Şair, mutasavvıf ve hakîm.
Şair, mutasavvıf ve hakîm.
Doğumu, ölümü ve hayatı hakkında çeşitli kaynaklarda farklı bilgiler yer alan Yunus Emre'nin tarihî kişiliği ile menkıbevi hayatı iç içe geçmiştir. Adnan Erzi'nin Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nde görüp yayımladığı belgeye göre 1240-41 yıllarında doğmuş ve 1320-21'de vefat etmiştir. Yunus Emre adına Anadolu'nun birçok şehrinde türbe, makam ve mezar bulunmaktadır. Genel olarak İç Anadolu ve Batı Anadolu arasında bulunan Sakarya nehri civarında doğduğu ve Nallıhan civarında, Tapduk Emre Dergâhı'nda yaşadığı kabul edilmektedir.
O dönemde günümüzdeki kadar tanınmaması ve yaşadığı kırsal kesimin yazılı kültür ortamından uzak olması, mutasavvıf şairin hayatıyla ilgili bilgilerin eserleri ve velayetnameler ile elde edilmesine yol açmıştır.
O dönemde günümüzdeki kadar tanınmaması ve yaşadığı kırsal kesimin yazılı kültür ortamından uzak olması, mutasavvıf şairin hayatıyla ilgili bilgilerin eserleri ve velayetnameler ile elde edilmesine yol açmıştır.
Tahsili ile ilgili Yunus Emre'nin kendisinden bir bilgi ulaşmamıştır. Bu duruma binaen Yunus Emre'nin eğitimi konusunda Bektaşî geleneği, Gibb ve Rıza Tevfik gibi bazı araştırmacılar Yunus'un ümmî olduğunu; Mehmet Fuat Köprülü, Abdülbaki Gölpınarlı, Faruk K. Timurtaş gibi diğer araştırmacılar ise Yunus'un tahsil gördüğünü kabul etmektedir. Hâkim görüş, mutasavvıf bir şair olarak Yunus'un tahsil gördüğü yönündedir. Ayrıca Köprülü, Yunus Emre'nin divanının başında Acem zevkine ve sanatına uygun mesnevi bulunduğunu Mevlânâ'nın etkilerini başarılı bir şekilde yansıttığını belirterek, Acem edebiyatına da vâkıf olacak kadar birikimli olduğunu ileri sürmüştür. Mustafa Tatcı ise medrese veya tekke eğitimi aldığının ifade edilemeyeceğini ancak irfan sahibi olduğunu belirtmektedir. Dolayısıyla Yunus Emre hem alim hem de arif bir şair olarak bilinmektedir.
Yunus Emre'nin hangi tasavvufî yola mensup olduğu konusunda da birçok farklı görüş bulunmaktadır. Köprülü'ye göre, Yunus'un tasavvufî yolunun başında hizmet ettiği Şeyh Tapduk Emre, Türkistan'dan Anadolu'ya gelen Yesevî dervişi Şeyh Sinan'ın talebesidir. Bektaşî velayetnameleri ise Yunus'un Bektaşî olduğunu ileri sürer. Yunus Emre ise silsilesini Tapduk Emre, Barak Baba ve Sarı Saltık olarak göstermektedir: Yûnus'a Tapdug u Saltug u Barak'dandur nasîb.
Yunus Emre'nin bir Haydarî-Kalenderî şeyhi olduğunu vurgulayan Ahmet Yaşar Ocak, Yunus Emre'nin katı bir züht anlayışına dayanan tasavvufu reddettiğini belirtir. Bunun yerine, Melametî-Kalenderî geleneğin karakteristik özelliklerinden biri olarak sevgi ve vahdet (birlik) eksenli bir tasavvufî görüşe sahip olduğunu ifade etmektedir. Bu gelenek aynı zamanda insanın nefsini kınamasını ve sade bir hayat sürmesini de esas almaktadır. Bunun yanında Yunus Emre, tasavvufta önemli bir yeri olan ve şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını içeren dört kapı öğretisini benimseyerek bunun önemini anlatmaya çalışmıştır: Şerî'at-Tarîkat yoldur varana/Hakîkat-Ma'rifet andan içerü.
Yunus Emre'nin doğduğu ve yaşadığı dönem olan XII ve XIII. yüzyıllar Anadolu coğrafyasının Moğol istilası neticesinde siyasî, ekonomik ve sosyal sıkıntılar yaşadığı, Selçuklular'ın çöküş dönemine tesadüf etmektedir. Yunus Emre, buhran içerisindeki bir toplumun sıkıntılarla başa çıkmasında onlara destek sağlamaya çalışan bir isim olarak tebarüz etmiştir. Bu dönemde insanların hayata dair sorgulama ve anlamlandırma çabalarına mutasavvıf kimliği çerçevesinde cevap vermeye gayret etmiş, bu çabasına şiiri vasıta kılmıştır.
Anadolu'da tasavvufun ve Türkçe şiirin öncülerinin başında geldiği kabul edilen Yunus Emre, Ahmed Yesevî'nin çizgisinde tasavvufî mahiyette edebî bir gelenek oluşturan isimler arasında yer almaktadır. Yunus Emre tasavvufun anlaşılması ve ifade edilmesi güç meselelerini halkın yakından bildiği, günlük hayatının unsurlarıyla özdeşleştirerek onların anlayabileceği şekilde geniş kitlelere sunmuştur. Halk dili ve sembollerin yanı sıra doğum, evlilik, çeşitli meslek dalları ve hayvanlar gibi halkın günlük yaşamında karşılaştığı nesneler, olaylar ve kişiler üzerinden tasavvufun derin ve karmaşık konularını işlemiş, bu sayede geniş kitlelerin bu düşünceleri benimsemesine ve anlamasına vesile olmuş, toplumun sevgi ve ilgisini kazanmıştır.
Yunus Emre'nin yetiştiği ve yaşadığı dönem olan XIII. yüzyıl bazı bilim adamları tarafından Anadolu'da yeni bir yazı dilinin teşekkül ettiği dönem olarak ifade edilmektedir. Özellikle XII. yüzyıl ortalarından XIII. yüzyılın ikinci yarısına kadarki dönemde hâkim olan Türkçe'nin yapı bakımından sadece Oğuz Türkçesi'ne dayanmadığı, Karahanlı yazı dilinden Oğuz Türkçesi'ne uzanan karışık bir yapı içerdiği görülmektedir. Söz konusu yapının XIV ve XV. yüzyıl yazarları tarafından olga bolga dili ya da kaba ve sakim olarak nitelendiği de belirtilmektedir. XIV. yüzyıl ile beraber Anadolu'da Beylikler döneminin başlaması, Oğuz Türkçesi'nin hızla yazı diline girmesi ve Oğuzca dışındaki unsurların reddini beraberinde getirmiş görünmektedir. Nitekim Selçuklular döneminde Arapça ve Farsça'nın yaygın kullanımına tepkilerin olduğu ve konuşma dilinin, belli bir yazı geleneğine uyulmak suretiyle yazı diline aktarıldığı dikkat çekmektedir. Böylece hayatı doğrudan Oğuzca'ya dayanan bir yazı dilinin kurulduğu bir döneme tekabül eden Yunus Emre'nin dilinin de Orta Asya yazı dilinin özelliklerini taşıdığı görülmektedir. Ancak onun eserlerine ait nüshaların dili ile Yunus Emre'nin dilinin aynı olmadığına; nüshalara, müstensihler tarafından yazıldıkları dönemin yazı diline ait özelliklerin aktarıldığına da dikkat çekilmektedir.
Yunus Emre'nin üslubu, eserlerinin halka ulaşabilmesindeki en önemli etkenlerden biridir. Zira onun eserlerindeki üslup edebî kıymeti düşürecek biçimde basit olmadığı gibi anlaşılmasını zorlaştıracak şekilde ağır da değildir. "İy kardaşlar, iy dostlar, iy ışk eri" gibi çeşitli ünlem ifadelerinin yanı sıra kelime ve deyim tekrarları, hitaplar vasıtasıyla üslubunu zenginleştirdiği görülmektedir. Yer verdiği âyet ve hadislerle atasözleri de eserlerinde üslubunu zenginleştiren önemli unsurlar olarak görülmektedir.
Yunus Emre'nin iki temel eseri bulunduğu ifade edilir. Bunlardan birincisi 1307 yılında yazıldığı tespit edilen, 562 beyit ve 21 cümlelik nesirden meydana gelmiş mesnevi tarzında didaktik bir nasihatname olan Risâletü'n-Nushiye'dir. Anadolu'da nasihatname türünün ilk örneklerinden biri olarak kabul edilen eser tasavvufî bir öğüt ve adap kitabı niteliği taşımaktadır. Eserin başında yer alan manzum bölümde insanın yaratılışına, mensur bölümde akıl, bilgi ve iman kavramlarına ve elde etme yollarına, sonraki manzum kısımlarda ise öfke, cimrilik, haset, sabır, gıybet, ruh, kibir, kanaat, akıl ve iftira gibi insanî zaaflara ve başa çıkma yollarına temsilî hikâyelerle temas edilmektedir. Eser, şiirsel bir üsluba sahip olmamakla birlikte, sembolizm (remzî üslup) ve soyut kavramları somutlaştırarak daha anlaşılır hale getirmek doğrultusunda alegori (temsilî istiare) barındırır. Mesela söz konusu sembolik öğeler arasında yer alan gönül ülkesinin insanın iç dünyasını, kalbini temsil ettiği söylenebilir. Nefis ve ruh askerlerinin ise insanın içsel çatışmalarını ve manevi mücadelesini simgelediğini düşünmek mümkündür. Bunların yanında padişah, mülk, taht, vezir, işgal, hayvan, haşere gibi birçok unsurun remiz olarak kullanıldığı görülmektedir. Bu semboller ile Yunus Emre nefis ve ruh yahut beden ve can çatışmalarını, hayatın içinden örnekler vererek anlatmaya çalışmıştır. Böylelikle semboller doğal olarak kişileştirilir (teşhis) ve konuşturulur (intak). Teşbih, istiare, teşhis ve intak sanatlarına müracaat ettiği eserinde, soyut manevi kavramların somutlaştırılması ve okuyucuya daha etkili bir şekilde aktarılması söz konusudur. İnsanın kemale ulaşma yolculuğunun destanî bir üslupla anlatıldığı esere göre insan, gönül fırınında pişerek ve kâmil akıl tarafından terbiye edilerek kemale ulaşır.
Yunus Emre'nin diğer önemli eseri, hayatta iken tanınmış ve hem hece hem de aruz ölçüsüyle sade ve açık bir dille yazılmış olan Divan'ıdır. Divan'da Allah sevgisi, dünya hayatının geçiciliği, ibadet, ölüm ve ahiret hayatı gibi konular tasavvufî yaklaşımla anlatılmıştır. Bu eser gerek ele aldığı konular gerekse konuların işleniş biçimi ve özgün üslubu sebebiyle asırlardır farklı kesimlere hitap edebilmiş, büyük bir coğrafyada geniş halk kitleleri tarafından okunmuştur. Divan'daki şiirleri, hem dönemin Türkçe'siyle yazılmış en güzel örneklerden biri olarak kabul görmekte hem de şiirlerin Anadolu'da gelişen Batı Türkçesi'nin edebî bir dil haline gelmesine de büyük katkı sağladığı ifade edilmektedir. Bu sebeple Yunus Emre, Eski Anadolu Türkçesi'nin oluşumunda çok önemli bir rol oynamış ve Türk edebiyatında derin izler bırakmıştır. Yunus Emre divanının birçok nüshası vardır. Farklı dönemlerde ve farklı kişilerce istinsah edilen yaklaşık on iki nüshasından söz edilmektedir. Bunlar Süleymaniye, Karaman, Yahyâ Efendi, Raif Yelkenci, Nuruosmaniye, Hacı Bektaş, Bursa İl Halk, Avusturya (Viyana), Çorum İl Halk kütüphaneleri ile Mustafa Canpolat, Ritter nüshası ve çeşitli mecmualarda yayımlanmış olanlardır. Eserin dilinin Risâletü'n-Nushiye'ye göre daha sade ve halkın anlayacağı biçimde olduğu tespit edilmiştir.
Yunus Emre'nin düşüncesinde Türk kültürüne, Türk toplumunun anlam ve ahlak dünyasına önemli etkisi olmuş temel değerler yer almaktadır. Bunların en önemlilerinden birinin tevhit inancı ve buna bağlı olarak vahdet bilinci olduğunu söylemek mümkündür. Yunus Emre'ye göre, yaratan her şeyin kaynağıdır ve dolayısıyla her şey O'na bağlıdır. Gerçek varlık O'dur. Bu açıdan Yunus Emre'nin vahdet-i vücut anlayışına sahip olduğu düşünülmektedir. Vahdet-i vücut (varlığın birliği) nazariyesine göre, mutlak varlık olan Allah, bilinmek ve kendini göstermek istemiş ve bu sebeple tecellileri aracılığı ile âlemleri yaratmıştır. Bu yaratılış süreci sonucunda, başlangıçtaki vahdet (birlik) bozulmuş ve kesret (çokluk) ortaya çıkmıştır. Ancak bu çokluk, aslında mutlak varlık olan Allah'ın sıfatlarının yansımalarından ibarettir. Bu bakımdan, yaratılan her şey bir yansıma veya hayaldir; hakikatte var olan tek şey mutlak varlık olan Allah'tır. Dolayısıyla çokluktan tekliğe giden bir bakış açısıyla Yunus Emre için Allah rızası ve Allah sevgisinin ahlakî davranışın temelinde yatan değerler olduğu ifade edilebilir. Zira insanın nihaî amacı Allah'a ulaşmaktır.
Yunus Emre'nin eserlerinde öne çıkan bir başka önemli değer olan sevgi onun düşüncesinin merkezinde yer alır. Sevgiyi insanın yaratıcı ile ilişkisinin temeline koyduğu gibi, bu ilişkinin kâinata bir yansıması olarak da görür. Buna göre yaratanı seven yaratılanı sever, yaratılanı seven de yaratanı sever. Dolayısıyla insan sevgi varlığıdır. Sevgi birliği ve bütünleşmeyi beraberinde getirir. İnsan aynı zamanda sevgi yoluyla Allah'a ulaşır. Onun şiirlerinde Allah'a olan derin sevgi ve aşk ile bütün varlıkların birliği ve bütünlüğü teması sıkça işlenir. Yunus Emre'nin "lütfun da hoş, kahrın da hoş" ifadesinde, Allah'a olan sevgi ve aşk insanın sıkıntılara karşı sabrını güçlendiren bir unsur olarak kendini göstermektedir. Sevginin amacı Allah'a kavuşmak ve O'nun varlığında vahdete ulaşmaktır. Bu açıdan onun düşüncesinin temelinde yer alan sevgi ve vahdetin birbiriyle ilişkili olduğu ifade edilebilir. Zira ona göre sevginin olmadığı yerde öfke, kırgınlık, çözülme ve ayrışma gibi olumsuz durumlar meydana gelir.
Yunus Emre'nin düşüncesinde sevginin merkezi olan gönül temel değerlerden biridir. Gönül "Çalabun tahtı" yani Allah'ın tecelli ettiği mekândır. O sebeple gönül kırmayı Allah'ın evini yıkmak olarak tarif etmiştir: Gönül Çalabun tahtı gönüle Çalab baktı/İki cihan bed-bahtı kim gönül yıkarısa."
Onun düşüncesinde gönül sırdaş, arkadaş, sevginin ve samimiyetin merkezidir. Gönlün temizliği ibadetlerin hakkıyla yerine getirilmesi için gereklidir. Aynı zamanda gönül hakikati gören gözdür ve bir kavrama merkezidir.
Yunus Emre bilge kişiyi "eren" olarak isimlendirmektedir. Şiirlerinde kâmil insan mânasında "er kişi" olarak tarif ettiği Hz. Muhammed'in gönlünü de konu edinen Yunus Emre, onun gönlünün saflığına ve vefanın kaynağı olduğuna dikkat çekerek gönlün değer aktarmadaki rolüne de işaret etmektedir: Yaradıldı Mustafâ yüzi gül gönli safâ/Ol kıldı bize vefâ andandur ihsan bana.
Yunus Emre gönlün yanında aklı da bir değer olarak öne çıkarmakta ve "Allah'ın ezelden bir nuru" olarak tanımlamaktadır. Ona göre akıl üç çeşittir: Dünya düzeninin nasıl işlediğini anlamayı sağlayan ve dünya hayatını idame ettirmeye yarayan akl-ı maaş (maişet aklı); cennetin düzenini yani ahireti bildiren cüzi akıl ve Allah'a karşı edebiyle davranmayı gösteren küllî akıldır. Onun vahdet anlayışı gönül ve akıl ilişkisinde de kendini göstermekte; insanın selamete ermesi için ikisinin birbirini desteklemesi gerektiğine dikkat çekmektedir.
Yunus Emre düşüncesinde en genel mânasıyla huzuru ve güveni ifade eden dirlik kavramı, insanın varoluşunun niteliğini ifade etmesi açısından bir başka değer olarak ortaya çıkmaktadır. Dirlik, Yunus Emre'nin şiirlerinde hem dünyevi hem de uhrevi huzur ve güven anlamında sıkça kullanılan bir kavramdır. Yunus Emre'nin dirlik anlayışı, kişinin varlık ve hayat anlayışıyla doğrudan ilişkilidir ve müslüman bir şair olarak, bu kavramı hem dünya hem de ahiret huzurunu ifade edecek şekilde ele almıştır. Dirlik, kişinin hayatında huzurun ve güvenin temin edilmesiyle ilgilidir. Yunus Emre'ye göre bu ancak doğru ve ahlaklı bir hayat sürmekle mümkündür. Dirlik bilincinde olan kişi, iyi-kötü, doğru-yanlış, ahlaklı-ahlaksız, hak-batıl ayırımını yapmalı ve bu ayırımın olumlu tarafında yer alma bilinç ve iradesine sahip olmalıdır. Yunus Emre, kişinin doğru yolu seçmesi gerektiğini ve dirliğin bu dünyada iman ve dini yaşamakla mümkün olduğunu vurgulamaktadır. Dünyevi ve uhrevi dirliğe ulaşmak, pratiği olmayan bir inançtan veya boş bir iddiadan ibaret değildir. Dirlik bilincinde olan kişi, bunun gereğini yerine getirmeli ve yaşantısında dirlik üzerine olmalıdır, yani ahlaklı bir hayat sürmelidir.
Yunus Emre, ölüm konusunu şiirlerinde önemli bir tema olarak işlemiştir. Ona göre ölüm, Hz. Peygamber'in ifade ettiği gibi insan için en iyi nasihatçidir. Dünyevi ve uhrevi dirliğin ancak ölümün öğütlerini bilmek ve bu öğütlere uymakla mümkün olabileceğini dile getirmiştir. Yunus Emre'nin nihaî amacı, sonsuz dirliği elde etmektir ve bu dirliğe ulaşmanın yolu, dünya hayatının sonunda gelen ölümden geçmektedir. Ölüm, insanı geçici dünya hayatından ayırarak, sonsuz ve gerçek dirliğe, yani ahiretteki huzur ve güvene ulaştırır.
Ölümün nasihat edici rolünü kavrayarak yaşayan bir insan, dünya hayatını anlamlı ve ahlaklı bir şekilde geçirir. Böylece ölümden sonra gerçek dirliğe, yani ebedî huzura ve mutluluğa erişir. Bunun yanında Yunus Emre'de ölüm teması mecazi bir anlam da taşımakta, bilgiden, erdemden, yetkinlikten ve sevgiden yoksun kalmayı da ifade etmektedir.
Yunus Emre'nin eserlerinde doğruluk, sabır, tevazu, cömertlik, saygı, tevekkül ve kanaatkâr olmak gibi değerler de öne çıkmaktadır. Bu değerlerle Yunus Emre insanlara erdemli bir hayatın yollarını öğretmektedir. Bunun yanı sıra kibir, öfke, cimrilik, tamahkârlık, kindarlık, kıskançlık, gıybet ve iftira gibi olumsuz değerleri de ele alarak insanları bu kötü alışkanlıklardan uzak durmaları için uyarmıştır. Yunus Emre'nin şiirlerindeki bu kavramlar ve temalar, insanın manevi yolculuğunu, Allah ile olan ilişkisini ve kâinatın ilahî bir bütün olarak algılanışını derinlemesine ifade eder. Bu bağlamda Yunus Emre'nin şiirleri sadece bir edebî eser olarak değil, aynı zamanda bir ahlakî rehber olarak da değer kazanmaktadır.
Aça, Mehmet. “Yunus Emre’de Anlam Arayışı”. YAZIT Kültür Bilimleri Dergisi. 1/1 (2021), s. 1-9. https://doi.org/10.29228/yazitdergisi.51047.
Çakıroğlu, Tuba Onat. “Yunus Emre Divanı’nda Gönül”. Karadeniz Sosyal Bilimler Dergisi. 5/9 (2013), s. 77-86.
Günay, Umay. “Türk Kültürü Açısından Yunus Emre”. Türk Halk Kültürü Araştırmaları (Yunus Emre Özel Sayısı). Ankara 1991, s. 33-50.
Köprülü, M. Fuad. Türk Edebiyatı’nda İlk Mutasavvıflar. Ankara 1976.
Sağlam, Ayşe – Yiğitoğlu, Mustafa. “Yunus Emre Divanı’nda ‘Gönül Yapmak’ ve ‘Gönül Yıkmak’ Anlayışı”. Türk ve İslam Dünyası Sosyal Araştırmalar Dergisi. 1/1 (2014), s. 34-43.
Tatçı, Mustafa. Risâletü’n-Nushiyye. Ankara 1991.
a.mlf. Yunus Emre Divanı. Ankara 1998.
a.mlf. “Yûnus Emre”. DİA. 2013, XLIII, 600-606.
Timurtaş, Faruk (haz.). Yunus Emre Divanı. Ankara 1980.
Torun, Ali. “Yûnus Emre ve Halk Kültürü”. Millî Folklor. 9/68 (2005), s. 18-31.
Vatandaş, Celaleddin – Vatandaş, Saniye. “Bir Bunalım Çağında Dirliği İnşa Etme Çabaları ve Yunus Emre”. Yunus Emre (Hayatı-Düşünceleri-Eserleri). ed. C. Vatandaş v.dğr. Ankara 2022, s. 1-34.
Yazar, İlyas v.dğr. “Kültürümüzün Mihenk Taşlarından Yunus Emre’de Vahdet Anlayışı ve Birlik Çağrısı”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi (Türk Kültürünü Mayalayanlar: Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli, Ahî Evran Özel Sayısı). (2021), s. 203-232. https://doi.org/10.21054/deuifd.1051812.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/yunus-emre
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Şair, mutasavvıf ve hakîm.