A

HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN(632-661)

 İslam tarihinde ilk dört halife dönemi.

  • HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN
    • Mustafa FAYDA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/hulefa-yi-rasidin
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN
HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN (632-661)

 İslam tarihinde ilk dört halife dönemi.

  • HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN
    • Mustafa FAYDA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/hulefa-yi-rasidin
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN

"Bir kimsenin yerine geçen, ona halef olan" gibi anlamlara gelen ve devlet başkanı için kullanılan halife ile (çoğulu hulefâ) "doğru yolda olan, kemale ermiş" anlamlarındaki râşid (çoğulu râşidîn) kelimelerinden oluşan Hulefâ-yi Râşidîn Hz. Peygamber'in vefatından sonra Hz. Ebû Bekir'e biat edilmesiyle başlayan Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile süren dönemin adıdır. İlk müslümanlardan olan râşit halifeler, yürütme, yargı ve muayyen ölçüde yasama yetkisini ellerinde tutmalarına rağmen Kur'an ve sünnet ilkelerine bağlı bir iktidarı temsil ettiler. Bu dönemde müslümanlar Arap yarımadası dışına çıkarak Sâsânî İmparatorluğu'na son verip sahip olduğu Irak, İran, Horasan ve Azerbaycan ile Bizans İmparatorluğu'na tâbi Suriye, Filistin, Mısır, Kuzey Afrika topraklarını ve Kıbrıs dahil olmak üzere Doğu Akdeniz'deki bazı adaları İslam ülkesine kattılar. Farklı millet ve dinlere mensup insanların oturduğu ve çeşitli dillerin konuşulduğu, bu büyük coğrafyada kalıcı olmak için yeni bir medeniyet inşasına çalıştılar. İslam dininin dünyaya ve ahirete birlikte hitap etmesi ve dünyevi ahkâmın icrasında kamu otoritesinin desteğine ihtiyaç duyulması siyasetin İslam düşüncesinde önemini korumasına sebep oldu; siyasî otorite ile kamu düzeni doğal ve aklî olduğu kadar dinî bir zorunluluk olarak görüldü.

Hz. Peygamber'in önderliğinde İslamî esaslar etrafında oluşan toplum modelinin sürdürülmeye çalışıldığı Hulefâ-yi Râşidîn döneminde çok yönlü ve kapsamlı idarî, içtimaî ve iktisadî tedbirler alındı. İslam coğrafyasının kültürel kimliğinin oluşmasını ve medenî gelişimini sağlamak için eğitim öğretim faaliyetlerine özel önem verildi. Başka din mensupları İslam'ı kabul ettiklerinde müslümanlarla eşit haklara sahip olurken kendi dinlerinde kalanlar yükümlülüklerini yerine getirdikleri sürece inanç hürriyeti, can ve mal güvenliğinin temininin yanında eğitim serbestisine de sahip oldular. Öğrenmenin artması ve verimli hale gelmesinin yanında toplumun ilim ve kültür seviyesinin gelişmesi için bütünleşik ve kapsayıcı bir eğitim anlayışı oluşturularak toplumun bütün katmanlarının her seviyede hizmet almasına yönelik tedbirler düşünüldü.

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde İslam tarihinin kurucu nesli olan sahabeler eğitim öğretim hayatının da merkezinde yer aldılar. Allah'ın elçisinin öğrenmelerini ve öğrendiklerini de başkalarına tebliğ etmelerini istediği (Buhârî, "İlim", 9, 37) ashabı Hz. Peygamber'in ders ve sohbetlerinde edindikleri bilgileri pratiğe dökerek bilgi ile tecrübenin bütünleşmesinin örneklerini verdiler. Kur'an ve sünneti, yeni meselelerin çözümüne ışık tutacak şekilde yorumlamak ve öğretmek ameliyesini üstlenerek, çeşitli alanlarda İslam coğrafyasının kültürel kimliğinin oluşmasına katkıda bulundular. Bilginin toplanmasının yanında kaybolmasını da önlemek için gerçekleştirdikleri çok yönlü eğitim öğretim faaliyetleri sonraki nesiller tarafından geliştirilerek sürdürüldü.

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde sonraki devirlerde çeşitli dinî ilimlerin muhtelif dallarının konularını teşkil edecek olan alanlar bir bütün halinde ele alınıyordu. Kur'an ve sünnet etrafında yoğunlaşan eğitim öğretim faaliyetleri ön plana çıkarken farklı anlayış, zihniyet ve eğilimler de belirginleşmeye başladı. Medine'de bulunan veya idarî, askerî özellikle de eğitim amaçlı olarak değişik bölgelere dağılan ashabın etrafında ilim halkaları oluştu. Dinî yaşayışla bütünleşen örnek alınacak bilimsel bir geleneğin yanında kendine mahsus özellikleri olan özgün bir eğitim öğretim üslubu ortaya çıktı. Bütün bu çabalar ileride kıraat ve tefsir, hadis, fıkıh, kelam, tasavvuf ve siyer gibi her biri ayrı birer ilmî disiplin olarak temerküz edecek dinî ilimler için bir başlangıç oldu. Ayrıca Kur'an-ı Kerim'in Arap dili ve edebiyatı ile tarih başta olmak üzere diğer ilimlerle uğraşmayı salık vermesi, namazların tam vaktinde ve kıble yönünde kılınabilmesi için astronomi, matematik gibi ilimlere başvurulması ihtiyacı, dinî-hukukî sistemin önemli bir bölümünü oluşturan miras hukuku için matematik ve ensab bilgisinin gerekli olması gibi hususlar başta tabii bilimler ve tıp ilmi olmak üzere felsefe ve sanat sahalarını kapsayan çalışmaların yapılmasını beraberinde getirdi. Böylece müslümanların ilim anlayışının dinî ilimlerle sınırlı olmadığı gösterilerek sonraki dönemlerde naklî (dinî) ilimler, metafizik disiplinler, matematik ve fizik ilimleri olmak üzere üçe ayrılan aklî ilimler şeklindeki tasnifinin ilk adımları atıldı.

Râşit halifeler döneminde Kur'an ilimlerine yönelik araştırmaların yanında ilk dil bilimi ile ilgili çalışmalarda eğitim öğretim faaliyetleriyle eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. Sahabeler öğrenme ve öğretmenin yanında sünneti tespit etme ve öğrenme gayretine yöneldiler. Hz. Ebû Bekir döneminde vahiy kâtiplerinin yazdığı dağınık haldeki âyet ve sûreler iki kapak arasında bir araya getirilirken Hz. Osman zamanında sûreler Fâtiha ile başlayıp Nâs ile bitecek şekilde düzenlendi. İslam tarihinde ilk kitap haline getirilen metin olan Kur'an'ın cemedilmesi aynı zamanda Kur'an ilimleri konusunda yetkin ve vahiy kâtiplerinin en deneyimlisi olan Zeyd b. Sâbit'in başkanlığında bir heyetin kurulması, geniş kapsamlı bir araştırma yapılması, konuyla ilgili bilgisi ve malzemesi bulunan herkese başvurulması, bütün süreçte istişareye ehemmiyet verilmesi gibi usul ve metotlarıyla ilk bilimsel çalışma olarak tarihe geçti. Hz. Osman "mushaf tertibi" denilen nüshaları fethedilen yerleşim bölgelerine okuyucularıyla birlikte gönderdi. Bu çerçevede Kur'an eğitim öğretimi Medine'de Zeyd b. Sâbit ile Ubey b. Kâ'b, Mekke'de Abdullah b. Sâib, Suriye'de Muâz b. Cebel, Mugîre b. Ebû Şihâb, Ubâde b. Sâmit ile Ebü'd-Derdâ, Kûfe'de önce Hz. Ali ile Abdullah b. Mes'ûd daha sonra Ebû Abdurrahman Sülemî, Basra'da ise Âmir b. Abdullah tarafından yürütüldü. Görevleri arasında temel dinî bilgiler ve Hz. Peygamber'in sünnetini öğretmek de bulunan, Kur'an'ın yorumlanmasının öncüsü olan, Kur'an ilimleri alanında önemli âlimler yetiştiren ve İslam tarihinin ilk öğretmenlerine, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Âişe, Ebû Mûsâ Eş'arî, Selmân-ı Fârisî, Ebû Hüreyre, Abdullah b. Amr, Abdullah b. Ömer, Abdullah b. Zübeyr ve Abdullah b. Abbas eklenebilir.

Kur'an'ı ilim ile amel olmak üzere birlikte öğrenip hıfzetmeye önem veren ashabın âlimleri âyetlerin nasıl anlaşılıp yorumlanacağı meselesi etrafında yoğun çabalar sarfederek yanlış tevillerin önüne geçmeye çalıştılar. Yetiştirdikleri tâbiîn neslinin içinden Kur'an ilimleri başta olmak üzere dinî ilimlerde derinleşen önemli bilginlerin çıkmasının öncüsü oldular. İslam ilim geleneğinde Kur'an tefsirinin ve dolayısıyla Arap dili ve edebiyatının en büyük üstadı kabul edilen ve "tercümânü'l-Kur'an" olarak nitelendirilen Abdullah b. Abbas Mekke, ashabın sayılı hafızlarından ve Hz. Peygamber'in emriyle Medineliler ve şehre dışarıdan gelenlere Kur'an dersleri veren Übey b. Kâ'b Medine tefsir ekolünün kurucuları olarak kabul edildi. Hz. Ömer tarafından Kûfe'de görevlendirilen Abdullah b. Mes'ûd burada verdiği kıraat ve tefsir dersleriyle Kûfe ekolünün temellerini atarken Basra'da kıraat ve tefsir derslerini üstlenen Ebû Mûsâ Eş'arî Irak'ta ehl-i re'y hareketinin doğmasında etkili oldu.

Dört halife döneminde Übey b. Kâ'b, Abdullah b. Mes'ûd gibi ashaptan bazıları özel mushaflara tefsir kabilinden notlar düşmüş, Hz. Osman, Hz. Âişe oluşturulan metinlerdeki yazım hatalarını dile getirerek kayıt altına alınmasını temin etmişlerdir. Kur'an ilimlerine dair bilgilerini Hz. Ali'den alan Hz. Ömer ve Abdullah b. Abbas başta olmak üzere ashabın bilginlerinden ders alan ve rivayette bulunan Ebü'l-Esved Düelî Kur'an'a hareke sistemini getirdi. Arap grameri ve edebiyatı hakkında da geniş bilgi sahibi ve şair olan Ebü'l-Esved aynı zamanda Arap nahvinin ilk esaslarını da tespit etti; Hz. Ali başta olmak üzere ashabın âlimlerinin gözetiminde başladığı çalışmalarını Emevîler zamanında tamamladı.

Ebü'l-Esved Düelî gibi Ebû Abdurrahman Sülemî de İslam eğitim tarihinde bizzat ashabın âlimleri tarafından yetiştirilen öğretmenlerdendir. O zamanki öğretim usulleri hakkındaki bilgilerin bize ulaşmasını sağlayan Ebû Abdurrahman Hz. Ali, Übey b. Kâ'b, Abdullah b. Mes'ûd ve Zeyd b. Sâbit'ten hususi dersler aldı; Kur'an'ın tamamını Hz. Osman'dan dinledi. Arap dili ve edebiyatı alanında da uzman olan, kıraat derslerini cami ve mescitlerin yanında çarşı esnafından ihtiyacı olanların dükkânlarına giderek veren Ebû Abdurrahman eğitim öğretimin uygun mekân ve ortamlarda yapılabileceğinin öncüsü olurken Kur'an âyetlerinin onarlı ya da beşerli şekilde öğretilmesi hususunda bir usul geliştirdi.

Hulefâ-yi Râşidîn devri hadis rivayetlerinin tahrif edilmesini önlemek için çeşitli tedbirlerin alındığı ilk evredir. Hadislerin muhtevalarıyla ilgili eksik veya yanlış anlamaları önlemenin yanında hadis rivayetinde ciddiyeti sağlamak bütün dinî ilimlerin eğitiminin esas gayelerinden olmuştur. Hz. Ömer'in yabancı unsurların karışmasına engel olmak ve Kur'an'ın terkedilmesi endişesiyle sınırladığı hatta bir ara yazdırmak istemediği (İbn Sa'd, 2001: III, 267) hadis rivayeti ashabın İslam dünyasına dağılmaları ve gittikleri yerlerde Hz. Peygamber'den gördüklerini ve işittiklerini nakletmeleri ve anlatmaları sebebiyle hız kazandı. Rivayetlerin dinin bilinen nasları ve kaideleriyle karşılaştırılarak tenkide tâbi tutulmasına başlandı. Hz. Peygamber zamanında başlayan hocanın öğrencisine yazdırması anlamına gelen daha çok hadis ilminde kullanılmakla birlikte tefsir, fıkıh usulü ile Arap dili ve edebiyatında da kullanılan imla yöntemi dört halife döneminde de sürdü. Hz. Ali, Muâz b. Cebel, Ebû Hüreyre, Sa'd b. Ubâde, Câbir b. Abdullah, Abdullah b. Amr b. Âs, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Ömer, Semüre b. Cündeb, Amr b. Hazm Ensârî, Vâsile b. Eska', Abdullah b. Ebû Evfâ, Enes b. Mâlik ve Nübeyt b. Şerît gibi ashabın âlimlerinin hadisleri yazdıkları sahife ve cüz adı verilen defterler hadis eğitim öğretiminin ilk yazılı metinleri oldu (bk. Hadis Öğretimi).

Dört halife döneminde gerçekleşen fetihler İslam coğrafyasındaki hızlı genişlemenin yanında çeşitli farklılıklar taşıyan yeni sosyal yapı ve kültürlerin İslam muhitine girmesiyle sonuçlandı. Ortaya çıkan yeni problemlerin ve anlayışların giderek yerleşen devlet teşkilatıyla bütünleşecek şekilde Kur'an ve sünnet merkezli olarak dinî öğreti açısından da kontrol edilip çözümlenme ihtiyacını ortaya çıkardı. Bütün bunlar gelecekte ayrı birer disiplin halinde şekillenecek fıkıh ile fıkıh usulünün kavramsallaşmasının ilk adımını teşkil etti. Bu çerçevede İslam toplumunda dinî bilginin gelişip alt ilim dallarının oluşmasına paralel olarak kitap ve sünnetten sonra üçüncü bir delil ve kaynak niteliği kazanan rey faaliyetinin ilk adımları atıldı. Hz. Peygamber zamanında başlayan ve Hz. Ömer zamanında artan iktâ uygulamaları İslam arazi hukukunun sistemleştirilmesinin ilk adımlarının atılmasını temin etti. Bütün bu konularda ortaya çıkan yazılı ve sözlü kültürün yanında Hz. Ömer'in yargılama konusunda Ebû Mûsâ Eş'arî'ye yazdığı mektubu başta olmak üzere râşit halifelerin yazışmaları İslam'daki eğitim öğretim hayatının hukuk ve idare tarihinin temel metinleri olarak günümüze ulaştı. Keza miras hukukunu ihtiva eden ferâizin öğrenilip öğretilmesine yönelik faaliyetler gelişerek sürdü. Mirasçıların haklarının belirlenmesi ve hisselerinin hesaplanmasının belli bir seviyede matematik ve ensab bilgisi gerektirdiği için sadece ferâiz değil bu iki ilme dair çalışmalar da birlikte gerçekleştirildi. Hz. Ali'nin yanında Hz. Ömer, Hz. Âişe, Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Mûsâ Eş'arî gibi ashabın bilginleri ferâiz ilminin bir hukuk doktrini olarak gelişmesine önemli katkı sağladılar hem Medine'de yaşayanları hem de dışarıdan gelenleri eğittiler.

İslamiyet'in ilk yıllarında özellikle de Medine döneminde zihinlerde soru işaretleri uyandıran konulardan olan kader problemi, Hulefâ-yi Râşidîn döneminde müslümanlar arasında vuku bulan bazı görüş farklılıkları ile bazı siyasî gelişmeler canlı bir şekilde gündemde kalarak kelam ilminin gelişimine katkı sağladı. Hz. Osman'ın isyancılar tarafından katledilmesinin ardından ashabın hayatta kalanlarının ısrarıyla halife olan Hz. Ali'nin bizzat yanlarına giderek netice alamayınca da mektup yazarak Hâricîler'i ikna etmeye çalışması gibi, dini korumaya ve itikadî hükümleri doğru olarak anlamaya yönelik çabaların sürdürülmesi de ilm-i kelamı geliştiren bir diğer unsurdu.

İslam öncesinde Araplar'a dair her bilgi şiire aksettiği nispette yaşamış ve sonraki nesillere aktarılabilmiştir. Asrısaadet'te olduğu gibi Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de kadim şiir yöntem, dil ve üslup özellikleriyle devam etti. Kur'an'ın ve hadisin anlaşılmayan hususlarıyla lügat güçlüklerini çözmek için Arap şiirinin yardımına başvuruldu. Ayrıca şiir ile musiki bütünleşerek medenî hayatın bir parçası haline geldi ve eski Arap şiirinde var olan bir nevi usta-çırak ilişkisi olarak nitelendirilebilecek şairlerin beraberlerinde bulunarak şiirlerini ezberleyip aktaran râvi ya da râviler bu dönemde de varlıklarını sürdürdü. Hz. Ali başta olmak üzere ilk halifeler şiirden çok iyi anlayan şahsiyetlerdi; insanlara neseplerini öğrenmelerini tavsiye eden Hz. Ömer Araplar'ın bütün bilgilerini içeren hatıralarını, âdet ve geleneklerini yaşatan şiirin derlenmesini özellikle istedi. Ahbâr, emsal, ensab ve eyyâmü'l-Arab'a dair Cahiliye devrinin edebî mahsulleri de gerçekleştirilen tasnif ve tedvine dahil edildi.

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde Hz. Peygamber'in hayatını, şahsiyetini, tebliğ faaliyetlerini, siyasî ve askerî mücadelelerini konu alan siyer ve megazi ilminin temelleri de atıldı. Bu ilim dalının eğitim öğretim hayatında nasıl yer alacağının plan ve programı düzenlendi. Hz. Peygamber'i ele alan bilimsel disiplinler hadis, siyer ve megazi, şemail ve delail şeklinde sıralandı. Siyer ve megazinin sonraki nesillere ulaştırılmasında önemli hizmetler ifa eden Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes'ûd'un perşembe günlerini önceden belirlenmiş derslere tahsis etmesi gibi, haftanın bir gününü Kur'an ilimlerine, bir gününü siyer ve megaziye, bir gününü fıkha, bir gününü şiire, bir gününü de eyyâmü'l-Arab'a ayırmak suretiyle bir bakıma İslam eğitim tarihindeki ilk haftalık ders programını yürürlüğe koydu. Aynı şekilde Mekke, Medine ve Basra'da yönettiği ilim meclislerinde bir köşede tefsir, bir köşede fıkıh, bir köşede şiir, bir köşede de eyyâmü'l-Arab, ensab ve tarih disipliniyle uğraşanların toplanmasını temin ederek eğitim öğretimde ihtisaslaşmanın ilk örneğini verdi. Kendisine yöneltilen soruları zikredilen ilmî disiplinlere tasnif ederek cevap veren ve talebesi Ebü'l-Esved'i Basra'da siyer, ensab ve tarih dersleri vermesi için vekil bırakan İbn Abbas'ın Hulefâ-yi Râşidîn döneminde meydana gelen olayları değerlendirmesi, gerçekleştirilen uygulamaları fikirlerine ve fetvalarına yansıtması, işittiği hadisleri bizzat yazarak kaydetmesi, sadece hizmetinde bulunanları değil bütün mevlaların yetişmeleri için özel alaka göstermesi, ahbar ve ensaba dair bilgilerin toplanmasına hususi önem vermesi, Arap dili ve edebiyatının eğitim müfredatının içerisine dahil olmasını sağlaması ashabın bilginleri tarafından takip edilen ve sonraki nesillere intikal ettirilen bir eğitim müfredatı haline geldi.

Hulefâ-yi Râşidîn dönemiyle birlikte İslam camiasına katılan farklı milletlere mensup insanların müşterek bir kültür dairesinde yaşama arayışları, dinî hayat, devletin malî ve idarî uygulamaları ile olayların sağlıklı bir şekilde tespiti zorunluluğu hassas bir takvime olan ihtiyacı ortaya çıkardı. Bunun üzerine Nisan 637 tarihinde Hz. Ali'nin teklifiyle Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in Mekke'den Medine'ye hicretini takvim başlangıcı olarak kabul ederek hicrî takvimi yürürlüğe koydu. Böylece tarih kelimesi Hicaz Arapçası'na girerken umumi tarihlerin yazımının ilk adımı atıldı. Hz. Ömer'in fethedilen bölgelerin ve şehirlerin çeşitli yönleriyle tanıtılmasını istemesi bu bölge ve şehirleri tanıtan ve anlatan eserlerin yazılmasını beraberinde getirdi. Konu itibariyle siyer ve megazi kitaplarının devamı olan bu çalışmalar ilgili oldukları yerlerin hem coğrafyasına hem de geçmişine dair bilgilerin kayıt altına alınması sebebiyle tarihin ufku ve ilgi sahası genişledi.

Hz. Ömer cizye, haraç ve ticaret malları vergilerinden oluşan fey gelirlerini Haşr sûresinin 6-10. âyetlerinden hareketle bütün müslümanlara dağıtmak için divan teşkilatını kurmasıyla divan tabiri kullanılmaya başlandı. Medine'den başlanarak Basra, Kûfe, Suriye ve Mısır'da yaşayan bütün müslümanlar, Araplar'ın nesebini çok iyi bilen üç kişilik bir heyet tarafından Hz. Peygamber'in mensup olduğu Kureyş kabilesinin Benî Hâşim kolundan hareketle divan defterlerine kaydedilerek beytülmal gelirlerinin ve sarf yerlerinin bir düzene bağlanması sağlandı. Ensab bilgisinin kayıt altına alınmasını temin eden tabakat ve tarih kitaplarının esas malzemesini oluşturan kabilelere göre divan defterlerine kayıt geleneği Emevî Devleti'nin sonuna kadar sürerken teşkilatın işleri Medine'de halifeler, taşrada ise valiler veya onların görevlendirdiği âmiller tarafından yürütüldü (bk. Emevîler). Hz. Ömer zamanından itibaren devletin yazışmaları, gönderilen emirnameler, antlaşma metinleri, tayin kararları bir sandık içinde muhafaza edilmeye başlanmasıyla resmî arşiv malzemesi de oluşmaya başladı.

Halifelik merkezinden uzak yeni fethedilen bölgelerde asayişin sağlanması ve İslamiyet'in yayılışının daha geniş sahalara ulaştırılması amacıyla Hz. Ömer zamanında Basra, Kûfe ve Fustat gibi ordugâh şehirler kuruldu. Medine ile irtibatı sağlayan ve ticaret hayatının içinde yer almalarına hususi önem verilen şehir plancısı ve mimarların çalışmalarıyla kurulan bu şehirler Basra körfezi yoluyla Hint ve Çin, kadim Hîre yakınında kurulan Kûfe yoluyla Arabistan, Suriye, Filistin, Anadolu, İran, Orta Asya, Doğu Akdeniz ve Mısır arasında eskiden beri var olan ticaret yollarının müslümanların kontrolüne girmesini sağladı. Mısır Valisi Amr b. Âs, Hz. Ömer'in izniyle Nil nehri kıyısındaki Babilon ile Kızıldeniz sahilindeki Süveyş Limanı'nı birbirine bağlayan ve yapımı firavunlar zamanına kadar giden kapalı kanalı açtırdı. Böylece hem Medine ile Mısır arasında deniz yoluyla bağ kuruldu hem de Mısır, Haremeyn ile Yemen ve Hindistan arasında deniz ticareti yapılmasının, deniz ve nehir taşımacılığı için gerekli şartlar oluştu. Hz. Ömer zamanında haraç miktarları belirlenirken hangi topraklardan ne kadar vergi tahsili yapılacağını tespit için Sevâd arazilerinin tahriri ve ölçülmesi gerçekleştirilerek İslam tarihindeki ilk arazi kabiliyet sınıflandırılması yapıldı. Ekim yapılan arazilerin şehirlere ve pazarlara olan yakınlığı tespit edilirken, ölçü birliğinin sağlanmasına yönelik olarak Irak ve Suriye'de birim alan ölçüsü olarak cerîb, Mısır'da feddân kullanılması istendi. Gerçekleştirilen nüfus sayımında vergi adaletini sağlayabilmek için zimmîlerin sayısının belirlenmesine özel önem verildi. Ekonomik hayatta mühim yer tutan atların yetiştirilmesi konusunda uzmanlardan istifade edilerek yetiştirilen atlar Kadisiye, Irak ve İran fetihlerinde kullanıldı. Bütün bu gelişmelerin yanında Hz. Ömer'in Kıbrıs başta olmak üzere Akdeniz adaları ve sahil kentleri hakkında rapor hazırlanmasını, Hz. Osman'ın da Hint hudutları hakkında bilgi toplanmasını istemesi gibi hususlar coğrafya gibi sosyal bilimlere kaynaklık etmekle kalmadı tabii ilimlerin gelişimine de önemli katkı sağladı; geçmişteki pratik ve teorik bilgiler ve tecrübeler hayatın ve eğitim programının içerisine dahil edildi.

Cami ve mescitlerin eğitim öğretim mahalli olarak kullanılması Hulefâ-yi Râşidîn döneminde de sürdü. Aynı zamanda birer kültürel merkez olan cami ve mescitlerin bünyelerinde ya da bağımsız olarak temel eğitim kurumu olarak nitelendirilebilecek küttaplar da bu dönemde eğitim öğretim işlevi gören bir diğer kurumdu. Henüz saray teşkilatının gelişmediği bu dönemde hükümet konakları ve ashabın âlimlerinin evleri de eğitim öğretim mahalliydi (bk. Cami).

İlim öğrenmek için rihle adı verilen seyahatlere çıkılıyor ya da Medine'ye geliniyor (bk. Rihle), cami ve mescitler başta olmak üzere bütün eğitim öğretim mekânlarında "halaka" adı verilen ilim meclisleri kuruluyor, bilimsel müzakereler gerçekleştiriliyordu. Bunlardan Kur'an dersi verilene "meclisü's-seb'" hadis dersi verilene "meclisü'l-ilim", bir ilim dalının öğretildiği ya da muhtelif derslerin görüldüğü halkalara ise "meclisü't-tedrîs" deniliyordu. Eğitim öğretim faaliyetleri Medine'de halifeler vilayetlerde valiler tarafından üstleniliyor; İslam hakimiyetine giren yerlerde ilim ve kültür hayatının, İslamlaşma ile birlikte yürütülmesine hususi önem veriliyordu.

Dört halifenin ve ashabın bilginleri her fırsatta müzakere ve münazara imkânı oluşturarak ilmî ortamlar sağlamaya önem verdiler. Eğitim öğretimin münazara, müzakere, tartışma gibi önemli kavramlarının esaslarının belirlenmesinin ve sonraki zamanlarda meydana gelen gelişmeler ve oluşan şartlara göre eğitim müfredatının nasıl güncelleneceğinin ilk örneklerini oluşturmaya çalıştılar. Halifelere ve ashabın bilginlerine dinî ve din dışı konularda soru sormak için herhangi bir sınırlama söz konusu değildi ve bilgiye ulaşmayı kolaylaştırmak eğitim öğretim metotlarının esasıydı. Başta Hz. Ali olmak üzere sorulan sorular üzerinden bilgi verilmesi de geliştirdikleri bir diğer eğitim öğretim metoduydu.

Okuma ve yazmanın yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetlerin sistemli bir hale getirilerek sürdürüldüğü dört halife döneminde henüz Arapça'yı sınırlarıyla belirleme ve ifadede de çok yetersiz bir seviyede bulunan yazının kusurları şiddetle hissedildi. Bunun en önemli sebebi deri, kemik, ahşap ve düzleştirilmiş taş dışında yazı malzemesinin yetersiz oluşuydu. Hz. Peygamber'in vefatından sonra dinî ve idarî hayatın yanında gündelik işlemlerde de yazının ehemmiyetinin farkedilmesi cami dışındaki eğitim kurumlarının açılmasına ve buralara muallimler tayin edilmesine yol açtı. Meclisinde kendileriyle istişare ettiği kıraat başta olmak üzere Kur'an ilimleri ve ahkâmı konusunda geniş bilgi sahibi olan ve "kurra" denilen yaşlı ve genç kariler bulundurmaya özen gösteren Hz. Ömer müslümanların idaresi altına giren yerleşim birimlerindeki vali ve âmillerine cami ve diğer eğitim kurumlarında eğitim öğretime Kur'an-ı Kerim'le başlanmasını, sadece ezberlemekle yetinilmemesini hüküm ve ahkâmının öğretilmesini de istedi. Eğitim öğretim işlerini yürütmek için Suriye'ye Muâz b. Cebel, Ebü'd-Derdâ ve Ubâde b. Sâmit'i gönderdikten sonra ardından da Abdurrahman b. Ganm'ı takviye olarak göndermesi gibi ashabın öğretmen niteliğine sahip olanlarını fethedilen bölgelerde görevlendirdi. Basra Camii'nde hergün gün doğumundan öğleye kadar ders okutan Ebû Mûsâ Eş'arî başta olmak üzere valilerinden idarî görevlerinin yanında eğitim öğretim işlerini denetlemelerini ve bizzat yürütmelerini talep etti. Görevlendirdiği muallimlere maaş bağlayan Hz. Ömer'in zamanından itibaren başta Kur'an-ı Kerim öğrenenler olmak üzere öğrencilerin hepsini kapsamasa da beytülmalden maaş ödenmesi âdeti başladı.

İslam tarihinde ilköğretim seviyesine dair ilk programı valilerin görevleri arasına dahil eden de Hz. Ömer'dir. Eğitim müfredatının gelişmesine de işaret eden program bu aşamada çocuklara Kur'an-ı Kerim, Hz. Peygamber'in sünneti ve temel dinî bilgilerin yanında yüzme, matematik, Arap dili kaideleri, ensab bilgisi, şiir, atıcılık ve binicilik öğretmeyi amaçlıyordu. Eğitim programı cami ve küttaplarda valilerin öncülüğünde mevâlînin çocukları da dahil herkesin katılımıyla yürütülüyordu. Ashabın bilginlerinden ders alıp sonraki dönemlerde dinî ilimler başta olmak üzere çok sayıda âlimin yetişmiş olması eğitim öğretimin toplumun bütün bireylerine eşit olarak yayıldığını göstermektedir.

Dört halife döneminde Mescid-i Nebevî'nin minberi İslam dininin emirlerinin ve yasaklarının konuşulduğu, güncel meselelerin gündeme getirildiği bir eğitim öğretim işlevi görmeyi sürdürdü. Hz. Ömer'in hutbesini dinleyen Abdurrahman b. Avf'ın onu muallim olarak nitelendirmesi ve bu unvanın bizzat Hz. Peygamber tarafından verildiğinin altını çizmiş olması, camilerin minberlerinin sadece idarî konular için değil eğitim öğretimin dahil olduğu bütün konuların müzakere edildiği bir işlev üstlenmesini temin etti. Hz. Ömer'in Mescid-i Nebevî'nin doğu tarafındaki avlusunun kuzeyinde Butayha ismi verilen yeri sohbet etmek, şiir okumak veya yüksek sesle konuşmak isteyenlere tahsis etmesi cami ve mescitlerin belli bölümlerinin halk eğitimi yapılan mekânlar olarak kullanılmasının ilk örneklerindendir.

Hulefâ-yi Râşidîn döneminde halk eğitimcisi olarak nitelendirilebilecek iyi bir vaiz olan Temîm Dârî gibi "kıssacı" unvanıyla görev yapan kişilere rastlanılmakta, Medineliler'in vaizi olarak bilinen İbn Ebü's-Sâib'in, Hz. Âişe'nin tavsiyelerine bağlı kalarak cuma günleri Mescid-i Nebevî'de kıssa anlattığı bilinmektedir.

Kaynakça

Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. İstanbul 1981, I, 18; III, 449; VI, 217.

Alyûh, Halid Maruf Ahmed. “Raşit Halifeler Döneminde Eğitim Sistemi: en-Nizâmü’t-Ta‘lîmî fî Asri’l-Hulefâi’r-Râşidîn”. İslâm Medeniyetinin Kurucu Nesli Sahâbe-IV. ed. H. Yılmaz. haz. A. Karaaslan v.dğr. İstanbul 2021, s. 305-340.

Belâzürî. Ensâbü’l-Eşrâf. Beyrut 1430/2009, nşr. W. Madelung. II, 111-112; nşr. A. Dûrî. III, 31-34, 51; nşr. İ. Abbas. V, 382-383; nşr. R. Ba‘lebekî. VII/1, s. 99; nşr. M. Ya‘lâvî. VII/2, s. 102-103.

a.mlf. Fütûhu’l-Büldân. çev. M. Fayda. Ankara 1987, s. 494, 629-630, 664-665, 669-670.

Bozkurt, Nebi. “Meclis”. DİA. 2003, XXVIII, 241-242.

Çetin, Nihad M. “Arap (Yazı)”. DİA. 1991, III, 286-288.

Fayda, Mustafa. Hulefâ-yı Râşidîn Devri: Dört Halîfe Dönemi. İstanbul 2014.

Hatîb el-Bağdâdî. el-Câmi‘li-Ahlâki’r-Râvî. nşr. M. A. Hatîb. Beyrut 1416/1996, II, 56.

İbn Sa‘d. Kitâbü’t-Tabakāti’l-Kebîr. nşr. A. M. Ömer. Kahire 1421/2001, II, 289-295, 306-325; III, 93, 145, 235-236, 262-265, 267, 269, 275-276, 465; VIII, 24, 280, 292-294; IX, 122, 131, 415.

İbn Şebbe. Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere. nşr. F. M. Şeltût. Cidde 1399/1979, I, 7-8, 10-13; II, 797; IV, 990-995.

İbnü’l-Cezerî. Gāyetü’n-NihâyeTabakāti’l-Kurrâ. nşr. G. Bergstrӓsser. Beyrut 1971, I, 370-371.

İbnü’n-Nedîm. el-Fihrist. çev. R. Şeşen. İstanbul 2019, s. 20-27, 86-88, 98-102, 133-137.

İsfahânî, Ebü’l-Ferec. Kitâbü’l-Egānî. nşr. İ. Abbas v.dğr. Beyrut 1429/2008, IV, 109; XXI, 26.

Karaman, Hayreddin. “Fıkıh”. DİA. 1996, XIII, 6.

Kettânî, M. Abdülhay. Hz. Peygamber’in Yönetimi: et-Terâtîbu’l-İdâriyye. çev. A. Özel. İstanbul 2003, II, 115-120, 286-290, 323, 350, 370-388, 408, 425, 489-491.

Kutluer, İlhan. “İlim”. DİA. 2000, XXII, 111-112.

Küçükaşcı, Mustafa S. Cahiliye’den Emevîlerin Sonuna Kadar Haremeyn. İstanbul 2003, s. 223.

Mes‘ûdî. Mürûcü’z-Zeheb ve Meâdinü’l-Cevher. nşr. Y. E. Dâgır. Kum 1984, III, 39-187.

Sezgin, Fuat. Arap-İslâm Bilimleri Tarihi. İstanbul 2015, I, 4, 288.

Taberî. Târîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk. nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim. Beyrut t.y., IV, 204, 209-211, 223.

Zübeydî. Tabakātü’n-Nahviyyîn ve’l-Lugaviyyîn. nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim. Kahire 1984, s. 21-24.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/hulefa-yi-rasidin

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

HULEFÂ-yi RÂŞİDÎN (632-661)

 İslam tarihinde ilk dört halife dönemi.