A

KÜLLİYE

Türk-İslam coğrafyasında tarihte gelişen dini ve sosyal amaçlı yapı toplulukları.

  • KÜLLİYE
    • Nuri SEÇGİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kulliye
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    KÜLLİYE
KÜLLİYE

Türk-İslam coğrafyasında tarihte gelişen dini ve sosyal amaçlı yapı toplulukları.

  • KÜLLİYE
    • Nuri SEÇGİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kulliye
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    KÜLLİYE

Arapça küll sözcüğünden türetilmiş bir isim olan külliye "umumilik, bütünlük" anlamında olup Osmanlılar zamanında Araplar'daki bazı medreselere üniversite kelimesinin karşılığı olarak verilen ad şeklinde de kullanılmıştır. Sanat ve mimarlık tarihinde ise külliyeler farklı amaçlara yönelik müstakil birimlerin oluşturduğu sosyal nitelikli yapılar topluluğu olarak bilinmektedir. Ayrıca çok işlevselliğin esas olduğu külliye mimarisinde, külliyenin merkezinde yer alan ve varlık amacını belirleyen bir yapıya bağlı olarak saray, cami, medrese ya da arasta/bedesten etrafında oluşan farklı külliye türleri oluşmuştur. Ancak muahhar kaynaklarda külliye adı verilen bu tür kuruluşlar, özellikle ve vakfiye metinlerinden de anlaşılacağı üzere Osmanlı döneminde imaret olarak adlandırılmışlardır. Nitekim günümüzde imaret sözcüğü yaygın olarak aşevi anlamında kullanılsa da "umran, bayındırlık" anlamındaki sözcüğün etimolojisi, külliyelerin Ortaçağ Türk-İslam şehirciliğindeki yeri ve önemi açısından daha güçlü bir referans oluşturmaktadır.

Türk-İslam coğrafyasında XI. yüzyıldan itibaren külliye olarak tanımlanabilecek yapılanmalara rastlanmaktadır. Bu çerçevede Karahanlılar döneminde inşa edilen Hakîm Tirmizî Külliyesi ile Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey'in Dicle kıyısında kurduğu manzume saray merkezli külliyelerin XI. yüzyıldaki erken örnekleri olarak kabul edilir. Suriye, Mısır ve Irak gibi İslam memleketlerinde ise Zengîler, Memlükler ve Eyyûbîler döneminde gelişen medrese merkezli külliyelere rastlanır. Atabeg Nûreddin Zengî'nin Şam'da inşa ettirdiği Nûriye Medresesi kare planlı bir avlu etrafında toplanan camisi, medrese mekânları ve türbesi ile bu coğrafyada köklü bir geleneğe dönüşecek olan belirli bir külliye anlayışını temsil eder. Külliye mimarisinde münhasır bir düzeni yansıtan bu anlayış Eyyûbîler'in Şam'daki Âdiliye Medresesi (1223), son Abbâsî Halifesi Müstansır-Billâh adına inşa edilen Bağdat Müstansıriye Medresesi ve Memlük başkenti Kahire'de yer alan Sultan Kalavun Medresesi (1284-85) gibi yapılarla devam etmiştir. Ancak organik planlı külliyelerin en anıtsal örneklerinden biri hiç şüphesiz Sultan Hasan Medresesi'dir. 1356-1362 yılları arasında inşa edilen Sultan Hasan Medresesi, dört eyvanlı merkezî bir avlu etrafında toplanmış cami, dört mezhep için ayrı ayrı düzenlenmiş eğitim birimleri, mihrabın iki yanındaki kapılardan geçilen türbe ve çeşitli hizmet birimlerinden oluşmakta ve Arap tarihçi Makrizî tarafından İslam coğrafyasındaki abidevi külliyelerden biri olarak nitelenmektedir. Eyvanların arasındaki köşelerde konumlanan her bir medrese kıble tarafında küçük bir eyvanın olduğu merkezî bir avlunun etrafını saran kompakt mekânlardan oluşur. Ana avluya bakan dört kat halindeki mekânlar ise medresede eğitim gören öğrenci ve diğer görevlilere ayrılmıştır. Kıble eyvanının sağındaki en büyük medrese Hanefîler tarafından kullanılırken, sol taraftaki ikinci medresede Şâfiî, avlunun diğer köşelerinde yer alan daha küçük medreselerde ise Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinin esaslarına göre düzenlenmiş farklı eğitim programları uygulanmaktaydı.

İslam coğrafyasının Sultan Hasan Medresesi kadar ihtişamlı bir başka külliyesi olan Müstansıriye 1233 yılında inşa edilmiş ve 6 Nisan 1234 tarihinde görkemli bir törenle açılmıştır. Müstansıriye Külliyesi'nin plan şeması kuzey cephe ortasındaki anıtsal taçkapıdan girilen dört eyvanlı bir avlu etrafında şekillenir. Girişin tam karşısındaki güney kanatta yer alan açılan dikdörtgen planlı mescidin batısındaki bölüm sağ kanatta yer alan eyvanla birlikte Şâfiîler'e, sol taraf ve sol kanatta yer alan eyvan Hanefîler'e tahsis edilmiştir. Giriş açıklığının olduğu kuzey kanatta ise Hanbelî ve Mâlikî mezheplerinin konumlandığı anlaşılmaktadır. Yapının kuzeydoğu ve kuzeybatı köşelerindeki büyük odalar muhtemelen derslik olarak işlevlendirilirken güneybatı köşesinde yer alan büyük salonlar dârülhadis olarak kullanılmaktaydı. Dârülhadisin yanındaki mekân ise küçük yaştaki çocukların yüksek sesle icra ettikleri kıraat eğitimi sebebiyle doğrudan dışarıya açılan bir eyvan şeklinde düzenlenmiştir. Hanefîler tarafından kullanılan doğu kanattaki eyvanın arkasında tonozlu bir dehliz uzanır ve dehlize açılan büyük salonlar dershane, kütüphane ve idarî ofisler olarak düzenlenmiştir.

Müstansıriye Külliyesi'nin dârülhadis, dârülkurra ve kütüphane yapıları medrese bütünlüğü içerisinde yer alırken, dârüttıp medrese yakınındaki bir eyvan ve eyvan altındaki sofada hizmet vermekteydi. Ayrıca yapının vakfiyesinde hastaların tedavisinde kullanılacak ilaçların yapımı için bir eczane ile bir de hamam bulunduğu belirtilir.

İslam ülkelerinde külliye özellikleri sergileyen çok sayıda önemli ve özgün örnekten bahsetmek mümkünse de külliye mimarisinin asıl gelişimi Anadolu coğrafyasında izlenir. Anadolu Selçuklu ve XIV. yüzyıl Beylikler döneminde Divriği Ulucamii ve Şifahanesi (1228-1229), Kayseri Hunad (Huand) Hatun Külliyesi (1238), Karaman İbrâhim Bey İmareti (1432) ve Manisa Ulucamii Külliyesi (1366) gibi mütevazi fakat dönemi için karakteristik özellikler barındıran bazı külliye örneklerine rastlanmaktadır. Söz konusu yapılardan Karaman İbrâhim Bey İmareti Anadolu Selçuklu döneminin kapalı avlulu medrese geleneğinde bütünüyle kesme taştan inşa edilen iki katlı yapı kareye yakın dikdörtgen bir alana oturmaktadır. Ortasında aydınlık feneri bulunan kare planlı avlu dört eyvanlı şemaya uygun olarak tasarlanırken, avluyu çevreleyen zemin kat mekânları, mescit, dârülhuffaz, mutfak ve çok işlevli odalar olarak düzenlenmiştir. Birbiri içinden geçilen derinlemesine dikdörtgen koğuşlar halindeki ikinci kat mekânlarının yatakhane olabilecekleri düşünülmektedir.

Özellikle taş süslemeleri sebebiyle Anadolu Türk mimarisinin başyapıtlarından kabul edilen Divriği Ulucamii ve Şifahanesi de cami, medrese ve türbe yapılarının oluşturduğu organik bir bütünlük sergiler. Aslında çok daha büyük bir külliyenin ana yapısı olan Divriği Ulucamii ve Dârüşşifası Mengücüklü Emîri Hüsâmeddin Ahmed Şah ve eşi Turan Melek tarafından 1299 yılında inşa edilmiştir. Derinlemesine dikdörtgen bir alana oturan yapı kütlesinin kuzey bölümü cami, güney bölümü dârüşşifa olarak işlevlendirilmiştir. Dârüşşifanın kuzeydoğu köşesindeki kubbeli mekânda ise Ahmed Şah, Turan Melek ve diğer aile mensuplarının mezarları yer alır.

Osmanlı dönemi kentlerinde sosyal, kültürel, dinî ve siyasî birer merkez haline gelen külliyeler erken dönemde daha çok topografyaya bağlı dağınık bir yerleşim düzeni sergilerler. Orhan Gazi (Hudâvendigâr) erken Osmanlı külliyelerinin en özgün örneklerini barındıran Bursa'da sur dışında tabhaneli cami, mektep, hamam ve han yapılarından oluşan bir külliye inşa ettirmiştir. Bu külliye kentsel planlama açısından Osmanlı'nın yerleşim politikalarına (şenlendirme) ışık tutan son derece anlamlı bir imar faaliyetine işaret etmektedir. Orhan Gazi'nin külliyesini inşa ettirdiği bölge yaklaşık altmış yıl kadar sonra kentin bugün de işlevini koruyan yeni merkezi olacaktır. I. Murad (Hudâvendigâr) ve I. Bayezid de (Yıldırım) aynı politikayı sürdürmüşler ve Çekirge semtinde inşa edilen Hudâvendigâr İmareti ile Şüşteri Bahçesi civarında konumlanan Yıldırım Külliyesi şehrin güneydoğu ve kuzeybatı yönündeki sınırlarını belirleyen kompleks kuruluşlar olmuştur. 1365 yılına tarihlenen Hudâvendigâr Külliyesi tabhaneli yapı, imaret, türbe ve gir-çık hamamından oluşur. Külliyenin ana fonksiyonel birimini oluşturan tabhaneli yapı kütlesi iki kat halinde planlanmış, alt katta mescit ve tabhane mekânları yer alırken, üst kat medrese olarak düzenlenmiştir. Kentin kuzeybatısındaki Yıldırım Külliyesi ise (1391-1395) Bursa ovasına hâkim eğimli bir yamaca yayılan farklı kotlardaki tabhaneli cami, medrese, imaret, hamam, türbe ve dârüşşifa yapıları ile döneminin en donanımlı külliye kompozisyonunu sunmaktadır (bk. Bursa).

Fâtih Sultan Mehmed döneminden itibaren daha iddialı boyutlara ulaşan külliyeler Osmanlı'nın yeni başşehri İstanbul'da Türk-İslam kimliğinin en belirgin öğeleri olmuşlardır. Dönemin devlet ricali tarafından inşa ettirilen Üsküdar Rum Mehmed Paşa Külliyesi, Eminönü Mahmud Paşa Külliyesi, Afyon Gedik Ahmed Paşa Külliyesi vb. örnekler daha çok topografya ve/veya mevcut dokuya göre şekillenirken, Fâtih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilen Fâtih Külliyesi (1463-1470), mekânın ustaca kullanıldığı eksenal planlı yerleşim düzeni ile diğerlerinden ayrışarak klasik dönem külliyelerinin de ilk işaretlerini verir. Öte yandan, cami, on altı medrese (Sahn-ı Seman ve Tetimme medreseleri), tabhane, dârüşşifa, imaret, kervansaray, mektep, kütüphane, çarşı ve hamam yapılarından oluşan Fâtih Külliyesi, müfredat bakımından kendi içinde belirli bir kademelenmeye sahip olan medreseleri ile eğitim odaklı bir yapılanma örneği sergiler. Bir imparatorluk imgesi yaratan külliye dördüncü tepe üzerinde konumlanmış, ortadaki cami külliyenin merkezini oluştururken, doğu yönünde Karadeniz medreseleri, batı yönünde ise Akdeniz medreseleri yer almıştır. Paralel eksenler halindeki söz konusu yapılar dikdörtgen bir alana yayılan muntazam bir geometri oluşturmakta, caminin güneydoğusundaki dârüşşifa ile güneybatısındaki tabhane ise ara eksenleri belirleyen diğer yapılar olarak külliye bütünlüğüne katılmaktadır. Kervansaray, imaret, mektep, kütüphane ve kervansaray gibi daha küçük yapılar ise fonksiyonlarına bağlı olarak, külliye alanının uygun yerlerine serpiştirilmiştir. Ellili medreseler kategorisinde yer alan Sahn-ı Seman (Semâniye) medreseleri caminin her iki yanında paralel kanatlar oluşturacak şekilde konumlanmıştır. Simetrik bir yapısal düzen sergileyen medreselerden baş ve sondakiler tek yapı halinde ortadakiler ise bitişik olarak inşa edilmiş ve kıble tarafından başlamak üzere Baş Kurşunlu, Çifte Baş Kurşunlu, Çifte Ayak Kurşunlu ve Ayak Kurşunlu şeklinde adlandırılmışlardır. Sahn-ı Seman medreselerinin arkasında ise söz konusu medreselere hazırlık mahiyetinde olan dörder tetimme yer almaktaydı. Ancak 1928 yılında Fevzi Paşa caddesi genişletilirken Akdeniz tarafındaki tetimmeler yıkılmıştır.

Fâtih Külliyesi ile başlayan bu tarz külliye tasarımı II. Bayezid döneminde de devam etmiştir. Ancak II. Bayezid tarafından inşa ettirilen Amasya, Tokat ve Edirne'deki sultânî külliyeler bir nehrin esas alındığı vaziyet planlarıyla sadece bu döneme özgü bir nitelik kazanmıştır. Bu örneklerin en anıtsalı olan Edirne II. Bayezid Külliyesi (1484-1488) Tunca nehrinin kuzeyinde yer alır. II. Bayezid'in Kili ve Akkirman seferi sebebiyle Edirne'ye geldiği Mayıs 1484 tarihinde temeli atılan külliye tabhaneli cami, medrese, dârüşşifa, kervansaray, imaret, hamam ve köprü yapılarından oluşmuştur. Tunca nehrine dik eksenler halindeki yerleşiminde; tabhaneli cami yapısı külliyenin ana eksenini belirlerken, cami yapısının doğu ve batı cephelerine eklemlenen tabhane birimleri harim mekânına üçer pencere ile açılmaktadır ve yarı bağımsız birimler olarak tasarlanmışlardır. Caminin batısındaki kanatta 90 derecelik açıyla birbirine eklemlenen medrese ve dârüşşifa yapıları yer almaktadır. Dârüşşifa yapısı derinlemesine dikdörtgen planlı bir yapı özelliği gösterirken, ortasında mermer bir havuz bulunan kubbeli mekân su sesi ve müzikle tedavi için özel olarak tasarlanmıştır. Nitekim XVII. yüzyılda Edirne'yi ziyaret eden Evliya Çelebi de tımarhane olarak adlandırdığı Bayezid Han Dârüşşifası'nı anlatırken hastalara şifa, dertlilere deva, divanelerin ruhuna gıda olması için tayin edilen hanende ve sazendelerden etraflıca bahsetmektedir.

Hiç şüphesiz Mimar Sinan, külliye planlamasının da en başarılı örneklerini verir. Cami, medrese (medrese-yi evvel, medrese-yi sânî, medrese-yi sâlis, medrese-yi râbi'), imaret (dârüzziyâfe), tabhane, kervansaray, arasta, hamam, dârüşşifa, tıp medresesi, dârülhadis, dârülkurra ve sıbyan mektebi ile tarihî yarımadanın üçüncü tepesinde kentsel silüetin en anıtsal öğesini oluşturan Süleymaniye Külliyesi (1550-1557) sadece mimari tasarım anlamında değil mühendislik açısından da kendine özgü çözümler sunmaktadır. Sinan külliyelerinde yaygın olarak görülen özgün mekânsal çözümlerden biri de cami-medrese birlikteliğidir. Topkapı Kara Ahmed Paşa Külliyesi (1560'lar), Edirnekapı Mihrimah Sultan Külliyesi (1566), Kadırga Sokullu Külliyesi (1572), Lüleburgaz Sokullu Külliyesi (1570) ve Edirne Üç Şerefeli Cami'nin plan şemasından esinlenen Beşiktaş Sinan Paşa Külliyesi (1555-56) gibi örneklerde cami ve medrese yapılarının ortak bir avlu etrafında toplandıkları görülür. Bu örnekler arasında en ilginci hiç şüphesiz Lüleburgaz Sokullu Külliyesi'dir. Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa'nın 1560'larda inşa ettirdiği bu külliye konumu ve yapı çeşitliliği itibariyle bir menzil külliyesi olarak tasarlanmıştır. Arastanın orta kısmı sabah namazının ardından esnafın rızık ve bereket için dua etmek üzere toplandığı yüksekçe bir kubbe ile örtülmüştür. Kubbenin altındaki karşılıklı kapılar bir tarafta ticaret yapılarına diğer tarafta ise cami ve medrese bütünlüğüne açılmaktadır. Caminin güneyine küçük bir sıbyan mektebi inşa edilirken, hamam yapısı bahsedilen yapılar topluluğundan koparılmış olarak cami ve medreseyi kuşatan dış avlu duvarının doğusunda yer almıştır. İstanbul'dan Balkanlar'a giden yol üzerindeki Sokullu Külliyesi ticarî işlevin öne çıktığı bir menzil külliyesi olmasına rağmen aynı zamanda bir medrese yapısını da barındırıyor olması sebebiyle menzil külliyelerinin de eğitim faaliyetlerine katılması bakımından ilginç bir örnek oluşturmaktadır.

XVI. yüzyıldan itibaren imar ve nüfus yoğunluğu hızla artan tarihî yarımadada büyük ölçekli külliyeler inşa edilebilecek alanlar kalmadığı için parselin şekline ve mevcut dokuya uyumlanan daha ufak külliyeler tasarlanır. Eminönü'nde Hamidiye Külliyesi (1780), Çemberlitaş'ta Nuruosmaniye Külliyesi (1755), Alemdar'da Beşir Ağa Külliyesi (1744-1745), Saraçhane'de Amcazâde Hüseyin Paşa Külliyesi (1700), Vezneciler'de Kuyucu Murad Paşa Külliyesi (1610) ve Vefa'da Ekmekçizâde Ahmed Paşa Külliyesi (1606-1613) bu türden külliyelerin önemli örneklerindendir. Özellikle Amcazâde, Ekmekçizâde ve Kuyucu Murad Paşa külliyesi aynı zamanda medrese merkezli külliyeler olarak da Osmanlı külliye mimarisi içinde farklı bir eğilimi yansıtırlar. Küçük bir alana sıkıştırılmış olan bu tür külliyeler müstakil bir ibadet yapısı barındırmadığı için medresenin dershane birimi aynı zamanda mescit olarak da kullanılmıştır. Örneğin Vezneciler caddesi üzerinde yer alan Kuyucu Murad Paşa Külliyesi, XVII. yüzyıl Osmanlı mimarisinin küçük ölçekli külliyelerinden biridir. Medrese, dershane-mescit, türbe, sebil, sıbyan mektebi ve yola cepheli dükkânlardan oluşan külliye bir kaynağa göre 1610 yılında inşa edilmiştir. Medresenin girişi yola cepheli dükkânların arasındaki basık kemerli bir kapıyla sağlanmaktadır. Sadece iki kanatta yer alan medrese odaları "L" şeklinde bir dizilim gösterir. Avlunun güneydoğu yönündeki daralan uç kısmında kare planlı dershane-mescit birimi yer almaktadır. Cephe ortasındaki basık yay kemerli bir kapı ile girilen dershane-mescit mekânı pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Medresenin "L" formunda dizilen odalarından uzun kanattakilerin hem dışarıya hem de avluya açılan pencereleri varken, kuzey yönündeki kısa kanadı oluşturan mekânlar sadece avluya açılmaktadır. Kuzey kanadın sağ başındaki birim fil gözü pencerelerle aydınlatılan hela olarak düzenlenmiştir.

Medresenin güneydoğusundaki dershane-mescit birimine bitişik olan kare planlı türbe kubbe ile örtülüdür. Külliyenin fonksiyonel birimlerinden sıbyan mektebi ise Vezneciler caddesindeki iki dükkânın üzerine oturtulmuş fevkanî bir yapı özelliği gösterir. Osmanlı dönemi külliyeleri bütüncül olarak değerlendirildiğinde hemen her külliye bünyesinde mutlaka en az bir medrese yapısının olduğu ve bu medreselerin; müderrislere ödenen yevmiye üzerinden payelendirildiği anlaşılmaktadır. Buna göre; Osmanlı dönemi külliye yapılarının en önemli fonksiyonel birimlerinden biri olan medreseler yirmili (hâşiye-yi Tecrid), otuzlu (miftah), kırklı, ellili, sahn-ı Seman, altmış ve altmış üstü medreseler şeklinde gruplandırılmaktadır.

Türk-İslam coğrafyasındaki külliye mimarisinde her bir örnek farklı bir işlevsel kompozisyon sergilese de eğitim amaçlı fonksiyonel birimler olan medrese yapılarına hemen her külliyede yer verilmiş olması, söz konusu yapı topluluklarının eğitim faaliyetleri açısından da ne kadar önemli olduğunu açık bir biçimde ortaya koymaktadır.

Türk-İslam devlet geleneğinde genel anlamda eğitim, sağlık belli bayındırlık ve bazı sosyal hizmetler bu gayretlerle kurulan vakıflar eliyle yürütülüyordu. Şehirlerin kuruluşu ve planlanmasında bu gibi müşterek toplumsal ihtiyaçların yerine getirilebilmesine yönelik külliye kavramında anlamını bulan bir yapılaşma ve mimari doku ortaya konulmuştur. Şehrin merkezi çekirdeği mesafesindeki bu manzume, insanların bir araya geldiği eğitim, kültür, ibadethane, sağlık, ticaret gibi hizmetleri aldığı temel mekândır.

Kaynakça

Acun, Hakkı. Manisa’da Türk Devri Yapıları. Ankara 1999.

Ayvansarâyî, Hüseyin Efendi - Ali Sâtı‘ Efendi - Süleymân Besîm Efendi. Hadîkatü’l-cevâmi‘: İstanbul Câmileri ve Diğer Dînî-Sivil Mi‘mârî Yapılar. haz. A. N. Galitekin. İstanbul 2001.

Ayverdi, Ekrem Hakkı. Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri III (1451-1481). İstanbul 1989.

a.mlf. Osmanlı Mimarisinde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri 806-855 (1408-1451). C. II, İstanbul 1989.

Baltacı, Cahid. XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri. İstanbul 1976.

Barkan, Ömer Lütfü. Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı. Ankara 1972.

Budak, Ayşe. “İmaret Kavramı Üzerinden Erken Osmanlı Ters T Planlı Zaviyeleri ile Aşhanelerin İlişkisi: Osmanlı Aşhanelerinin Kökenine Dair Düşünceler”. METU Journal of the Faculty of Architecture. 33/1 (2016), s. 21-36.

Cantay, Gönül. Osmanlı Külliyelerinin Kuruluşu. Ankara 2002.

Cerasi, Maurice M. Osmanlı Kenti. çev. A. Ataöv. İstanbul 1999.

Çetintaş, Sedat. Türk Mimari Anıtları: Osmanlı Devri Bursa’da İlk Eserler. İstanbul 1946.

Emir, Sedat. Erken Osmanlı Mimarisi’nde Çok-İşlevli Yapılar: Kentsel Kolonizasyon Yapıları Olarak Zaviyeler I-II. İzmir 1994.

Erkal, Namık. “İstanbul’da Erken Dönem Osmanlı Mimarisi”. Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi Mimari. ed. C. Yılmaz. İstanbul 2015, VIII, 80-139.

Eyice, Semavi. “İlk Osmanlı Devrinin Dini-İçtimai Bir Müessesesi: Zaviyeler ve Zaviyeli Camiler”. İktisat Fakültesi Mecmuası. 33/1-2 (1962), s. 34-35.

Kafesçioğlu, Çiğdem. “Osmanlı Şehirciliğinde Dönüşüm ve Devamlılık: Onbeşinci Yüzyıl İstanbul’unda Külliye ve Mahalleler”. 550. Yılında Fetih ve İstanbul. Ankara 2007, s. 177-188.

Kuban, Doğan. İstanbul Bir Kent Tarihi Bizantion, Konstantinopolis, İstanbul. çev. Z. Rona. İstanbul 1996.

a.mlf. “Anadolu-Türk Şehri: Tarihi Gelişmesi, Sosyal ve Fiziki Özellikleri Üzerinde Bazı Düşünceler”. Vakıflar Dergisi. 7 (1968), s. 53-73.

Müller-Wiener, Wolfgang. İstanbul’un Tarihsel Topografyası. çev. Ü. Sayın. İstanbul 2001.

Necipoğlu, Gülru. “Creation of a National Genius Sinan and the Historiography of ‘Classical’ Ottoman Architecture”. Muqarnas. 24 (2007), s. 141-184.

Ülgen, A. Saim. Fatih Devrinde İstanbul 1453-1481. Ankara 1939.

Yüksel, İ. Aydın. Osmanlı Mimarisinde II. Bâyezid ve Yavuz Selim Devri (886-926/1481-1520). İstanbul 1983.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kulliye

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

KÜLLİYE

Türk-İslam coğrafyasında tarihte gelişen dini ve sosyal amaçlı yapı toplulukları.