Hz. Peygamber’in mescidiyle kabrinin bulunduğu Harem bölgesi, şehir.
Hz. Peygamber’in mescidiyle kabrinin bulunduğu Harem bölgesi, şehir.
Arap yarımadasının batısında Hicaz bölgesinde Kızıldeniz kıyısına yaklaşık 130 km. uzaklıkta, Mekke'nin 350 km. kadar kuzeyindedir. Bilinen en eski adı Yesrib olup Kur'an'da Medine'nin adı olarak bir yerde geçmektedir (Ahzâb 33/13). İslam kaynaklarında Medine'ye Tayyibe, Miskîne, Azrâ, Câbire, Mecbûre, Mahabbe, Mahcûbe, Dârülhicre, Dârülîmân, Dârüssünne, Resûl-i Ekrem'e nispetle Medînetürresûl (Medînetünnebî) ve Medînetü'l-münevvere gibi isimlerin verildiği görülmektedir. Medine kelimesi Kur'an'da on yerde geçmekte, bunların dördünde (Tevbe 9/101, 120; Ahzâb 33/60; Münâfikûn 63/8) Medine şehri kastedilmektedir.
Mekke ile birlikte iki Harem'den (Haremeyn) biri olan Medine, hicret yurdu olması ve halkının herhangi bir zorlama olmaksızın İslamiyet'i benimsemesinden dolayı "Kur'an'la fethedilmiş" kabul edilir. Hicretten sonra Resûl-i Ekrem, "Hz. İbrâhim Mekke'yi harem yaptığı gibi ben de Medine'yi harem yaptım" sözleriyle şehri harem ilan etmiştir. Medine vesikasında kayıt altına alınan bu hüküm, Hendek Gazvesi ile Hayber seferinde elde edilen başarı üzerine bütün Arap kabileleri tarafından kabul edilmiştir. Medine'nin haremi güneydeki Âir ve kuzeydeki Küçük Sevr ile doğuda Vâkım, batıda Vebere harreleri arasında kalan yaklaşık 22 km. yarıçapındaki daireden ibaret olup bu sınırlar işaretler konularak belirtilmiştir.
Medine'ye ilk yerleşinin ne zaman başladığı hakkında kesin bilgi yoktur. Tarih sahnesine çıkışından itibaren Medine'ye yerleşen üç topluluktan (Amâlika, yahudiler ve Evs-Hazreç) bahsedilir.
Mekke'de güçlü bir destek bulamayan Hz. Peygamber, Tâif'e giderek yeni bir çevrede İslam'ı tebliği denediyse de aynı olumsuz tavırla karşılaşmış, buna mukabil Akabe'de tanıştığı bazı Medine sakinlerinin İslamiyet'e girmesi üzerine şehir halkının arasında Müslümanlık süratle yayılmaya başlamıştır. İkinci Akabe Biatı'nda Medineliler'in Hz. Peygamber'i ve Mekkeli müslümanları davet ederek her türlü tehlike ve sıkıntıda onları ve arkadaşlarını koruyacaklarına dair söz vermelerinin ardından (622) sahâbîler Medine'ye göç etmeye başladılar. Ashabın büyük çoğunluğu Medine'ye gittikten sonra Resûl-i Ekrem de oraya hicret etti (20 Eylül 622). İslam ve dünya tarihinde bir dönüm noktası olan hicret Mekke'nin fethine kadar (11 Ocak 630) sürdü. Hicretin ardından Resûlullah'ın etrafında şehirdeki bütün unsurların katıldığı bir beraberlik oluştu. İlk olarak şehri dışarıdan gelecek tehditlere karşı güvence altına almak ve gayrimüslim unsurlarla Kureyş'in iş birliğini engellemek üzere Hz. Peygamber'in nihaî söz sahibi kabul edildiği, Medine toplumunun bütün unsurlarının katıldığı siyasî birliğin temelini atan Medine vesikası kaleme alındı.
Hicretten sonra Medine ile Mekke arasındaki mücadelenin ilk safhasını Mekke'nin ekonomik baskı altına alınması oluşturur. Medine-Mekke arasındaki ilk büyük savaş olan Bedir Gazvesi'nde düşmanlarını mağlup eden Medineliler, Mekke müşriklerine ilk darbeyi vurmuş oldular. Bedir Gazvesi'nden sonra Mekke müşrikleri bir yandan Medine'ye yürümek için hazırlık yaparken öte yandan kervanları için alternatif yollar bulmaya çalışıyorlardı. Uhud Gazvesi Kureyşliler'e bu anlamda yeni bir ümit oldu. Fakat savaş meydanında kazandıkları başarıyı siyasî üstünlükle pekiştiremediklerinden Medine bir tehdit unsuru olmaya devam etti. Hendek Gazvesi de Mekkeliler açısından olumlu sonuç vermedi. Müslümanların kazandıkları psikolojik üstünlük ve Medine'de oluşturulan birliktelik, Arap yarımadasında İslam'ın yayılması açısından daha elverişli imkânlar ortaya çıkardı. Resûl-i Ekrem Mekke'nin fethinden sonra muhacirlerle birlikte Medine'ye döndü burasını kurduğu devletin başşehri yaptı. Medine Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman dönemlerinde çok geniş bir alanda gerçekleştirilen fetihlerin sevk ve idare edildiği, çeşitli idarî ve sosyal düzenlemelerin yapıldığı hilafet merkezi olarak önemini korudu. Hz. Ali halife olunca gelişen olayları Medine'den çözmeyi denedi. Bir sonuç alamayınca şehirden ayrıldı.
Hz. Ali'nin şehit edilmesi ve Hz. Hasan'ın hilafeti Muâviye'ye bırakmasının ardından Emevîler hilafet merkezini Dımaşk'a naklettiler. Yezîd'in iktidara gelmesinin ardından Medine'de Emevîler'e karşı yeniden muhalefet hareketi başlattılar. 683'te meydana gelen Harre Savaşı'nda şehir Suriye'den gönderilen Emevî ordusu tarafından yağmalandı. Bundan sonra Medine Emevîler'in gönderdiği valiler tarafından yönetildi. Siyasî merkez özelliğini kaybetmesinin ardından merkezî otoriteye karşı oluşan muhalif hareketlerin odağı haline gelen Medine, Abbâsîler döneminde de Abbâsî iktidarına muhalif olanlara merkezlik yaptı.
Medine bu dönemde giderek ekonomik yönden olduğu gibi siyasî yönden de Mısır'a bağımlı hale geldi. Şehir X. yüzyıldan itibaren Abbâsîler ile Fâtımîler arasında sık sık el değiştirdi. Fâtımîler'in Haremeyn'e hâkim olması, Selçuklular'ın Medine'yi Sünnî hakimiyeti altına almak için mücadele etmelerine yol açtı. Selçuklular'ın Medine ile ilgisi Sultan Melikşah ve oğlu Mahmud zamanında da devam etti ve (1089-1092) Medine'de Halife Muktedî-Biemrillâh ile birlikte onlar adına hutbe okundu. Daha sonra şehre bazan Selçuklular bazan Fâtîmiler hâkim oldular. 1174 yılından itibaren Medine Zengîler ardından da Eyyübîler'in hakimiyetinde kaldı.
Memlük Sultanı I. Baybars'ın Moğol istilasıyla ortadan kaldırılan Bağdat Abbâsî hilafetini Mısır'da yeniden kurmasının ardından Medine Memlükler'e bağlandı. Haremeyn'e hizmet konusunda zaman zaman Osmanlılar'la rekabete girişen Memlükler'in Medine hakimiyeti Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine kadar (1517) sürdü.
Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde şehirde daha çok yahudilerin oturduğu taştan, üç katlı, sayıları altmışa kadar çıkan ve kale olarak kullanılabilecek büyüklükte evler vardı. Hicretin ardından şehrin İslamlaşması ile medenîleşmesi arasında ilgi kurulmak istendi ve şehir planı Mescid-i Nebevî merkez olmak üzere geliştirildi. Mescid-i Nebevî, bir ibadethane işlevinin yanında daha sonraki devirlerde ortaya çıkacak olan birçok sosyal kurumu bünyesinde barındıran ve külliye adı verilen geleneğin de çekirdeğini teşkil etti. Harem-i Şerif'in daha sonra genişletilmesi şehrin fizikî yapısında önemli değişikliklere sebep oldu. Medine'de Abbâsîler döneminden itibaren halifeler, hanedan mensupları ve diğer ileri gelenler tarafından oluşturulan zengin vakıflar sayesinde idarî binalar, mescit, medrese, tekke, zaviye, ribat, imaret ve sebiller inşa edilmiş, bunlar bir taraftan şehrin fizikî yapısını güzelleştirirken diğer taraftan da ekonomik hayata önemli katkılar sağlamıştır. Bunlardan medrese, tekke, zaviye ve ribatlar hac mevsimlerinde Medine'ye gelenler için misafirhane görevi de yapıyordu.
Medine'nin hicret öncesi nüfusu hakkında fazla bilgi yoktur; hicretten sonra ilk nüfus sayımı olarak nitelendirilebilecek, ensar-muhâcirîn arasında gerçekleştirilen muâhattan 1500 müslümanın varlığı anlaşılmaktadır. Osmanlı öncesi dönemde şehir ve çevresinde aşağı yukarı 10.000 civarında bir nüfusun yaşadığı bilinmektedir.
Hicretin ardından kısa sürede gelişerek İslam dünyasının en önemli kültür merkezi haline gelen Medine'nin bu özelliği Hz. Ali'nin hilafet merkezini Kûfe'ye nakletmesinden sonra da sürdü. Resûl-i Ekrem'in İslam'ı tebliğ görevinin ibadetlere ve beşerî ilişkilere ait hükümleri bildirme ve öğretme yönü ağırlıklı olarak Medine döneminde gerçekleşmiştir. Bu sebeple Medine halkının örfüne Hz. Peygamber'in yaşayan sünneti olarak özel bir önem verilmiştir.
Medine'de Resûl-i Ekrem tarafından başlatılan ilmî faaliyetler sahabe ve tâbiîn döneminde devam etmiş, tefsir, hadis, fıkıh ve tarih (siyer ve megazi) gibi alanlarda şehrin adıyla anılan ekoller oluşmuş, bu ilimleri tedvin hareketlerine en büyük katkıyı şehrin âlimleri yapmıştır.
İslam tarih yazıcılığı, Hz. Peygamber'in vefatından sonra onun hayatına dair bilgileri toplamayı kendileri için bir görev sayan sahâbîler tarafından Medine'de başlatıldı. Siyer ve megaziye dair bilgilerle hadisleri bir araya toplayan ve İslam tarih yazıcılığında iki önemli ekolden biri olan Medine tarih ekolü âlimleri (diğeri Basra ve Kûfe merkezli Irak ekolü), bu çalışmalar sonunda elde ettikleri bilgilerle sistematik eserler yazmaya başladılar.
Abbâsîler döneminin ikinci yarısından itibaren Medine'de inşa edilmeye başlanan medreselerin sayısı Zengîler, Eyyûbîler ve Memlükler zamanında hızla çoğaldı. Eyyûbîler devrinde dört Sünnî mezhebe göre eğitim yapan ve zengin bir kütüphaneye sahip olan Şihâbiye Medresesi Medine'deki en önemli eğitim öğretim kurumları arasında yer alıyordu. 1481 yılında yangın geçiren Mescid-i Nebevî'yi yenileyen Memlük Sultanı Kayıtbay tarafından yaptırılan medrese uzun süre şehrin eğitim merkezlerinden biri olarak kaldı.
Abdülganî, Ârif. Târîhu Ümerâi’l-Medîneti’l-Münevvere. Dımaşk 1996.
Âmilî, Yûsuf Ragdâ. Meâlimü Mekke ve’l-Medîne Beyne’l-Mâzî ve’l-Hâzır. Beyrut 1418/1997.
Bağdâdî, İbnü’n-Neccâr. ed-Dürretü’s-Semîne fî Târîhi’l-Medîne. nşr. M. Z. M. Azeb. Kahire 1416/1995.
Bedr, Abdülbâsıt. et-Târîhu’ş-Şâmil li’l-Medîneti’l-Münevvere. I-III, Medine 1993.
Beydûn, İbrâhim. el-Hicâz ve’d-Devletü’l-İslâmiyye. Beyrut 1987.
Bozkurt, Nebi – Küçükaşcı, Mustafa Sabri. “Medine”. DİA. 2003, XXVIII, 305-311.
Ensârî, Abdülkuddûs. Âsârü’l-Medîneti’l-Münevvere. Medine 1406/1985.
Hamîdullah, Muhammed. İslâm Peygamberi. çev. S. Tuğ. İstanbul 1990.
Hıyârî, Ahmed b. Yâsîn. Târîhu Meâlimi’l-Medîneti’l-Münevvere Kadîmen ve Hadîsen. Riyad 1419/1999.
İbn Sa‘d. et-Tabakāt. nşr. M. A. Atâ. Beyrut 1410/1990.
İbn Şebbe. Târîhu’l-Medîneti’l-Münevvere. nşr. F. M. Şeltût. Cidde 1399/1979.
İbnü’l-Esîr. el-Kâmil fi’t-Târîh. nşr. C. J. Tornberg. Beyrut 1399/1979, I, 655-658.
Kallek, Cengiz. Hz. Peygamber (S. A. S.) Döneminde Devlet ve Piyasa. İstanbul 1992.
Küçükaşcı, Mustafa Sabri. Emevîler Döneminde Medine. YLT, Marmara Üniversitesi, 1993.
a.mlf. Cahiliye’den Emevîlerin Sonuna Kadar Haremeyn. İstanbul 2003.
Mekkî, M. Şevkī b. İbrâhim. Atlasü’l-Medîneti’l-Münevvere. Riyad 1985.
Müdeyris, Abdurrahman Müdeyris. el-Medînetü’l-Münevvere fi’l-Asri’l-Memlûkî (648-923 h./1250-1517 m.). Riyad 1422/2001.
Nûra bint Abdülmelik. el-Hayâtü’l-İctimâiyye ve’l-İktisâdiyye fi’l-Medîne fî Sadri’l-İslâm. Cidde 1403/1983.
Serjeant, R. B. “The Constitution of Medina”. The Islamic Quarterly. 8/1-2 (1964), s. 3-16.
Taberî. Târîhu’r-Rusül ve’l-Mülûk. nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim. Beyrut t.y.
Watt, W. Montgomery. Muhammad at Medina. Karachi 1988.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medine
Hz. Peygamber’in mescidiyle kabrinin bulunduğu Harem bölgesi, şehir.
Osmanlı Döneminde Medine: Mekke ve Medine başta olmak üzere İslam'ın kutsal bölgelerine yönelik Osmanlı ilgisinin başlangıcı Yavuz Sultan Selim'den daha önceye gider. Fâtih Sultan Mehmed'in hac yolu hizmeti konusunda Memlükler'le baş gösteren ihtilafı bu ilginin ilk dikkat çekici yansımasıdır. Mısır'ın fethinden (1517) sonra huzura gelen Mekke heyetini Yavuz Sultan Selim'in çeşitli hediyelerle ve Şerîf Berekât'ı Mekke Emirliği'ne tayin ettiği menşurla birlikte Mekke'ye göndermesi üzerine Medine Osmanlı hakimiyetine girmiş ve o tarihten itibaren hutbeler Osmanlı padişahları adına okunmuştur.
Osmanlılar, kutsal yerlere ve peygamber sülalesine duydukları saygıdan dolayı Medine'nin Memlükler devrindeki imtiyazlı statüsünü aynen korudular ve Mekke Emirliği'ne bağlı konumunu değiştirmediler. Önce Aden'i, ardından Yemen'i ele geçirmek suretiyle Kızıldeniz'i kontrol altına alıp Haremeyn'i dış tehditlerden emin hale getiren Osmanlılar, hac mevsimi dışında da buraya ulaşıma tehdit oluşturan bedevi saldırılarını önlemeye yönelik tedbirler alarak, hac yolunda güvenliğin sağlanmasını ve Haremeyn'de yaşayan halkın ihtiyaçlarının karşılanmasını öncelikli politika edindiler. Medine, Osmanlı hakimiyeti sırasında genel olarak -İbn Suûd ve taraftarlarının ortaya çıkışına kadar- sakin bir dönem geçirdi. 1744 yılında Necid'de ortaya çıkan Vehhâbîlik, Suûd ailesinin bu hareketi benimsemesiyle siyasî bir hüviyet kazandı. Vehhâbîler, Mekke'yi ele geçirdikten sonra Medine'yi de işgal edip (Haziran 1805) halkına kendi akidelerini benimsemeleri şartıyla eman verdiler. Hz. Peygamber'in kabri hariç bütün ziyaretgâhları yıkıp Mescid-i Nebevî'yi yağmaladılar. Birkaç yıl sonra Osmanlılar tarafından, Haremeyn'de yeniden hakimiyet kurmak ve Vehhâbî tehlikesini ortadan kaldırmak için Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa'nın oğlu Tosun Paşa kumandasında bir kuvvet Hicaz'a gönderildi ve yaklaşık iki hafta süren bir kuşatmanın ardından 3 Aralık 1812 tarihinde Medine geri alındı. Ardından İbrâhim Paşa kumandasındaki ikinci bir orduyu Hicaz'a yolladı. İbrâhim Paşa'nın Medine'ye geldiği günlerde (Ekim 1816) Vehhâbîler'in şehirde yaptıkları tahribatın tamiri için İstanbul'dan gönderilen ustalar da çalışmalarına başlamışlardı (Burckhardt, 1829: 170). Vehhâbîler'in Mescid-i Nebevî'den aldıkları eşyanın bir kısmı İstanbul'a gönderildi. Söz konusu eşya daha sonra surre emini tarafından Medine'ye götürülerek tekrar Mescid-i Nebevî'ye konuldu (BOA, HH, nr. 19661; Şânîzâde, 1291: III, 16-17).
Osmanlı Devleti Tanzimat'tan itibaren Haremeyn'de merkezî hükümetin etkinliğini arttıran birtakım tedbirler aldı. II. Abdulhamid devrinde Hicaz Demiryolu Medine'ye ulaştırıldı. Mekke Emîri Şerîf Hüseyin Hicaz Demiryolu'nun Mekke'ye kadar uzatılacağını, böylece hareket alanının daha da kısıtlanacağını düşünerek Mekke-Medine arasındaki bedevileri ayaklandırdı. I. Dünya Savaşı sırasında İngilizler'in desteklediği Şerîf Hüseyin ve oğulları şehir çevresindeki demiryolu ve telgraf hatlarını tahrip ederek isyanı başlattılar. Mondros Mütarekesi'nin 16. maddesine göre Osmanlı askerlerinin geri çekilerek Filistin'e kaydırılması kararıyla Medine'de Osmanlı hakimiyeti resmen sona erdi (30 Ekim 1918). Medine'yi kısıtlı imkânlarla iki yıl yedi ay boyunca başarıyla savunan ve Fahreddin Paşa herhangi bir yağmaya veya İngilizler'in eline geçmesine fırsat vermemek için Mescid-i Nebevî'deki mukaddes emanetleri İstanbul'a nakletmeyi başardı. Fahreddin Paşa, şehrin İngilizler'e teslimine ancak Mondros Mütarekesi'nden yetmiş iki gün sonra razı edilebildi (10 Ocak 1919); Medine 5 Aralık 1925 tarihinde Suûdîler'in eline geçti.
Medine, Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra farklı bir hükümet sistemi geliştirildi ve önceki devletlerden intikal eden kanun ve âdetlerin bir kısmı aynen bırakılırken bir kısmı tedrîcen ıslah edilerek Osmanlı sistemi içinde uygulanması yoluna gidildi. Buradaki kale ve burçlara, Osmanlı hakimiyetini göstermek üzere bayrak çekilmesi zorunluluğunun ortaya çıktığı Sultan Abdülaziz zamanına kadar Osmanlı bayrağı asılmadı (Eyüp Sabri Paşa, 1301: I, 685). Şehirde Osmanlı otoritesi merkezî hükümetin tayin ettiği şeyhülharem ve ordu kumandanı tarafından temsil ediliyordu; bazan bu iki görev tek kişinin uhdesinde bulunabiliyordu. Memlükler zamanından itibaren şehirde merkezî otoritenin en büyük temsilcisi sayılan şeyhülharemlerin İstanbul'da meşihat makamından yetişmeleri ve kadılık seviyesine kadar yükselmiş olmaları gerekiyordu. Osmanlı idaresinin yerleşmesi paralelinde bu iki görevliye genellikle merkezden gönderilen ve ilk zamanlarda Türklük şartı aranan (Hâfız, 1984: 35) kadı, nâzır-ı emvâl ve şurta reisi de eklendi.
Osmanlı idaresine girdikten sonra Medine'nin bütün malî ve idarî işleri Mısır beylerbeyine bırakıldı. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Mısır'dan ayrılan Medine, Cidde sancak beyinin idaresine verildi. Mısır eyaleti veraset yoluyla Mehmed Ali Paşa'ya bırakılınca (1840) Medine yeniden düzenlenen Hicaz eyaletine bağlandı ve 1864 tarihli Vilâyet Kanunu'na göre sancak merkezi haline getirilerek yine şeyhülharemliği uhdesinde bulunduran bir muhafızın idaresine verildi. 1869 yılında yeni bir düzenleme ile muhafızlık ve şeyhülharemlik görevleri birbirinden ayrıldı. Hicaz Demiryolu'nun açılmasından sonra ise şehir idarî bakımdan Hicaz'dan ayrılıp doğrudan İstanbul'a bağlı bir sancak merkezi oldu (BOA, BEO, nr. 230615, 330554); Tanzimat'tan sonra yapılan düzenlemede Dahiliye Nezareti'nde oluşturulan üç büyük müfettişlikten biri Arap dünyasına tahsis edildi ve nezaret bünyesinde Medine'nin sağlık ve temizlik işlerini denetleyen özel birimler kuruldu.
Medine'de Osmanlı döneminde mülkî ve askerî teşkilatlanmanın yanında din, hukuk ve eğitim konularında da çeşitli düzenlemeler yapıldı. Osmanlı idaresine girdikten sonra buraya bir kadı tayin edildi; ardından halkın önemli bir kısmı Hanefî mezhebi dışındaki mezheplere mensup olduğu için diğer mezheplerden de kadılar görevlendirildi ve Hanefî kadısı şer'î mahkemeye başkanlık yapmayı sürdürdü. Medine'de dinî işler şeyhülharemler, dört mezhep müftüleri ve geç dönemde ortaya çıkan Harem-i şerif müdürleri vasıtasıyla yürütülüyordu.
Şehir Osmanlı hakimiyetine girdikten sonra miras alınan fizikî plana sadık kalınarak Mescid-i Nebevî merkez olmak üzere gerçekleştirilen sosyal ve kültürel bina inşaatlarıyla yeni bir çehre kazandı. Bilhassa hac mevsimlerinde yoğunlaşan bedevi saldırıları sebebiyle şehrin surlarının yenilenmesi için halk Kanûnî Sultan Süleyman'a başvurdu. 1532-33'te başlanan inşaat 1539 yılında tamamlandı. XVII ve XVIII. yüzyıllarda kısmen tamirat gören sur ve iç kale 1868'de tamamen yenildi. Medine'nin Osmanlı medeniyetinin çeşitli unsurlarını yansıtan bir merkez haline getirilmesine çalışılmış, özellikle buraya padişahlar, hanedan mensupları ve diğer ileri gelenler, ayrıca oluşturulan zengin vakıflar tarafından idarî binalar, mescitler, medreseler, tekkeler, zaviyeler, ribatlar, imaretler ve sebiller yaptırılmıştır. 1568'de şehirde bir de bîmaristan bulunuyordu. Geç dönemlerde Sultan Abdülaziz Hükümet Konağı, hapishane ve tophane II. Abdülhamid de tabya, karakol, istasyon, postane gibi resmî binalarla Medine'nin sosyal ve kültürel yapılaşmasını tamamladılar.
Medine, Osmanlı hakimiyetindeki topraklarda yaşayan insanların yerleşmek istediği bir şehirdi. Müslümanların burayı tercihlerinde, kutsallığının yanında Osmanlı Devleti'nin mukaddes yerlere yönelik siyaseti çerçevesinde şehre özen göstermesi de önemli rol oynamıştır. Farklı kültürlere mensup insanlar, Medine'ye beraberlerinde getirdikleri mahallî âdetleriyle kültürel senteze katkıda bulundular.
Medine'nin en önemli geçim yolu dinî statüsünden ve Osmanlı Devleti'nin buraya gösterdiği ilgiden kaynaklanan yardımlardı; halk büyük ölçüde vakıflarla İstanbul ve Mısır'dan gönderilen bağışlardan besleniyordu. Ticaretin canlandığı hac mevsiminde ise Hindistan'dan gelen mallar başta olmak üzere kumaş, baharat, kahve gibi emtianın Anadolu'ya ulaşmasında ara merkez görevi yapıyordu. XX. yüzyılın başlarında özellikle hediyelik eşya alanında önemli gelişmeler oldu (Hicaz Vilâyeti Salnâmesi, 1309: 240).
Medine'deki yerli halka İstanbul ve Mısır'dan her yıl düzenli olarak gönderilen surre, cevâlî ve cerâye yanında Cidde gümrük gelirlerinin bir kısmı ile tesis edilen vakıflar kanalıyla çeşitli şekillerde para ve mal yollanırdı. Medine'nin sürekli sakinlerinin ihtiyaçlarını karşılamak için Mısır'da Eyyûbî ve Memlük dönemlerinden kalan vakıflar aynen muhafaza edilip bunlara Suriye ve Anadolu'dan yenileri eklendi; Haremeyn evkafı Kanûnî Sultan Süleyman'dan itibaren avârız-ı dîvâniye, tekâlîf-i örfiye ve öşür gibi vergilerden muaf tutuldu. Başta Hürrem Sultan'ın yaptırdığı imaret olmak üzere Medine'deki imaretlerde "deşîşe" dağıtma işi de sürdürülerek ilave sadakalarla desteklendi. Bunların dışında zaman zaman Suriye ve Mısır'da toplanan verginin bir kısmı Haremeyn'e gönderildi.
Daha ilk dönemlerden itibaren dinî ilimlerle uğraşan ulema için bir cazibe merkezi haline gelen Medine, bu özelliğini Osmanlılar zamanında da sürdürdü. Bu devirde kültürel canlılığın korunmasında Mescid-i Nebevî'de kurulan ilim halkaları, şehre yerleşen âlimler, yenileri eklenerek sayıları arttırılan kütüphanelerle medreseler ve bunların etrafında canlanan tasavvufî düşüncenin önemli rolü oldu. Şehirdeki kültürel hayatın canlı kalmasında Anadolu, Suriye, Mısır, Mağrip ve Orta Asya'ya kadar geniş bir çevreden gelip yerleşen âlimlerin büyük katkıları vardı. Kanûnî Sultan Süleyman zamanından itibaren Mescid-i Nebevî'de ders veren âlimler daimi statüde değerlendirilmiş, bu konumda olmayanlara ise yıllık tahsisat ayrılmıştır. Osmanlılar miras aldıkları medreselerin ayakta kalmasını sağlamış ve onlara yenilerini eklemişlerdir. Bunların en eskileri III. Murad'ın inşa ettirdiği Murâdiye ile (1589-1590) III. Mehmed zamanında yaptırılan (1596-1597) ve döneminin en yüksek payeli medresesi olan müessesedir. Evliya Çelebi'nin sayılarını kırk altı olarak verdiği (1935: IX, 642), 1892 yılında on yedisi ayakta duran (Hicaz Vilâyeti Salnâmesi, 1309: 240) medreselerin başlıcaları Rüstemiye, Hasekiye, Mahmud Ağa, Şifâ, Kara Paşa, Sakızlı, Köprülü, Beşir Ağa, Hamîdiye ve Mahmûdiye idi. Hac mevsiminde dışarıdan gelenlerin barındığı tekke, zaviye ve ribatlarda da ilmî hareketlilik görülmekte, buraların bağlı bulunduğu tarikatlar şehrin dinî ve kültürel hayatına önemli katkılar sağlamaktaydı.
Medine'de 1885 yılında rüştiye ve 1909'da idâdî açıldı. Yine aynı yıl eğitime başlayan erkek öğretmen okulu ise (dârülmuallimîn) dört yıl sonra öğrenci azlığı sebebiyle kapandı. 1912'de üniversite için harekete geçildi ve ertesi yıl Arap ve Türk aydınlarının kurduğu Cem'iyet-i Hayriye-yi İslâmiye'nin gayretiyle fen ve ilahiyat konularının okutulduğu Medrese-yi Külliye-yi İslâmiye kuruldu (A.DVN, nr. 71/7). Medine'nin eğitim ve kültür hayatının önemli kurumlarından biri de en eskisi Mescid-i Nebevî'de bulunan kütüphanelerdi. Bunlar arasında Beşir Ağa ve Hamîdiye gibi medrese ve ribatlarla, Feyzullah Efendi gibi özel şahıslara ait olanlar çoğunluktaydı. II. Mahmud tarafından inşa ettirilen (1821-1822), içerisinde 4569 kitabın yer aldığı Mahmûdiye ile Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey'in 5404 nâdide eser göndererek yaptırdığı (1853-1856) Ârif Hikmet Kütüphanesi en meşhurlarıdır. Hicaz için hazırlanan ilk salnamede Medine'nin on sekiz kütüphanesinde toplam 22.914 Kur'an ve diğer kitapların bulunduğu kayıtlıdır (Hicaz Vilâyeti Salnâmesi, 1301: 152-153).
1909 yılında Medine'de Türkçe ve Arapça yayımlanan el-Medînetü'l-Münevvere adında bir gazetenin çıktığı kaydedilir. Şehir'de ilk matbaa İlmiye adıyla 1910'da kuruldu. Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşı sırasında Medine'de faaliyete geçirdiği Hicaz adlı matbaa da şehrin tahliyesine kadar aynı adı taşıyan bir gazete çıkardı.
Medine daha çok hac rehberi niteliğinde pek çok risaleye ve kitaba konu olmuştur. Eski Türk edebiyatında genellikle "menâsik-i hac" ve "menâzil-i hac" adlarıyla anılan bu eserlerde yer yer manzum bölümlerle Medine ve meâlimi hakkında şiir ve kasideler de bulunur. İslam dünyasını gezip görmek ve hac görevini ifa etmek isteyen seyyahlar tarafından kaleme alınan seyahatnamelerde Medine geniş bir şekilde yer alır.
Medine günümüzde Suûdî hakimiyetine girdiği 5 Aralık 1925 tarihinden itibaren bu aileden bir emîr tarafından yönetilmektedir. Asıl yerleşme ve ticaret alanı sur içinde ve Harem-i şerif'in çevresinde yoğunlaşan şehrin çekirdeğini Mescid-i Nebevî çevresinde bulunan ve kuruluşu Hz. Peygamber zamanına kadar giden semtler oluşturur. Medine'nin nüfusu 1930'lu yıllarda 15.000 kişi kadardı.
Tarih boyunca Mescid-i Nebevî'nin çevresine sıkışıp kalan Medine, XX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren ülkenin artan petrol gelirleri sayesinde Arap yarımadasında çok hızlı gelişen şehirlerden biri oldu. Bu gelişmeler, Medine'nin mekânsal büyümesinin yanında nüfusunun da süratle artmasını beraberinde getirdi. İlk resmî sayımın yapıldığı 1962'de 71.998 olan nüfus 1971'de 136.557'ye, 1974'te 198.186'ya, 1978'de 311.284'e ulaştı. Günümüzde 995.619'dur.
Medine ulaşım bakımından bugün de tarihteki merkezî rolünü sürdürmektedir. 1908 yılında Medine'ye ulaşan Hicaz Demiryolu ile Medine-İstanbul arasında bağlantı kurulmuş ve Şam'dan aktarmalı olarak haftada üç sefer yapılmaya başlanmıştı. I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti'nin bölgeden çekilmesinin ardından Hicaz Demiryolu âtıl hale gelmiştir. Bugün demiryolu hattı yeniden canlandırılmaya çalışılmaktadır. Medine İstasyon Binası ve Osmanlı tarzı cami hâlâ ayaktadır. Şehirde bir havaalanı bulunmaktadır.
Medine, Mekke ile birlikte geleneksel edebiyat kültürünün yaşadığı ve kırsal kesime yayılabildiği iki şehirden biriydi. Dolayısıyla buralarda modern eğitim kurumlarının tesisi oldukça geç zamanlarda gerçekleşmiş, geleneksel eğitim yapan kurumlar fazla değişime uğramadan uzun süre faaliyetlerini sürdürmüştür. Medine'de 11 Kasım 1961 tarihinde açılan ve günümüzde beş fakülte ve dört enstitüsü olan el-Câmiatü'l-İslâmiye adlı bir üniversite bulunmaktadır. Medine dinî, sosyal ve teknik konularda eğitim yapan çok sayıdaki kurumuyla Suudi Arabistan'ın önemli eğitim öğretim merkezlerinden biri haline gelmiştir. Şehrin kültür hayatını canlandıran diğer bir unsur da müze ve kütüphanelerdir. Ârif Hikmet ve Mahmûdiye kütüphanelerinde bulunan kitaplar 1986'da Melik Abdülazîz Kütüphanesi'ne nakledilmiştir.
BOA. HH. nr. 19528-19529/A-B, 19535, 19661.
BOA. A.DVN. nr. 71/7.
BOA. BEO. nr. 230615, 330554.
3 Numaralı Mühimme Defteri. nşr. N. Aykut v.dğr. Ankara 1993.
6 Numaralı Mühimme Defteri. nşr. H. O. Yıldırım v.dğr. Ankara 1995.
7 Numaralı Mühimme Defteri. nşr. H. O. Yıldırım v.dğr. Ankara 1998-99.
12 Numaralı Mühimme Defteri. nşr. H. O. Yıldırım v.dğr. Ankara 1996.
Abdülganî, Ârif. Târîhu Ümerâi’l-Medîneti’l-Münevvere. Dımaşk 1996.
Akgündüz, Ahmet. Osmanlı Kanunnâmeleri ve Hukukî Tahlilleri. İstanbul 1994, VII, 54.
Bedr, Abdülbâsıt. et-Târîhu’ş-Şâmil li’l-Medîneti’l-Münevvere. Medine 1993.
Betenûnî, Muhammed Lebîb. er-Rihletü’l-Hicâziyye. Kahire t.y.
Beyoğlu, Süleyman. Medine Müdafaası ve Fahreddin Paşa . İstanbul 2018.
Burckhardt, John Lewis. Travels in Arabia. London 1829.
Erünsal, İsmail E. Türk Kütüphaneleri Tarihi II: Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Vakıf Kütüphaneleri. Ankara 1988.
Evliya Çelebi. Seyahatnâme. İstanbul 1935, IX, 606-663.
Eyüp Sabri Paşa. Mir’âtü’l-Haremeyn. İstanbul 1301-1304.
a.mlf. Târîh-i Vehhâbiyân. İstanbul 1296.
Faroqhi, Suraiya. Hacılar ve Sultanlar, Osmanlılar Döneminde Hac: 1517-1638. çev. G. Çağalı Güven. İstanbul 1995.
Feridun Ahmed Bey. Münşeâtü’s-Selâtîn. İstanbul 1274.
Güler, Mustafa. Osmanlı Devleti’nde Haremeyn Vakıfları. İstanbul 2002.
Hicaz Vilâyeti Salnâmesi. (1301), s. 137-153.
Küçükaşcı, Mustafa Sabri. “Medine (Osmanlı Dönemi)”. DİA. 2003, XXVIII, 311-318.
Mekkî, M. Şevkī b. İbrâhim. Sükkânü’l-Medîneti’l-Münevvere. Riyad 1405/1985.
Özcan, Azmi. “Şerîf Hüseyin”. DİA. 2010, XXXVIII, 585-586.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/medine
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Hz. Peygamber’in mescidiyle kabrinin bulunduğu Harem bölgesi, şehir.