A

İLİM

Yöntemli bir çalışmayla kazanılmış sistemli bilgiler bütünü.

  • İLİM
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 29.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İLİM
İLİM

Yöntemli bir çalışmayla kazanılmış sistemli bilgiler bütünü.

  • İLİM
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 29.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İLİM

a) Kavram: Bilgi, bilim ve ilim zaman zaman birbirinin yerine kullanılan, sınırları çok iyi belirlenmemiş kavramlardır. Bilginin tarihteki farklı dillerde nasıl yer aldığını göz önünde bulundurmayı ihmal etmeden söylersek, bilgi sözcüğü bilim ve ilim sözcüklerinin de kökenini oluşturmaktadır. Antik Yunanca'da bilgi, farklı açılardan farklı karşılıklara sahipti. Bir şeyin "nasıl"ının, "nasıl yapıldığı"nın bilgisi techne sözcüğü ile karşılanıyordu. Bir şeyin ne olduğunun bilgisini ifade etmek için ise episteme sözcüğü mevcuttu. Yine "bilgi" anlamında gnosis sözcüğü vardı ki bu da kişinin kendi bireysel deneyiminin bilgisi, içgörü anlamlarında kullanılmıştır. Episteme teorik bilgiye işaret ederken gnosis daima kişisellik vurgusuyla bilgi anlamında kullanılmıştır. Latince'de ise "bilgi" anlamında öne çıkan dört sözcükten söz edilebilir. Bunlardan birincisi olan scientia "önermesel bilgi" anlamında kullanılmaktaydı. İkinci olarak ars vardı ki bu da nasılın bilgisiydi. Üçüncüsü "bilmek" anlamında sapere sözcüğünden türetilen "bilgelik" anlamındaki sapientiaydı. Deneyimden kazanılmış bilgi anlamında ise experientia sözcüğü kullanılmaktaydı.

Arapça'da, Türkçe'de de kullandığımız ilm sözcüğü episteme ve scientia ile paralel olarak ne olduğunun bilgisi, teorik bilgi anlamına gelmekteydi. Bununla birlikte henüz felsefenin dalları olarak görülen bilimler için de ilim sözcüğü (çoğulu ulum) kullanılmaktaydı. Bundan başka gnosis ile paralel olarak marife ve sapientia ile paralel olarak da hikmet sözcükleri bulunmaktaydı. Burada kastedilen teorik anlamıyla bilgi episteme, scientia, ilmdir, çünkü bu sözcükler "teorik olarak bilgi" anlamında kullanılmalarıyla beraber aynı zamanda bilim için de kullanılmaktaydı. Çok da uzak olmayan bir geçmişte bütün bilimler felsefenin bir parçası olarak görülüyordu. Bu sebeple genellikle bilim sözcüğü üç medeniyette de felsefe olarak karşılanmış, ancak tek tek çalışma alanları söz konusu olduğunda episteme, scientia ve ilmi kullanmışlardır. Böylelikle denebilir ki tarihte çok uzun bir süre bilgi ve bilim aynı sözcükle ifade edilmiştir. Türkçe'de de bilim ve ilim sözcükleri birbirinin yerine kullanılmaktadır. Böyle bir etimolojik girişten anlaşılması gereken bilgi, bilim ve ilim terimlerinin arasındaki sınırın belirsizliğinde bu terimlerin düşünce tarihi boyunca ele alınışlarının, kullanılış biçimlerinin katkısının yadsınamayacağıdır. Bu durum dikkate alındığında bilgi ve bilimin tanımları da daha doğru anlaşılacaktır.

Bilgi genellikle özne ve nesne arasındaki ilişkinin bir ürünü olarak anlaşılır. Öznenin nesneye yönelen zihinsel etkinliğinin ürününü bilgi olarak adlandırmak yaygındır. Özne bu bilme ediminde nesne olan şey hakkında bir kavrayış edinir. İşte o şeyin o şey olarak kavranışı bilme, kavranılan şey de bilgidir. Yani öznenin nesneye dair bildiği şey bilgidir. Bu bilgi aynı zamanda dilsel formda da ifade edilir ki bu durumda bir ifade, bir önerme, bir yargıdan söz edilir. Özne olarak insan daima bilmeye yönelir ve bu bilgisinin konusu da onun kavrayışının sınırları içerisinde kalan her şeydir. Bu bakımdan özne olarak insan, kendisi-olmayanı bilmek istediği gibi kendisinin bilgisine sahip olmaya da yönelik bir varlıktır. Bilginin kaynağı ve oluşumu duyusal deneyim, akıl, sezgi, bellek vb. unsurlarla belirlenir ve bunlar farklı bilgi anlayışlarında değişen biçimlerde ele alınır. Bilgi kavramı içerisinde değerlendirebileceğimiz bilim ise modern anlamıyla doğal ve beşerî olguları araştıran sistematik ve mantıksal bir bilgi alanıdır. Bilim nesnesini sistematik yöntemi çerçevesinde inceler. Bilimsel yöntem öncelikli olarak nesnel gözleme dayalıdır. Bu anlamda nesnel ölçütlere dayalı ölçümler ve nesnel gözleme dayanarak elde edilen veriler üzerinde çalışır. Ayrıca bu yönüyle bilim kanıta dayalıdır. Hipotezlerini yani varsayımlarını deney ve gözlem yaparak teste tâbi tutar. Yalnızca olgular veya örneklerden hareketle bir sonuca ulaşır. Bu sonuçlarla ortaya koyulan bilimsel bilgi kontrol edilebilir niteliktedir. Sistematik ve yöntemli bir araştırma aracılığı ile kazanılan olguların ve ilkelerin bilgisidir. Böylelikle bilimden de bir bilgi çeşidi olarak bahsedilebilir. Bilgiyi merkeze alan, bilginin bizzat kendisini inceleyen alan ise bilgi kuramı, bilgi felsefesi olarak da Türkçeleştirilen epistemolojidir. Epistemoloji bilginin kaynağını, yapısını, sınırlarını, oluşumunu kısacası bilginin kendisi ve onunla ilişkili bütün sorunları ele almaktadır. Bu bakımdan bilginin ve onunla ilişkili kavramların ne olduğuna verilecek bir yanıt, epistemolojide bilginin düşünce tarihi açısından bir betimlemesi olmaksızın yetersiz kalacaktır.

Bilginin mahiyeti ve onunla ilişkili sorular hakkında felsefe tarihinde Antikçağ'dan bu yana çok çeşitli yanıtlar verilmiştir. Başlangıçta, henüz mitolojik birikim daha baskınken, çoğunlukla insanın duyularına sunulanlar haricinde bir şey bilemeyeceği düşüncesi hâkimdi. Xenophanes'e göre bu insanın tabiatına özgü bir durumdur. İnsan yalnızca kuruntularına sahiptir, gerçeği yalnızca Tanrı bilebilir. Thales ile birlikte insanın bilgisinin sınırları doğayı ele alabilecek şekilde genişlemiştir. İnsan maddi doğanın yasalarını ve her şeyin kaynağı olan ilk maddeyi, arkheyi, bilebilir hale gelmiştir. Burada artık hem insan bilgisinin sınırlarının genişlediğinden hem de bizzat kendi araştırması sonucu bilgi edindiğinden söz edilebilir. Ayrıca doğa artık değişmez ilkelere sahip olarak düşünülebilmekte ve tek tek olaylardan hareketle bu ilkelere duyular ve akıl aracılığı ile ulaşılabilmektedir. İnsan ve doğa arasındaki ilişkiye dair düşünceler görünüş ve gerçekliğe ilişkin sorgulamaları da ortaya çıkartmıştır. Sofistler de bu anlamda doğru bilginin göreliliğini savunarak kişiden kişiye değişen izafî bir doğru bilgi anlayışına odaklanmışlardır. İnsanı her şeyin ölçüsü gören bu yaklaşıma karşı Eflâtun (Platon), bilgi anlayışını kendi idealar teorisi veya formlar teorisi üzerine inşa etmiştir. Eflâtun'a göre kusurlu ve değişen bu maddi doğanın gerçek olması mümkün değildir; gerçek, mükemmel ve değişmez olmalıdır ki bu da idealar âlemidir. Bilgi işte bu değişmez ve mükemmel gerçekliğe ilişkindir. Duyu deneyiminden değil de ancak ideaların bilgisinden "bilgi" olarak söz edilebilir. Bu yüzden bilginin kaynağı duyular değil akıldır. İnsan doğuştan ideaların bilgisine sahiptir ancak bu bilgiyi unutmuştur. Onun tekrar hatırlama (anamnesis) yoluyla geri getirilmesi mümkündür. Eflâtun'un öğrencisi Aristo da neyi bildiğimiz ve nasıl bildiğimiz üzerinde düşünmüştür. O da Eflâtun gibi bilginin tümellerle ilişkili olduğunu düşünmektedir ancak Eflâtun'un aksine Aristo, tümelleri bir töz olarak kabul etmez ve onlara bağımsız bir gerçeklik atfetmez. Ona göre tümeller bireysel şeylere ait özelliklerdir ve yalnızca bireysel şeyler tözdür. Tümeller ise bu şeyler var olmadan var olamazlar; Eflâtun'daki idealar âlemi gibi bir gerçekliğe sahip değildirler. Aristo bu sebeple duyu algısına bilgide önemli bir yer vermektedir; duyular olmaksızın bilgiyi imkânsız kabul etmektedir. İnsan duyusal deneyimi sonucu elde ettiği verileri akıl aracılığı ile soyutlayarak tümellerin bilgisine ulaşmaktadır. Aristo ayrıca bilgi türlerini de ayırarak üç farklı bilgiden söz eder: Episteme, phronesis ve techne. Bunlardan ilki teorik anlamıyla bilgiyi, ikincisi pratik bilgeliği, üçüncüsü ise teknik bilgiyi ifade etmektedir. Aristo bu bilgi türlerinden hareketle de hepsinin farklı bilme edimi ve ürünleri içeren bilim disiplinlerini oluşturur ki bunlar da teorik, pratik ve poetik olarak sınıflandırılır. Teorik olan Aristo'nun esas ilgisini oluşturur. Bunun içerisinde de fizik, matematik ve metafizik bulunmaktadır. Septiklere kadar bilgi sayılan bir iddia hakkında gerekçelendirme yapılması hususunda tartışmalar sürerken septikler, görünüş ve gerçeklik arasındaki ilişkiye ve neyi bilebileceğimiz sorusuna odaklandılar. Onlara göre duyusal deneyimlerin içeriği haricinde bütün bilgi olma iddiasındaki yargılar için karşıt bir gerekçelendirme yapılabilir ve buna dayanarak da herhangi bir yargıda bulunmak mümkün değildir. Duyularımız da kolaylıkla yanılabilir olduğundan aslında duyu verileri gerçeği değil yalnızca görünüşleri vermektedir. Bu sebeple septikler için bir bilgiden söz edilemez, insan yalnızca duyusal deneyimin verebildiği görünüşler dünyasıyla yetinmelidir.

Descartes'a kadar bilme ediminde çoğunlukla vurgu nesneye yapılmaktadır. Bilginin kaynaklandığı şey ve o bilginin taşıyıcısı çoğunlukla nesne olarak görülmüştür. İnsanı tek ölçü olarak değerlendiren Descartes'a göre şüphe septiklerdeki gibi bilginin imkansızlığını göstermek için değil aksine doğru bilgiye ulaşmanın aracı olarak kullanılmalıdır. Bu yüzden Metot Üzerine Konuşma adlı çalışmasında metodik şüphe olarak adlandırdığı bir yol izler. Bu şüphe aracılığı ile doğruluğundan emin olmadığı, önceden kabul edilmiş gibi görünen her şeyi dışarıda bırakarak ulaştığı "Düşünüyorum, öyleyse varım" önermesiyle bilgideki özne nesne ilişkisinde özne tarafına vurgu yapar. Bilgi artık nesnenin yüklendiği bir şey değil özneden hareketle ele alınan bir şey olmuştur. Öznenin gerçekliğe yönelik düşünmesi bilgide belirleyici unsurdur. Daha öncesinde dış dünyanın gerçekliği sorgulanmaksızın kabul edilirken artık tartışmaya açık bir konu haline gelmiştir. Bilen öznenin o halde öncelikle nesnesinin gerçekliğinden emin olması gerekmektedir ki Kant da daha sonra bunun üzerinde duracaktır. Epistemolojinin araştırma alanının net bir tanımı ise J. Locke'ta görülür. İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı eserinin girişinde çalışmasının amacının "insan bilgisinin kaynağını, kesinliğini ve genişliğini, bunun yanında da inancın, sanının ve onaylamanın temellerini ve derecelerini araştırmak" olduğunu söyleyerek epistemolojinin inceleme konusunun da tarihteki ilk belirli ve net tanımını vermiştir. Kant da Locke gibi bilginin başlangıcına duyu deneyimini koyar ancak bilgi hemen oluşmuş değildir. Bilen öznenin zihni, duyusal deneyimin verilerini kendisinde bulunan kategoriler aracılığı ile düzenler ve bilgi ancak bundan sonra oluşabilir. Böylelikle Kant fenomenal gerçekliğin yani duyularımızla algılayabildiğimiz dünyayı da olduğu gibi algılayamadığımızı düşünmektedir. Bütün veriler herkes için geçerli olan zihnin kategorilerince şekillendirilecektir. Böylece öznenin zihninin izin verdiği ölçüde fenomenlerin bilgisine sahibdir; nesnede bu kategoriler bulunmaz, nesneler yalnızca öznenin zihni için geçerlidir. Kant bilgi türlerini buna uygun olarak analitik (çözümsel) ve sentetik (bireşimsel) olarak ikiye ayırır.

Epistemolojideki dönüşüm pozitivist ve neo-pozitivist felsefe anlayışında yaşanır. Pozitivistler bilginin kaynağı olarak olgudan yola çıkarlar. Bütün doğru bilginin olgulara ilişkin olması sebebiyle de bilginin ancak pozitif bilimlerce kazanılabileceği düşüncesi savunulur. Özellikle neo-pozitivistler dünyaya ilişkin şeylerin anlaşılmasının dil ve dilin mantığı ile örtüştüğünü düşünmektedir. Bilgi daima dilsel yapılar içerisinde ortaya çıkmaktadır. Bu anlamda da dilin çözümlenmesi onların esas problemi olmuş ve bilgi de tamamen pozitif bilimlere ait bir şey haline gelmiştir. Buna karşılık Hermenötik yaklaşımda ise tin bilimlerinin yahut beşerî bilimlerin olgularının pozitif bilimlerin yöntemleriyle ele alınamayacağı savunulmuştur. Hermenötiğin düşünürleri, pozitivizmin atladığını düşündükleri tin bilimleri ve insanî-tarihsel gerçeklik göz ardı edildiğinde aslında hiçbir bilgi elde edilemeyeceğini söylemişlerdir.

Türk-İslam dünyası ve düşüncesinde ilim kavramıyla ifade edilen bilgiye büyük önem atfedilmiştir. Gerek Kur'an-ı Kerim ile hadislerde gerekse İslam âlimlerinin ve müslüman filozofların eserlerinde ilmin insan hayatı için zaruri oluşuna dikkat çekilmiştir. Kur'an-ı Kerim'de ilim ve onunla aynı kökten türeyen diğer kelimeler sıkça kullanılmıştır. İlim kavramı ile sıklıkla "vahiy", "ilahî bilgi" anlamları kastedilse de zaman zaman insanın zihinsel yetileri aracılığı ile elde ettiği bilgi anlamı da kastedilmiştir. Muhtelif âyetlerde hem insanın ilahî hakikate dair ilminden hem de zihinsel yetileriyle elde ettiği dünyevi ilminden bahsedilmiştir.

Kur'an ve İslamiyet açısından mutlak ilim sahibi Allah'tır; O, diğer ilim sahiplerinin hepsinin üzerindedir. Böylece Kur'an, Allah'ın ilminin dışında kalan hiçbir şeyin olmadığına da vurgu yapar. Kur'an'da ilim/bilme her koşulda üstün tutulmuş ve bilenlerle bilmeyenlerin bir olmayacağı bildirilmiştir. Hadislerde de ilimle meşgul olmanın nafile ibadetten daha üstün olduğu ve toplumun birlik ve beraberliğinde âlimlere olan ihtiyaç vurgulanmıştır. Ayrıca âlimlerin sorumlulukları bulunduğu ve ilimlerini İslam'ın ilkeleri doğrultusunda kullanarak topluma fayda sağlamaları gerektiği de ilmin pratik yanına vurgu yapılarak dile getirilmiştir.

İslamiyet'te tefsir, hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf gibi ayrı disiplinler olarak ortaya çıkan dinî ilimlerde de ilim kavramı farklı açılardan ele alınmıştır. Tefsir sahasında başlangıçta "Kur'an ilimleri" olarak isimlendirilen Kur'an'ın anlaşılması ve açıklanması amacıyla gelişen disiplinler zaman içerisinde "tefsir usulü" olarak isimlendirilmiştir. Hadis sahasında ise önceleri ilim kavramıyla Kur'an, hadis ve fıkıh birlikte anlaşılmış sonrasında ilim daha ziyade hadisi ifade eder hale gelmiştir. Fıkıh ise kelime anlamının "bir şeyi bilmek, tam ve derinlemesine kavramak" olması hasebiyle ilim kelimesiyle belirli ölçüde benzerlik taşımaktadır. Fıkıh, önceleri dinin anlaşılmasını ifade ederken ilim de genel olarak din bilgisini ifade etmekteydi. Sonrasında fıkıh, İslam ibadet ve hukuk ile ilgili nazarî ve amelî meseleleri ele alan bir ilim olarak geliştikçe anlamı bu sahayla sınırlanmış, ilim ise daha çok hadis ve hadise dayalı bilgiyle ilişkili olarak ele alınmıştır. Kelamda ise ilim kavramı hem ilahiyat açısından hem de bilgi nazariyesi açısından değerlendirilmiştir. Allah'ın ilim sıfatının ezelîliği gibi meseleler kavramın ilahiyat açısından tartışma konusunu oluştururken bilgi nazariyesi açısından da insanın bilgisinin kaynağı, mahiyeti ve sınırları gibi meseleler tartışılmıştır. Kelam, bu bakımdan Allah ve insan ile ilgili bilgi meselesini ele alır ve İslam ilimlerinden farklı olarak ilmin mahiyetini sorgular. Mûtezile kelamcılarına göre ilim, "Tereddüdün zihinde yol açtığı istikrarsızlıktan insanı kurtarıp teskin eden inanmadır." Eş'arî kelamcıları için ilim "Bilinebilen nesneyi olduğu gibi bilmektir." Cürcânî ise ilmi "gerçekliğe uygun kesin inanma" olarak tanımlamıştır. Tasavvufta ilim marifet kavramıyla ilişkili olarak karşımıza çıkar. Bilgi "manevi aydınlanmaya ya da kesinlik tecrübesine yol açan bir nur" olarak tanımlanır. Hakikati görmek için bu zorunludur. Tasavvuf ehlinin, marifet olarak isimlendirdiği bu bilgi, manevi deneyim olarak yaşanan bir aydınlanma sürecini ifade etmektedir. Bu süreç, dünya işlerine karşı samimi bir uzaklaşma (züht) ve ahlakî temizlik yoluyla insanın ruhunda gerçekleşir. Daha çok sezgisel nitelik arzeden bu tür bilgi Batı düşüncesinde Grekçe gnosis ve Latince sapienta kavramlarıyla benzerlik göstermektedir.

İslam dünyasında VIII. yüzyıl dolaylarında sistematikleşen Süryânîce, Pehlevîce ve Grekçe'den Arapça'ya gerçekleştirilen tercüme hareketi ve kurulan eğitim ve tercüme merkezleri aracılığı ile o zamana kadar belirli bir noktaya ulaşmış olan mevcut entelektüel birikim Hint, Sâsânî ve Antik Yunan düşünce mirası da eklenmiştir. Bu da "İslam altın çağı" veya "İslam rönesansı" isimleri de verilen bir dönemi başlatmış ve bu dönemde felsefe büyük önem kazanmıştır. Dönemin İslam filozofları da ilim kavramı üzerinde durmuş, hem ilimlerin mahiyeti açısından bir ilimler tasnifi yapmayı hem de kendi bilgi nazariyeleri bağlamında ilim/bilgi kavramlarının felsefî açıdan açıklanmasını gerekli görmüşlerdir. İlim kavramı bu filozoflarca hem "bilim" (science) hem de "bilgi" (knowledge) anlamlarını karşılayacak şekilde kullanılmıştır. İslam felsefesinin ilk filozofu olarak nitelenen Kindî aynı zamanda bir ilimler tasnifi gerçekleştirmiş ilk kişidir. O, bu hususta bilginin kaynağını esas alarak ilmi, dinî ve beşerî olarak ikiye ayırmış, felsefe olarak nitelenen beşerî ilimler de pratik ve teorik olarak yine ikiye ayrılmıştır. Kindî'ye göre bilginin kaynağı ise duyular, akıl, sezgi ve vahiydir. Onun için bilgi varlığın hakikatini idrak etme anlamını taşımaktadır. Fârâbî de bilgiyi, varlığı ve devamlılığı insan eylemlerine bağlı olmayan varlıklarla ilgili olarak akılda kesin bir yargının oluşması olarak değerlendirmektedir. İbn Sînâ ise bilgiyi soyut kavramların yerini tutan zihnî formlar olarak niteler. Gazzâlî, bilginin kaynağını duyular, akıl ve sezgi olarak üçe ayırmaktadır. Duyulara konu olan dünyanın bilgisinden elde edilen eksiklikler akıl tarafından giderilir. Akıl hem duyulara dayalı hem de ondan bağımsız olarak bilgi elde edebilmektedir. Bu bakımdan akıl öncelikli olsa da metafizik bazı konularda akıl yetersiz kalmakta orada ise keşif bilgisi yani sezgi devreye girmektedir. İbn Rüşd ise bilgiyi varlıkların düzeninin ve aralarındaki sebep-sebepli ilişkisinin kavranması olarak kalabalık etmektedir. O, bu ilişkiyi de zorunlu görmektedir, çünkü aksi bir durumun bilgiyi imkânsız hale getireceğini düşünmektedir. Ona göre bilgi, duyu verilerinin akıl tarafından işlenmesi sonucu meydana gelen yargıdır.

Kaynakça

Baergen, Ralph. Historical Dictionary of Epistemology. Maryland 2006.

Burke, Peter. What is the History of Knowledge. Cambridge 2016.

Cevizci, Ahmet. “Bilgi”. Felsefe Sözlüğü. İstanbul 1999, s. 123 vd.

Descartes, René. Yöntem Üzerine Konuşma. çev. A. Timuçin. İstanbul 2010.

Diemer, Alvin. “Bilgi Kuramı”. Günümüzde Felsefe Disiplinleri. çev. D. Özlem. İstanbul 2007, s. 163-203.

Hetherington, Stephen (ed). Epistemology: Key Thinkers. London 2012.

Krings, H. – Baumgartner, H. M. “Bilgi Kuramı Tarihçesi”. Günümüzde Felsefe Disiplinleri. çev. D. Özlem. İstanbul 2007, s. 205-229.

Kutluer, İlhan. “İlim”. DİA. 2000, XXII, 109-114.

Lloyd, Genevieve. “Knowledge”. New Keywords: A Revised Vocabulary of Culture and Society. ed. T. Bennett – L. Grossberg – M. Morris. Malden 2005, s. 195-197.

Moser, Paul K. “epistemology”. The Cambridge Dictionary of Philosophy. ed. R. Audi. Cambridge 1999, s. 306-311. 273-278.

Platon. “Menon”. Diyaloglar. çev. A. Cemgil. İstanbul 2010, s. 149-188.

a.mlf. “Theiatetos”. Diyaloglar. çev. M. Gökberk. İstanbul 2010, s. 451-540.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

  • İLİM
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 29.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İLİM
İLİM

Yöntemli bir çalışmayla kazanılmış sistemli bilgiler bütünü.

  • İLİM
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 29.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İLİM

b) İlimler Tasnifi: Antikçağ'dan bu yana ilimlerin çeşitli açılardan ele alınıp ayırımları belirlenerek bunlara göre sınıflandırılması birçok düşünürün çalışma konusu olmuştur. İlimlerin tasnifine ilişkin en erken çalışmayı Eflatun'un (Platon) Devlet adlı eserinde görmek mümkündür. Eflatun'un bu eserinde izah ettiği dört temel başlıktan birincisi aritmetik, ikincisi geometri, üçüncüsü astronomi, dördüncüsü ise harmonidir.

Eflatun'a göre aritmetik bütün ilimlerin muhtevasında yer alır ve bu ilimlerin tamamı da aritmetikten yararlanır. Geometri de matematik gibi değişmeyen şeylerle ilgilidir. İnsan tabii ki bu ilmi mimari ve benzeri değişen şeylere ilişkin amaçlar için de kullanabilir; ancak bu ilim de aritmetik gibi esas olarak her zaman olanla ve sonsuz varoluşla ilgilidir. Astronomi ise üç boyutlu nesnelerin hareketiyle ilgilenmektedir. Astronomi ancak görülebilen dünyanın gök cisimlerini bir örnek olarak ele alıp buradan gerçek yıldızların uyumlu hareketini incelemeli ve görülemeyen üzerine odaklanmalıdır. Harmoni ilminde insan sesler arasındaki sayısal ilişkileri uyum ve düzen açısından araştırmalı ve uyumun kaynağını düşünmeye yönelmelidir.

Eflatun daha sonra bütün bu ilimleri birbiriyle ilişkilendiren bir şey olarak diyalektikten bahseder. İnsan diyalektik aracılığı ile ilimlerin sağladığı bilgilerde, birinden diğerine giderek yükselerek nihayetinde en yüksek ilkelere varır. Eflatun'un ilimler tasnifi önemli ölçüde onun idealar kuramıyla ilişkilidir. İlimler tasnifindeki bu diyalektik yaklaşımının disiplinler arası ilişkilerin tarihteki en erken örneklerinden birini teşkil etmesi de bu tasnifi dikkate değer kılan diğer bir husustur.

Eflatun'dan sonra tam anlamıyla bir ilimler tasnifini Aristo yapmıştır. Aristo'ya göre ilimler teorik (theoria), pratik (praxis) ve üretici (poiesis) olarak üçe ayrılmaktadır. Teorik ilimler yalnızca bilginin kendisini amaçlamaktadır. Pratik ilimlerde ise bilgi davranışlarımızı belirlemek için amaçlanmıştır. Son olarak teorik ilimler ona göre üç bölüme ayrılmaktadır ki bunlar doğal felsefe ya da diğer bir deyişle fizik, matematik ve ilk felsefe yahut başka bir ifade ile metafiziktir. Aristo metafiziği, teorik ilimler içindeki diğer ilimlere kıyasla daha üst bir konuma yerleştirmiştir. Mantık da Aristo için büyük bir önem taşımaktadır. Ancak Aristo mantık alanını bir ilim olarak değil, bütün ilimler için vazgeçilmez bir araç olarak görmektedir.

İslam düşüncesinde ise ilimlerin tasnifi meselesine ilişkin düşüncelerin tercüme hareketlerinden itibaren geliştiği söylenebilir. Bu süreçte Sokrat öncesi düşünürlerin bilim anlayışları, Eflatun'daki ideal-eğitim öğretim programı ve Aristo'nun ilimler tasnifi gibi içerikleri barındıran eserlerin neticesinde İslam dünyasında da ilimler tasnifi düşünürlerin ilgilendiği bir konu başlığı olmuştur. Bu anlamda İslam düşüncesinde, Fârâbî (ö. 950) öncesi düşünürlerin de ilimlere ilişkin birtakım incelemeleri olduysa da gerçek anlamda bir ilimler tasnifini Fârâbî'de buluyoruz. Fârâbî, İlimlerin Sayımı (İhsâü'l-Ulûm) adlı eserinde bir ilimler tasnifi ortaya koymuştur. Fârâbî, Aristo'nun düşüncesinden tamamıyla kopmamakla birlikte ilimleri üç değil beş başlık altında toplamaktadır. Bunlardan birincisi dil, ikincisi mantık, üçüncüsü matematik, dördüncüsü fizik ve metafizik, beşincisi ise medenî ilimlerdir.

Fârâbî'den sonra İbn Sînâ (ö. 1037), Akli İlimlerin Bölümleri (Risâle fî Aksâmi'l-Ulûmi'l-Akliyye) adlı eserinde ilimleri teorik ve pratik olarak ikiye ayırmıştır. Ona göre teorik ilimler, varlığı insanın eyleminden bağımsız olanlarla ilgilenirken pratik ilimler insanın eylemleriyle ortaya çıkan bir etkinlikte neyin iyi olduğu ile ilgilenmektedir. Bu anlamda İbn Sînâ'ya göre teorik ilimler doğruyu, pratik ilimler iyiyi amaçlar. İbn Sînâ teorik ilimleri üçe ayırır. Bunlardan birincisi ve en aşağı konumda yer alanı fizik, ikincisi matematik, üçüncüsü ise en yüksek konumda olan metafiziktir. Pratik ilimler de üç başlığa ayrılmaktadır. Buna göre pratik ilimlerin ilki ahlak, ikincisi ev ekonomisi, üçüncüsü ise siyasettir. İbn Sînâ'ya göre peygamberlik hususu da siyaset başlığının altına girmektedir.

Gazzâlî (ö. 1111) de İhyâü Ulûmi'd-Dîn adlı eserinde ilimleri ikiye ayırır. Bunlardan birincisi şer'î ilimler, ikincisi de dünyevi ilimlerdir. Gazzâlî ilimlerin bu temel ayırımında ölçüt olarak ilmî bilginin vasıtasını ve kaynağını almıştır. Çünkü birincisindeki ilimler peygamberlerden, ikincisindeki ilimler ise akıl veya deneyim yoluyla edinilmektedir. Şer'î ilimleri de kendi içinde övülmesi ve yerilmesi bakımından ikiye ayırmaktadır. Gayrişer'î ilimleri ise övülmesi, yerilmesi ve mübah olması bakımlarından üçe ayırmaktadır.

Bu dönemde Batı'da ise Aziz Victorlu Hugh (ö. 1141) da dikkate değer bir ilimler tasnifi yapmıştır. Onun Didascalicon adlı eserindeki ilimler tasnifine göre ilimler dört başlık altında incelenmelidir. Bunlardan birincisi teorik, ikincisi pratik, üçüncüsü mekanik, dördüncüsü ise mantıksaldır. Teorik ilimlerde üç başlık söz konusudur: Teoloji, fizik, matematik. Pratik ilimler de yine etik, ekonomi ve politik olarak üç başlıktır. Mekanik ilimler ise örgü, zanaat, tıp, tarım, avcılık, drama, müzik gibi insana fiziksel anlamda fayda sağlayan çeşitli alanlara ayrılmaktır. Mantıksal ilimler ise hitabet, gramer, diyalektik ve retorik olarak belirlenmiştir. Aziz Victorlu Hugh felsefe olarak nitelenen bu ilimlerin insanın kendini geliştirerek Tanrı'ya yönelme ve O'nu anlamada oldukça faydalı olduklarını düşünür.

Yeniçağ'a doğru gelindiğinde öncelikle ilimler tasnifi konusunda etkili bir anlayış oluşturabilmiş olan Francis Bacon'dan (ö. 1626) söz etmek gerekir. O, De Dignitate et Augmentis Scientiarum adlı eserinde ilimlerin tasnifinde insanın öğrenmesindeki üç ana yetiyi ele almıştır. Bunlardan birincisi hafıza, ikincisi hayal gücü, üçüncüsü de akıldır. Bunlara göre hafıza ile ilişkili olarak tarih, hayal gücüyle ilişkili olarak şiir ve akılla ilişkili olarak da felsefe üst başlıkları ortaya çıkmaktadır. Tarih başlığı doğal ve sivil olarak ikiye ayrılmakta, şiir başlığı da öyküleyici şiir, temsilî şiir ve alegorik şiir olarak üçe ayrılmaktadır. Akıl yetisiyle ilişkilendirdiği felsefeyi ise ikiye ayırmaktadır: İlahiyat ve doğal felsefe. Bunlardan ilahiyatın vahiyle ilgilendiğini söylemekte, doğal felsefeyi de Tanrı, doğa ve insan olarak üçe ayırmaktadır. Tanrı alanında doğal teoloji bulunmaktadır. Doğa alanı ise spekülatif ve uygulamalı olarak ikiye ayrılmakta, ilkinde fizik ve metafizik, ikincisinde ise mekanik ve saf sihir bulunmaktadır. Bu alanın bütün ilimleri matematikseldir. İnsan alanında ise toplumsal felsefe ve beden-ruh olarak ikiye ayrılmış insan felsefesi bulunmaktadır. İnsan felsefesinin ruh başlığında mantık ve etik bulunur. Beden başlığı ise tıp ve atletizm gibi alanları içerir. XIX. yüzyıla kadar Bacon'da görüldüğü üzere dinin, ilimlerin tasnifindeki etkisi azalsa da henüz tam anlamıyla sistemli bir tasnif ortaya çıkmış değildir.

XIX. yüzyılda pozitivizmin öncüsü A. Comte sistemli bir anlayış geliştirmiş ve dinin etkilerinden tamamıyla kurtulmuş yeni bir ilimler tasnifi ortaya koymuştur. Comte, ilimlerin tasnifinde iki temel ölçüt ele almıştır. Bunlardan biri karmaşıklık/yalınlık diğeri ise bağımlılık/bağımsızlıktır. İlimler bu ölçütlere göre hiyerarşik bir düzen oluşturmaktadır. Yani en yalın ilim aynı zamanda en bağımsız olandır ve kademe kademe en karmaşık dolayısıyla en bağımlı olana doğru ilerlenmektedir. Bu çerçevede Comte en yalın ve bağımsız ilim olarak matematiği konumlandırmıştır. Matematiğin ardından ikinci sırada astronomi gelmekte ve onun da ardından üçüncü olarak fizik, dördüncü olarak kimya, beşinci olarak biyoloji ve altıncı olarak da en karmaşık ve en bağımlı ilim olan sosyoloji gelmektedir. Comte'un bağımlılıkla söz ettiği bir ilmin alanının diğer ilmin alanının bilgisini gerektirip gerektirmediği ile ilgilidir. İnsanın davranışları toplumsal faktörlerce belirlendiği kadar genetik yapısıyla, hormonal aktivitesiyle vesairesiyle de belirlenmektedir. Bu sebeplerle Comte bütün ilimlerin bilgisini gerektirdiğinden sosyolojiyi en karmaşık ilim olarak görmektedir.

Pozitivizm denen bu görüşe karşıtlık gösteren filozoflardan biri de W. Dilthey'dır. Dilthey, pozitivizmdeki bu ilimler tasnifine karşılık ilimleri iki bölüme ayırmıştır. Bunlardan birincisi doğa bilimleri, ikincisi ise tin bilimleridir. Ona göre doğa bilimleri doğal olgularla ilgilenmekteyken tin bilimleri tinsel yaşamla, insanî/tarihsel gerçeklikle ilgilidir. Dilthey, bu ayırımı yapmanın da sorunlu olduğunu düşünür, ona göre tinsel yaşamı psikofizik yaşamdan ayırmak mümkün değildir. Birine ait olguları incelemek isteyen biri diğerini göz ardı ederek hiçbir bilgi elde edemeyecektir.

Comte'a bir eleştiri de farklı bir açıdan H. Spencer tarafından getirilmiştir. Spencer'a göre ilimler iki şeyi inceler: Birincisi bizim tarafımızdan bilinen fenomenlerdeki formlar, ikincisi de fenomenlerin kendileri. İlkini konu alan bilimler soyut bilimlerdir. Soyut bilimler mantık ve matematiktir. İkincisini konu alan yani fenomenlerin kendilerini inceleyen bilimler de iki başlık altında toplanır ki bunlar soyut-somut bilimler ve somut bilimlerdir. Soyut-somut bilimler mekanik, fizik, kimya ve benzeri bilimlerdir. Somut bilimler ise astronomi, jeoloji, biyoloji, psikoloji, sosyoloji ve benzeri bilimlerdir. Spencer daha sonra soyut ve somut kavramlarının kendisindeki ve Comte'taki kullanımlarının aynı olmadığını, Comte'a göre tamamen soyut ve tamamen somut bilimler bulunmadığını, onun her bilimin bir ölçüde somut bir ölçüde soyut olduğunu söylediğini ifade ederek eleştirir.

İlimler tasnifini Comte'un yeniden yapılandırması olarak gören Peirce, ondan birçok açıdan ayrılır. Peirce için ilimler üç ana başlık altında incelenmelidir. Peirce, bunlardan ilkini buluş bilimi, ikincisini inceleme bilimi, üçüncüsünü ise pratik bilim olarak tanımlar. Buluş bilimi de üç farklı bölümden oluşmaktadır ki bunlar sırasıyla matematik, felsefe ve idyoskopidir. Peirce matematiği üç bölüme ayırır ki bunlar mantık matematiği, ayrık seriler matematiği, sürekli ve sözde sürekli matematiğidir. Felsefe de fenomenoloji, normatif bilim ve metafizik olarak üçe ayrılmaktadır. İdyoskopi ise fiziksel ve psişik olarak ikiye ayrılmaktadır. Peirce'in esas ilgisi buluş bilimi olarak söz ettiği alana yöneldiğinden diğer ikisine ilişkin bu alandaki kadar ayrıntılı bir çalışma sunmamıştır. Ana hatlarıyla inceleme bilimi, bilim tasniflerini ve bilim tarihini içermektedir. Pratik bilim ise yaşamdaki pratik faydalarla ilgilidir ki o bunlara örnek olarak pedagoji, navigasyon ve yer ölçümü gibi alanları göstermektedir.

Tarih boyunca filozoflar ve bilim adamları ilimler hakkında incelemelerde bulunmuş ve bir ilimler tasnifini gerekli görmüşlerdir. Bunlar çeşitli farklara sahip olmasına rağmen birbirlerini etkilemiş ve ilme bakış açılarında belirleyici olmuştur. Günümüzde ilimlerin tasnifine ilişkin kabul görmüş genel geçer bir ilimler tasnifi görüşü bulunmasa da doğa bilimleri ve insanî/sosyal bilimler ayırımı şeklindeki kullanımları yaygındır.

Kaynakça

Akkanat, Hasan. “İbn Sina’nın Aklî Bilimlerin Bölümleri Adlı Risalesinin Çeviri ve İncelemesi”. Dinî Araştırmalar. 11/31 (2008), s. 195-234.

Arıcı, Müstahim (Eded.) İlimleri Sınıflamak. İslâm Düşüncesinde İlim Tasnifleri. İstanbul 2020

Cevizci, Ahmet. “Bilimlere İlişkin Sınıflama”. Felsefe Sözlüğü. İstanbul 1999, s. 136-138.

Dilthey, Wilhelm. “Tin Bilimlerine Giriş”. Hermeneutik ve Tin Bilimleri. çev. D. Özlem. İstanbul 2011, s. 11-33.

Hugh of St. Victor. Didascalicon: A Medieval Guide to the Arts. çev. J. Taylor. New York 1961.

Kaya, Mahmut. “Fârâbî”. DİA. 1995, XII, 145-162.

Kutluer, İlhan. “İlim”. DİA. 1995, XXII, 109-114.

Libby, Walter. An Introduction to the History of Science. Boston 1917.

Midtgarden, Torjus. “Peirce’s Classification of the Sciences”. Encyclopedia of Knowledge Organization. ed. B. Hjorland – C. Gnoli. 2020, 47/3, s. 267-278.

Peirce, C. “Bilimlerin Bir Taslak Şeklinde Sınıflandırılması”. çev. N. İnönü. Kutadgubilig. sy. 12 (2007), s. 229-239.

Platon. Devlet. İstanbul 2016.

Spencer, Herbert. The Classification of the Sciences. London: Williams and Norgate, 1869.

Taylor, A. E. Aristotle. New York 1956.

Trompf, G. W. “The Classification of the Sciences and the Quest for Interdisciplinarity: A Brief History of Ideas from Ancient Philosophy to Contemporary Environmental Science”. Environmental Conservation. 38/2 (2011), s. 113-126.

Türker, Ö. “İslam Düşüncesinde İlimler Tasnifi”. Sosyoloji Dergisi. 3/22 (2011), s. 533-566.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ilim

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

İLİM

Yöntemli bir çalışmayla kazanılmış sistemli bilgiler bütünü.