Tayland'da medreseler, din eğitimi ağırlıklı modern dinî okullar olarak kurulmuşlardır. Patanili Hacı Sulong Abdülkadir, Mekke'de eğitimini tamamladıktan sonra 1933'te bölgede Madrasah Maarif Vataniah Fatani adıyla ilk medreseyi açmıştır. Pondok ve medrese adını taşıyan okulların yanı sıra yakın dönemlerde ülkede açılan İslam kolejleri de bulunmaktadır.

Singapur'daki Malay kökenli müslümanlar toplum da pondok okullarına sahipti. İngiliz idaresi döneminde adaya gelen Arap ve Hint asıllı müslüman topluluklarla Ortadoğu'dan gelen din âlimleri, Singapur'da medreseler kurdular. İlk medrese 1908'de dinî ve genel derslerin birlikte verildiği Madrasah Ikbal idi. Singapur'a yerleşen göçmen Arap aileleri kendi aile adlarıyla Madrasah Arabiah (1912), Madrasah Eljuneid Islamiah (1927) ve Madrasah Maarif Islamiah (1936) gibi medreseler kurdular. Ancak medreselerin önemi, bağımsızlık sonrasında zorunlu ilköğretimin ve devlet okullarının yaygınlaşmasıyla giderek azaldı. Çoğu zamanla kapanırken, devlet tarafından tanınan altı medrese günümüze kadar varlığını sürdürdü. 2010'da ülkedeki altı medresede 4400 öğrenci ve 220 civarında öğretmen olduğu kaydedilmiştir. Singapur'daki medreseler, Singapur İslam İşleri Konseyi (MUIS) tarafından denetlenen özel okullardır. 2009'da Singapur İslam İşleri Konseyi medreselere dinî derslerin yanı sıra Eğitim Bakanlığı'nın resmî müfredatını takip etme zorunluluğu getirdi. Ülkede ilkokul, ortaokul ve lise seviyelerinde eğitim veren altı medresenin dördü kız ve erkek karma medrese iken, ikisi sadece kızlar içindir. Son yıllarda dinî eğitimin de verildiği bazı okullar S. A. Rayat adıyla da açılmaktadır.

Filipinler'in güneyinde müslüman sultanlıklar döneminde açılan pandita okulları, varlığını XX. yüzyıl başlarına kadar sürdürdü. Pandita unvanlı bir hocanın yönetiminde açılan bu okullar, genellikle camilere veya panditanın evine bitişik mekânlarda faaliyet gösterirlerdi. Müslüman toplumun kültürel ve dinî kimliklerinin muhafazasını sağlayan pandita okulları, kuzeydeki İspanyol yönetimi zamanında (1565-1898) yerli halkın hıristiyanlaştırılmasının önünde önemli bir engel olarak görülmüştür. Amerikan yönetimi döneminde ise (1898-1947), Amerikalılar'ın Batı tipinde yeni okullar açmasıyla birlikte pandita okulları önemini yitirdi.

Filipinler'de medreseler, XX. yüzyıl başlarından itibaren dinî cemiyetler tarafından kurulmuşlardır. Kamilol İslam Derneği 1938'de Marawi City'de Kamilol Islam Maahad Ulom adıyla genel medrese açtı. Çeşitli seviyelerde Arapça ve İngilizce eğitim veren bu kurum, 1959'da Filipinler İslam Üniversitesi'ne dönüştürüldü. Bağımsızlık sonrasında çeşitli diğer İslam ülkelerinden gelen hocalar, Ortadoğu medrese sistemine uygun olarak Arapça eğitim veren çeşitli seviyelerde medreseler açtılar. 1980'lerin başında Müslüman İşler Bakanlığı çoğunluğu Mindanao'da olmak üzere ülke genelinde 1100 medrese, 114.482 medrese öğrencisi ve 1299 medrese hocası olduğunu bildirdi. Hükümet, 1980'li yıllardan itibaren medreseleri resmî eğitim sistemine dahil etmeye çalıştı. Bazılarını özel okul olarak resmen tanıyarak, bazılarını da en yakın devlet okullarının bünyesine alarak modern eğitim kurumlarına dönüştürdü. Güneyde Moro Özerk Bölgesi'nin oluşturulmasıyla birlikte medreselerde Arapça ve dinî derslerin yanı sıra İngilizce, Filipin tarihi ve kültürü ile fen ve sosyal içerikli derslerin birlikte verildiği standart medrese modelinin uygulanmasını teşvik etti. Ayrıca devlet okullarındaki müfredata Arapça ve İslamî değerler eğitimi derslerini ekleyerek müslüman öğrencilerin genel eğitim veren okullara gitmelerini özendirdi. 2005'te otuz beş civarındaki medrese, müfredatlarını yenileyerek devletten malî yardım almaya başlamıştır. 1995'te Marawi City'de açılan İbn Sînâ ve Cotabato City'deki Şerif Kabungsuan medreseleri en önemli genel medreselerdir. Sadece dinî eğitim veren veya hafta sonları açık olan birçok kayıtsız medrese de vardır.

Kaynakça

Abu Bakar, Carmen. “Mainstreaming Madrasah Education in the Philippines: Issues, Problems and Challenges”. Islamic Studies and Islamic Education in Contemporary Southeast Asia. ed. K. B. Ahmad – P. Jory. Kuala Lumpur 2011, s. 75-91.

Aljunied, S. M. K. – Hussin, D. I. “Estranged from the Ideal Past: Historical Evolution of Madrassahs in Singapore”. Journal of Muslim Minority Affairs. 25/2 (2005), s. 249-260.

Azra, Azyumardi. “Genealogy of Indonesian Islamic Education: Roles in the Modernization of Muslim Society”. Heritage of Nusantara: International Journal of Religious Literature and Heritage. 4/1 (2015), s. 85-114.

Hamid, A. F. A. Islamic Education in Malaysia. Singapore 2010.

Liow, Joseph Chinyong. Islam, Education and Reform in Southern Thailand: Tradition and Transformation. Singapore 2009, s. 27, 29, 85-87.

Makruf, Jamhari. “New Trend of Islamic Education in Indonesia”. Studia Islamika. 16/2 (2009), s. 243-290.

Mansurnoor, L. A. “Maintaining Religious Tradition in Brunei Darussalam: Inspiration and Challenges”, Islamic Studies and Islamic Education in Contemporary Southeast Asia. ed. K. B. Ahmad – P. Jory. Kuala Lumpur 2011, s. 179-225.

Milligan, J. A. “Reclaiming an Ideal: The Islamization of Education in the Southern Philippines”. Comparative Education Review. 50/3 (2006), s. 410-430.

Mokhtar, Intan Azura. “Madrasahs in Singapore: Bridging between Their Roles, Relevance and Resources”. Journal of Muslim Minority Affairs. 30/1 (2010), s. 111-125.

Pandapatan, A. T. M. “Madrasah System of Education in the Philippines”. Muslim Education Quarterly. 3/1(1985), s. 52-60.

Porath, Nathan. “Muslim Schools (Pondok) in the South of Thailand”. South East Asia Research. 22/3 (2014), s. 303-319.

Roff, William R. “Pondoks, Madrasahs and the Production of Ulama in Malaysia”. Studia Islamika. 11/1 (2004), s. 1-21.

Steenbrink, K. A. Pesantren, Madrasah, Sekolah: Recente Ontwikkelingen in Indonesische Islamonderricht. Meppel 1974, s. 47-54.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medrese

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

MEDRESE

İslam tarihinde kurumsal ilk eğitim öğretim müessesesi.

Madde Planı

Bölüme Git

    a) Kavram

    b) Medrese Müfredatı

    c) Afrika Medreseleri

    d) Balkan Medreseleri

    e) Osmanlı Dönemi Medreseleri

    f) Modernleşme Dönemi Medreseler

    g) Tolunoğulları, Ihşîdîler, Fâtımîler, Eyyûbî ve Memlükler, Resûlîler Medrese Geleneği

    h) Türkistan Medreseleri

    ı) Uzakdoğu Medreseleri