A

MEZHEP

Dini anlama ve yaşamada takip edilen yol, usul.

  • MEZHEP
    • Ali BARDAKOĞLU
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mezhep
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEZHEP
MEZHEP

Dini anlama ve yaşamada takip edilen yol, usul.

  • MEZHEP
    • Ali BARDAKOĞLU
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mezhep
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MEZHEP

Arapça'da "gidilen yol, benimsenen görüş" anlamına gelen mezhep, İslam geleneğinde İslam dininin inanç esaslarını veya amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce sistemini ve bu yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşmenin ürünü olan ilmî ve fikrî birikimi ifade eder. Ancak bu terim anlamından da öte mezhep, İslam'ın teolojik, siyasî, kültürel ve toplumsal tarihini kavramada kilit rol oynayan bir kavram olmuş, tarihsel süreçte de dinî düşünce ve anlayışlardan eğitime, yargıdan devletler arası ilişkilere kadar birçok alanı etkileyen bir aidiyeti temsil etmiştir. Diğer dinler, özellikle Hıristiyanlık açısından da durum farklı değildir. Hatta Hıristiyanlığın tarihinde mezhep ayrışması (Katoliklik, Ortodoksluk ve Protestanlık) zamanla her bir mezhebin ayrı bir din kabul edilmesi sonucuna ulaşmıştır.

İslam "tevhit" dinidir. Tevhit, Allah'ı zatında, sıfatlarında, fiillerinde bir kabul etmek, onu tek kutsal otorite olarak tanımak demektir. Bu anlayış bütün müslümanların birlik ve beraberlik içinde, ırk, dil, bölge vb. etkenlerle parçalanmamalarını da gerektirir. Bu sebeple, müslümanların birliğini ve bütünlüğünü bozan her türlü sosyal parçalanmalar ve bu sonuca götüren fikir ayrılıkları yasaklanmıştır. Kur'an "Hepiniz Allah'ın ipine (dinine, kitabına) sımsıkı sarılın, parçalanıp ayrılmayın" (Âl-i İmrân 3/103), "Allah'a ve resulüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin, aksi takdirde zaafa düşer, kuvvet ve devletinizi elden kaçırırsınız" (Enfâl 8/46) uyarısını yapar. İnsanlar arasında fikir ayrılıkları her ne kadar tabii ve kaçınılmaz ise de İslam bu serbestinin müslümanlar arasında çekişmeye ve çatışmaya yol açmasını caiz görmez. Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur: "Siz kendilerine apaçık âyetler ve deliller geldikten sonra parçalanıp dağılanlar gibi olmayın" (Âl-i İmrân 3/105). Âyetten anlaşıldığına göre sosyal anlamdaki parçalanmanın yanı sıra hakkında apaçık âyet ve deliller bulunan dinî hükümleri ihtilaf konusu yapmak da yasaktır. Bu yüzden de iman esaslarının, İslam'ın şartlarının, farz veya haram oluşu kesin delille sabit olmuş dinî hükümlerin müslümanlar arasında çekişme konusu yapılması caiz görülmemiş, ayrıntı teşkil eden ve yoruma açık olanların anlaşılmasında birbirinden farklı ilmî görüşler ortaya koymak ve değişik sonuçlara ulaşmak ise hoş görülmüştür. Hatta fıkhî konularda farklı sonuçlara ulaşmak genellikle rahmet olarak telakki edilmiş ve Hz. Peygamber tarafından teşvik de görmüştür (bk. Ebû Dâvûd, "Akzıye", 11; el-Müsned, V, 230, 236). İşte bu çerçeve, İslam mesajının anlaşılmasında ve hayata aksettirilmesinde mezheplerin ortaya çıkmasının doğal bir durum olduğunu açıkladığı gibi mezhepler arası ilişkinin müslümanlar arasında parçalanma ve çatışmaya yol açacak bir gerilimden uzak olmasının niçin gerekli olduğunu da göstermektedir.

a) Tarihsel Süreçte Mezhep: Hz. Peygamber'in vefatından sonra halifenin kimin olacağına dair sahabe arasında başlayan anlaşmazlığın çok geçmeden ayrışma ve çatışmaya dönüşmesi sonucu müslümanlar arasında "Hâricî" ve "Şîa" grupları ortaya çıktı. Bu başlangıçta siyasî bir muhalefet iken giderek kendilerine özgü itikadî ve fıkhî görüşleri de olan bir gruplaşmaya dönüştü. Öte yandan, fetihlerle İslam coğrafyasının hızla genişlediği ilk asırlarda İslam'la yeni tanışan ve farklı bir kültürel geçmişe, sosyal yapıya ve geleneğe sahip olan topluluklar arasında gerek inanç ve dinî anlayış gerekse ibadetler, haram ve helaller ve muamelat konusunda farklı eğilimler ve yorumlar ortaya çıkmaya başladı ve bunlar etrafında kümeleşmeler oldu. Bütün bu gruplaşmalar tarihî olaylarla iç içe cereyan etti. Siyasî ve itikadî gruplaşmalar önceleri "fırka", bazan da "nıhle" adıyla anılırken dinin amelî hükümlerini yorumlamadaki gruplaşmalar ehl-i rey, ehl-i hadis gibi nispelerle anıldı. İslam dininin akide ve şerîa (itikat ve amel) şeklinde iki temel bölümünden akide İslam dininin inanç esaslarını, şerîa ise birey ve toplum hayatına dair davranış kurallarını ihtiva ettiğinden sonradan ortaya çıkan bu gruplar sonuçta "itikadî mezhepler", "amelî (fıkhî) mezhepler" şeklinde bu iki bölüme göre tasnif edilmeye başlandı.

İslam tarihinde mezheplerin oluşumu aynı zamanda dinî ilimlerin tarihinin de önemli bir parçasını teşkil eder. İslam dininin iki temel kaynağı vardır: Kur'an-ı Kerim ve Hz. Peygamber'in sünneti. Bütün müslümanların üzerinde görüş birliğinde olduğu bu iki esasın getirdiği dinî bilgi etrafında, İslam'ın geniş bir coğrafyaya yayılmasıyla birlikte kişilerin bakış açılarına, sosyal yapı ve kültür değişimlerine göre farklı anlayış ve yorumlar ortaya çıkmıştır. Anlama, yorumlama ve bakış açısı yönüyle bireyler arasında önemli farklılıkların bulunması, insanların kültür, gelenek, bilgi ve tecrübe birikimlerinin dönem ve bölgelere göre de değişmekte olması, aynı Kur'an veya hadis metnine aynı dönemde veya farklı dönemlerde farklı anlam ve yorumlar yüklemeyi de mümkün kılmıştır. Bu süreçte Kur'an-ı Kerim'i ve Hz. Peygamber'in sünnetini anlama çabasının sonucu ortaya çıkan dinî ilimlerin, yeni kültür havzalarında nesilden nesile aktarılan ilmî birikimle zengin bir muhteva kazanması ve bu esnada aralarında bazı anlayış farklılıklarının belirginleşmesi ve bu farklı dinî düşünceler etrafında kümelenmelerin olması mezhep realitesi ile sonuçlanmıştır. Başlangıçtaki siyasî hareketlerin giderek mezhebe dönüşmesi de yine böyle olmuştur. Bu yüzden de mezhep, bir veya birkaç meselede kendine has bir anlayış geliştirip başkalarına muhalefet eden kimse ve kimselerin iradî olarak oluşturduğu bir hareket olmayıp müslümanlar arasında geniş bir zümrenin doğal bir süreç içinde ortaya çıkan dinî düşünce ve davranış, töre, âdet ve gelenek bütünlüğünü ve aidiyetini ifade etmektedir.

Hz. Peygamber bir hadiste yahudilerin ve hıristiyanların çeşitli fırkalara ayrıldığını, kendi ümmetinin de yetmiş üç fırkaya ayrılacağını, bunlardan birinin kurtuluşta, diğerlerinin ateşte olacağını belirtmiş, kurtuluşa erenlerin kimler olacağı sorusuna "Benim ve ashabımın yolunu izleyenler" (Ebû Dâvûd, "Sünnet", 1; İbn Mâce, "Fiten", 17) cevabını vermiştir. Buna da bir isimlendirmeden ve belirlemeden ziyade müslümanların ayrılık ve çekişmeye düşmesi halinde bundan herkesin zararlı çıkacağına işaret vardır. Ne var ki hadiste geçen "kurtuluşa erenler" ve "ateşte olanlar" ayırımı göz önünde bulundurularak akait mezhepleri Ehl-i sünnet (fırka-yı nâciye) ve ehl-i bidat olmak üzere ikiye ayrılarak incelenmiştir. İslam'ın ilk asırlarındaki olaylar eşliğinde müslümanların büyük çoğunluğu kendini Ehl-i sünnet olarak isimlendirmiş, bunu da konuların ayrıntılarında, izah ve yorumlanmasında farklı görüşlere sahip olsalar da İslam akaidinin temel konularında fikir birliği içinde olmalarıyla açıklamışlardır. Ehl-i sünnet kendi arasında Selefiye, Mâtürîdiye ve Eş'ariye olmak üzere üç grupta mütalaa edilir. Selefiye'ye "Ehl-i sünnet-i hâssa", Mâtürîdiye ve Eş'ariye'ye "Ehl-i sünnet-i âmme" denildiği de olur. Ehl-i sünnet'in üç mezhebi arasındaki görüş ayrılıkları Ehl-i sünnet'in temel prensiplerini oluşturan çerçeve içinde kalmıştır. Bugün dünya müslümanlarının %85'ten fazlası Ehl-i sünnet anlayışına bağlıdır. İslam akaidinin temel konularda fikir birliği içinde olmayan, hatta birbirleriyle zıt görüşlere de sahip olan mezhepler de Mu'tezile, Hâriciye, Şîa, Mürcie, Müşebbihe ve Cebriye olmak üzere genelde altı gruba ayrılır.

Selefiye günümüze kadar sürekli taraftarı bulunan ana akımlardan biridir. Genellikle fıkıhta Hanbelî olanlar akaitte Selefî'dirler. Hadisle ilgilenen bilginler de çoğunlukla Selef inancını benimsemişlerdir. En yoğun oldukları ülkeler Suudi Arabistan, Küveyt ve Körfez ülkeleridir. Sünnî müslümanlar arasında Mâlikîler'in hemen hemen tamamı ile Şâfiîler'in dörtte üçü, Hanefîler'le Hanbelîler'in çok az bir kısmı itikatta Eş'ariye mezhebini benimsemişlerdir. Eş'arîlik daha çok Endülüs, Hicaz, Kuzey Afrika, Mısır, Irak, Suriye ve Endonezya'da yayılmıştır. Bugün dünyadaki Sünnî müslümanların en azından yarısını oluşturan Hanefîler'in büyük bir çoğunluğu inançta Mâtürîdî mezhebine bağlıdır. Mâtürîdiye Türkiye, Balkanlar, Orta Asya, Çin, Hindistan, Pakistan ve Eritre'de yayılmıştır. Genellikle Türkler fıkıhta Hanefî, inançta Mâtürîdî'dirler.

Müslümanlar arasında Sünnî mezhepler dışındaki ikinci büyük grubu oluşturan Şîa'nın günümüze ulaşan üç büyük fırkası Zeydiye, İsmâiliye ve İmâmiye-İsnâaşeriye mezhepleridir. Zeydiye Hz. Ali'nin torunu Zeyd b. Ali Zeynelâbidîn'e nispet edildiği için bu ismi almıştır. Günümüzde Yemen bölgesinde yaygındır. İtikadî konularda Mûtezile mezhebine, fıkıhta ise Hanefî mezhebine yakın görüşlere sahip olup Şîa içindeki en mutedil koldur.

Ca'fer Sâdık'ın ölümünden sonra devlet başkanlığına oğlu İsmâil'in ve soyunun hak sahibi olduğu iddiası, Şîa içinde aşırı görüşleriyle tanınan İsmâiliye fırkasının oluşmasının başlangıcını teşkil etmiş, X. yüzyılın başında Fâtımî Devleti'ni kurmasıyla güçlenmiştir. Eski Yunan ve Doğu felsefelerinden, Ortadoğu dinlerinden etkilenmesi ve bâtınî tevillere dayanması sebebiyle birçok uç görüşe sahip bulunan mezhep mensuplarına günümüzde Pakistan, İran ve Orta Asya'da rastlanmaktadır.

İmâmiye, çağımızda dünya müslümanlarının yaklaşık %15'e yakın grubunu teşkil eden Şîa'nın büyük çoğunluğunu bünyesinde toplayan ana koldur. Mezhebin siyaset ve imamet görüşü on iki imam düşüncesi etrafında şekillendiğinden İsnâaşeriye, akait ve fıkıhta Ca'fer Sâdık'ın görüşlerini esas aldıklarından Ca'feriye adlarıyla da anılırlar.

Hâricî mezhebinin İbâzıye kolu günümüze kadar yaşama imkânı bulmuştur. Günümüzde İbâzîler'e daha çok Kuzey Afrika, Madagaskar, Zengibar ve Uman Sultanlığı'nda rastlanır. Abbâsîler döneminde en parlak günlerini yaşamış olan Mûtezile ise daha sonra etkinliğini hatta bir mezhep olma hüviyetini yitirmiştir. Günümüzde Mûtezile başlı başına bir mezhep olarak mevcut olmamakla birlikte görüşleri Şîa'nın Ca'feriye ve Zeydiye kolları ile Hâricîliğin İbâzıye kolunda yaşamaktadır.

İslam dininin amelî hükümleri etrafında oluşan ve halen müntesipleri bulunan fıkıh mezheplerinin büyük çoğunluğu aynı zamanda akait cihetiyle Ehl-i sünnet grubu içinde yer alırlar. Bunlar da ortaya çıkışlarındaki kronolojik sıraya göre Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezhepleridir.

Hanefî mezhebi Sünnî fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ilki olup, İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe'ye nispet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmâm-ı Âzam Ebû Hanîfe'nin asıl adı Nûman b. Sâbit'tir. Kûfe'de yaşamıştır (ö. 767). Yorum/rey ağırlıklı bir fıkıh anlayışını temsil etmektedir. İki büyük öğrencisi Ebû Yûsuf ve Muhammed Şeybânî "İmâmeyn" olarak anılır ve mezhep görüşlerinin derlenmesinde önemli rol oynamışlardır. Ebû Yûsuf'un Abbâsîler'de başkadı (kadılkudat) olarak atanması ve devamındaki gelişmeler, Osmanlı Devleti'nde ülke genelinde hukukî istikrarı ve yargı birliğini sağlamak maksadıyla âdeta devletin resmî mezhebi olarak benimsenmesi Hanefîliğin gelişimini ve yaygınlığını arttırmıştır. Bugün Türkistan, Afganistan, Türkiye ve Balkanlar'da Hanefî mezhebi çok yaygındır. Diğer mezhep mensuplarının pek az bulunduğu Hindistan'da ve Pakistan'da Hanefî mezhebinin tek mezhep olduğu söylenebilir.

Mâlikî mezhebi, fıkıh ekollerinin kronolojik sıra itibariyle ikincisi olup, büyük hadis ve fıkıh bilgini Mâlik b. Enes'e nispet edildiği için bu isimle anılmıştır. İmam Mâlik b. Enes Medine'de yaşadı (ö. 795), hadis ve sahabe-tâbiînden gelen rivayetleri (eser) merkeze alan Hicaz fıkhını temsil etmektedir. Mâlikîlik Mısır, Kuzey Afrika ve Endülüs'e yayılmış, İspanya'da Endülüs Emevî Devleti'nin resmî mezhebi olmuştur. Günümüzde Mısır'da, Kuzey Afrika'da (Tunus, Cezayir, Fas), Sudan'da Mâlikî mezhebi yaygındır.

Şâfiî mezhebinin kurucusu İmam Şâfiî 767 yılında Gazze şehrinde (Filistin) doğdu ve 820 yılında Mısır'da vefat etti. Hicaz fıkhı ile Irak fıkhını birleştiren ve nasları anlamada dil kurallarını ve literal yorumu, kıyası öne çıkaran bir fıkıh anlayışını temsil eder. Hanbelî mezhebinin imamı Ahmed b. Hanbel (ö. 780) Bağdat'ta yaşadı, devrinde Şîa'ya ve Ehl-i sünnet dışı fikrî ve itikadî akımlara karşı mücadele edip onlara karşı hadisleri ve geleneksel din anlayışını (Selefîlik) savunmuş olması, onu devrinde Ehl-i sünnet'in temsilcisi konumuna getirmiş, Hanbelîliğin fıkıh mezhebi olmasında bu hususun büyük etkisi olmuştur. Mezhebin gelişiminde İbn Teymiyye ve öğrencisi İbn Kayyim Cevziyye'nin eserlerinin de büyük payı vardır. Son yüzyılda Arap dünyasında baş gösteren ve dinî olduğu kadar siyasî ve sosyoekonomik bir mahiyet de arzeden Vehhâbîlik hareketi, özellikle akait alanındaki görüşleri ve Selefî tavrı sebebiyle Hanbelî mezhebini kendilerine yakın bulduğu için Hanbelî mezhebi günümüzde başta Hicaz bölgesi olmak üzere Irak, Suriye, Filistin ve Mısır'da bir hayli taraftar bulmuş durumdadır.

Sünnî mezheplerin dışında kalan fıkhî mezhep ve ekollerin, müntesipleri itibariyle en önemli kısmını Şîa grubunda yer alan fıkhî ekoller teşkil eder. Şîa esasen başlangıçta siyasî, devamında da itikadî bir gruplaşma iken mezhepleşme sürecine bağlı olarak kendine özgü fıkıh doktrini ve uygulaması da geliştirdiğinden Şîa'nın sözü edilen üç büyük fırkası aynı zamanda birer fıkıh mezhebi olarak da görülebilir. Günümüzde belli bir müntesibi kalmamış tarihteki diğer itikat ve fıkıh mezhepleri ise günümüzde artık İslam geleneği içinde bir düşünce akımı ve örneği olarak görülmekte ve çeşitli ilmî araştırmalara konu olmaya devam etmektedir.

b) Vakıa Olarak Mezhep: Allah insanı özgür irade ile donatarak dünyaya göndermiş ve ona sorumluluk yüklemiştir. Kur'an bunu "insanın emaneti üstlenmesi" olarak adlandırır (Ahzâb 33/72). İnsan Allah'ın peygamberleri aracılığı ile gönderdiği dini anlama ve yaşama dahil dünya hayatında kendi yolunu özgür iradesiyle çizecek ve bunun sorumluluğunu taşıyacaktır.  Hal böyle olunca bir dinin müntesipleri arasında dinî düşünce ve anlayış farklılığının bulunması, dinin getirdiklerinin anlaşılması ve yorumlanmasında farklı görüşlerin ve yaklaşımların olması sadece doğal değil, kaçınılmaz bir durumdur. Buna bağlı olarak da dinler tarihinde farklı eğilimlerin, akım ve mezheplerin ortaya çıkışı da aynı derecede doğal bir olgudur. Ancak bunun din üzerinden bir ayrışma ve parçalanma mı yoksa aynı dine inananlar için bir rahmet ve dinlerini daha iyi anlama yarışı mı olacağını olayların akışı ve zaman tayin edecektir.

İslam'ın tevhit inancı, yüce yaratan ve Rab olarak tek Allah'a inanıp bağlanma esası, Kur'an ve Hz. Peygamber'in sünnetinin getirdiği temel esaslar etrafında müslümanların birlik ve bütünlük içinde olmasını da gerektirir. Ancak tarihsel süreçte cereyan eden kutuplaşmaların ve siyasî çekişmelerin giderek kendine özgü itikadî doktrinler üreterek ana gövdeden ayrılan mezheplere dönüştüğüne, zaman içinde mezheplerin geniş kitleler nezdinde din gibi algılanıp dinî kimliğin bir parçası haline geldiğine ve buna bağlı olarak farklı kişi ve kurumlar tarafından müslümanlar arasında ayrışma ve çatışmanın aracı olarak kullanılabildiği de bir gerçektir. Bu olumsuzluklar da mezheplerin İslam geleneğinin oluşumuna ve dinî düşüncenin gelişimine katkısını, toplumda birlik ve düzenin korunmasına verdiği katkıyı belli ölçüde perdelemektedir.

Mezhep bir din değildir. Ancak mezhebi, bir dinin müntesipleri arasında farklı farklı algılanıp herkesin bir tarafa dağılmasını önleyen, din hakkında derli toplu düşünmeyi, uygulamayı ve bunların dinin kaynaklarıyla irtibatını sağlayan bir olgu olarak anlamak mümkündür. Mezhebin bu amacı gerçekleştirebilmesi o mezhep ile müntesipleri arasında güçlü bir bağ kurulmasına bağlıdır. Böyle olunca dindar birey açısından mezhep, dinin hayata dair taleplerini elle tutulur biçimde somutlaştırdığı ve ona izlenebilir bir yol önerdiği için uygulamada, teorik tanımlamanın çok daha ötesinde bir anlam taşımıştır. Hatta mezhep zamanla genişleyip mezhep içi çok seslilik artınca, mezhep doktrini içinde yer alan görüşler arasında hiyerarşik bir dizin, "esah", "sahih", "müftâbih" gibi tasniflerin yapılması da mezhebin bu işlevinin sonucudur. Bu uygulamanın, dinin amelî hayata dair ilke ve taleplerini somutlaştırıp uygulanabilir kılma, zamanla dindarlık adına üretilecek gereksiz eklentileri önleme veya dinî hayatta gevşeklik ve ihmallere karşı dinî duyarlılığı sağlam tutma gibi bir amacı da gözettiği düşünülmektedir. Bu da yine istikrar, toparlanma ve belli ana çizgiler üzerinde kümelenme anlamına gelir.  

Mezhepler genelde kurucu müçtehitlere/sembol isimlere nispetle anılsa da oluşumu ve ekolleşmesi uzunca bir sürecin ve kolektif bir ilmî faaliyetin ürünüdür. Bu faaliyet aynı zamanda dinin tikel hükümlerini soyutlama ve onlardan hareketle dinin inanç ve davranış alanındaki genel amaçlarını, kuralların dayandığı temel normları ve düşünceyi ortaya koyma, din ile irtibatlı olarak tutarlı, sürdürülebilir ve kendini geliştirebilir bir düşünce sistemleri üretme çabasını da içerir. Bu itibarla mezhepler günümüze intikal eden zengin dinî düşünce mirasımızın ana kaynaklarından birini teşkil etmişlerdir. Dahası, asırlardır süren mezhep fikriyatı ve pratikleri, geniş halk kitlesinin dinî düşünce, anlayış ve uygulamada yaygın bir eğitim alarak Müslümanlık ortak paydasının bilgi zemininde inşa edilmesini de sağlamıştır.

Fıkıh mezhepleri tarih boyunca İslam coğrafyasında özellikle kamusal alanın dışında kalan hukukî meselelerde yargı birliğini, hukuk güvenlik ve istikrarını sağlamada önemli bir konuma sahip olmuştur. Bireysel alanda ibadetlerin ve diğer dinî görevlerin yerine getirilmesinde, fetvanın doğrudan etkili olduğu kişisel meselelerde fıkıh mezhepleri aynı şekilde güven, uygulama birliği ve istikrarın sağlanması demektir. Bu da klasik dönemden itibaren mezhep merkezli bir eğitimin öne çıkması, mezhebin muteber metinleri ve doktrini esas alınarak verilen eğitim sonucu müderris, kadı ve müftülerin yetişmesi şeklinde gerçekleşmiştir. Devlet başkanının takdir alanına giren konularda ise mezhep görüşleri kamusal alanı belirlemeden ziyade kamu otoritelerine hukukî rehberlik ve alternatif çözümler sunma anlamını taşırlar. Mezheplerin istikrar bulmasıyla birlikte mezhep içi muhtasar metinler, ilmihaller ve yetkili mercilerin fetvaları sözü edilen rolü üstlenmiştir. Gelenekte meşhur olan "Avamın mezhebi; mahkemenin (kadı) hükmü ve müftünün fetvasıdır" sözü esasında bunu anlatır. Akait mezheplerinin ana metinleri de aynı şekilde temel dinî meselelerde düşünce ve tavır birliğini sağladığı, kolayca siyasî çatışmaya dönüşebilecek itikadî görüş ayrılıklarını toplum içinde en aza indirdiği için işlevsel olmuş, müslümanlar arasında birlik ve dirliğin korunması çabasına kendi cihetinden destek vermiştir.

Mezheplerin toplumda dinî düşünce ve davranışta birlik ve düzeni sağlamadaki bu konumuna karşılık mezheplerin dinî hayatta baskın olmasının, klasik dönemden sonra skolastik eğitimin öne çıkmasının da etkisiyle din alanında düşüncenin, yorumun, bilgi arayış ve üretiminin belli kalıplar içine ve dar bir alana sıkışması sonucunu doğurduğunu ifade etmek de yanlış olmayacaktır.

İtikat ve fıkıh mezheplerinin ortaya çıkışında, dinin ana kaynaklarıyla irtibat içinde kalarak farklılıkları belli kanallarda toparlayıp metodolojik bir zemine oturtmayı, farklılaşmayı en alt düzeyde tutup birlik ile çokluk (vahdet ve kesret) arasında dengenin korunması hedefi ön plandadır. Ancak ilke olarak bu doğru olsa bile mezhep, müntesiplerinin kendisine atfettiği işlevi onları kendi etrafında toparlayarak yaptığı için her bir mezhep aynı zamanda yeni bir gruplaşma; yeni bir alt kimlik ve aidiyet demektir. Böyle olduğu için de mezhepleşmenin toplumsal bünye zayıfladığında ters bir amaca hizmet etme, daha kapsamlı bir ayrışma ve kavganın en birinci unsuru olma potansiyeli vardır. Ancak mezhebin bir aidiyet duygusu vermesi, müntesipleriyle arasında bir gönül bağı kurması, alt kimlikler oluşturması ve ötekileştirmeye yol açması kendi sınırları içinde kaldığında anlaşılabilir bir durum olsa da bu aidiyetin kendi alanı dışına çıkarılıp daha geniş ölçekli gerilim ve kavgaya alet edilmesi, ötekileştirme ve şiddeti meşrulaştırma aracı kılınması sadece mezhep ve din içi çoğulculuk fikriyatı üzerinden açıklanmamalıdır. Aksine, bünyeyi zayıflatan ve alt aidiyetleri birer soruna dönüştüren ortamın düzeltilmesi, sosyal gruplaşmaları ve din içi farklı anlayışları yok sayan bir toplum özlemi yerine, böyle bir çoğulculuğu koruyarak barış içinde bir arada yaşamanın esas olduğu unutulmamalıdır.

İslam ülkelerinde özellikle son iki yüzyılda yaşanan köklü değişimler sonrası mezheplerin kamusal alana, dinî düşüncenin gidişatına, dinle hayat arasındaki ahengin sağlanmasına bakan yönünün hayli zayıfladığı görülmektedir. Günümüzde mezheplerin siyasal ve uluslararası alanda farklı gayelerle çatışma ortamına sürükleyici bir kimlik inşasına araç kılınması, onların kamusal alanda eski konumlarına kavuştuğu anlamına gelmez. Mezhep doktrinlerinin zamanla kendi yeterince yenilememiş ve yaşanan hayat arasındaki makasın giderek iyice açılmış olmasıyla eş zamanlı olarak İslam ülkelerinde kamu hayatının tanziminde etkileri azalmaktadır.

Günümüzde müslüman birey açısından fıkıh mezhepleri, belli ibadetlerin ifası için pratik bir faydayı, bir de içeriğini ve ayırıcı özelliğini tam olarak bilemediği zayıflamış bir zihnî aidiyeti ifade etmektedir. Dinî ve sosyal cemaatler ve gruplar arasında mezhebe bağlılıkları sorgulayan bir hassasiyetin olması veya mezhepli-mezhepsiz ithamlarının kolayca dillendirilebilmesi mezhep aidiyetinin devam etmesinin bir sonucu olarak değerlendirilmemelidir.

Kaynakça

Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. Kahire 1313.

Çalış, Halit v.dğr (ed.). Rahmet ve Çatışma Bağlamında İslam Mezhepleri (Uluslararası Sempozyum-Bildiriler). Konya 2017.

Dönmez, İbrahim Kafi. “İctihadın Bağlayıcılığı Meselesi ve Fıkıh Mezheplerine Bağlanmanın Anlamı”. Fıkıh Usulü İncelemeleri. İstanbul 2014, s. 153-168.

Ebu Zehra, Muhammed. İslamda Fıkhî Mezhepler Tarihi. çev. A. Şener. İstanbul 1976.

Evkuran, Mehmet (ed.). İslam’ın Hakikati ve Mezhep Sorunu. Ankara 2016.

Fığlalı, Ethem Ruhi. Çağımızda İtikadî İslam Mezhepleri. Ankara 1990.

İlmihal, İman ve İbadetler. Ankara 2011, I, 15-45.

Modern Çağda Fıkhın Anlam ve İşlevi-II: Fıkhî Bilgi Üretiminde Çok Mezhepli Yaklaşım. İstanbul 2022.

Topaloğlu, Bekir. “Mezhep (Mezheplere Ayrılmanın Dinî Hükmü)”. DİA. 2004, XXIX, 532-534.

Üzüm, İlyas. “Mezhep”. DİA. 2004, XXIX, 526-532.

Watt, W. Montgomery. İslam Düşüncesinin Teşekkül Devri. çev. E. R. Fığlalı. Ankara 1981.

Yörükân, Yusuf Ziya. İslâm Dini ve Mezhepleri Tarihi. İstanbul 2006.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mezhep

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

MEZHEP

Dini anlama ve yaşamada takip edilen yol, usul.