Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran, öğreten, rehber ve örnek kişi.
Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran, öğreten, rehber ve örnek kişi.
Türkçe karşılığı yalvaç (yalavaç) olan peygamber kelimesi Farsça "haber" anlamındaki peyâm kelimesinden türemiş olup "haber getiren, haberci" anlamlarına gelir. Arapça'da da "gönderilen kişi, elçi" anlamındaki resul ile "haber veren, haberci" anlamındaki nebî kelimelerinin karşılığıdır; "elçilik görevi"ne de nübüvvet denir.
Kur'an'da "peygamber" kelimesinin karşılığı olan resul ve mürsel ile nebî kelimeleri kavram olarak aynı mânayı taşımaktaysa da içeriklerinde peygamberlerin yüklendiği misyona yönelik unsurlar yer alır. Buna göre resul peygamberliğin gereklerinin yerine getirilmesine, nebî ise türediği nebe' kelimesinin "doğru bilgi veren ve faydalı haber" anlamından hareketle peygamberlik görevi dahilinde iletilen haberin niteliğine ve eğitime konu olacak içeriğine işaret etmektedir. Böylece nebî kavramı, eğitime konu olacak bilginin doğru, bilgilendirici ve dolayısıyla faydalı olmasının gerektiğine dikkat çekmektedir.
Kur'an-ı Kerim'de peygamber kavramı ile eğitim ilişkisinin kökeni, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem'e kadar uzanır. Allah, Hz. Âdem'i yarattıktan sonra ona, "eşyanın isimlerini öğreterek" (Bakara 2/31-33) bunların işaret ettiği varlık şemasını kavratmıştır. Bu çerçevede eğitim ilk insan ve ilk peygamber ile Allah arasındaki ilk etkileşimlerdendir. Arapça şey kelimesinin çoğulu mânasındaki eşyanın ne olduğu, nelerin isimlerinin öğretildiğine dair tefsirlerde ve ilgili çalışmalarda farklı görüşler mevcuttur. Bu görüşler bütün olarak değerlendirildiğinde, maddi ve manevi varlıkların, kavramların isimleri, özellikleri yanında dil icat etme, isim verme ve bilgi üretme kabiliyetinin de öğretildiği düşünülmektedir. Yine Kur'an'a göre verilen bilginin sonrasında meleklerden, bilgi gibi bir meziyete sahip olan Hz. Âdem'e secde etmelerinin istenmesi, İslam açısından insanı anlamlı, saygıdeğer ve üstün kılan hususlardan birinin bilgi olduğunu göstermektedir.
Peygamber kavramının eğitim açısından iki yönü söz konusudur. Bunlardan birincisi, bütün peygamberlerin ilahî eğitime tâbi olan bir öğrenci olması, ikincisi ise ilahî eğitimden geçmiş bir öğretmen olmalarıdır. Bu husus kaynaklarda Hz. Peygamber'e nispet edilen ve kendisini Allah'ın "tedip" ettiğini, eğittiğini ve bunu güzel yaptığını belirtenle (Aclûnî, 1408: 70, nr. 164) muallim olarak gönderildiğini ifade eden (İbn Mâce, "Mukaddime", 17; Dârimî, "Mukaddime", 32) rivayetlerce desteklenmektedir. Hz. Peygamber'e gelen ilk vahyin (oku) içeriğinin de eğitimle ilgili olduğu burada hatırlanmalıdır. İlk inen âyetlerden itibaren eğitimin içeriği açısından okumanın, yaratılışı incelemenin, yazının ve eğitimde bilinmeyenin öğretilmesinin vurgulandığı söylenebilir (Alak 96/1-5).
Peygamber kavramının eğitimle ilişkisi genellikle eğitici rolü açısından ele alınmış ve peygamberlerin aynı zamanda öğrenci olmalarının üzerinde çok fazla durulmamıştır. Kur'an'da bütün peygamberlerin, eşyanın isimlerinin öğretilmesi, hikmetin verilmesi, çeşitli imtihanlara tâbi tutulmaları gibi örnekler çerçevesinde eğitici olmadan önce kapsamlı bir eğitimden geçtiklerine işaret eden çok sayıda âyet bulunmaktadır. Risalete hazırlanırken eğitime tâbi tutulan peygamberlerin öğrencilik niteliği, hem bir öğrencinin eğitim sürecindeki durumu hem de bu sürecin sonunda ortaya çıkan örnek insan açısından değerlendirilmelidir. Aynı şekilde Kur'an'da yer alan kıssalar da peygamberlerin, görevleri süresince çeşitli vesilelerle eğitilmelerine işaret etmektedir. Özellikle karşılaştıkları zorluklar ve bunlarla başa çıkma becerileri veya görevleri süresince zaman zaman uyarılmaları da eğitim sürecinin devamına işaret etmektedir (bk. Abese 80/1-10; Enfâl 8/67-69; Tahrîm 66/1-5).
İlmî anlayış, bilgiyi almaya hazır olma ve bunun hayata aktarılabilme keyfiyeti, öğrencinin eğitim sürecindeki durumuna ilişkin olarak peygamber kavramı kapsamında karşımıza çıkan hususlardandır. Hz. Peygamber'in, "hakkında bilgi sahibi olmadığı şeylerin peşine düşmemesine" (İsrâ 17/36) yönelik olarak uyarılması, kesin bilginin tanımı, bilgi sahibi olmanın anlamı, kişinin bildiği ve bilmediği şeylerle ilgili farkındalığa sahip olmasının gerekliliğine işaret eden örneklerdendir. Hz. Peygamber'in bazı içtihatlarına dair Kur'an'da yer alan uyarılar da bilginin yorumlanması, yapılandırılması ve hüküm çıkarılmasına yönelik göz önüne alınması gereken ilkelerin tespiti açısından önemlidir (bk. Enfâl 8/67-68; Tevbe 9/43-48; Tahrîm 66/1; Tevbe 66/84; 113-114).
Kur'an'da yer alan ve doğrudan Hz. Peygamber'e yönelik olmamakla birlikte, kendisi üzerinden muhataplarına iletilen yerli yerinde soru sormaya yönelik uyarıları bilginin içeriği ve ilme bakış açısından değerlendirmek mümkündür (bk. Mâide 5/101-102). Hz. Peygamber'in vahyi ezberlemeye çalışırken acele etmemesine yönelik uyarı da (Tâhâ 20/114) endişe, gerilim ve telaş içerisinde sağlıklı bir öğrenim gerçekleştiremeyeceğine, odaklanmanın ve sabrın kalıcı öğrenmede etkili olduğuna dair bir işaret olarak değerlendirilebilir.
Hz. Peygamber'in risalet öncesinde belirli bir düzende Hira mağarasına çekildiğini haber veren rivayetler, ilahî vahyi almaya hazır hale gelme sürecinde fiziksel ve psikolojik hazır bulunuşluğun, çevresel faktörlerin ve uyarıcıların eğitimdeki önemine de işaret etmektedir. Vahyin Hz. Peygamber üzerinde bilişsel ve manevi etkileri kadar bedensel etkilerinin de olduğuna işaret eden rivayetler (Ahmed b. Hanbel, 1991: V, 184), peygamber kavramı özelinde eğitimin insanı ruh ve beden olarak bütüncül bir biçimde ele alması gerektiğini düşündürtmektedir.
Peygamber ve ilim arasındaki ilişkiyi anlamlandırırken dikkate alınması gereken kavramların başında bir taraftan eğitimin amacı diğer taraftan da eğitimde bir metot olarak önem kazanan hikmet kavramı öne çıkmaktadır. Kur'an'a bakıldığında hikmet hem ilahî eğitimin neticesinde peygamberlere ve seçkin kimselere verilen bir kazanım (Nisâ 4/113; Bakara 2/269) hem de peygamberlik görevini yaparken dikkat edilmesi gereken bir metottur (Nahl 16/125). Kur'an ıstılahlarına dair en erken metinlerden birinin sahibi olan Mukatil b. Süleyman hikmeti "insanın gücü ölçüsünde nesnelerin mahiyet ve hakikatlerini bilmesi, ilim-amel bütünlüğü, gerçeği ifade eden her türlü söz, gereksiz lafızlardan arındırılmış akla uygun özlü söz" olarak tanımlayarak, emir ve nehiylerden oluşan nasihatler (Bakara 2/231; Âl-i İmrân 3/48; Nisâ 4/113), hüküm ile anlayış, idrak ve ilim (Lokmân 31/12; Enbiyâ 21/79; Meryem 19/12), peygamberlik (Bakara 2/251; Nisâ 4/54; Sâd 38/20), Kur'an'ın tefsiri (Bakara 2/269) ve bizzat Kur'an'ın kendisi (Nahl 16/125) şeklinde tefsir etmektedir (Kutluer, 518-519).
Peygamber ve ilim ilişkisinde öne çıkan bir diğer kavram ise insanın yaratılış amacına uygun biçimde var olabilmesi, varlığını devam ettirebilmesi ve gelişebilmesi için gerekli ilmi donanım olarak tanımlanabilecek olan faydalı ilimdir (Müslim, "Zikir", 73; Tirmizî, "Daavât", 68, 128). Faydalı ilim, insanın Allah ile olan ilişkisi yanında, diğer insanlarla, kainatla ve insanın kendiyle olan ilişkisini de yaratılış amacına uygun biçimde düzenlemesine vesile olur. Sadece bilinen değil aynı zamanda paylaşılan ve uygulamaya yansıtılan ve hayata aktarılan bilgi olan (Müslim, "Zikr ve'd-duâ", 73; İbn Mâce, "Mukaddime", 23, "Duâ", 2, 3) faydalı ilim insana bilmek, bildiğini yapmak ve paylaşmak doğrultusunda sorumluluk yüklemektedir (Ahmed b. Hanbel, 1991: V, 269; Ebû Dâvûd, "İlim", 9, 12; Tirmizî, "İlim", 3, 19).
Kur'an'da Hz. Peygamber'in insanlara güzel örnek olarak gönderildiği (Ahzâb 33/21) belirtilerek, eğitim sürecinin sonunda ortaya çıkması beklenen insana işaret edilmekte, peygamberlik kavramının, eğitimde örnek olmakla ilişkisi ortaya konulmaktadır. Bu ilişkiyi ifade eden kavramlardan biri de Kur'an'da bazı peygamberler için kullanılan ve "sabırlı, azimli, sözünde duran, gayretli ve kararlı kimseler" anlamına gelen ülülazm kavramı olup (Ahkaf 46/35), bu kavram hem öğrencinin hem de eğitimcinin taşıması gereken bazı temel niteliklere işaret etmektedir.
Kur'an'da faydalı ilim talebinde bulunan Hz. Peygamber'den ilminin arttırılması için dua etmesinin istenmesi (Tâhâ 20/113-114), peygamberlerin tabiatında emanete ihanetin yer alamayacağının belirtilmesi (Âl-i İmrân 3/161), Hz. Peygamber'in insanlara katı kalple yaklaşmamasının sağlıklı iletişim kurmasında en önemli etkenlerden biri olduğunun vurgulanması (Âl-i İmrân 3/159) gibi hususlar da ideal insan anlayışı çerçevesinde değerlendirilebilecek niteliklerdendir. Kur'an'da ve İslam düşünce tarihinde, genel olarak emanet (güvenilir olmak), fetanet (akıllı, zeki ve ferasetli olmak), ismet (günah işlemekten uzak olmak), sıdk (doğruluk) ve tebliğ (bildirmek, açıklamak) olarak tespit edilen bu niteliklerin temelinde doğruyu yanlıştan ayırmaya yardımcı olacak bilginin, bilgiyi zihinde işleme becerisinin ve hayata aktarma iradesinin yattığını söylemek mümkündür.
Kur'an-ı Kerim'de örnek olmanın bir diğer boyutunu, peygamberlerin insan olarak gönderildiğinin vurgulanması oluşturmaktadır (Cum'a 62/2). Buna göre peygamberin insan olması hem peygamberin insanlarla hemhal olabilmesini hem de diğer insanlar tarafından örnek alınma imkânını beraberinde getirmektedir. Peygamberlerin örnek olmaları, ilahî eğitimden geçen öğrenciler olmalarının yanı sıra onların eğitimci kimlikleri ile de ilgilidir. Zira bir eğitimcinin başarılı olabilmesinin en önemli unsurlarından birinin, eğittiği insanlara örnek teşkil edebilmesi olduğu, eğitimin en önemli ilkelerinden biri olarak kabul edilir. Dolayısıyla peygamberlerin sahip oldukları ideal insan özellikleri bir eğitimcinin taşıması beklenen nitelikler olarak da dikkati çekmektedir. Bu açıdan bakıldığında Kur'an'da Hz. Âdem'den itibaren uzun dönem içinde çeşitli aralıklarla ve bazen birbiri ardınca gönderildiği belirtilen peygamberler temsil ettikleri ideal insana ulaşmanın imkân ve yolları hususunda insanlara rehberlik eden eğiticiler oldukları gibi (Nûr 24/54) bizzat insanları eğiterek de izleri devam eden bir kültür süreci oluşturmuşlardır. Söz konusu olan ideal insan, İslam kültüründe "özü ve sözü doğru, güzel ahlak, marifet ve hikmet sahibi kişi" mânasında insân-ı kâmil olarak nitelendirilmiştir.
Kur'an'da bir eğitici olarak peygamberlere, vahyin eksiksiz şekilde insanlara ulaştırılıp duyurulması (tebliğ) (Mâide 5/67); okunması (tilavet), açıklanması (tebyin), hayata da aktararak öğretilmesi (talim) ve muhataplarını her açıdan arındırma (tezkiye) (Bakara 2/151; Âl-i İmrân 3/164; (Nahl 16/44) gibi bazı görevlerin yüklendiği görülmektedir. Ayrıca apaçık uyarıcı (A'râf 7/184), müjdeci (Ahzâb 33/45), öğüt veren (En'âm 6/70; Kaf 50/45), orta yolu gösteren örnek ve delil olmaları hasebiyle şahit (Bakara 2/143), iyiliği emredip kötülüklerden uzak tutarak insanları özgür kılan (A'râf 7/157) gibi tanımlamalarla görevlerinin nitelikleri çeşitli açılardan izah edilmektedir. Söz konusu kavramlar peygamberin eğitici rolünü izah etmekte; eğiticiliğin sadece "mesajı aktarma" değil, mesajın sağlıklı biçimde hayata geçirilmesi için örnek ve yardımcı olma niteliği taşımasının yanında gönderildikleri toplumları eğiterek dönüştürmekle görevli olduklarına işaret etmektedir. Hz. Peygamber'in ve bütün peygamberlerin muallim olarak gönderildiğini belirten rivayetler peygamberlik kavramının temelinde eğiticilik sorumluluğunun da bulunduğunu göstermektedir.
Kur'an'da peygamberlerin eğitici olarak başarıya ulaşabilmeleri için esas almaları gereken kavramların başında fıtrat olduğu belirtilmektedir (Rûm 30/30). Eğitim açısından insanın üzerine yaratıldığı yaratılış kanunu, yaratılışında bulunan yetenek, yatkınlık kabiliyetleri ifade eden fıtrat kavramı ile; hem eğitime konu olan insanın tanınması hem de tanınan insanın özelliklerinin eğitim sürecinde gözetilerek bu özelliklere uygun bir eğitimin planlanması gerekliliğine işaret edilmektedir. Âyete göre İslam dini de getirdiği esaslarda fıtratı dikkate almaktadır. Hz. Peygamber'den nakledilen ve esasında fıtrat üzerine doğan insanın ailesi vasıtasıyla farklı dinlere mensup olarak yetiştirildiğini ifade eden hadis de (Buhârî, "Cenâiz", 79, 92; Müslim, "Kader", 22-25), fıtratın tevhit esasen inancını kabul etme eğilimi taşıdığını ancak çevresel etkilerden bağımsız olmadığını, dolayısıyla eğitimde çevrenin etkilerinin dikkate alınması, eğitim şartlarının bu etkileri göz önüne alarak planlanması gerektiğine dikkat çekmektedir.
Kur'an'da eğitim sürecinde dikkat edilmesi gereken ilke ve yöntemlere de hem peygamberlerin eğitiminde esas olan hem de eğitici olarak peygamberlerin dikkat etmeleri gereken hususlar olarak yer verilmektedir. Bu doğrultuda insanları hikmet ve öğütle hakikate davet ederek onlarla en güzel biçimde tartışmak (Nahl 16/125), insanların kutsal kabul ettiklerine kötü söz söylememek (En'âm 6/108), insanlara katı kalpli ve kaba biçimde davranmamak, yaklaşmamak (Âl-i İmrân 3/159), zan ile hareket etmemek (Hucurât 49/12), bilmeden konuşmamak (İsrâ 17/36), insanları zorlamamak (Bakara 2/256; En'âm 6/107), yapılan işi güzel yapmak (Bakara 2/195), bir iş bittiğinde bir başka işe başlayarak zamanı verimli kullanmak (İnşirah 94/7), bilhassa öğrenmek isteyen insanlar arasında ayırım yapmamak, onların hevesini kırmamak, ihtiyaç sahiplerini gözetmek (Abese 80/1-12) gibi ilke ve yöntemler eğiticilerin dikkat etmeleri gereken hususlar olarak ortaya çıkmaktadır.
Hz. Peygamber'den nakledilen bazı rivayetler, öğretim sürecinde kolaylaştırıcı, umut verici yaklaşmanın, yargılayıcı ve kınayıcı bir tavır takınmamanın ve öfkelenmemenin eğitimde nebevî bir tutum olduğunu göstermektedir (Müslim, "Talâk", 29; Buhârî, "İlim", 11). Nitekim müslüman eğitimcilerin de görüş birliği ile sevgi, şefkat ve hoşgörüyü eğitimde vazgeçilmez esaslar olarak kabul ettikleri, gerektiği takdirde uyarıdan başlayıp gereği kadar sertleşen cezalar verilmesini tavsiye ettikleri bilinmektedir.
Kur'an'da eğitimle ilgili önemli bir metot olarak bazı peygamberlerin kıssalarına yer verildiği dikkati çekmektedir. Söz konusu kıssalar, peygamberler özelinde eğitim açısından mühim bazı değer ve ilkelerin vurgulanması bakımından ayrı bir öneme sahiptir. Mesela Hz. Âdem ile Hz. Havvâ'nın yasak ağaçtan yedikleri meyve neticesinde avret yerlerinin kendilerine göründüğünün ifade edilmesi (A'râf 7/22; Tâhâ 20/121), haram lokma ile hayâ duygusu arasında bir bağ kurulduğunu göstermektedir. Bu bağa göre, insan kasten yaptığı yanlışlar ile bizzat kendine zulmederek zarar vermekte (A'râf 7/23), hak ederek elde edilmeyen menfaatler insanın şahsiyetini olumsuz etkilemektedir. Bu ilkenin Türk-İslam geleneğinde, aile içi eğitim bakımından "helal süt vermek, helal lokma ile büyütmek" gibi bir hassasiyeti oluşturduğunu söylemek mümkündür.
Hz. İbrâhim'in Allah'ı bulmaya yönelik soru ve cevapları, eğitimde düşünmeyi öğrenme konusunda önemli bir örneklik teşkil etmektedir (En'âm 6/76-79). Kur'an-ı Kerim'de, doğru düşünmenin insanı ulaştırması beklenen temel değer tevhit olarak vurgulanmakta; Hz. İbrâhim'in tevhit inancına sahip olarak nitelenmesi, sonraki peygamberlere ve nesillere bu konuda öncü bir model olarak sunulduğunu göstermektedir (Âl-i İmrân 3/67). Bunun yanında Hz. İbrâhim'in yeniden dirilişi anlama doğrultusundaki talebine de uygulama ile cevap verildiği dikkat çeken bir başka husustur. Buna göre Hz. İbrâhim'in imanının sağlamlaşmasına yönelik bu isteğinin kabul edilmesi, insanın eğitiminde görerek öğrenmenin önemli bir yeri olduğunun, Kur'an'da da ilahî bir eğitim ilkesi olarak tanındığını düşündürmektedir (Bakara 2/260).
Bazı kaynaklarda Kur'an-ı Kerim'de nebî kelimesinin kendisine atfedildiği ilk peygamber olarak belirtilen Hz. Nuh'un, Hz. Lût'un ve Hz. İbrâhim'in kıssaları, bu peygamberlerin ailelerinden kendilerine uymayanların bulunması örnekleri ile eğitimde bireysel farklılıkların yeri ve eğitimin imkânı meselelerine aile içi eğitim açısından işaret etmektedir. Buna göre peygamber dahi olsa bir eğitimci için eğittiği her bireyde mutlak başarıdan bahsetmek ve bu başarıya ulaşmak üzere insanları zorlamak söz konusu değildir. Yine bu örnekler çerçevesinde eğitimde sadece sonuca değil sürece de odaklanmak gerektiği, olumsuz örneklere rağmen amaca ulaşmak için gayretten kesilmemenin eğitimcinin esas görevlerinden biri olduğu anlaşılmaktadır.
Eğitimde iletişimin sağlıklı gerçekleşebilmesi için mesajın doğru aktarılabilmesinin önemi büyüktür. Bu ilkenin peygamber kıssaları özelinde en önemli örneklerinden birini Hz. Mûsâ'nın, kendisinde yeterli derecede bulunmadığını düşündüğü konuşma becerisi ile kendisine yardımcı olması için Hz. Hârun'u talep etmesinde görmek mümkündür (Şuarâ 26/13). Aynı kıssada eğitimde çevrenin önemine dikkat çekilmesi açısından köle olarak doğan Hz. Mûsâ'ın firavunun sarayında, bir mânada yönetime hazırlanmak üzere büyütülmesine işaret eden âyetler de önemlidir (Kasas 28/6-8). Kıssada dikkati çeken bir diğer husus ise, Hz. Peygamber'e "oku" ile gelen ilk emrin, Hz. Mûsâ'ya "dinle" şeklinde gelmiş olmasıdır (Tâhâ 20/13). Bu farkı iki peygamber özelinde şifaî (dinleyerek) eğitimden kitabî (okuyarak) eğitime geçiş olarak yorumlayanlar bulunmaktadır.
Lokmân sûresinde geçen Hz. Lokmân'ın oğluna sevgi dolu hitabı, özellikle ailede eğitim çerçevesinde çocuklarla iletişimin niteliğine işaret etmesi bakımından önemli bir örnek oluşturmaktadır (Lokmân 31/13). Bu çerçevede Hz. Lokmân'ın "oğulcağızım" şeklindeki hitabını ve hemen arkasından Allah'a şirk koşmaması gerektiğini ve bunun büyük bir zulüm olduğunu belirtmesini, Allah inancının sevgi temelli bir yaklaşımla verilmesi gerektiği ilkesine bir misal olarak kabul edilebilir.
Kıssalarda çeşitli bilgi alanlarına da işaret edildiği görülmektedir. Bunlardan biri Hz. Yûsuf kıssasında ifade edildiği üzere rüyadır. Kıssaya göre rüyanın bilgi boyutunu anlamaya karşılık gelen rüya tabiri, Hz. Yûsuf'a verilen bir uzmanlık alanı olarak ifade edilmektedir. Hz. Mûsâ kıssasında ise kanunların ve ilkelerin konuluş sebeplerinin ve özel gayelerin bilinmesi olarak değerlendirilen ilm-i ledün kavramının, bir bilgi alanı olarak ortaya konulduğu dikkat çekmektedir. Özel bir bilgi sahası olması hasebiyle bu alanı anlamak için sabretmenin önemli bir ilke olduğu, kıssa da vurgulanan bir husustur (Kehf 18/65-70). Hz. Süleyman kıssası, hayvanlarla iletişim kurulabileceğine dair örnekler içermektedir. Söz konusu iletişimin niteliği, hayvanların da şuur sahibi olduğuna, dolayısıyla insanın dünya ile ilişkisinde kâinatın bütün unsurlarına yönelik bir hassasiyet taşıması gerektiğine, eğitimde kazandırılacak bir değer olarak dikkat çekmektedir. Hz. Dâvud'un ses güzelliği musiki alanını, Hz. Îsâ'nın hastaları iyileştirmesi tıp alanını peygamberler özelinde uzmanlaşmaya yönelik bilgi alanları olarak ortaya koymaktadır.
Bilgi alanlarına paralel olarak peygamberlerin çeşitli meslek dalları ile uğraştıkları ve öncülük ettikleri de kabul edilmektedir. Buna göre Kur'an'da kendisine eşyasının isimlerinin öğretildiği belirtilen Hz. Âdem bütün mesleklerin pîri olarak görülmekle birlikte özellikle çiftçilik ve bina inşası, demircilik, dokumacılık, debbağlık, kasaplık, keçecilik gibi mesleklere ve zanaatlara da hâkim olduğu belirtilmektedir (Taberî, 2007: 101; Köksal, 1993: 38-43). Terzilikte Hz. İdrîs'in; marangozlukta Hz. Zekeriyâ'nın (Müslim, "Fezâil", 169) ve Hz. Nuh'un; gemi ustalığında yine Hz. Nuh'un (Hûd 11/37); ticarette Hz. İbrâhim, Hz. Hûd, Hz. Sâlih ve Hz. Muhammed'in; mimarlık, okçulukta Hz. İsmâil'in (Buhârî, "Enbiyâ", 12); çobanlıkta Hz. Yâkub, Hz. Şuayb'ın, Hz. Mûsâ ve Hz. Muhammed'in; musiki, demircilik ve zırh ustalığında Hz. Dâvud'un ("Enbiyâ", 80); tıp alanında Hz. Lokmân ve Hz. Îsâ'nın öne çıktığı görülmektedir.
Peygamberlik kavramının ilim ve eğitimle olan münasebetini, "Kuşkusuz âlimler peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler miras olarak ne altın ne de gümüş bırakmışlardır; onların bıraktıkları yegâne miras ilimdir. Dolayısıyla kim onu alırsa büyük bir pay almış olur" (Tirmizî, "İlim", 19) ifadesiyle izah eden hadis, İslam eğitim ve düşünce tarihinde ilimle ilgilenmenin, eğitici konumunda bulunmanın peygamber mirasına sahip çıkmak olarak anlamlandırılmasına yol açmış; ilimle ilgilenmek ve eğitici olmak teşvik edilmiştir.
Peygamber kavramının eğitimle ilişkisi, İslam'ın eğitime verdiği önem çerçevesinde ele alınmış ve İslam'ın ilk dönemlerinden itibaren eğitim müslümanların önemli bir ilgi alanı olmuşsa da müslüman düşünürlerinin doğrudan eğitimi konu alan çalışmalarının dokuzuncu yüzyıldan itibaren belirgin bir biçimde ortaya çıktığı görülmektedir. Başta Hadis olmak üzere, İslam tarihi, kurumlar tarihi gibi alanlarda yapılan çalışmalar, peygamber kavramının eğitimle ilişkisine dair verilerin temel kaynaklarını oluşturmaktadır (bk. Hadis Eğitimi).
Klasik İslam eğitimcileri olarak da kabul edilen belli başlı müslüman düşünürlerin eserlerine bakıldığında, eğitime dair tespit ettikleri esasların peygamber kavramıyla ilişkisinin öncelikle peygamber vârisi kabul edilen âlimin ve eğiticinin sahip olması gereken özellikler çerçevesinde kurulduğu söylenebilir. Bu doğrultuda bir eğitimcinin imanlı olmasının ilk sırada yer alması gereken bir özellik olarak belirtildiği dikkati çekmektedir. İmanın aynı zamanda güzel ahlak, ibadet, salih amel gibi yansımalarının da görülmesi beklenmektedir. Eğiticinin Allah rızasını gözeterek, ihlas ve samimiyet ile vazifesini yerine getirmesi, takva, zühd ve gayretin şahsiyetinin önemli bir parçası olması gerektiği vurgulanmaktadır. Bildiklerini öncelikle kendisinin uygulaması, Gazzâlî gibi birçok müslüman düşünürün önemle vurguladıkları hususlar arasındadır (bk. Gazzâlî). Kendini ilmî açıdan daima geliştirmesi, çok konuşmaması, bilmediği hususlarda bilmediğini belirtmekten çekinmemesi öğrencisine karşı itidalli, şefkatli ve korkutmadan yaklaşması, nazik bir üslup kullanması ve kolaylık göstermesi gerektiği de Abderî, Mâverdî, İbn Sînâ gibi isimler tarafından yine eğiticinin taşıması gereken nitelikler arasında sayılmaktadır. Eğitimcinin boşa zaman geçirmemesi gerektiği de Hz. Peygamber'in eğitimci kimliği ve Kur'an'ın O'na yönelik tavsiyeleri içerisinde yer alan esaslardan hareketle klasik İslam eğitimi kaynakları olarak kabul edilen eserlerde vurgulanan hususlar arasında yer almaktadır.
Peygamberlik kavramını doğrudan eğitim açısından ele alan çalışmaların genelinde Hz. Peygamber'in eğitimci kimliğine odaklanılmakta, eğitim metotları tespit edilmeye çalışılmaktadır.
Doğrudan eğitimle ilgili olmamakla birlikte, bilhassa peygamberlerin örnek teşkil eden özelliklerine dair kültürel algıları anlamada, siyer ve sîret, hilye-yi şerif, naat, kısas-ı enbiya gibi türlerin de önemli bir imkân oluşturduğunu düşünmek mümkündür.
Abderî, İbnü’l-Hâc. el-Medhal. C. I-IV, Kahire 1401/1981.
Aclûnî, İsmâil b. Muhammed. Keşfü’l-Hafâ’ ve Müzîlü’l-İlbâs. C. I, Beyrut 1408.
Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. nşr. S. M. C. Attâr. C. V, Beyrut 1991.
Bayraklı, Bayraktar. Yeni Bir Anlayışın Işığında Kur’ân Tefsiri. C. I, İstanbul 2001; C. XII, İstanbul 2004.
Gazzâlî. İhyâü Ulûmi’d-Dîn. nşr. Z. el-Irâkī. Beyrut 2005.
Hadislerle İslam. C. V, Ankara 2020.
İbn Cemâa, Bedreddin. Tezkiretü’s-Sâmi‘ ve’l-Mütekellim fî Edebi’l-Âlim ve’l-Müteallim. nşr. M. M. el-Acmî. Beyrut 2012.
İbn Manzûr. Lisânü’l-Arab. C. I, Beyrut 1997.
Karaman, Hayreddin v.dğr. Kur’an Yolu: Türkçe Meâl ve Tefsir. C. I, Ankara 2020.
Köksal, M. Asım. Peygamberler Tarihi. Ankara 1993.
Köylü, Mustafa – Koç, Ahmet (ed.). Klasik İslâm Eğitimcileri. İstanbul 2016.
Kutluer, İlhan. “Hikmet”. DİA. 1998, XVII, 503-511.
Mâverdî. Edebü’d-Dünyâ ve’d-Dîn. nşr. Y. M. Sevvâs. Beyrut-Dımaşk 1990.
Şükûn, Ziya. Farsça-Türkçe Lûgat: Gencinei Güftar, Ferhengi Ziya. İstanbul 1944.
Taberî. Tarih-i Taberî. çev. M. F. Gürtunca. C. I, İstanbul 2007.
Uludağ, Süleyman. “Bâtın İlmi”. DİA. 1992, V, 188-189.
Yavuz, Yusuf Şevki. “Nübüvvet”. DİA. 2007, XXXIII, 279-285.
Zebîdî, Muhammed Murtazâ. Tâcü’l-Arûs min Cevâhiri’l-Kāmûs. nşr. A. Şîrî. C. I, Beyrut 1994.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/peygamber
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Allah’tan aldığı vahyi insanlara ulaştıran, öğreten, rehber ve örnek kişi.