İnsanın bebeklik ile ergenlik arasındaki hali.
İnsanın bebeklik ile ergenlik arasındaki hali.
Çocuk kavramı farklı toplumlarda, bölgelerde ve zamanlarda değişik anlamlarda kullanılmış olmakla birlikte genellikle henüz yetişkin olmamış, kendi kararlarını alamayan birey olarak görülmüştür. Çocuklar toplum içinde üstlendikleri roller ve neslin devamını sağlamaları bakımından da geleceğin garantisi olarak görülmüşlerdir. Sözlükte "bebeklik ile ergenlik arasındaki gelişme döneminde bulunan oğlan veya kızlar" için kullanılan çocuk için Dîvânü Lügati't-Türk'te "bala, çocuk, oğul, tun, kenç" gibi kelimeler bulunmaktadır. Türk kültüründe çocuk yerine yavru, uşak, velet, bebe, bebek, evlat, zürriyet, tıfl, sabî, ibn, gulâm, sagîr, zürriyet, hafede, ehl, âl, yetîm, rebâib gibi kelimeler de kullanılmıştır. Kâşgarlı Mahmud bunlardan "bala'yı "kuş ve hayvan yavrusu", çocuğu ise, "her şeyin küçüğü" diye açıklamıştır. Yasal metinlerde çocuk daha çok "daha erken yaşta ergen olsa bile, on sekiz yaşını doldurmamış kişi" olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nde ise erken yaşta reşit olma durumu hariç on sekiz yaşına kadar her insan çocuk olarak tanımlanmaktadır.
Antikçağ uygarlıklarında çocuk, özellikle de erkek çocuk sahibi olmak önemli görülmekte ve babanın çocuklar üzerinde sınırsıza yakın hakkı olduğu düşünülmekteydi. Mezopotamya'da daha çok zengin aile çocuklarının eğitim hakkı bulunmaktaydı.
Kilisenin çocukların günahkâr olarak doğdukları yaklaşımı Ortaçağ Avrupası'nda çocuklara bakışı ve çocuk eğitimini etkilemiştir. Ortaçağ Avrupası'nda çocuklar son derece savunmasızdı ve çocuk ölümleri yaygındı. Çocuklar bu çağda genelde beş ila yedi yaşları arasında yetişkin dünyasına adım atıyorlardı. Ortaçağ'da bir çocukluk fikrinin olmadığı düşüncesini ortaya atan ilk isim olan P. Aries eğitimin yaygınlaşmasıyla birlikte ortaya çıkan çocukluk kavramının insanlık tarihî açısından modern bir keşif olduğunu ileri sürmüştür.
Rönesans, Reform, Aydınlanma ve sanayi devrimi Avrupa'daki çocuk algısını değiştirmiştir. J. Locke çocukların günahkâr olarak doğduğu anlayışını reddederek her yeni doğan çocuğun zihnini boş bir levhaya benzetmiştir (tabula rasa). J.J. Rousseau ise çocuğu masum olarak nitelendirip, insan gelişiminin en doğal evresi olarak tanımlamıştır. Burjuvazi ile bilimsel alanda yaşanan değişimler çocukluk kavramında da değişiklikler yaşanmasına yol açmıştır. Çocukları kendi özel sınıflarının devamı olarak gören bu grup çocukların yetiştirilmesine özel ihtimam göstermiştir. Fransız devriminden sonra çocuk eğitimine eğilen ulus-devletler çocuğu artık ailesinden önce millete ve devlete ait olarak görmüşlerdir. Ulus-devlet söylemi ile beraber çocukların devletin siyasal düşüncesini sürdürecek bireyler olarak yetiştirilmesi daha da önemli hale gelmiştir. Bu durum çocuklara millî bilincin verilmesi için devletleri kitle eğitimine yöneltmiştir.
Sanayi devriminden sonra Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde ihtiyaç duyulan iş gücü köle ve çocuk işçiler aracılığıyla giderilmeye çalışılmıştır. Bu durum çocuklar üzerinde büyük baskılara sebebiyet vermiş ve çocuk ölümlerinde muazzam artışlara sebep olmuştur. I. Dünya Savaşı'ndan sonra çocuk haklarında kısmî bir gelişmenin olduğu söylenebilir. Bu gelişmenin yaşanmasında çocuk ve kölelere duyulan ihtiyacın azalmasında makineleşmenin etkisi vardır. Teknoloji ve bilim alanında yaşanan gelişmeler eğitimli insana olan ihtiyacı arttırmış ve bu durum çocukların fabrikalardan okullara yönlendirilmelerine zemin hazırlamıştır. Bu süreçte çocuklarla ilgili birçok çalışma yapılmıştır.
I. Dünya Savaşı sonrasında kurulan Milletler Cemiyeti 1924 yılında Çocuk Hakları Cenevre Bildirisi'ni kabul etmiştir. Fakat II. Dünya Savaşı'nın ortamı bu süreci olumsuz etkilemiş, savaşın çocuklara olan etkisi birçok ülkenin çocuklar konusunda daha hassas hareket etmesine zemin hazırlamıştır. Savaş sonrasında kurulan Birleşmiş Milletler Örgütü (BM) 1946 yılında çocukların acil ihtiyaçlarını karşılamak ve onları desteklemek için Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu'nu kurmuştur. Aynı yıl Dünya Sağlık Örgütü kurulmuştur. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1959'da ilk Çocuk Hakları Deklarasyonu'nu kabul etmiştir. 1979 yılı Uluslararası Çocuk Yılı olarak ilan edilmiş ve bu çabaların en önemli adımı olarak Çocuk Hakları Sözleşmesi Birleşmiş Milletler tarafından 20 Kasım 1989 tarihinde kabul edilmiştir. 1996 yılında da Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Türkler'de ve müslümanlarda çocuk özel bir öneme sahiptir. Kur'an-ı Kerim'in bazı yerlerinde çocukluk evresi "tıfl" ve "sabî" olarak ifade edilmektedir. Doğumla başlayan ve büluğ çağına kadar devam eden döneme İslam hukukunda "çocukluk", bu dönemi yaşayan kimseye de "çocuk" denir. Soy olarak babaya nispet edilen çocuğun emzirme, bakım gibi sorumlulukları ebeveynine yüklenmiştir. Anne babanın olmadığı durumlarda bu sorumluluk akrabalara, onların da bulunmadığı durumlarda topluma yüklenmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de "göz nuru, hayatın neşesi", dünya hayatının süsü ve "Allah'ın insanlara verdiği nimetlerden biri" olarak anılan çocukların aynı zamanda bir imtihan vesilesi olduğu ifade edilmiş ve onların cehennem azabından korunması telkin edilmiştir. İslam çocukluk, ergenlik ve yetişkinliği birbirinden ayırmış ve çocukların saf ve temiz bir fıtrat üzere doğduğunu belirtmiştir. Dolayısıyla çocuğun temiz fıtratının korunması ve büyüyünceye kadar varlığını sürdürmesinde anne babaya çeşitli sorumluluklar yüklenmiştir. Yine Kur'an-ı Kerim'de peygamber kıssaları üzerinden çocuklarla ilgili birçok ilke anlatılmıştır.
Bu çerçevede Hz. Muhammed de çocuklara sevgi ve merhametle bakarak onların eğitimine özel bir önem vermiş ve çocuklara tevhit eğitiminin verilmesinin önemi ile fıtrata dikkat çekmiştir. İslam'da çocuğa bakış Antik ve Batı dünyasından farklıdır. Özellikle hıristiyan dünyasında çocuğun günahkâr olarak yeryüzüne geldiği bakış açısı İslamiyet'te reddedilmiştir. Bakış açısındaki bu farklılık çocuğun eğitilmesi ve çocuk hakları noktasında da farklılıkların ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır.
Türk-İslam geleneğinde çocuk eğitiminin anne karnında hatta daha öncesinde başladığına dair bir düşünce söz konusudur. Hamilelik döneminde anne babanın çocuğun psikolojik ve duygusal hayatını düzenleme ve çocuğu yaşatma olmak üzere iki temel sorumluluğu vardır.
İslam bilginleri çocuğun nafakası ve himayesinden öncelikle babayı, çocuğun eğitiminden ise anne-babayı birlikte sorumlu tutmuştur. Çocuk belli bir döneme kadar hem maddi hem de manevi anlamda anne ve babasına muhtaçtır. Annenin çocuğunu emzirmesi müslümanların üzerinde hassasiyetle durdukları bir konudur. Helal lokma yiyen bir çocuğun çok daha iyi bir insan olacağı ve iyi terbiye alacağına inanılmaktadır. Çocukları için dua etmeleri, ona güzel bir isim koymaları, çocuklar arasında adaletin gözetilmesi ve aralarında herhangi bir ayırım yapılmaması, çocuğun mahremiyeti, ahlakî davranma ve ihtiyaç duyacağı diğer bilgileri öğretme, evlendirme, müslüman anne babaların diğer sorumluluklarından bazılarıdır.
İnsanın hayatındaki en önemli safha olan çocukluk, doğumdan sütten kesilinceye kadar olan "süt devresi", sütten kesilmesinden yedi yaşına kadar olan "müdahale devresi", yedi yaşından on yaşına kadar olan "temyiz devresi" ve on yaşından ergenliğe kadar olan "büluğ devresi" olmak üzere dört safhaya ayrılmaktadır. Büluğ çağına erişinceye kadar müslümanlar çocukları masum olarak da nitelendirmiş ve çocuklarla olumlu ilişki kurulmasının öneminin farkında olmuşlardır. İslam inancının büluğ çağına gelinceye kadar çocukları sorumlu tutmaması müslümanların çocuk eğitimine yönelik düzenlemeler yapmalarına zemin hazırlamıştır.
Fârâbî (ö. 950) çocuklardaki bireysel farklara ve zihinsel eğitimin önemine dikkat çekerken İbn Sînâ (ö. 1037) çocuklardaki ruh ve beden sağlığını vurgulamış, Gazzâlî (ö. 1111) ise çocukta davranış eğitiminde pekiştirmelere, oyunlara ve çocuklara sevgi gösterilmesinin önemine dikkat çekmiştir. XI. yüzyılda yaşayan Yûsuf Has Hâcib Kutadgu Bilig adlı eserinde çocukların eğitimi konusu üzerinde durmuş, Keykâvus b. İskender ise Kabûsnâme adlı eserinde çocuk yetiştirilirken dikkat edilecek hususlara değinmiştir. XII. yüzyılda yaşayan İbn Tufeyl Hay b. Yakzân adlı eserinde bir çocuğun büyüme sürecini felsefî olarak ele almıştır. Yine Yunus Emre, Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, Hacı Bektâş Velî ve Nasreddin Hoca çocuk ve çocuğun eğitimini çeşitli şekillerde ele almışlardır.
Türk ailesinde baba ve anneden sonra çocuklar gelmekte ve babanın çocuk üzerinde büyük hakları bulunmaktadır. Konar göçer hayat tarzlarının bir yansıması olarak Türkler çocuklarına göç hayatının gerektirdiği bilgi ve becerileri erken yaşlarda öğretmişler, onların bedensel ve ruhsal gelişimine özellikle önem vermişlerdir. Hayat tarzının ve çocuk sahibi olarak nesli devam ettirme düşüncesinin gereği olarak Türkler çocuk sahibi olmayı mutluluk kaynağı olarak görmüştür.
Türkler'de melek benzeri bir varlık olarak kabul edilen "Umay" dikkat çekmektedir. Orhon yazıtlarında, Kâşgarlı Mahmud ve Yûsuf Has Hâcib'in eserlerinde Umay çocukların koruyucusu olarak anlatılmaktadır. İslamiyet öncesi Türkler'de kötü ruhların küçük çocuklara zarar verdiğine inanıldığından onları yanıltmak için çocuklara değişik isimler verilmiştir. Çocukların iyi ruhlarla doğduğuna, bu ruhların bir parçasının yeni doğanın plasentasında bulunduğuna inanılmaktaydı. Atılması veya açıkta bırakılması durumunda çocuğun hastalanacağına inanıldığından plasentalar ağaç dibi gibi kült özellikleri olan yerlere gömülmüştür. Bu gelenek Türkler müslüman olduktan sonra da Anadolu'da varlığını sürdürmüştür. Bugün de devam eden bu gelenekte yeni doğan çocukların göbek bağları cami ve okul gibi yerlere gömülmektedir.
İslamiyet öncesinde Türkler'de görülen babanın çocuk üzerindeki hak ve sorumlulukları yeniden belirlenmiş ve aile hukuku çerçevesinde çocuğun anne babası üzerindeki hakları, anne babanın çocuk üzerindeki hakları tespit edilmiştir. Çocuğa doğumundan kısa bir süre sonra tahnîk (tatlı bir besinin ezilerek bununla damağının oğulması işlemi) yapılması, kulağına kamet ve ezan okunması, isim konulması, dualar edilmesi, akîka kurbanları kesilmesi, sünnet yapılması ve saçının tıraş edilmesi ve saçlarının ağırlığı değerinde sadaka verilmesi müslüman Türkler'de çocuğun rahmet ve sevinç kaynağı olarak görülmesinin bir yansımasıdır. İslam dininin çocuk sahibi olmayı teşvik etmesi Türkler'i de etkilemiş, bazı durumlarda bir batında ikiz veya üçüz çocuk doğması halinde anneye ve çocuğa maaş bağlanmış veya atiye verilmiştir.
Osmanlı döneminde de çocuk Allah'ın bir emaneti olarak görülmüş ve bu çerçevede yetiştirilmesine dikkat edilmiştir. Mahalle kültürü içerisinde ve mahalledeki eğitim kurumlarında yetişen çocukların geleneksel İslamî bilgi ve kültürle donanmalarına dikkat edilmiştir. Çocukların temel dinî bilgileri öğrendikleri bu okullar mektep, sıbyan mektebi, mahalle mektebi, taş mektep, mekteb-i şerif, mekteb-i latif, küttap, dârülkurra, beytüttâlim, dârülilm, dârüttâlim, mektephane, muallimhane gibi isimlerle adlandırılmıştır.
Dört beş yaşındaki çocuklar sıbyan mekteplerine âmin alayı adı verilen bir törenle başlamışlardır (bk. Bed-i Besmele). Ayrıca Osmanlı mimarisinde çocuklar için tasarlanmış çeşmeler ile sıbyan mekteplerine oturtulan kuş evleri çocuklara atfedilen önemin başka tezahürleridir.
XIX. yüzyıldan itibaren devletin eğitimi bir kamu hizmeti olarak görmesi bu alanda birçok düzenlemenin de yapılmasına sebep olmuştur. II. Mahmud 1824 yılında yayınladığı fermanla ilköğretimi zorunlu hale getirmiş ve buna ek olarak 1838 yılında rüştiye mektepleri ile aynı yıl Mekteb-i Maârif-i Adliye açılmıştır. Tanzimat döneminde 5 Şubat 1839 tarihinde Meclis-i Umûr-ı Nâfia tarafından mekteplerin ıslah edilmesiyle ilgili kararlar alınması çocuk eğitimi adına yapılan yeniliklerin başında gelmektedir. 1846 yılında yürürlüğe konan Sıbyan Mektepleri Talimatnamesi ile anne ve babaların rızaları ile beş ve daha aşağı yaş çocukların da okula gitmelerine izin verilmiştir. Osmanlı Devleti'nde kimsesiz çocuklara yönelik ilk faaliyet ise 1851 yılında yetim mallarının korunması amacıyla çıkarılan Eytam Nizamnamesi olmuştır. 1869 tarihli Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi ile ilk tahsilin kız ve erkek çocuklar için mecburi olması öngörülmüştür. 1873 yılında Darüşşafaka ve Osmanlı Fukaraperver cemiyetleri aracılığı ile Sultan II. Abdülhamid döneminde Dârülhayr-ı Âlî adıyla kurulan yatılı okulda yetim çocuklara eğitim verilmiştir. Yine bu dönemde engelli çocukların eğitimi için çalışmalar yapılmıştır. Çocuklara Fransızca öğretmek önemli görülmüş özellikle zengin aileler ve bürokratlar çocuklarına Fransızca öğretmek amacıyla yatılı mürebbiyeler tutmuştur. Fransızca'nın popüler olduğu bu dönemde dönemin basınında çocuklar için verilen özel ders ilanları gazetelerde sıkça görülmüştür.
1913 yılında kabul edilen Tedrîsât-ı İbtidâiye Kanûn-ı Muvakkati ile ibtidâî ve rüştiyeler birleştirilerek ilköğretimin süresi altı yıl olmuştur. 15 Mart 1915 tarihli Ana Mektepleri Nizamnamesi ile okul öncesi çocukların eğitimi yasal olarak düzenlenmiştir. 2 Mayıs 1916 tarihinde İttihat ve Terakkî Cemiyeti tarafından "çocuk bayramı" kutlanmıştır. Cumhuriyet döneminde kutlanan 23 Nisan'ın "çocuk haftası" olarak kutlanması buraya dayanmaktadır. Balkan savaşları ve I. Dünya Savaşı'nın toplumsal sonuçları bağlamında, yetim ve kimsesiz çocuklara sahip çıkılması mecburiyetinin bir yansıması olarak dârüleytamlar ortaya çıkmıştır. Ayrıca savaş mağduru çocuk ve annelerin barınma, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 1917 yılında Himâye-yi Etfal Cemiyeti kurulmuştur. XIX ve XX. yüzyılda Kemal Efendi, Emrullah Efendi, Sâtı Bey, Selim Sâbit Efendi, Said Bey, Mehmed Cevdet Efendi, Ahmed Cevdet Paşa, İsmâil Mâhir Efendi ve Mustafa Reşid Paşa gibi isimler Türkiye'de çocuk eğitiminin modernleşmesi için çaba gösteren başlıca kişilerdir. Bu dönemde mahalle mektepleri, ibtidâîler, rüştiyeler, idâdîler ve sultânîler, aşiret mektepleri, ıslahhaneler, dârüleytamlar ve ana mektepleri çocukların eğitim gördüğü başlıca okullardı.
Osmanlı Devleti'nde Batılılaşma süreci ile beraber yayın faaliyetlerinde de artış olmuş ve bu artış çocuk eğitimi alanında da kendini göstermiştir. Bu dönemde çocuklarla ilgili birçok kitap ve dergi yayımlanmış ve geleneksel eğitim ile Batılı eğitimin karşılaştırıldığı birçok yazı kaleme alınmıştır. Edhem İbrâhim Paşa'nın Terbiye ve Talim-i Adab ve Nesayihü'l Etfal adlı eseri, Sâdık Rifat Paşa'nın Avrupa Ahvaline Dair Risale adlı eseri, Ahmed Midhat Efendi'nin Peder Olmak Sanatı, Ana Babanın Evlat Üzerinde Hukuk ve Vezaifi, İstidâd-ı Etfâl ile Çocuk Melekât-ı Uzviye ve Ruhiyesi adlı eserleri, Emine Semiye Hanım'ın Terbiye-i Etfâle Âid Üç Hikâye adlı eseri, Rüşdü Bey'in Nuhbetü'l Etfal'i ile Namık Kemal'in "Aile" ve "Maarif" adlı makaleleri ve Münif Paşa'nın "Ehemmiyet-i Terbiye-yi Sıbyan" adlı makalesi bu dönemde çocuk konusunda kaleme alınan yayımlardan bazılarıdır. Ayrıca çeşitli çeviriler yapılmış ve çocuklarla ilgili onlarca süreli yayın çıkmıştır.
Batılılaşma'nın etkisiyle çocukların kıyafetinden terbiye usullerine kadar birçok yeni tarzın ön plana çıktığı söylenebilir. Özellikle payitaht ve çevresinde çocuk oyuncaklarında değişikliklerin yaşandığı bu dönemde çocukların hayatına fotoğraf gibi başka yenilikler de girmiştir. Çocukların geleneksel eğlencelerinden biri yüzlerce çocuğun sünnet edildiği törenlerdi. XIX. yüzyılda Türk sosyal hayatına giren diğer bir unsur da tiyatrolardır. Tiyatrolar çocukların yeni eğlence mekânlarından biri olmuştur.
Çocuk sağlığı alanında birçok değişimin yaşandığı bu dönemde çocukların bulaşıcı hastalıklara yakalanmasını önlemek amacıyla çeşitli önlemler alınmış ve bu amaçla Sultan II. Abdülhamid döneminde Hamidiye Etfal Hastanesi kurulmuştur. Hasan Tahsin'in yazdığı Hıfz-ı Sıhhat-i Etfâl, İbrâhim Cemal'in yazdığı Hıfzı's-Sıhhat-i Etfâl ve Besim Ömer Akalın'ın yazdığı Tabîb-i Etfâl Yâhud Ebeveyne Yâdigâr adlı eserler Osmanlı'nın son dönemlerinde çocuk sağlığı konularında yazılan eserlerden bazılarıdır. Dönemin basın organlarında birçok doktor ve ilaç reklamıyla karşılaşmak, basında çocuklara yönelik yapılan veya çocukların rol aldığı reklamlara rastlamak mümkündür.
Millî Mücadele'nin devam ettiği dönemde çocukların korunması ve eğitilmesi için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Kâzım Karabekir Paşa Doğu Cephesi'ndeki görevi esnasında savaştan çeşitli şekillerde etkilenmiş binlerce çocuk ile ilgilenmiştir. Kimsesiz çocuklar için "Erzurum Çocuklar Ordusu", "Sarıkamış Çocuklar Kasabası" ve "Trabzon Ermeni Yetimhanesi" gibi merkezleri kurmuştur. Bunların dışında çocuklar için Erzurum Ana Mektebi, Sanayi Mektebi, Leylî Eytâm-ı Askerî İbtidâî Mektebi, Alay Mektebi, Sıhhiye Mektebi, Sarıkamış Askerî İdâdîsi ve Sarıkamış Ana Mektebi'ni açmıştır.
Cumhuriyet'in ilk yıllarından itibaren eğitimin daha da merkezîleştiği bir ortamda çocukların eğitimine verilen önem ile yeni rejimin onlar aracılığıyla geleceğe taşınması hedeflenmiştir. Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından 1932 yılında yazılan "Andımız" adlı metin Türkiye'de uzun yıllar her sabah ilkokul öğrencileri tarafından okunmuştur. 1934 yılında İstanbul Şehir Tiyatrosu bünyesinde bir çocuk tiyatrosu kurulmuş, Himâye-yi Etfal Cemiyeti'nin adı Çocuk Esirgeme Kurumu olarak değiştirilmiştir. 1949'da 5387 sayılı Korunmaya Muhtaç Çocuklar Hakkındaki Kanun çıkarılmıştır. 1983 yılında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu kurulmuştur. 18 Nisan 2023 tarihinde cumhurbaşkanlığınca yayımlanan genelgede çocukların her zaman geleceğin güvencesi olarak görüldüğü ve onlara müreffeh bir hayat sunmak için çalışıldığı belirtilmiştir.
Sanayileşme, köyden kente göç, hizmet sektörünün gelişmesi, teknolojide yaşanan gelişmeler ve değişimler çocuğun bilgiye ulaşımını kolaylaştırmıştır. Özellikle şehir hayatının meydana getirdiği çekirdek aile modeli ile bölünmüş aile yapısı çocuklara gereğinden fazla önem atfedilmesine zemin hazırlamakta, daha önce birçok çocuk için harcanan emek ve zaman tek çocuk için harcanmaktadır. Bazı teknolojik yenilikler ekran bağımlığı, asosyallik, yoğunlaşamama, kasların gelişememesi, dikkat dağınıklığı, obezite gibi birçok soruna zemin hazırlamaktadır. Ayrıca bu durum çocukların arkadaş edinmelerini güçleştirmekte, onları yalnızlığa itmekte ve başka bağımlılıkları tetiklemektedir.
İçinde bulundukları fiziksel ve psikolojik durumlar sebebiyle hassas olan çocuklara karşı sabırlı olunması, sevgiyle yaklaşılması, onlara örnek olunması ve yol gösterilmesi çocuk eğitiminin temel noktalarından bazılarıdır.
Alkan, Mehmet Ö. “En Doğru Bildiğimizden Kuşkulanmak-5: 23 Nisan’ın Gayri Resmî Tarihi”. Toplumsal Tarih. sy. 208 (2011), s. 52-62.
Alver, Füsun. “Neil Postman’in Çocukluğun Yok Oluşu Sürecinde İletişim Teknolojisi Eleştirisinin Eleştirisi”. Ankara Üniversitesi İletişim Araştırmaları Dergisi. 2/2 (2004), s. 129-141.
Aydın, Mehmet Zeki. “Müslüman Ailede Çocuk ve Çocuk Eğitiminde Sorumluklar”. Çocuk ve Medeniyet. 6/12 (2021), s. 47-78.
Barışta, H. Örcün. “Başkent İstanbul’dan Örnekleriyle Osmanlı İmparatorluğu Dönemi Çeşmeleri”. Türkler. ed. H. C. Güzel v.dğr. Ankara 2002, XII, 242-246.
Gündüz, Mustafa (haz.). Osmanlı Eğitim Mirası: Klasik ve Modern Dönem Üzerine Makaleler. Ankara 2015.
İnal, Kemal. Modernizm ve Çocuk: Geleneksel, Modern ve Postmodern Çocukluk İmgeleri. Ankara 2007.
Karadoğan, Umut C. “Çocuk ve Çocukluk Kavramının Tarihsel Süreçte Değerlendirilmesi”. Çocuk ve Medeniyet. 4/7 (2019), s. 195-226.
Keser, Derya. “Kazım Karabekir Paşa’nın Yetim Çocukları Himayesi Üzerine Bir Değerlendirme”. Ankara Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi. 3/5 (2020), s. 15-37.
Oflaz, Abdulhalim. “Çocuk Eğitimi/Terbiyesi’nde Nebevî Metod”. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. sy. 11 (2017), s. 287-306.
Okay, Cüneyd. “Son Dönem Osmanlı Toplumunda Çocuk (1850-1900)”. Türkler. ed. H. C. Güzel v.dğr. Ankara 2002, XIV, 41-56.
Öztan, Güven Gürkan. Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası. İstanbul 2013.
Öztürk, Hatice Karakuş. “Çocukluğun Tarihsel Gelişimi Üzerine Düşünceler”. Iğdır Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi. sy. 13 (2017), s. 253-276.
Postman, Neil. Çocukluğun Yokoluşu. çev. K. İnal. İstanbul 1995.
Resmî Gazete. sy. 25876, 15 Temmuz 2005; sy. 26386, 24 Aralık 2006; sy. 32167, 18 Nisan 2023.
Sağlam, Mehmet - Aral, Neriman. “Tarihsel Süreç İçerisinde Çocuk ve Çocukluk Kavramları”. Çocuk ve Medeniyet. 1/2 (2016) s. 43-56.
Şirin, Mustafa Ruhi. Televizyon, Çocuk ve Aile. İstanbul 2009.
Tan, Mine. “Çağlar Boyunca Çocukluk”. Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi Dergisi. 22/1 (1989), s. 71-88.
Tekin, İshak. “1876-1923 Yılları Arasında Çocuk Eğitimi Konusunda Yazılmış Kitapların İncelenmesi”. İnsan ve Toplum Bilimleri Araştırmaları Dergisi. 6/3 (2017), s. 1589-1623.
Toptaş, Koray. “Eski Mezopotamya’da Çocuk”. Archivum Anatolicum-Anadolu Arşivleri. 10/1 (2016), s. 55-78.
Yıldız, Seracettin. “Kur’an Penceresinden Çocuk ve Çocuk Eğitimi”. Diyanet Aylık Dergi. sy. 358 (2020), s. 14-17.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/cocuk
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
İnsanın bebeklik ile ergenlik arasındaki hali.