Diğer sorumluluklarının yanında halkın eğitim ve irşadıyla da ilgili din görevlisi.
Diğer sorumluluklarının yanında halkın eğitim ve irşadıyla da ilgili din görevlisi.
Arapça'da "önde giden, öncü ve rehber" anlamlarına gelen imam kelimesi, "kastetmek, niyet etmek, istemek, öne geçmek" anlamlarındaki emm kökünden türetilmiştir. Terim olarak "cemaatle kılınan namaza önderlik yapan kimse" ile "devlet başkanı" mânalarında kullanılır. İran'da cemaatle namaz kıldıran kimseye pîş-nemaz, Endülüs'te ve Kuzey Afrika'da namaz kıldıran kimseye sâhibüssalât denilirken devlet başkanı için "imam" denilmiştir.
İslam toplumuna her konuda önderlik, rehberlik yapan Hz. Peygamber, namazlarda da cemaate imamlık yaptı. Hulefâ-yi Râşidîn (632-661) döneminde ilk halifeler namazdaki imamlık vazifesini üstlenmeyi sürdürdüler. Emevîler ve Abbâsîler devrinde (750-1258) halifeler, vakit namazlarında imamlık yapmayı terkederek bu göreve imamlık yapabilecek yeterlilikte kişiler tayin ettiler ve çok istisnaî durumlar hariç imamlık yapmadılar.
Namaz kıldıran kişiye imam denilmesi sebebiyle Hz. Peygamber adına devletin başı olan halifelik statüsüne "büyük imamlık" anlamında imâmet-i kübrâ (veya imâmet-i uzmâ), namaz imamlığına da imâmet-i suğrâ (küçük imamlık) denildi. Devlet başkanları için halife, sultan ve müminlerin emîri gibi kavramların kullanılması üzerine imam unvanı "namaz kıldıran din görevlileri" anlamına hasredildi.
Başlangıçta imamların resmî bir kıyafeti ve renk tercihi yoktu; ancak Abbâsî hakimiyetinde siyah, Fâtımî (909-1171) hakimiyetinde ise beyaz elbise tercih edildi. İslam topraklarının genişlemesiyle birlikte yeni fethedilen şehirlerin en büyük mabedi, cuma camisine dönüştürüldü veya yeni büyük bir merkez camisi inşa edildi. Cuma namazları da bu camilerde kılındı. Zamanla Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevî, Emeviye (Şam) ve Ezher (Kahire) gibi büyük camilerde farklı mezheplerden insanlara ayrı ayrı namaz kıldırmak üzere bu mezheplere mensup imamlar görevlendirildi. İmamlık geleneği, Selçuklu ve Beylikler devrinde de benzer şekilde uygulandı ve eğitimlerinde geleneksel usuller sürdürüldü.
Osmanlı Devleti ve toplumunda imamlık en saygın görevlerden biri idi. İmamlık vazifesinden temel beklenti, imamın yeterli din bilgisi ve pratiği ile ahlak sahibi olması idi. İmamlık görevi, küçük yerleşim yerlerinde daha çok babadan oğula geçen bir hizmetti. İmam çocukları, babalarından bu mesleği ve inceliklerini öğrenirdi. Büyük şehirlerde ve kasabalarda ise genellikle adaylar arasından imtihanla ehliyet ve liyakat sahibi olan seçilirdi. İmam atamaları, cami veya mescidin bağlı olduğu vakfın mütevellisinin teklifi ve şeyhülislamın işareti üzerine verilen beratla tamamlanırdı. Taşradan gelen imamlık talepleri ise adayın arzuhali, vakıf mütevellisinin arzı ve kadının ilamı üzerine yapılırdı. Merkez ve taşrada görevli itibarlı idarecilerin aracılığı ile de imam atamalarının yapıldığı olurdu. II. Mahmud devrinde (1808-1839) nezaretlerin tesisi sürecinde ise imamların tayin teklifleri Evkaf-ı Hümâyun Nezareti tarafından yapılmaya başlandı.
Osmanlı Devleti'nde geleneksel şehirlerin ve kasabaların merkezinde bir büyük cami ile her mahallesinde bulunan cami veya mescitlerde imamlar halka namaz kıldırmanın yanında diğer dinî merasimleri icra ederek sohbetler yapar ve görev yaptıkları mahallede çocuklara temel dinî bilgiler ve Kur'an-ı Kerim okumasını öğretirlerdi. Mahalle imamı, sadece bir din görevlisi değil aynı zamanda mahallenin her türlü doğum, ölüm, iskân, göç, nikâh, imar ve güvenlik gibi bütün konularında kamu görevi de yürütür ve şehrin kadısı ve diğer görevlilerle de eş güdüm içinde çalışırdı. Zaman zaman padişah fermanlarının ve diğer emirlerinin halka ilanını temin ederdi. İmamlar, beratla atandıkları için kamu görevi icra eder ve genellikle hizmet ettiği caminin vakfından belli bir ücret alırdı.
II. Mahmud devrinde geleneksel devlet teşkilatı yerine kurumsallaşma, ihtisaslaşma ve meclisleşme uygulamasının bir gereği olarak mahalle ve köy imamları, idarî görevlerinden el çektirilerek cami merkezli bir din görevlisi olarak hizmete devam ettiler. İmamlık görevi, sadece mahalle ve köy cami ve mescitlerindeki imamlıkla sınırlı değildi. Başta ordu olmak üzere padişah, şehzadeler, hanım sultanlar, sarayın üst düzey yöneticileri, sadrazam, şeyhülislam, mülkî idarenin diğer üst düzey yöneticileri, daimî elçiler, konak sahibi zengin âyan ve eşrafın da imamları bulunurdu.
Bu dönemde askerî alanda yapılan yeni düzenlemeler çerçevesinde ordu imamlarıyla ilgili olarak da yeni uygulamalara gidildi. Bu amaçla oluşturulan özel komisyonun hazırladığı rapor üzerine 3 Şubat 1871 tarihinde mevcut alay imamlarının imtihanı yapılarak başarılı olanlarına alay müftüsü unvanı tevcihi ve kariyer yapma yolu açılarak İstanbul müderrisliği ruûsü verilmesi kararlaştırıldı. Bu ruûsün verilmesi de şeyhülislamlık tarafından yapılacak imtihanda başarılı olma şartına bağlandı. Müftü olabilecek bir birikime sahip olmayanlar ise görev süreleri bitinceye kadar alay imamlığı ve kura mümeyyizliği yapabilecekti.
Sarayda vakit namazlarını "imâm-ı sultânî" veya "imâm-ı şehriyârî" denilen padişah imamları kıldırırdı. Padişah hocaları gibi padişah imamları da hem toplum katında hem sarayda itibarlı kişilerdi. Düzgün ve güzel Kur'an okuma önemli bir özelliği olan padişah imamlarının gelirleri, diğer görevleri icra eden akranlarına nazaran daha yüksekti ve saraya yakınlıkları sebebiyle kariyer basamaklarını daha hızlı çıkma imkânları vardı. Padişah imamları genellikle imâm-ı evvel ve imâm-ı sânî şeklinde "birinci imam" ve "ikinci imam" statüsüne sahip olurdu. Padişahın birinci imamının ölmesi veya azli gibi durumlarda ikinci imam onun yerine atanır ve ikinci imamlığa da dışarıdan biri tayin edilirdi. Osmanlı hanedanına mensup şehzadeler, hanım sultanlar ve saray mensubu görevlilerin de duruma göre imamları olurdu.
Mahalle camileri, selatin camileri, padişah, üst düzey idareciler ve eşrafın konaklarında imamlık görevini yapan imamlar, geleneksel usulle medrese tahsili alır, ilgi ve kabiliyetlerine göre bu görevlerden birinde hizmet verirdi. İmam yetiştiren hususi bir ihtisas mektebi yoktu. İstanbul'da selatin camilerinde kürsü şeyhleri vaaz verir ve dinî-siyasî kamuoyu da bu cuma vaazları sırasında oluşurdu (bk. Kürsü Şeyhi). Tanzimat sonrası ihtisas mekteplerinin açılmasının bir yansıması olarak 29 Aralık 1911 tarihinde Kur'an'ın ahkâmını ve Hz. Peygamber'in sünnetini İslam toplumunun irfan ve umranını anlatacak ve sosyal meselelere dair nasihatler edecek vaizler yetiştirmek üzere eğitim süresi dört yıl olan Medresetü'l-vâizîn açıldı. Bu medrese mezunlarının dört yıl mecburi hizmet zorunluluğu vardı (bk. Vaaz).
1924 tarihli Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'na göre yirmi dokuz merkezde dört yıllık İmam-Hatip Mektebi açılarak imam ihtiyacı buradan karşılanmaya çalışıldı. Medresetü'l-irşad ve diğer medrese talebelerinden isteyenler açılan İmam-Hatip mekteplerine kaydolundu. Ancak bu mekteplere ilgi giderek azaldı, 1927 yılında da bu mektep mezunlarının memurdan sayılmamasına dair yapılan bir düzenleme üzerine 1929-1930 eğitim öğretim yılında bu mekteplerin tamamı kapandı. Dolayısıyla imam-hatiplik fahrî bir hizmete dönüştü.
Bir süre sonra camilerde namaz kıldıracak imama duyulan ihtiyaç ve hurafelerin yaygınlık kazandığı gibi şikâyetler üzerine 1949 yılında İstanbul ve Ankara'da ilkokul mezunu ve askerliğini yapmış gençlerin kabul edildiği on aylık İmam-Hatip kursları açıldı. Bu kursiyerler eğitimlerini tamamladığında tayinleri yapıldı. Bir süre sonra kursların sayısı ona yükseldi. 1951 yılında Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'nun ilgili maddesi gereğince ortaokul derecesinde dört yıllık İmam-Hatip mektepleri yeniden açıldı. 1954-1955 eğitim öğretim yılında ise İmam-Hatip mekteplerinin üç yıllık lise kısmı açıldı. Sonraki yıllarda da artan ihtiyacı karşılamak üzere bu okulların sayısı artmaya devam etti. 1959 yılında da sadece İmam-Hatip Okulu mezunlarının okuyacağı Yüksek İslam Enstitüsü eğitim öğretim hayatına başladı. 1982 yılında Yüksek İslam enstitüleri, İlahiyat fakültelerine dönüştürüldü (bk. İmam-Hatip Okulu).
Bu okulların mezunları da talep etmeleri durumunda imam-hatip olarak görev yapma imkânına da sahip oldular. Günümüzde Türkiye'de bir kamu görevi olan imam-hatiplik Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı teşkilatı bünyesinde yürütülmektedir.
BOA. BEO. Ayniyat Defteri. nr. 796, 1077; İrade-Dahiliye. nr. 43592; HH. nr. 17467, 17602.
Şeyhülislâmlık Arşivi. Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiye Karar Defteri. nr. 1786/1, s. 4-13.
Akbalık, Reyhan. İstanbul’da Selâtin Camii Kürsü Şeyhleri (Cuma Vaizleri) (1826-1876). YLT, Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, 2014.
Albayrak, Sadık. Son Devrin İslam Akademisi. İstanbul 1973.
Altuntaş, Zeynep. Sultan Abdülmecid Dönemi Osmanlı Ulemâsı. Dr.T, Marmara Üniversitesi, 2013.
Beydilli, Kemal. Osmanlı Döneminde İmamlar ve Bir İmamın Günlüğü. İstanbul 2001.
Güldöşüren, Arzu. II. Mahmud Dönemi Osmanlı Ulemâsı. Dr.T, Marmara Üniversitesi, 2013.
Küçükaşcı, Mustafa Sabri. “İmam”. DİA. 2000, XXII, 178-181.
Mütercim Âsım Efendi. Kâmûsu’l-Muhît Tercümesi. haz. M. Koç – E. Tanrıverdi. İstanbul 2014, V, 4852-4854.
Yoldaş, Mehmet Hanifi. “Kur’ân‐ı Kerîm’de İmam Kavramı ve İlk Dönem Mezheplerin İmâmet Anlayışları”. Mesned İlahiyat Araştırmaları Dergisi. 10/1(2019), s. 243-278.
Yurdakul, İlhami. Osmanlı İlmiye Merkez Teşkilâtı’nda Reform (1826-1876). İstanbul 2017.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/imam
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Diğer sorumluluklarının yanında halkın eğitim ve irşadıyla da ilgili din görevlisi.