Nesilden nesile aktarılarak halka mal olmuş, öğüt verici sözler.
Nesilden nesile aktarılarak halka mal olmuş, öğüt verici sözler.
Atasözleri efsaneler, destanlar, türküler, ağıtlar, menkıbeler, hikâyeler, fıkralar, mâniler, deyimler gibi "anonim tefekkürü" ifade eden, belirli bir şahsın ürünü olmayan, halkın tamamına ait söz varlıklarıdır. Atasözleri kural koyucu ve rehberlik özellikleriyle çocuk eğitiminden insanlar arası ilişkilere kadar pek çok konuda yol göstericidir.
Türk atasözleri eğitim açısından oldukça zengin malzemeler barındırmakta, Türkler'in eğitim anlayışı ve yöntemi yönünden önemli veriler sunmaktadır.
Geleneksel kültür, insanların birbirine danıştığı, sorduğu, akıl verdiği, nasihat ettiği ve bunu bir görev olarak gördüğü bir kültürdür. "Akıl akıldan üstündür", "Bin bilsen de bir bilene danış", "Arı söğüdü, akıllı öğüdü sever" gibi atasözlerinde bu eğitim biçimine işaretler vardır. Danışmamak, sormamak cahillik alameti olarak görülür. Onlarda ibret ve nasihat, tembih ve ikaz vardır. Atasözlerindeki uyarı, uyaranın öznel dünyasından değil, atasözlerinin de içinde yer aldığı kişiler üstü bir özelliğe sahip olan "ortak hafıza"dan gelir. Söyleyen kişinin kendi sözleri değildir onlar. Söyleyen kişi, sosyal bir bağlam ve yaşantı üzerine bu ifadelerin yalnız hatırlatıcısı ve yorumcusudur. Atasözleri o anda, orada hazır bulunanlar tarafından bilinmediği için değil, daha ziyade bilindiği için söylenir; söylenerek herkesin kendisine katıldığı ortak akla, ortak bilince, ortak tecrübe ve anlam alanına referansta bulunulur.
Bugün eğitimle ilgili olarak kullanılan bazı Türk atasözlerinin yazılı tarihi Orhon yazıtlarına kadar geri götürülebilir. "Ağaç yaş iken eğilir" atasözü, Orhon yazıtlarında, "Yufka iken delmek kolaymış, ince olanı kırmak kolaymış, yufka kalın olursa delmek zormuş, ince yoğun olursa kırmak zormuş" şeklinde ifade bulur (bk. Oy, 1972: 117-118; Kuşçu-Kuşçu, 1999: 8). Bu tecrübe, Türk kültürünün temel eserlerinden bir başkası olan Dîvânü lügâti't-Türk'te de "Kuruğ yıgaç egilmes" (Kuru ağaç eğilmez) diye ifadesini bulur (Kâşgarlı Mahmud, 1999: I, 198). Ağacın eğilmesinin eğitilebilirlikle ilgisi kurulur ve bunun için elverişli zamana dikkat çekilir. Eğmek fiilinin "meyil ettirmek" anlamı, eğitme etkinliğinin niteliğine dair de bir işarettir. Meyil, "meyletme" temelinde sevgi olan içten bir yönelimin ama aynı zamanda da yer çekimi gibi doğal bir yasanın ifadesidir.
"Cahil adam meyvesiz ağaca benzer", "Cahilin dostluğundan âlimin düşmanlığı yeğdir" gibi bilginin ve bilmenin önemini vurgulayan atasözleri vardır. Eğitim kişiye değer kazandıran, içindeki yetileri geliştirerek onu kendisi ve çevresi için faydalı hale getiren bir işleme, kötü özellik ve fazlalıklardan arındırma faaliyetidir. Bir başka atasözü "Elmas yontularak, insan yoğrularak değer kazanır" der atasözü. Bu süreçte kişisel yetiler ve özellikler yok edilmez, bastırılmaz. Zira eğitim zihinsel, duygusal ve bedensel açıdan insan bütünlüğünü yok etme, bastırma, sindirme, susturma etkinliği değil, bu yetileri ortaya çıkarma, geliştirme, denge ve âhenk kazandırma anlamında bir "iyileştirme, güzelleştirme, olgunlaştırma" ve "kişilik kazandırma" eylemidir.
Eğitimin en önemli kavramlarından biri olan öğrenme konusunda da atasözleri vardır. "Bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp" bunlardan biridir. Kişi, çeşitli sebeplerden ötürü bilgisiz olabilir, bu mazur görülebilecek bir durumdur; ancak bu eksikliği giderme yönünde bir çaba içinde olmayışı mazur görülemez. Buna göre, bilmek, bilmediğini bilmekle başlar.
İnsan doğası, atasözlerinin ısrarla üzerinde durduğu konulardandır. "Can çıkmayınca huy çıkmaz", "Yedisinde neyse yetmişinde de o" gibi atasözlerinde ima edilen değişmezliğin eğitim açısından değerlendirilmesi gerekir. Bu atasözlerinden huyun değişmezliğine yapılan vurgu bulunmakta ve eğitimin beyhudeliği anlaşılmaktadır. Eğitim insan doğasını değiştirmeyi hedeflemez, insanın iyi ya da kötü yönde değişebileceği inancına ve kabulüne dayandırılır. Bu çerçevede insan mizacının temel taşları erken yaşlarda atıldığı için eğitim konusunda "elin çabuk tutulması" önemlidir. "Huylu huyundan vazgeçmez", "Huy canın altındadır", "Sütle giren huy canla çıkar", "Aslı neyse nesli de o", "Deve Kâbe'ye gitmekle hacı olmaz" gibi atasözleri, eğitimin aciliyetini vurgulayan ifadelerdir. Huy bir defa kazanıldı mı, davranış bir defa yerleşti mi, artık onu değiştirmek ve yerine bir başkasını koymak zorlaşacaktır. Bu sebeple, kötü sayılan davranışların alışkanlık haline gelmesine fırsat verilmeden güzel davranışlar bireye kazandırılmalıdır. "Beşikten mezara kadar eğitim" sözü, yaşamın hangi döneminde olursa olsun, insanın eğitilebilirliğine işaret eder. İnsan, yaşamı boyunca değişme, öğrenme ve gelişme yetisine sahip olan bir varlıktır. Aksi halde, değişmezlik onun için bir çaresizlik ve ümitsizlik kaynağı olurdu. Modern pedagoji kuramlarında da çocukluğun erken evresine, huyun, mizacın, davranış kalıplarının kazanılması anlamında bir-yedi yaş aralığına dikkat çekilmesi, atasözlerindeki eğitim anlayışını destekler niteliktedir. "Ağaç yaş iken eğilir" atasözü, öncelikle bu anlamda anlaşılabilir.
Eğitim beşikten mezara kadar süren bir etkinliktir. İnsan yaşamının her döneminde yeni şeyler öğrenir, yeni deneyimler kazanır. Bununla birlikte "Terazi tartıyla, her şey vaktiyle" diyen atasözü her şeyin bir zamanı olduğunu vurgular. İnsanın, hayatının her döneminde, diğer dönemlerden daha iyi yapabileceği işler vardır. Çocukluk dönemi oyun, olgunluk dönemi çalışma ve üretme çağıdır. İhtiyarlık dönemi ise insanın bakış ve değerlendirmeleriyle yaşam bilgeliğine ulaştığı bir dönemdir. "Demir tavında dövülür" diyen atasözü, her işin olduğu gibi, eğitimin de zamanında verilmesini ister. Eğitim, temel olarak kişiyi hayata hazırlayan yaşama ilişkin değerlerin, bilgi ve becerilerin kazanılmasıdır.
Atasözlerinde, öğrenmenin nasıl gerçekleştiği hususunda doğrudan ve dolaylı ifadeler yer alır. "Baş nereye giderse ayak da oraya gider" diyen atasözü, örnek durumunda olan kişilerin yetişme çağındaki gençlerin eğitimi açısından etkilerini vurgular. Bir sanatın öğrenimi ve icrası nasıl ki usta çırak ilişkisine dayanırsa, eğitimde de hoca öğrenci ilişkisi esastır. "Sanatı ustadan görmeyen öğrenemez" diyen atasözü, öğrenmek için usta çırak ilişkisinin gerekliliğine dikkat çeker. Ancak "bakmakla usta olunmayacağını" söyleyen atasözleri de vardır. "Bakmakla usta olunsa köpek kasap olurdu" diyen atasözü, bir işe kendini vererek bakmayı ister.
Atasözlerinde deneme yanılma yoluyla öğrenme konusu üzerinde de durulur. Bunlardan en önemlisi "Bir musibet bin nasihatten iyidir" sözüdür, bireysel tecrübenin kalıcı olarak öğrenmenin ve yön kazanmanın en etkili yolu olduğunu söyler. Kişinin deneyimleri, gözlemleri, yaşantıları, yanlışları ve doğruları, onun eğitimini oluşturur. "Başa gelmeyince bilinmez", "Çocuk düşe kalka büyür" gibi atasözleri yaşantı ve tecrübenin öğrenmedeki yerine işaret eder. Denemekten ve yanılmaktan korkmamak gerekir. "İnsan yanıla yanıla, pehlivan yenile yenile" ifadesi deneme yanılmanın başarıdaki önemini vurgular. "Kul hatasız olmaz" sözü, deneme ve yanılma yaşantısında, sosyal çevrenden sabır ve hoşgörü talebinde bulunur. "Kör bile düştüğü çukura bir daha düşmez" diyen atasözü, hatalarını yineleyen insanları eleştirir. Eğer hatalardan ders alınmıyorsa, deneme ve yanılma yoluyla öğrenme, bütün gerekçesini yitirmiş olur. Hatayı anormal hale getiren şey, ders alınmaksızın sürekli yinelenmesi ve giderek hata yapmanın normal hale gelmesidir. Deneme yanılmanın mantığı, hatayı ve yanlışı meşrulaştırmak değil, onları öğrenmede ve doğruyu bulmada bir araç haline getirmektir.
Öğrenme biçimlerinden biri, kuşkusuz en önemlisi, kavrayarak, bilişsel yolla öğrenmedir. Kavrama; araştırma, soruşturma, deneme-yanılma gibi yaşantılar üzerinde gerçekleşir. "Çok arayandan çok soran yeğdir", "Sora sora Bağdat bulunur" der atasözü, soranın-sorgulayanın doğruyu bulacağı üzerinde durur. Atasözlerinde sorma ve sorgulama teşvik edilir. Sormak temel olarak bilmeye ve öğrenmeye yönelik bir durumdur. Sorunun yüceltilmesi ve öne çıkarılması, bilmeye karşı talebi ifade eder. Her soru, bir ilginin ve merakın ürünü olarak ortaya çıkar ve bilgi kapılarını aralar.
Çağdaş eğitim bilimlerinde de ortaya çıktığı üzere, öğrenmede bireysel özellik ve yatkınlıkların önemli bir yeri vardır. "Beş parmağın beşi de bir olmaz", "Her dağın kendine göre dumanı olur", "Darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmaz", "Her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır" gibi atasözleri, öğrenme açısından yorumlandığında bireysel özellik ve farklılıkları öne çıkarır.
Atasözlerinde ifade bulan sosyal çevre birlikte yaşanılan insanlardan oluşur. "Adam ahbabından bellidir", "Söyle bana arkadaşını, söyleyeyim kim olduğunu" gibi atasözleri, kişinin sosyal çevresinden etkileneceği ve öğreneceği, birincil ilişkilerde bulunduğu çevrenin rengini taşıyacağı hususuna dikkat çeker. Çevre iyi olursa kişi de iyi, kötü olursa kişi de kötü olur. İnsan, yaşadığı çevrenin izini taşır. "Körle yatan şaşı kalkar", "Aynan yoksa dostuna bak", "Ev alma komşu al" atasözleri, sosyal çevrenin kişi üzerindeki büyük etkisini dile getirir. "Üzüm üzüme baka baka kararır" "Topalla gezen aksamak öğrenir", "Arap atın yanında bulunan ya huyundan ya tüyünden", "Kurunun yanında yaş da yanar", "İsin yanına varan is, misin yanına varan mis kokar" gibi atasözleri de aynı gerçeğe vurgu yapar.
Model alarak öğrenme de en temel sosyal öğrenmedir. Aile içi eğitim, çocuğun yetişmesinde birinci derecede etkilidir. "Arabanın ön tekerleği nereden geçerse arka tekerleği de oradan geçer", "Armut dibine düşer", "Ağaç kökünden kurur" diyen atasözleri başta aile olmak üzere, sosyal çevrenin çocuğun eğitimi üzerindeki güçlü etkisine vurgu yapar. Soy, toplum içinde önemsenen bir husustur. Bireylerin yalnızca fiziksel özellikleriyle değil, huyları ve mizaçlarıyla da soylarına çekecekleri düşünülür. "Ata da soy gerek, ite de", "Gül ağacından odun, halayıktan hatun olmaz", "Ot kökü üstünde biter" gibi atasözleri de sosyal çevrenin etkisine işaret eder.
Geleneksel eğitim sistemi öğretmen merkezlidir. Dayandığı en önemli ilke disiplindir. Eğitimin en temel işlevlerinden biri, disiplini öğrencinin bütün hayatına sindirmektir. Ebeveynlerin, çocuklarını talebe veya çırak olarak verirken söyledikleri, "Eti senin kemiği benim" sözü, hocanın talebe, ustanın çırak üzerindeki katı otoritesini ve tasarrufunu meşrulaştırır. Bu otorite ve tasarruf beraberinde, katı disiplinci bir anlayışı da getirir. Bu durumda öğrencinin hocasından bağımsız düşünmesi ve hareket etmesi zorlaşır. "Sopa cennetten çıkmıştır", "Hocanın vurduğu yerde gül biter" gibi atasözleri, eğitimde itaati ve katı disiplini öne çıkaran öğreten merkezli eğitime işaret eder. Böyle bir durumda, öğrenci eğitimin öznesi değil, daha çok nesnesi durumundadır.
Aksan, Doğan. Her Yönüyle Dil: Ana Çizgileriyle Dilbilim. Ankara 2000.
Aksoy, Ömer Asım. Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü. İstanbul 1988.
Kâşgarlı Mahmud. Divânü Lugâti’t-Türk. çev. B. Atalay. C. I, Ankara 1999.
Kuşçu, Ülkü - Kuşçu, Hüseyin. Altın Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü. İstanbul 1999.
Oy, Aydın. Tarih Boyunca Türk Atasözleri. İstanbul 1972.
Sunar, Cavit. İbn Miskeveyh ve Yunan’da ve İslâm’da Ahlâk Görüşleri. Ankara 1980.
Şinasi - Ebüzziya. Durûb-i Emsâl-i Osmâniye. İstanbul: Ebüzziya Matbaası, 1302.
Ünver, Süheyl. Halkın Anayasası Atasözlerimizin Altıbin Senelik Mazisi Üzerine. İzmir 1968.
Tekin, Talat. Orhon Yazıtları. Ankara 1988.
Türkçe Sözlük I. Akara 1989.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/atasozleri
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Nesilden nesile aktarılarak halka mal olmuş, öğüt verici sözler.