Hekim, filozof ve âlim.
Hekim, filozof ve âlim.
Batı'da daha çok Avicenna adıyla bilinen İbn Sînâ, Buhara şehri yakınlarında bulunan Efşene adlı köyde dünyaya geldi. Aslen Belhli olan babası Abdullah, Sâmânîler'in Harmaysen şehrinin valisiydi. İbn Sînâ o dönemde kültür ve ilim merkezi olan Buhara'da iyi bir eğitim alma imkânı buldu (bk. Buhara). Kur'an öğreniminin yanında diğer İslamî ilimler ve edebiyat eğitimini çok küçük yaşlarda tamamladı. Babası İsmâilî dâîlerinden İsmâilîler'in nefis ve akıl üzerine görüşlerini öğrendi, felsefe, geometri ve Hint aritmetiği ile de tanışıklığı oldu. Daha sonra babası, Buhara'ya gelen ve felsefe eğitimi veren Ebû Abdullah Nâtilî'yi onun öğrenimi için tuttu. Nâtilî gözetiminde Furfûriyûs'un (Porphyrios) Îsâgûcî'sini (Eisagoge) okudu. Ardından mantıkta ustalaşana kadar okumalarını ve öğrenimini ağırlıklı olarak kendi başına sürdürdü, tabii ilimler ve metafizik üzerine yazılmış çalışmaları okuma üzerine yoğunlaştı. Kendi ifadesiyle bu ona bilginin kapılarını açan anahtar oldu. Daha sonra tıp konusundaki çalışmaları okumaya ve bu konuda derinleşmeye ağırlık verdi. Bir süre sonra yeniden mantık ve felsefe okumalarına geri döndü ve metafiziğe yöneldi.
İbn Sînâ gençken tıp ve felsefe konusunda dikkatleri üzerine çekmeyi başarmıştı. Bu arada Sâmânî Hükümdarı Nûh'un hekimlerin tedavisinde zorlandığı bir hastalığının tedavisi için saraya çağrıldı ve hükümdarın hizmetine girmiş oldu. Böylece saray kütüphanesine girerek burada çeşitli ilimlerde daha önce hiç karşılaşmadığı birçok kitabı okuma ve inceleme fırsatı buldu. Bu dönemde matematik hariç bütün bilimleri içeren el-Hikmetü'l-Arûziyye adlı bir kitap ile el-Hâsıl ve'l-Mahsûl başlıklı yirmi ciltlik bir eser ve el-Bir ve'l-İsm başlıklı bir kitap yazmıştır.
Babasının 1003 yılında vefatıyla birlikte idarî bir görevde bulundu. Ardından kendi ifadesine göre mecburiyetten Buhara'yı terkedip önce Gürgenç'e gitti, sonra da birçok farklı şehirlerde bulundu.
Rey şehrinde Büveyhîler'in valisi Mecdüddevle'nin melankoli hastalığını tedavi etti. Mecdüddevle'nin kardeşi Şemsüddevle hastalanınca ona hekimlik yapmak üzere Hemedan'a çağrıldı. Burada vezirlik görevine kadar yükseldi ve Şemsüddevle'nin vefatına kadar da bu görevde kaldı. Bir ara Büveyhîler'in veziri Tâcülmülk tarafından ihanetle suçlanarak dört ay hapiste kalan İbn Sînâ daha sonra Alâüddevle'nin Hemedan'ı ele geçirmesiyle özgürlüğüne kavuştu ve hayatının sonuna kadar Alâüddevle'nin himayesinde bulundu. Alâüddevle'nin veziri olarak önemli görevler üstlendi. Ayrıca ilmî çalışmalarını sürdürerek yeni eserler ortaya koydu. Bir süre sonra o dönemde yaygın olan kulunç hastalığına yakalandı. 1037 yılında Hemedan'da vefat etti ve oraya defnedildi.
İslam "altın çağı"nın en büyük isimlerinden biri olan İbn Sînâ'nın çalışmaları hem Doğu'da hem de Batı'da büyük bir etki uyandırmıştır. Aristo'dan Plotinus'a Proclus'tan Fârâbî'ye kendi dönemine kadar yaşamış birçok filozofun fikirlerini inceleyip özümseyerek kendi felsefî düşüncesini ortaya koymuştur. Kaleme aldığı eş-Şifâ' İslam felsefesi tarihinin en önemli eserlerindendir. İbn Sînâ'nın etkisi yalnız felsefeyle sınırlı kalmamış bunun yanında tabii ilimlerin hemen bütün disiplinlerinde çalışmalar yapmış, mantık alanına önemli katkılarda bulunmuş, tıp konusunda yazdığı eserler de el-Kanûn fi't-Tıb başta olmak üzere en önemli başvuru kaynaklarından biri olma konumunu yüzyıllarca korumuştur. Tıp, mantık, felsefe, fizik, matematik, geometri, edebiyat, dil, astronomi, coğrafya, İslamî ilimler gibi neredeyse var olan bütün ilimler üzerine çalışmalar yapmış ve hemen hepsinde de eserler vermiştir. Bu açıdan bakınca onun tam mânasıyla bir hezarfen olarak nitelenmesi uygun olacaktır. Sayısı tam olarak bilinmemekle birlikte ona atfedilen toplam eser sayısı 276'dır. Ancak bunların ne kadarının İbn Sînâ'ya ait olduğu kesin değildir. Bilinen ve önemli eserlerinden bazıları şunlardır: eş-Şifâ', en-Necât, el-İşârât ve't-Tenbîhât, Dânişnâme-i Alâî, el-Mebde' ve'l-Meâd, Uyûnü'l-Hikme, et-Ta'lîkat, el-Mübâhasât, Hay b. Yakzân, el-Hikmetü'l-Meşrikıyye, el-İnsâf, el-Hidâye, el-Hikmetü'l-Arûziyye, Ahvâlü'n-Nefs, Lisânü'l-Arab, el-Kanûn fi't-Tıb, el-Urcûze fi't-Tıb ve Def'u'l-Mazarri'l-Külliyye ani'l-Ebdâni'l-İnsâniyye.
İbn Sînâ'ya göre felsefenin amacı insanın gücü dahilinde var olanların hakikatini bilmesidir. Bu varlıklar bizim irademiz ve eylemimizle olmayan Tanrı ve akıl gibi varlıklarla bizim irade ve eylemlerimizle oluşan varlıklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. İlkiyle ilgilenen felsefe teorik (nazarî) felsefe, ikincisiyle ilgilenen felsefe de pratik (amelî) felsefedir. Felsefe İbn Sînâ tarafından da dönemin anlayışına uygun şekilde bütün bilimleri içine alan bir terim olarak anlaşılmaktadır. Bu açıdan nazarî ilimler üçe ayrılır; bunlardan ilki tabii ilimlerdir ikincisi matematik, üçüncüsü de metafiziktir. Amelî ilimler de üçe ayrılır. Bunlar sırasıyla ahlak, ev idaresi ve siyasettir. Bunlardan ayrı olarak bir de alet ilmi olan mantık bulunmaktadır.
Mantık, insanın bilinenden hareketle bilinmeyenin bilgisini elde etmesinde kullanılır, bu bakımdan teorik ve pratik bütün ilimler için gerekli bir araçtır. İbn Sînâ'ya göre insanın esas gayesi olan yetkinleşme ancak bilginin elde edilmesiyle mümkün olur, mantık da bunu sağladığı için bu ilim onun düşüncesinde merkezî bir konumdadır. Bilinen şeye ilişkin kavram ve yargılardan bilinmeyene doğru gitmenin yolu ise tanımlar ve kanıtlamalardır. Bu, mantık olmaksızın imkânsızdır çünkü böyle bir durumda tanım ve kanıtlamalar henüz doğrulanmış değildir. Mantık bu aklî işlemlerin kurallarını koyarak yanlışlığı ortadan kaldırmayı amaçlar. Tanımlama kavramsal doğruluğu, yöntemleri bilmek ise bilinenden bilinmeyene sağlam yargılarda bulunmayı sağlar. Böylece açık ve kesin bir kavrama hem özsel hem de açıklayıcı bir tanım ile ulaşılır. Bu da kıyas, tümevarım veya temsil biçiminde bir çıkarım olan kesin bir yargıya götürür. Böylece neyin doğru ve geçerli neyin yanlış ve geçersiz olduğu tanımlanabilir. İbn Sînâ için hangi ilim söz konusu olursa olsun öncelikle mantıkta ustalaşmak gerek, çünkü mantık bütün alanlarda bilginin elde edilmesinin ön şartıdır. Bilginin amacı da teorik ilimler için hakikatin, pratik ilimlerde ise iyinin bilgisinin elde edilmesidir.
İbn Sînâ için bilme; zihnin, soyutlanarak zihne aktarılmış olan duyusal verileri işleyerek kavram ve yargılara ulaşmasıdır. Bilme, başlangıcını duyu idrakinde bulur. Böylece ilkin nesnenin maddi nitelikleri duyumsanır ve bu nitelikler ortak duyuda bir araya getirilip duyu aracılığıyla tikel yargıya varılır. Bu aşamada henüz tam bir soyutlama yoktur. Daha sonraki aşama ise hayalî idraktir. Bu idrakte madde ve suretin ayrıştırılması öncekine oranla daha fazladır; artık maddesiz suret algılanabilir ancak yine de nesnenin maddi niteliklerine bağlıdır. Üçüncü idrak düzeyi vehmi idraktir. Burada soyutlama gücü daha da artmıştır, çünkü artık maddi olmayan anlamlara ulaşılmaktadır. Ama burada tümel kavram ve yargılar yoktur. Bu idrakteki anlamlar gerçek bir kavram olmayıp daha önceki idrak düzeyinin algıladığı belirli suretlere bağlıdır. Dördüncü aşama ise aklî idraktir. Burada daha önceki idrakler aracılığıyla sağlanan tikel suretler arasındaki karşılaştırma ve değerlendirme sonucu tümel kavramlara ve bunlar arasında ilişkiler kurulmasıyla tümel yargılara ulaşılır. Yine de tümellerin bilgisi yalnızca aklın idrakinin salt tikellerden hareketle kendi başına ulaştığı bir şey değildir; zaten tümeller tikellerde bulunmamaktadır. İnsanın zihinsel faaliyeti aracılığıyla belirli bir düzeye ulaşan nefis kozmolojik akılların sonuncusu olan "faal akıl" ile ilişkide olduğunda tümeller elde edilebilir olur. Göz görme yetisine sahip olsa da ışık olmadan göremediği gibi insan aklı bilme gücüne sahip olsa da faal akıl olmaksızın bilemez.
İbn Sînâ, bilmede tümelin bilgisi için insan aklını dört aşamada ele alır. Bunlardan birincisi heyulani akıl, ikincisi meleke halindeki akıl, üçüncüsü fiil halindeki akıl ve dördüncüsü müstefad yani kazanılmış akıldır. İnsanın yetkinleşmesi teorik aklın bu kazanılmış akıl aşamasına ulaştırılmasıyla mümkündür. Bunu sağlayan da faal akıldır. Yine de faal akıl aracılığı ile bilginin ediniminin tek yolu düşünme değildir. Bilinenden bilinmeyene gitmekte sezgi de düşünme gibi aynı sonuca ulaştırmaktadır; üstelik bu çok daha hızlı ve kolay bir yoldur. Ancak sezgi insanın bilinçli bir isteği sonucu gerçekleşmek zorunda değildir. Oysa düşünme bilinçli bir çaba sonucu oluşabilir ve takip edilmesi gereken birtakım kurallar söz konusudur. Sezgi herkeste eşit derecede bulunmaz, kimi insanların sezgisi zayıf iken kimileri güçlü bir sezgiye sahiptir. Bu anlamda peygamberler en güçlü sezgiye sahip kimseler olduklarından onlar bilgiye diğer insanlardan daha hızlı biçimde ulaşabilirler.
İbn Sînâ'ya göre metafiziğin konusu varlık, sorunu Tanrı'dır. Varlıklar maddi ve maddi olmayan olarak ikiye ayrılır. Bu varlıklar yalnızca zihinde değil zihnin dışında da bir gerçekliğe sahiptirler. Ona göre varlıklar ya mümkün ya zorunludurlar. Zorunlu varlık (vâcibü'l vücûd) var olmak için bir sebebe gereksinimi olmayan, mümkün varlık ise (mümkinü'l-vücûd) sebebi olan varlıktır. Tanrı hariç her şey mümkün varlıktır; yalnızca Tanrı zorunlu varlıktır yani varlığı başka hiçbir şeye dayanmayan, varlığını başkasından almayan varlıktır. Zorunlu varlıkta varlık ve mahiyet birken, mümkün varlıkta bunlar ayrıdır. Mümkün varlıkların varlığının sebebi başka bir mümkün varlık olarak gösterildiğinde onun da sebebi olarak başka bir varlık gösterilebilecektir. Bu böyle sonsuza kadar zincirleme devam edemeyeceğinden mümkün varlıkların hepsi de varlığı ile özü bir olan zorunlu bir varlığa dayanmak durumundadır. Bu zorunlu varlık, ilk varlık ve ilk sebeptir. Maddi olmayan böylelikle de iyi olan, akleden ve akledilen akıldır. İbn Sînâ âlemin başlangıcı olmadığını ancak Tanrı'nın doğal mantıksal bir sonucu olduğunu düşünmektedir. Her şeye kadir, saf iyi olan bir; düzenli, iyi ve zamanda kendisinden sonra gelmeyen bir evren yaratmıştır. Tanrı âlemden zaman bakımından değil derece ve varlık olarak üsttedir. Bu ilişki ışık ve güneş ilişkisine benzemektedir. Işık ve güneş arasında zaman bakımından öncelik-sonralık yoktur ancak ışık, kaynağı olmaksızın var olamaz bu bakımdan güneş önceliklidir. Tanrı-âlem ilişkisinin bu yönü de böyle anlaşılabilir. Oluşun gerçekleşmesi Tanrı'nın kendini bilmesinden kaynaklanmaktadır. İbn Sînâ bu konuda Fârâbî aracılığı ile Yeni Eflâtunculuğun sudur teorisini kullanır. Tanrı'nın varlığı ve mahiyeti bir olduğundan ve onda çokluk bulunmadığından onun bilgisinin konusu tektir ve kendisidir ki zaten oluş onun kendisini bilmesiyle başlar. "Birden ancak bir çıkar" ilkesi uyarınca ondan ilk akıl meydana gelir. İlk akıl ise Tanrı'yı düşündüğü gibi kendisini de düşünür; Tanrı'yı düşünmesinden ikinci akıl meydana gelir. Kendini düşünmesi ise iki şekildedir: Kendisinin başkasına -ki bu durumda Tanrı'ya- nispetle zorunlu, özü itibariyle de mümkün varlık olduğunu düşünür. İlkini düşünmesi sonucu birinci göğün nefsi, ikincisini düşünmesi sonucu ise birinci göğün cismi meydana gelir. Akılların her biri hem Tanrı'yı hem de kendisinin başkasına nispetle zorunlu özü dolayısıyla da mümkün olduğunu düşünür ve bu şekilde bir sonraki akıllar ile ilgili mertebedeki göklerin nefis ve cisimleri meydana gelir. Bu şekilde gezegen sayılarına uygun olarak ayın aklı olan onuncu akıl faal akılda sonlanır. Faal aklın altında ise ay altı âlemi olan oluş ve bozuluş âlemi yani dünya vardır. Faal aklın maddeye etkisi dünyadaki türleri meydana getirmiştir. Böylece dört unsur meydana gelmiş daha sonra bunların birleşimleri ile önce cansız varlıklar, sonra bitkiler, hayvanlar ve en son insanlar meydana gelmiştir. Bu açıdan ay altı âlemde madde, hiyerarşinin en altında olup insan en üstündedir. İnsanların da en üstünü ise yetkinleşmiş, bilfiil akıl olmuş erdemli insandır. Böyle kimselerin en üstünü ise peygamberlerdir.
İbn Sînâ eğitime dair de önemli görüşleri olan bir düşünürdür. Nitekim el-Kanûn fi't-Tıb adlı eserinde, çocuğun gelişim evreleri, "mutedil mizaca" yani dengeli ve sıhhatli bir yapıya sahip olması için bu evrelerde dikkat edilmesi gereken hususlar, ailenin bu süreçteki görevleri, oyun ve beden eğitimi aktivitelerinin çocuğun gelişimi ve eğitimindeki yeri ve önemi, eğitim sürecinde verilmesi gereken dersler gibi eğitimle ilgili birçok konudaki görüşlerine ayrıntılı bir biçimde yer vermektedir. Eğitimin gücüne dair iyimser bir yaklaşıma sahip olduğunu ve eğitimi uzmanlık gerektiren bir alan olarak düşündüğünü söylemek mümkündür. İbn Sînâ her bir farklı disiplinde eğitim için satır aralarında neler yapılması gerektiğine dair şeyler söylemiştir. Ama onun çocuk bakımı, sağlığı ve eğitimi konusundaki görüşleri döneminin hayli ilerisindedir.
İbn Sînâ'ya göre öncelikle çocuğun fiziksel sağlığına dikkat edilmesi gerekir. Fiziksel olarak güçlü bir birey çok daha iyi eğitilebilir. Annenin yapması gerekenler İbn Sînâ tarafından ayrıntılı bir biçimde verilmiştir. İyi bir isim verilmesine dikkat edildikten sonra, öncelikle ahlak eğitimi verilmeli, kötü alışkanlıklardan sakınması için onu olumsuz yönde etkileyecek çevrelerden uzak tutulmalıdır. Çocuk yanlış yaptığında ceza vermekte acele edilmemelidir. Aşırı baskıcı yaklaşım çocuğun karakterini olumsuz yönde etkiler. Çocuk altı yaşında eğitime başlamalıdır ve on dört yaşına kadar devam etmelidir. İbn Sînâ çocuğun ancak diğer çocuklarla birlikte eğitim aldığı takdirde başarılı bir eğitim alabileceğini söyler. Özel ders almayı tavsiye etmez.
İbn Sînâ altı eğitim ve öğretim türünü dile getirir: Zihni Eğitim: Öğretmen genel bir konuda örnekler verir, bu şekilde öğrencinin konuyu anlamasını sağlar. Sınaî Öğretim: Araç ve gereç kullanımı öğretilir. Telkinî Öğretim: Tekrar yoluyla öğretimdir. Tedibî Öğretim: Öğüt ve nasihat yoluyla gerçekleşen öğretimdir. Taklidî Öğretim: Öğretmenin söylediklerinin olduğu gibi benimsenmesidir. Tenbihî Öğretim: Öğretmenin öğrencisinin çevresine olan ilgisini arttırmasına yönelik eğitimdir.
Akyüz, Yahya. İbni Sina’nın Türk ve Dünya Eğitim Tarihindeki Yeri. Ankara University Journal of Faculty of Educational Sciences (JFES), 15(1), 1-13. 1982.
Alper, Ömer Mahir. İbn Sînâ. İstanbul 2014.
a.mlf. “İbn Sînâ”. DİA. 1999, XX, 319-322.
Burrell, David B. “Avicenna”. A Companion to Philosophy in the Middle Ages. ed. J. J. E. Garcia – T. B. Noone. Malden 2002, s. 196-208.
Corbin, Henry. History of Islamic Philosophy. çev. L. Sherrard – P. Sherrard. London 2001.
Dodurgalı, Abdurrahman. İbn Sina Felsefesinde Eğitim. İstanbul 1995.
a.mlf. “İbn Sina”. Klasik İslâm Eğitimcileri. ed. M. Köylü – A. Koç. İstanbul 2016, s. 183-218.
Durusoy, Ali. “İbn Sînâ (Felsefesi)”. DİA. 1999, XX, 322-331.
Germann, Nadja. “Ibn Sina, Abu Ali (Avicenna)”. Encyclopedia of Medieval Philosophy: Philosophy Between 500 and 1500. ed. H. Lagerlund. Dordrecht 2011, s. 515-522.
Gutas, Dimitri. “İbn Sînâ’nın Hayatı”. İbn Sînâ’nın Mirası. der. ve çev. M. C. Kaya. İstanbul 2004, s. 1-12.
İbn Sina. The Life of Ibn Sina. çev. W. E. Gohlman. New York 1974.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ibn-sina
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.