Felsefenin eğitim ve öğretimi.
Felsefenin eğitim ve öğretimi.
Felsefe eğitimi en yalın anlamıyla felsefenin eğitime konu olmasını ve uygulanmasını ifade eder. Felsefe eğitimi, bizzat felsefenin kendisinden kaynaklanan, kendine özgü niteliğinden dolayı herhangi bir bilim alanının eğitiminden farklılık gösterir. Felsefe akademik, bilimsel ve meslekî ilgilere mazhar olup belli derecelerdeki eğitim öğretim kurumlarında eğitimi verilen bir alandır. Öte yandan felsefe eğitiminin en parlak örnekleri olarak değerlendirilen Sokratik diyaloglar göz önünde bulundurulduğunda onun bir bilim ya da meslek olmaktan ziyade bir hayat tarzı olduğu da değerlendirilebilir. Sokratik diyalogların çoğu, çok sayıda kavramsallaştırmadan, çözümlemeden ve akıl yürütmeden sonra kesin bir sonuç ortaya koymayıp, bir belirsizlik ve çözümsüzlükle bazan da ele alınan sorunun zor bir mesele olduğu itirafı ile bitmekte ve böylece yeni arayışlara kapı aralamaktadır.
Bunun sebebi felsefenin insanın düşünsel dünyası dışında herhangi bir nesnede doğrudan ve somut bir karşılığının bulunmamasıdır. Felsefe insanda karşılığı olan bir şeydir; insanda karşılık bulduğu müddetçe somutluk kazanır ve bir anlam bulur. Bu bağlamda felsefe eğitimi, "felsefenin kişideki karşılığını kurma etkinliği" olarak nitelendirilebilir ki, bu durumda felsefe bir başkasına bir şeyler öğretmeyi kendine iş edinen bir meslek olmaktan ziyade kişisel bir yaşantı, felsefe eğitimi de "felsefeyi bir yaşantı haline getirme sanatı"dır (Taşdelen, 2007: 282-284). Esasen felsefe eğitimi öncelikle sorularla, soruların öğrenciye kazandırılması ve özümsetilmesi ile mümkün olacaktır.
"Felsefe eğitimi, felsefe yapmayı önceler. Felsefe yapma edimi hem felsefeyi hem de felsefe eğitimini içerir" (Taşdelen, 2007: 285). Varlığa yönelme sonucu elde edilen bilgilerin belli amaçlar doğrultusunda bilinçli olarak aktarılması o bilgilerin öğretimini ifade eder. Var olanlar arasındaki ilişkileri araştıran ve her birinin ne olduğunu ortaya çıkarmayı amaçlayan bir bilgi dalı olarak felsefe de başkalarına aktarılabilir bilgiler yekûnu olarak durmaktadır. Bu bilgiler, felsefe tarihinin başlangıcından beri farklı yöntemlerle ve farklı düzeylerde, başta filozoflar olmak üzere felsefe tarihçileri ya da felsefe öğretmenleri tarafından öğretilmiş-aktarılmıştır ve öğretilmeye-aktarılmaya da devam edilmektedir. Bu husustaki bir yaklaşıma göre felsefe eğitimi, "felsefenin bazı dallarının hayattan kopuk olmayan öğretiminin ve edebiyat ile sanat eserlerini malzeme olarak kullanan insan bilimlerinin -etik değerlerle şu veya bu şekilde uğraşan bilgi alanlarının- öğretimiyle" yapılabilen, "insan ve değerleriyle ilgili felsefî bilgiden yararlanarak, yaşanan durumlarda değerlerle ilgi kurmaya -yaşanılan değerleri hesaba katmaya- hazırlayan" bir süreçtir (Kuçuradi, 1977: 56; Kafadar, 2000: 15). Bu açıdan felsefe eğitimi, hem bilgilenmeyi (öğretim) hem de değeri (eğitim) içeren, felsefeye ulaşmanın dinamik sürecini ifade eder. O halde eğitimde ahlaka ve bu minvalde değer meselesine dikkat çekmek gerekir. Zira "Değerler eğitim felsefesinin yerine getirmek istediği gizil ilkelerdir" (Türer, 2014: 25, 18) ve değerlerin ne olduğu bilinmeden onun nasıl öğretileceği de bilinemez. Bunun yerine sadece insan davranışlarındaki nedensel ilişkilerden, araç ve sonuçlardan söz edilebilir.
Felsefe eğitimi hem felsefeyi öğrenmeyi yani felsefe öğretimini hem de felsefe yapmayı ifade eder. Bundan dolayı felsefe öğretimini felsefe eğitiminden ayırmak pek mümkün değildir ve tarih boyunca felsefe öğretimi, aslî amacı olan felsefe eğitimini gerçekleştirmek üzere onun içinde ve onun ayrılmaz bir unsuru olarak verilmiştir. Bu sebeple felsefe eğitimi, felsefe öğretimiyle birlikte ele alınmak durumundadır. Fakat felsefe eğitimini belirleyen de yine felsefenin kendisi, bir felsefe disiplini olarak eğitim felsefesidir. Bu husustaki tartışmalar da "felsefe eğitiminin felsefesi" olarak görülebilir. Günümüzde bütün dünyada eğitimin çeşitli kademelerinde ve üniversitelerde felsefe eğitimi verilmektedir. Tarihsel süreçte Batı dünyasında felsefe eğitimi düşünce gelenekleri, okullar aracılığı ile sürdürülürken Hıristiyanlığın ortaya çıkışı ve gelişimi ile birlikte özellikle de Ortaçağ'da felsefe dinî bir karaktere bürünmüş ve felsefe eğitimi de kilisenin uhdesinde dinî eğitimin bir parçası olarak manastırlarla dinî eğitim veren diğer kurumlarda verilmeye başlanmıştır. Rönesans ve reform hareketlerini takiben felsefe eğitimi üniversitelerde de gerçekleşmiştir.
Avrupa Rönesansı'nın oluşumunda oldukça önemli bir rol oynadığı kabul edilen İslam dünyası ise IX. yüzyıl ile XIII. yüzyıl arasında oldukça verimli bir bilim-felsefe-kültür hareketi meydana getirmiştir. Burada düşünce gelenekleri oluşturan ve sürdüren okullar, Bağdat okulu ve Kurtuba (Cordaba) okulu ve daha sonra Türkistan havzası felsefe eğitiminde oldukça önemli roller oynamış, fiilî felsefe öğretimi ise sonrasında medreselerde verilmiştir. Özellikle Abbâsî Halifesi Me'mûn zamanında resmî bir tercüme, araştırma ve eğitim kurumu olarak yapılandırılan Beytülhikme, Antik Yunan felsefesinin İslam dünyasına girişinde en önemli merkezlerden biri olmuştur. Sonraki yüzyıllarda Fârâbî, İbn Sînâ, İbn Rüşd gibi ünlü filozofları yetiştiren İslam dünyasında, felsefenin gelişimi, sadece "filozoflar" diye tanınan ve Yunan geleneğini devam ettirenlerle kalmamış, bir ölçüde din eğitimine paralel olarak kelam, tasavvuf, hatta fıkıh içinde de sürmüştür. Bu dönemde Fârâbî ve İbn Sînâ eğitim meselesine bilhassa eğilmiş, Antik Yunan felsefesinden hareketle önemli sentezler yaparak özgün bir eğitim felsefesi oluşturmuş, yöntemler geliştirmiş ve uygulamışlardır.
Türk eğitim tarihinde ise felsefe eğitimi/öğretimi İslam dünyasında olduğu gibi yine medreseler bünyesinde sürdürülmüştür. Temelde din eğitimi-öğretimi veren kurumlar olarak doğup gelişen medreseler İslam dünyasında daha çok Türkler'in katkılarıyla biçimlenmiştir. Medreselerin ilk dönemlerinde programlarında felsefe dersleri bulunmakla birlikte felsefî ilimler hiçbir zaman medrese öncesi eski parlaklığını koruyamamıştır. Büyük Selçuklular zamanında Vezir Nizâmülmülk'ün adıyla anılan Nizamiye medreselerinin programlarında başlangıçta felsefe yer almaktaydı. Ancak bir süre sonra felsefe ihmal edilerek yerine dinî ağırlıklı bir felsefî düşünüşü içeren kelam dersleri konulmuştur. Bağdat Nizamiye Medresesi müderrisi Gazzâlî'nin yaklaşımının İslam dünyasında felsefenin etkinliğini kaybetmesinde oldukça belirleyici olduğu meselesi bugüne kadar tartışılagelen bir husustur.
Osmanlı Devleti'nde ise kuruluştan (1299) Fâtih Sultan Mehmed'in tahta çıkışına (1451) kadar geçen yaklaşık 150 yıllık süre zarfında medreselerde, Selçuklu medreselerinde olduğu gibi felsefe ve mantık okutulmaya devam edilmiştir. Osmanlı medreselerinde pozitif bilimler ile felsefenin önem kazanması Fâtih Sultan Mehmed'in tahta çıkmasıyla başlamıştır denilebilir. Fâtih, vakfiyesinde kurdurduğu medreselerin özellikle Sahn-ı Seman medreselerinin programına felsefî tartışmaları içeren kelam dersini koydurup kelam literatürünün temel kaynaklarının okutulmasını şart koşmuştur. Dahası Gazzâlî ve İbn Rüşd arasındaki tartışmaya ilişkin birer kitap yazmaları için Alâeddin Tûsî ve Hocazade Muslihuddin Efendi'ye talimat vermiş, böylece kelam ve İslam felsefesi araştırmalarını teşvik etmiştir.
Batı bilimi ile Doğu bilimi arasındaki duvarları yıkmaya çalışan, bu açıdan Osmanlı ilmî rönesansının ilk habercisi ve XVII. yüzyılın en önde gelen mütefekkiri olarak nitelendirilen Kâtip Çelebi de Fâtih Sultan Mehmed ve Kanûnî Sultan Süleyman dönemlerinde medreselerde yapılan düzenlemelerin felsefe ve felsefe öğretimi açısından önemine dikkat çeker. Kâtip Çelebi'ye göre Osmanlı Devleti'nin erken dönemlerinden Kanûnî Sultan Süleyman dönemine kadar hikmet ve şeriat ilimlerini uzlaştıran gerçek araştırmacılar büyük bir üne sahipti. Fâtih Sultan Mehmed, Medâris-i Semâniye'yi kurmuş ve burada özellikle kelam derslerinin okutulması gerektiğini bildirmişti. Ancak Kâtip Çelebi, Fâtih Sultan Mehmed'den sonra gelenlerin bu dersleri felsefe olarak niteleyerek kaldırıp yerine fıkıh dersleri koymayı uygun bulduklarını ifade eder. Ona göre bu durum Osmanlı'da ilim alanında durgunluğa yol açmış ve bu dersleri öğretecek olan kimse de kalmamıştır.
Fâtih Sultan Mehmed dönemindeki kadar olmasa da Kanûnî Sultan Süleyman döneminde de medreselerde felsefe dersleri okutulmuştur. Kanûnî'nin yaptırttığı Süleymaniye medreseleriyle Osmanlı örgün eğitiminin doruğa ulaştığı, bu medreselerin programlarında doğa bilimleri, matematik ve astronominin yer almasının yanı sıra kelam (İslam felsefesi) derslerinin de filozofların düşüncelerinin tartışılması biçiminde sürdürülmesi öngörülmüştür. Buradan da anlaşılacağı üzere Fâtih ve Kanûnî dönemi medreselerinde İslam felsefesi anlamında kelam önemli bir yer tutmuştur.
Türk eğitim geleneğinde felsefe öğretimi Tanzimat'a kadar daha çok medreselerde din eğitiminin bir parçası olarak ya da dinî bir karakterde geleneksel usullerle verilmiştir. Türk maarifinde modern anlamda felsefe eğitiminin Tanzimat'ı takip eden süreçte şekillenmeye, II. Meşrutiyet ve özellikle de Cumhuriyet'le yerini bulmaya başladığı söylenebilir. Tanzimat'la birlikte başlayan modernleşme hareketlerine bağlı olarak geleneksel usulle eğitim veren medreselerin yanına Batılı tarzda eğitim veren mektepler açılmıştır. Bu dönemde açılan mekteplerden Mülkiye Mektebi'nin 1879 programında son sınıf dersi olarak "ilm-i hikmet" adıyla bir felsefe dersine yer verilmiş fakat 1891 yılındaki programında bu dersin yerini "ilm-i kelam" almıştır. Hukuk Mektebi'nin 1884 tarihli programında ise, ilk defa "hikmet-i hukuk" ve "târîh-i hikmet-i hukuk" adlarıyla hukuk felsefesi dersleri yer almış ve bu dersleri, o yıllarda maarif nazırlığı yapmış olan Münif Paşa vermiştir. Dârülfünun ilk defa 1863 yılında açılmış ve burada Ahmed Vefik Paşa hikmet-i tarih (tarih felsefesi) dersi vermiştir. 1865'te kapandıktan sonra değişik aralıklarla yeniden yapılandırılmaya ve kurulmaya çalışılan Dârülfünun, 1900'lü yıllara kadar kalıcı ve etkili olamamıştır. 15 Ağustos 1900 tarihinde Dârülfünûn-ı Şâhâne adıyla dördüncü defa açılan Dârülfünun'un Edebiyat Şubesi'nin programında hikmet-i nazariye (teorik felsefe) adlı bir ders grubu içinde ilm-i ahvâl-i nefs (psikoloji), mantık, ahlak, hikmet-i bedâyi (estetik) gibi dersler yer almış ve böylece felsefe dersleri üniversite düzeyinde programlara fiilen girmiştir. Fakat felsefenin ve felsefe eğitiminin daha da yaygınlaşması ve felsefe derslerinin yükseköğretimin yanı sıra orta dereceli okullarda ve hatta modernleşme hareketlerinden etkilenen medreselerde de (Medresetü'l-vâizîn) okutulması II. Meşrutiyet (1908) döneminde gerçekleşmiştir.
Bu dönemde, Osmanlı-Türk düşünce ve kültür hayatının her alanında olduğu gibi felsefede ve felsefe eğitiminde de bir hareketlilik meydana gelmiş ve önemli sayılacak gelişmeler yaşanmıştır. Felsefeye özel bir ilgisi olan II. Meşrutiyet döneminin Maarif Nazırı Emrullah Efendi, geliştirdiği seçkinci eğitim teorisiyle (tûbâ ağacı nazariyesi) ilk etapta yükseköğretimde bir reform planı tasarlamış ve 1909 yılında Dârülfünûn-ı Osmânî adını almış olan Dârülfünun'da ıslahat yapmak üzere Dârülfünun Nizamnamesi'ni (21 Nisan 1912) çıkarmıştır. Bu nizamnameyle Dârülfünun beş şubeye ayrılmış ve Edebiyat Şubesi'nin programlarına felsefe ve felsefe tarihi dersleri konulurken, Şer'iye (İlahiyat) Şubesi'nin programına da kelam ve kelam tarihinin yanında, ilk defa Arap felsefesi, felsefe ve felsefe tarihi adlarıyla doğrudan felsefe dersleri de konulmuştur. 1919 yılında çıkarılan nizamname ile de Edebiyat Şubesi'nin programındaki felsefe dersleri ahlak, sosyoloji, felsefe tarihi, metafizik, İslam felsefesi ve mantık şeklinde özelleştirilip çoğaltılmıştır. 1915'ten 1922'ye, Cumhuriyet'e kadar yirmi öğrenci ile, 1915'ten Cumhuriyet dönemini de kapsayacak şekilde 1933 Üniversite Reformu'na kadar ise 103 öğrenci ile Dârülfünun'dan en çok mezun veren bölüm felsefe olmuştur.
Cumhuriyet döneminde Dârülfünun, 1933 Üniversite Reformu ile kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Takip eden süreçte ise bunu, yeni üniversitelerin kuruluşu izlemiştir. Bu süreçte ve sonrasında çeşitli düzenleme ve yenileştirmelerle Türkiye'de felsefe eğitimi/öğretimi yükseköğretimde, üniversitelerde sürdürülürken, aynı şekilde çeşitli orta dereceli eğitim kurumlarında da felsefe dersleri okutulmaya devam edilmiş, yeni açılan ortaöğretim kurumlarının, liselerin programlarında kesintisiz yer bulmuştur. İstanbul Dârülfünunu Edebiyat Fakültesi Felsefe Kürsüsü'nde başlayan felsefe eğitimi/öğretimi daha sonraki dönemlerde üniversitelerin gelişmesine paralel olarak yeni felsefe bölümlerinin açılmasıyla devam etmiştir. 1993 tarihi itibariyle Türkiye'de yükseköğretimde felsefe eğitimi/öğretimi yedisi Edebiyat/Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü, üçü ise Eğitim Fakültesi Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölümü olmak üzere toplamda on bölüm ile verilmekte iken bugün itibariyle ÖSYM 2022-Yükseköğretim Programları ve Kontenjanları Kılavuzu'na göre, altmışı devlet, yedisi de vakıf olmak üzere toplamda altmış yedi üniversitede ikisi Açıköğretim Fakültesi, altmış beşi ise örgün öğretim veren Edebiyat/Fen-Edebiyat, İnsani Bilimler ve Edebiyat, İnsan ve Toplum Bilimleri, Sosyal ve Beşeri Bilimler fakülteleri bünyesinde altmış yedi felsefe bölümü ve Eğitim fakülteleri bünyesinde üç Felsefe Grubu Öğretmenliği Bölümü ile aktif olarak sürdürülmektedir. Ayrıca Edebiyat, İlahiyat, İslamî İlimler, Eğitim, Güzel Sanatlar, İletişim, İktisadî ve İdarî Bilimler, Siyasal Bilgiler, Hukuk vb. beşerî bilimler fakültelerinde ve hatta Tıp, Fen ve Mühendislik fakültelerinde farklı bölümlerde lisans ve lisansüstü derecelerde felsefe ve felsefî içerikli dersler okutulmaktadır. Zaman zaman programlarından felsefe derslerinin kaldırılması tartışılsa da mevcutta sayısı 100'ü aşan İlahiyat/İslamî İlimler fakültelerinde de Felsefe ve Din Bilimleri bölümleri bünyesinde lisans ve lisansüstü düzeyde felsefe eğitimi/öğretimi verilmektedir. Ortaöğretimde ise zaman zaman değişiklik yapılmakla birlikte halihazırda bütün liselerin müfredatlarında felsefe derslerinin bir kısmı zorunlu bir kısmı da seçmeli olarak yer almakta ve okutulmaktadır.
Arslan, Ahmet. Felsefeye Giriş. Ankara 2009.
Çotuksöken, Betül. Kavramlara Felsefe ile Bakmak. İstanbul 1998.
Gündüz, Mustafa. “Türk/Osmanlı Eğitim Tarihinin Klasik Devrine Kısa Bir Bakış”. Osmanlı Eğitim Mirası: Klasik ve Modern Dönem Üzerine Makaleler. haz. M. Gündüz. Ankara 2013, s. 40-57.
Kafadar, Osman. Türkiye’de Kültürel Dönüşümler ve Felsefe Eğitimi. İstanbul 2000.
a.mlf. “Felsefe Öğretiminin Türk Eğitim Sistemine Girişi ve Tarihi Gelişimi”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 27/1 (1994), s. 279-288.
Karakuş, Rahmi. Felsefe Serüvenimiz. Ankara 2015.
Kâtib Çelebi. Mîzânü’l-Hak fî İhtiyâri’l-Ahak. haz. O. Ş. Gökyay. İstanbul 1993.
Kuçuradi, İoanna. “Felsefe ve Kişi Eğitimi”. Felsefe Kurumu Seminerleri. Ankara 1977, s. 55-60.
Öktem, Ülker. “Osmanlı Medreselerinde Felsefe”. OTAM. sy. 15 (2004), s. 271-288.
Sakaoğlu, Necdet. Osmanlı’dan Günümüze Eğitim Tarihi İstanbul 2003.
Taşdelen, Vefa. “Felsefe Eğitimi: Bir Yaşantının Peşinde”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 40/2 (2007), s. 277-294.
Türer, Celal. “Ahlaktan Eğitime: Yine Ahlak”. Felsefe Dünyası. sy. 60 (2014), s. 5-29.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/felsefe-egitimi
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.