A

İMAN

Bir inanç sistemi veya dini kabul ve tasdik etme.

  • İMAN
    • Banu GÜRER
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 02.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/iman
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İMAN
İMAN

Bir inanç sistemi veya dini kabul ve tasdik etme.

  • İMAN
    • Banu GÜRER
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 02.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/iman
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    İMAN

Kelime olarak emn (emân) kökünden türeyen îmân, "güven duygusu içinde tasdik etmek, inanmak" mânasına gelmektedir. "Sağlamlaştırmak, kesin karar vermek, tasdik etmek" anlamındaki akd kökünden türeyen itikad da karşılığı olarak kullanılmaktadır. Terim olarak ise "Allah'tan alıp din adına tebliğ ettiği kesinlik kazanan hususlarda peygamberleri tasdik etmek ve onlara inanmak" diye tanımlanmaktadır. Bu inanca sahip olan kimseye mümin, inancının gereğini tam bir teslimiyetle yerine getiren kişiye de müslim denir. Türkçe'de müslim kelimesinin Farsça'da çoğulu olan müslüman da bu anlamda kullanılmaktadır.

İslam açısından iman kavramının öncelikle bilgi açısından eğitime konu olduğu ifade edilebilir. Buna göre Kur'an-ı Kerim'de iman edilecek hususlara dair bilgi verildiği ve bu bilgi üzerine imanın inşa edildiği görülmektedir. Hz. Âdem'in yaratılış kıssasında eşyanın isimlerinin öğretilmesi hususunda da bunu düşünmek mümkündür. Aynı şekilde imanın ve teslimiyetin önemli bir figürü olarak kabul edilen Hz. İbrâhim örneğinde de öncelikle nasıl bir yaratıcıya inanması gerektiğine dair aklî bir sorgulamanın yapıldığı, sorgulama neticesinde varlığı ve nasıl bir varlık olduğu anlaşılan yaratıcıya teslim olunduğu görülmektedir. Hz. İbrâhim örneğinin, imana dair epistemolojik terimlerin sırayla "ilgi, şüphe, zan, inanç, (istidlalî) bilgi ve iman" şeklinde yer aldığını belirten görüşlerle benzerliği dikkat çekicidir. Bu açıdan bakıldığında iman ve ilim ilişkisinin, iman edilecek hususların doğru bilgisinin öğretilmesiyle kurulması gerektiği anlaşılmaktadır.

İmanın bilgi ile ilişkisinin onun niteliğini de etkileyen bir husus olarak ele alındığı ifade edilebilir. Bilhassa akait-kelam sahasında iman kavramı temelde taklidî ve tahkikî olarak sınıflandırılmakta, hedeflenen biçiminin tahkik olduğu vurgulanmaktadır. Tahkikî imana sahip olunması için de doğru bilgi edinilmesi ve kişinin bilgiyi kendine mal edecek biçimde zihinsel ve duyuşsal boyutta işleyerek içselleştirmesi gerekli görülmektedir. Bunun üzerine neye niçin inanması gerektiği hususunda emin bir şekilde iman etmesi, kişinin imanını tahkik boyutuna taşıması demektir. Kur'an'da bu husus "iman eden"le (mümin) "teslim olan" (müslim) arasında gözetilen farkta görülür: "Bedeviler 'İman ettik' dediler. De ki: 'Siz iman etmediniz, fakat 'Teslim olduk' deyin! Çünkü iman, henüz kalplerinize girmedi…" (Hucurât 49/14). Âyete göre "teslim olmak" kalben bağlanmadan "boyun eğmek", iman ise hem zihnen hem de kalben tercih ederek bağlanmak anlamını taşımaktadır. Bu noktada iman, dinin teklifini kişinin iradesini kullanarak yaptığı bir tercih ile kabul etmesi demektir. Dolayısıyla iman ile irade arasında da bir ilişki bulunmakta, bu ilişki irade ve şahsiyet eğitimini iman kavramı çerçevesinde gündeme getirmektedir.

İman ile irade arasındaki ilişki açısından "Dinde zorlama yoktur" (Bakara 2/256) âyeti uyarınca imanın gerçekleşebilmesi için kişinin bilinçli tercih yapabilme ve bu doğrultuda iradesini kullanabilme imkânının olması gerektiği açıktır. Zira İslam açısından dil ile ikrar edilse de kalp ile tasdik edilmeyen imanın geçerliliği bulunmamaktadır. İradenin doğru kullanılabilmesi ise öncelikle doğru bilgiye ulaşılması ile mümkündür. Doğru bilgi olmaksızın insanın doğru tercih yapması mümkün olmamakta, doğru bilginin önündeki engeller aynı zamanda insanın iradesine engel koymak anlamına gelmektedir. Nitekim İslam yalan ile imanın bağdaşmayacağını, doğru bilgi olmaksızın yapılan hatanın sorumluluk doğurmadığını bildirerek doğru bilgi ve iman arasındaki bağı bir ahlak meselesi olarak ortaya koymaktadır. Bu durum imanın bilgi ve akıl ile ilişkisini de meydana çıkarmaktadır. Buna göre iman etme tercih etme ve iradeyi bu doğrultuda kullanabilme, insanın doğru bilgiyi değerlendirmek üzere aklını kullanma yetisine sahip olmasına da bağlıdır.

İslam açısından doğru bilgi üzerine iradenin kullanılmasıyla bilinçli bir tercih ile gerçekleşen imanın irfan/marifet kavramıyla bir araya geldiğini söylemek mümkündür. "Anlayış, kavrayış, zihnin kemali" olarak tanımlanan irfan aynı zamanda ikrar anlamına da gelmektedir. Buna göre ilmin karşıtı cehil/cehalet, marifetin karşıtı ise inkâr olmaktadır. İmanın doğru bilgi ve iradeye dayanması bireyin hakikati ikrarı anlamına gelmekte, bu şekilde gerçekleşen ikrar marifete yol açmaktadır. Dolayısıyla iman ile derinlemesine kavrayış arasında bir bağ kurulmaktadır. Kur'an'da bu bağa işaret eden bir diğer kavram hak ile batılı birbirinden ayırma yetisi anlamına gelen furkandır. Bu bağın hem sonucu hem de sebebi olarak ise takva kavramına işaret edilmektedir (Enfâl 8/75). Bahsi geçen kavramlar çerçevesinde iman hem bir kavrayış hem de bir tutum ve davranış boyutu kazanmaktadır. Din eğitimi açısından bakıldığında imanın bilişsel, duyuşsal ve davranışsal kazanımlar içeren bir hedef niteliği taşıdığı söylenebilir.

İmanın eğitimle bir diğer ilişkisi imanın ahlakî yansımasında kendini göstermektedir. Buna göre iman aynı zamanda bir anlamlandırmadır ve bu anlamlandırmaya bağlı olarak davranışla birtakım değerlerin hayata aktarılması söz konusudur. Bu husus iman ile ahlak ilişkisinin önemli bir boyutunu oluşturmaktadır.

İslam'da iman esaslarının genel olarak altı olduğu kabul edilmektedir. Bu esasların ne olduğu Kur'an'da çeşitli âyetlerde farklı sıralamalarla belirtilmektedir. Buna göre Allah'a, meleklere, kitaplara, peygamberlere ve ahirete iman olmak üzere beş iman esası yer almaktadır. Kadere iman esası Kur'an'da diğer iman esasları arasında geçmemektedir. İslam'da imanın ve dolayısıyla iman esaslarının ne olduğuna ilişkin bir diğer kaynak ise Cibril hadisi olarak da bilinen hadistir. Bu hadise ait rivayetlerde iman esaslarının sayısı ve içeriği farklılaşmakla birlikte Buhârî'nin rivayetinde iman "Allah'a, meleklerine, Allah'ın huzuruna çıkıp O'na hesap vermeye (ahiret gününe), peygamberlerine ve öldükten sonra dirilmeye" inanmak olarak ifade edilmektedir (Buhârî, "Îmân", 37). Farklı rivayetlerde ise "kadere, hayır ve şerrin Allah'tan geldiğine" ifadesi yer almaktadır (Ahmed b. Hanbel, 1313: I, 21; Müslim, "Îmân", 1; Tirmizî, "Îmân", 4; Ebû Dâvûd, "Sünnet", 17).

Bahsi geçen hadiste imanın yanında İslam ve ihsan kavramlarına da açıklık getirildiği görülmektedir. Hadise göre İslam, Allah'a kulluk ederek O'na hiçbir şeyi ortak koşmamak (tevhit), namazı dosdoğru kılmak, zekâtı vermek ve ramazan orucu tutmaktır. İhsan ise her an Allah'ı görür gibi yaşama şeklinde tarif edilmiştir. Buna göre bu üç kavramın birbiriyle ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Kavram olarak ihsan iman ve İslam'ı kapsar. Yani her muhsin (ihsan sahibi) aynı zamanda mümin (iman sahibi) ve müslimdir (teslim olan). Her mümin aynı zamanda müslim olmakla birlikte muhsin değildir. Her müslim ise mümin olamamaktadır. Buna göre ihsan İslam'ın ve imanın kemale ermiş halidir. Mâna açısından ihsan diğer iki kavramdan da geniştir ancak insanlar arasındaki yaygınlığı bakımından en dar olanıdır. Esasen ihsan, İslam'ın yani ibadetlerin ve iman esaslarının doğru biçimde içselleştirilmesiyle kendiliğinden ortaya çıkması beklenen bir hal olarak da düşünülebilir. Zira iman gereği gibi içselleştirildiğinde ve ibadetler gereği gibi yerine getirildiğinde yani Allah rızası gözetilerek gerçekleştirildiğinde insanın ihsanı hayata geçirmesi kaçınılmaz görünmektedir. Bu noktada ihsan imanın insanı ulaştırabileceği ahlakî olgunluk düzeyini ifade eden bir değer, din eğitimi açısından bir hedef olmaktadır.

İmanın ne olduğu meselesi kelam başta olmak üzere çeşitli disiplinler tarafından tartışılmıştır, tartışılmaktadır. Tartışmalar genel olarak değerlendirildiğinde imanın kalp ile tasdik boyutunun en temel boyut olduğu söylenebilir. Yani iman kalbin kabul ettiği bir hakikat olarak anlaşılmaktadır. Nitekim Türk düşünce geleneğinde belirleyici rolü olan İmâm-ı Âzam da imanı tasdik (doğrulama, gerçek olduğunu söyleme, onaylama), marifet (bilme, bir şeyi olduğu gibi bilme), yakîn (bir şeyin hakikatine şüphesiz inanma), ikrar (tasdik edileni kabul ederek söylemek) ve İslam (teslim olma, boyun eğme) şeklinde tanımlayarak imanın birçok yönüne temas etmiştir. Her ne kadar kalbin tasdiki boyutuyla imanın pozitif bilimlerin beklentisi doğrultusunda bir kesinlik sunması gerekli görülmese de insanın inandığı şeyin objektif bir gerçeklik olduğunu hissetme ihtiyacı da söz konusudur. Buradan hareketle objektif kesinlik arayışının insanın doğasında bulunduğu söylenebilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de "O'nun hak olduğu meydana çıkıncaya kadar varlığımızın âyetlerini onlara hem dış dünyada hem de kendi içlerinde göstereceğiz" (Fussılet 41/53) âyetiyle insanın bu ihtiyacına işaret edildiği görülmektedir. Buna göre iman, insanın aklî (dış dünyaya yönelik) ve hissî (içsel) algılarının etkileşiminden doğar. Aklî algılar imanın bilgi ile, hissî algılar ise imanın duygu ve sezgi ile ilişkisini ortaya koymaktadır. İman bu açılardan din eğitiminin de konusu olmaktadır.

İmanın ne olduğuna dair tartışmalar arasında amelin imanın parçası olup olmadığı konusu, imanın ahlak ile bağının bir diğer boyutunu oluşturmaktadır. Zira tartışmalardan bağımsız olarak Kur'an-ı Kerim'e bakıldığında iman ve salih amelin genellikle birlikte zikredildiği görülmektedir. Bu durum imanın güzel davranışa yol açmasının doğal bir sonuç olduğuna işaret etmekte, imanın davranışa salih amel şeklinde yansımasının gerekliliğini vurgulamaktadır. İnanmak aynı zamanda anlamlandırmaktır ve bu anlama uygun yaşamamak, yani inandığı gibi yaşamamak insan için şahsiyet bölünmesi anlamına gelmektedir. İman davranışı şekillendiren yönü açısından da din eğitiminin konularından biridir.

Kur'an insanın inandığı gibi yaşamasını iman etmeyenler açısından da ele almış ve kategorileştirmiştir. Buna göre kâfir inanmayan ve bunu açıkça ifade eden, buna göre yaşayan kişidir. Münafık ise inanmayan ancak inanmış gibi yapan, inandığı ile davranışı arasında uyum bulunmayandır ki bu iki kategori arasında şahsiyet değeri açısından kâfir münafığa göre üstte kabul edilmektedir. Dolayısıyla bir değer olarak imandan beklenen insana şahsiyet bütünlüğü, düşünce, duygu, söz ve davranış uyumu katmasıdır.

Kur'an iman etmemeyi insanın zulmetmesi olarak tanımlamakta, iman ile adalet ve kul hakkı kavramları arasında bağ kurmaktadır. Buna göre Allah'a ve O'nun bildirdiklerine iman etmemek hakikati kabul etmemek anlamına gelmekte; insanın kendisini hakikatten uzak yaşamaya mahkûm ederek kendine zulmetmesine yol açmaktadır. Bu açıdan bakıldığında İslam'da iman kavramının adalet değerinin hayata geçirilmesi mânasını taşıdığı ifade edilebilir. Kur'an'da şirk yani "Allah'a ortak koşmak" da zulüm olarak belirtilmiş (Lokmân 31/13), bazı tefsirlerde Allah'ın hakkını O'na teslim etmemek, başka tanrılar edinerek insanlık onuruna ihanet etmek olarak yorumlanmıştır.

İmanın eğitime konu olan bir diğer boyutu ise imanın bir bilince dönüşmesi, bazı değerlerin hayata aktarılmasına vesile olmasıdır. Buna göre İslam'da iman esaslarının her birinin, iman edenin hayatına katması beklenen bazı değerlerden bahsetmek mümkündür. Mesela Allah'a imanın, Allah'ın nasıl bir ilah olduğu ve tevhit inancı ile birlikte iman eden insan için sevgi, güven ve sorumluluk duygularını beraberinde getirmesi beklenir. Zira kendinden başka ilah olmayan, insana şah damarından daha yakın, insanı annesinden dahi çok seven bir yaratana iman etmek, O'nu sevmek ve O'na güvenmek demektir. O'nu sevmenin ve O'na güvenmenin ise aynı zamanda hayatı, yaratılanları ve kendini sevmek; hayatın akışına ve kendine güvenmek anlamına geldiği de açıktır. Bunun yanında Allah'a imanın başkalarının da seveceği ve güven duyacağı bir insan olmaya götüreceği ifade edilebilir. Tevhit ilkesi ise hayata bütüncül bakmayı ve hayattaki her şeyin birbiriyle ilgisi olduğunu dikkate alarak insanın hem kendine hem de kâinata karşı duyarlı olması gerektiği bilincine zemin oluşturmaktadır.

Kur'an'da genellikle Allah'a imandan hemen sonra geçen ve Allah'a imanın zorunlu bir sonucu olarak görülebilecek ahirete iman, insanın sorumluluk bilinci ile yaşamasını beraberinde getirir. Zira ahirete iman, insanın bu dünya hayatını yaşama biçiminin öldükten sonra yaşayacağı başka bir hayatı şekillendirdiği bilincini yani ahiret bilincini doğurmaktadır. Ahiret bilinci insanın bu dünyadaki sorumluluklarını yerine getirmesinin gerekliliğini, yapılacak her şeyin hesabının mutlaka sorulacağını düşünerek hareket etmek demektir. Diğer taraftan ahiret inancı insanın adalet duygusunu, adaleti gözetmesini destekler, adaletsizlikler karşısında direncini güçlü tutmasına vesile olur.

Meleklere imanın insanın bu dünyada yalnız olmadığı, kendisine dua eden, koruyan ve dünyanın belli bir düzende gitmesinde görevli varlıkların olduğu bilincini vererek insanın güven ve farkındalık duygularını desteklediği düşünülebilir.

Kitaplara iman bilginin Allah'tan gelen ve devam eden bir olgu olduğuna dolayısıyla mutlak hakikat anlayışına zemin kurar. Bunun yanında tevhit ilkesiyle birlikte insanlığın ortak aklı olarak ifade edilen birikimin kaynaklarını da düşündürmektedir. Dolayısıyla insanın bilgiye bakışını şekillendiren bir boyutu söz konusudur.

Peygamberlere iman insanın kâmil insan olma imkanını peygamberler özelinde görmesine ve onların örnekliğinde bu süreci benimsemesine vesiledir. Aynı zamanda inanan insanın Allah'la ilişkisine de örneklik teşkil etmektedirler.

Kadere iman ise insanın tedbir ve tevekkül dengesini gözetmesi ve bu bilinçle üzerine düşen sorumlulukları yerine getirip gücünün yetmediği hususlarda ümitsizliğe düşmemesi, gayretten kesilmemesi anlamına gelmektedir. Bu bilinç insan için daima umudun ve gayretin esas olduğuna da işaret etmektedir.

İslam düşüncesinde imanın artıp eksilmesine yönelik tartışmalar imanın fikrî boyutunu ifade eden dolayısıyla imanın öğretime konu edilen boyutu olarak tanımlanabilecek inanç kavramını ve inanç gelişimini gündeme getirmektedir. Buna göre çocuğun doğduğunda inanma ve bağlanma eğilimi gösterdiği genel kabul gören bir husustur. Çocuğun zamanla kendini gösteren bu eğilimine bağlı inanç gelişiminde öncelikle ailesinin ve çevresinin belirleyici rolü vardır. Zira çocuk öncelikle onları örnek almaktadır. Dolayısıyla özellikle okul öncesi dönemde ebeveynle sevgi ve güvene dayalı ilişkinin çocuğun inanç gelişimine, bilhassa Allah inancının sağlıklı gelişimine önemli katkısı olduğu bilinmektedir. Çocukluktan ergenliğe geçişte bir gruba ait olma duygusu inanç gelişimini etkileyen önemli bir unsurdur. Bir başka ifade ile bu dönemde inanç gelişiminde çevrenin belirleyici bir etkisi vardır. Bunun yanında yeni bilgiler edindikçe önceki inançların sorgulanmaya başlandığı, bu sorgulamanın neticesinde elde edilen bilginin niteliğine bağlı olarak inancın daha nitelikli hale getirilmeye çalışıldığı ya da reddetmeye doğru gidildiği de bu dönemde gözlenen durumlardandır. Özellikle ergenliğin sonlarına doğru inanç gelişimi çerçevesinde dinî otorite algısı dıştan gelen yönlendiricilerden ziyade içten gelen unsurlara doğru bir seyir takip edebilmektedir. Yetişkinlik döneminde ise inanç gelişimi daha soyut ve içselleştirilmiş bir boyut kazanarak bu alanda yeni anlamlandırmalar ve keşifler söz konusu olabilmektedir. İnsanın hem kendisinin hem de hayatın karmaşasını daha derinden farkettiği ve bununla başa çıkmaya çalıştığı bu dönemde inanç, insanı destekleyen ve rahatlatan, umut veren bir imkân konumundadır.

İnanç öğretiminde insanın gelişim esaslarının dikkate alınması büyük önemi haizdir. Örneğin somuttan soyuta doğru bir seyir takip eden bilişsel gelişim düzeyi, çocuklara küçük yaşta iman esaslarının soyut kavramlar içeren bilgilendirme boyutundan ziyade değerler boyutunun dikkate alınmasını, bu doğrultuda tutum ve davranış kazandırmanın hedeflenmesini gerekli kılmaktadır. Bu esnada korkudan ziyade sevgiye dayalı bir yaklaşımın esas alınması da önemlidir. Soyut düşünce dönemine geçişle birlikte iman esaslarının bilgi ve değer boyutları ile bir arada verilmesi mümkün olmaktadır. Ancak bu süreçte verilecek bilginin hayattaki karşılığının da dikkate alınarak aktarılması, imanın bilince dönüşmesi açısından mühimdir.

İnanç esasları, örgün din eğitiminin en önemli konu başlıkları arasında yer almaktadır. Cumhuriyet dönemi din dersi müfredatlarında inanç esasları konularının ağırlıklı olarak Kur'an merkezli bir yaklaşımla ve ilköğretim müfredatında ele alındığını görülmektedir. Bu çerçevede Cumhuriyet döneminde din dersleri müfredatında yer almış Allah inancı konusunun Allah sevgisi ve insanın Allah'a karşı sorumlulukları ekseninde ele alındığı ifade edilebilir. Allah sevgisi kavramı 2000'den önceki programlarda genellikle insanın Allah'a sevgisi bakımından değerlendirilirken, sonrasında Allah'ın insana olan sevgisi boyutu ile de işlenmeye başlamıştır. Melek inancı konusunun ise 1982'den önceki programlarda ayrıntıya girilmeden genel bilgilendirme biçiminde yer aldığı; sonraki programlarda ise tanımlama bilgilerinin yanında bu bilgilerin hayattaki karşılıklarının da verilmeye çalışıldığı dikkat çekmektedir. Kitaplara iman konusunun 1948 programında çok genel olarak ele alındığı, 1982 sonrası programlarda bazan peygamber inancıyla birlikte, bilgi temelli bilişsel düzey dikkate alınarak işlendiği söylenebilir. Peygamber inancı konusu da din dersi müfredatında yer aldığı ve 1982 öncesi programlarda ise bilgilendirme boyutunun ağırlık kazandığı ancak ayrıntılı kavramlara yer verilmediği görülmektedir. Özellikle 2000'li yıllardan sonra ise peygamberle ilgili resul, nebî gibi kavramların artarak kullanıldığı dikkati çekmektedir. Din dersi müfredatında yer alan bir diğer inanç esası olan ahiret inancı, 1926'dan 1939'a kadar olan programda müstakil konu başlığı olarak değil, ancak dünya-ahiret dengesinin gözetilmesi açısından bir kazanım bağlamında yer almıştır. 1948'den 1982'ye kadar uygulanan programlarda ise ahiret bilinci kazandırmaya yönelik, vatan sevgisi ile de ilişkili biçimde işlendiği görülmektedir. 1982'den sonra uygulanan programlarda konu kavramsal ayrıntılardan uzak, ahiret inancının bireysel ve sosyal hayata etkileri çerçevesinde ahiret bilincine yönelik olarak ele alındığı dikkat çekmektedir. 2018 programı uyarınca hazırlanan ders kitaplarında ise kavramsal bilgilerin oldukça ağırlık kazandığı görülmektedir. Kader inancının da müfredatta genel olarak Ehl-i sünnet ekolünün bakış açısıyla yani kaderin iman esaslarından biri olduğu kabul edilerek Allah'ın ilim, irade ve kudret sıfatları bağlamında ele alındığı; insanın özgürlüğünün ve seçim hakkının var olduğunun vurgulandığı, tevekkül kavramına rasyonel açıdan temas edildiği görülmektedir. Ancak 2000'lerde yenilenen programlarda Mûtezile'ye atfedilen rasyonel bakış açısına yer verildiği ve kaderin iman esaslarından biri olup olmadığına değinilmediği görülmektedir. Bu çerçevede kadere "Allah'ın her şeyi belli bir ölçü, düzen ve uyum içinde yaratması ve yaratılmış olan her şeyi programlaması" şeklinde bir tanım verilmiştir. 2018'deki program değişikliği ile birlikte ise kader inancına 2000 öncesi bakış açısıyla yaklaşıldığı görülmektedir.

Kaynakça

Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. Kahire 1313.

Çağrıcı, Mustafa. “Zulüm”. DİA. 2013, XLIV, 507-509.

Çakmak, Fatih. “Din Öğretiminde Kavram Öğretimi ‘İman’ Kavramı Üzerine Bir Deneme”. İlahiyat Araştırmaları Dergisi. sy. 7 (2017), s. 49-89.

Demirel Uçan, Ayşe. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında İlahi Kitap İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, s. 111-146.

Fazlur Rahman. Ana Konularıyla Kur’an. çev. A. Açıkgenç. Ankara 1998.

Gürel, Ramazan. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında Peygamber İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, s. 147-196.

Gürer, Banu. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında Âhiret İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, s. 197-226.

İmam-ı Azam. İslam’ın İnanç Esasları. çev. İ. Bayer. Erzurum 2020.

İzutsu, Toshihiko. İslâm Düşüncesinde İmân Kavramı. çev. S. Ayaz. İstanbul 2005.

Kaya, Umut. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında Melek İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, 65-110.

Keskiner, Emine. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında Kader İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, s. 227-268.

Köse, Ali. “İman (Din Psikplojisi)”. DİA. 2000, XXII, 214-216.

Meydan, Hasan. Din Eğitiminde Manevi Boyut. İstanbul 2015.

Osmanoğlu, Cemil. “Din Eğitiminin Gelişimsel Temeli Olarak İnanç”. Bilimname. 27 (2014/2), s. 177-206.

Öz, Ayhan. “İlköğretim Din Dersi Programları ve Ders Kitaplarında Allah İnancı”. Örgün Din Eğitiminde İnanç Esasları. ed. E. Keskiner. İstanbul 2022, s. 13-64.

Sinanoğlu, Mustafa. “İman”. DİA. 2000, XXII, 212-214.

Topaloğlu, Bekir – Yavuz, Yusuf Şevki – Çelebi, İlyas. İslâm’da İnanç Esasları. İstanbul 2004.

Yazır, Elmalılı M. Hamdi. Hak Dini Kur’an Dili. haz. A. C. Köksal – M. Kaya. C. III, İstanbul 2022.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/iman

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

İMAN

Bir inanç sistemi veya dini kabul ve tasdik etme.