Eğitim kurumlarında hadislerin eğitim öğretiminin metodu ve süreci.
Eğitim kurumlarında hadislerin eğitim öğretiminin metodu ve süreci.
"Eski" anlamındaki kadîm kelimesinin zıddı olup "haber" mânasına da gelen hadis (çoğulu ehâdîs) kelimesi İslamiyet'le birlikte farklı bir anlam kazanmış, Hz. Peygamber'in sözleri, fiilleri ve tasvip edip onayladığı şeylere isim olmuştur. Hadis bilginleri, Allah'ın elçisinin kendi sözleri için bizzat kullandığı (Buhârî, "İ'tisâm", 9) ve VII. yüzyılın ikinci yarısı ile VIII. yüzyılın başından itibaren "ilim" terimiyle de ifade edilen hadis kavramının içeriğine onun fizikî özellikleriyle ahlakî vasıflarını da dahil etmişlerdir. Hz. Peygamber'in, Yemen'e vali olarak tayin ettiği Muâz b. Cebel'in orada nasıl hükmedeceği sorusuna Kur'an-ı Kerim'de bulamadığı konularda sünnetine başvuracağı cevabından memnun olması, râşit halifelerin bu tarz konularda hadise başvurmaları sünnet ve hadisin Kur'an'dan sonra müracaat edilecek ikinci kaynak olarak kabul edilmesini beraberinde getirmiştir.
Hz. Peygamber'in nübüvvetle görevlendirilmesinin akabinde insanları İslam'a ve İslam'ın esaslarının uygulanmasına davetinden itibaren hadis eğitim öğretimi başladı. Mekke döneminde Erkam b. Ebü'l-Erkam'ın evi ile Hz. Ebû Bekir'in evi başta olmak üzere çeşitli mekânlarda ashabıyla bir araya gelen Hz. Peygamber Müslümanlığı kabul etmiş olanlara Kur'an âyetlerini okuyor, namaz kıldırıyor, tevhit inancını, ahiret hayatını ve güzel ahlakı anlatıyordu (Dârülerkam). İslam tarihindeki ilk öğrenciler olan sahabeler Hz. Peygamber'in söylediklerini anlamayı ve onların noksansız bir şekilde tatbikini her şeyin önünde tutar, gündelik meşgaleler sebebiyle katılamadıkları ders ve sohbetlerde konuşulanları öğrenmeye çalışırlardı. Hatta nöbetleşerek hiçbir toplantıyı kaçırmamaya özen gösterirler, işitip öğrendiklerini de aralarında müzakere ederlerdi. Ashabın son derece önem verdiği ve İslam eğitim tarihinde de mühim bir yeri olan müzakere geleneği hicretten sonra da artarak sürdü.
Medine'deki hadis eğitim öğretimi Birinci Akabe Biatı'ndan sonra Yesripliler'den İslamiyet'i kabul edenlere Kur'an-ı Kerim ve temel dinî bilgiler öğretmek için görevlendirilen Mus'ab b. Umeyr tarafından başlatıldı. Hicretten sonra Ebû Eyyûb Ensârî, Mahreme b. Nevfel, Es'ad b. Zürâre'nin evleri başta olmak üzere muhtelif mekânlarda hadis eğitim öğretimi sürdü. Mescid-i Nebevî, inşasıyla birlikte hadis eğitim ve öğretiminin merkezi haline geldi ve bitişiğindeki gölgelikte barınan ashâb-ı Suffe en yüksek seviyede hadis tahsili gördüler.
Hz. Peygamber "İslamiyet'i öğrenmek üzere size dünyanın dört bir yanından öğrenciler gelecekler, size geldiklerinde onlara iyi davranın ve hayır tavsiyesinde bulunun!" (Tirmizî, "İlim", 4); "İlim meclislerinizi onlar için geniş tutun ve onlara hadis anlatın!" (Hatîb Bağdâdî, 1395: II, 116); "Size öğrettiklerimi iyice belleyip buraya gelemeyenlere öğretin!" (Buhârî, "Îmân", 40); "Burada bulunanlar bulunmayanlara tebliğ etsin!" (Buhârî, "İlim", 9) gibi sözleri ve talimatları ile bizzat ashabını eğitim öğretim hayatına hazırladı. Kadın ashaptan bazılarının talebi üzerine onlara da hususi bir gün tahsis ederek hadis eğitim öğretimine kadın-erkek ayırımı yapmadan herkesin dahil olmasını sağladı (Buhârî, "İlim", 34; Müslim, "Birr", 152). Hz. Peygamber'in hadislerini ayrıntısına kadar öğrenmelerini ve öğrendiklerini de başkalarına ulaştırmalarını istediğinin ve bunu yapanlara da hayır duada bulunduğunun farkında olan ashap Allah'ın elçisinin söz, fiil ve takrirlerini ibadet şuuruyla öğrenip başkalarına ulaştırmayı bir yükümlülük olarak telakki ediyorlardı (Buhârî, "İlim", 9; Tirmizî, "İlim", 7). Bazı hadislerin farklı sayılardaki sahabeler tarafından rivayet edilmesi Hz. Peygamber'in ders ve sohbetlerine katılanların sayısıyla ya da huzurunda meydana gelen olayın şahitleriyle ve ilim halkasının genişliğiyle ilgili olduğu gibi hadis ders ve sohbetlerinin Medine'deki bütün müslümanlar tarafından takip edildiğini göstermektedir.
Hz. Peygamber Kur'an hafızlarının çoğalması, müslümanların ekseriyetinin Kur'an'ın üslubunu kavramaları ve kendi sözlerinin Kur'an âyetleriyle karıştırılmaması için hadisleri yazmak isteyenlere izin vermiştir (el-Müsned, II, 403; Buhârî, "Lukata", 7; Tirmizî, "İlim", 11-12). Bundan dolayı Hz. Peygamber'in derslerine katılan sahabeler duyup öğrendikleri hadisleri hem ezberlemiş hem de yazmışlardır. "Sahife" ya da "cüz" adıyla anılan hadis eğitiminin ilk kayıtlarının sahabeden müellifleri arasında bin civarında hadisi "es-Sahîfetü's-sâdıka" unvanıyla kayıt altına alan başta Abdullah b. Amr b. Âs olmak üzere Ali b. Ebû Tâlib, Amr b. Hazm Ensârî, Muâz b. Cebel, Abdullah b. Abbas, Sa'd b. Ubâde, Semüre b. Cündeb, Abdullah b. Ebû Evfâ, Câbir b. Abdullah ve Enes b. Mâlik'in bulunması bu hususu teyit etmektedir.
Hadislerin sonraki nesillere aktarılmasının öncüsü olan ashabın ileri gelenleri Hz. Peygamber'den öğrendikleri metotla öğrencilerini yetiştirdiler ve kayıt altına alınmasına hususi önem verdiler. Ashabın bu konudaki hassasiyetinin farkında olan öğrencileri de işittikleri ve öğrendikleri hadisleri kayıt altına almak için özel çaba gösterdiler, kâğıt bulamadıkları zaman elbiselerine, semerlerine, yazı yazılabilecek her türlü malzemeye hatta duvarlara bile yazarak hadisleri kayıt altına aldılar (Dârimî, "Mukaddime", 43). Hz. Peygamber'den hadis öğrenen Ebû Hüreyre öğrencisi Hemmâm b. Münebbih'e yazdırdığı ve içerisinde 138 hadis bulunan metnin Sahîfetü Hemmâm b. Münebbih adıyla günümüze ulaşması bu konuya dair örneklerden sadece biridir. Sahabe tarafından yazılan sahifeler bir yana bırakılırsa VII. yüzyılın ikinci yarısıyla VIII. yüzyılın ilk çeyreğinde hadisleri yazan muhaddislerin sayısının dört yüze kadar ulaşmış olması dağınık vaziyetteki kayıtların bir araya getirildiğini göstermektedir.
İslam'ın daha geniş kitlelere ulaştırılması için başlatılan siyasî ve askerî harekât sonunda henüz VII. asır sona ermeden Atlas Okyanusu'ndan Ceyhun nehrine kadar olan topraklara hâkim olunması ashabın bu geniş müslüman beldesine yayılmasını beraberinde getirdi. Hz. Peygamber'in öğrencileri olan sahabelerle yetiştirdikleri tâbiîn neslinin yerleştiği bu bölgeler başta tefsir ve hadis olmak üzere dinî ilimlerin öğretildiği birer merkez olarak temayüz etti.
İslamiyet'in geniş bir alana yayılması, Hz. Peygamber'in rahle-yi tedrisinden geçen ashabın sayısının azalması ve diğer siyasî gelişmeler hadislerin toplanmasını gerekli kılmıştır. İslam'ın ilk merkezi ve başşehri olan Medine'nin bu hadis eğitim öğretiminde hususi bir önemi vardı. Bunda ilk dört halife ile en çok hadis rivayet edenlerden Hz. Âişe, Ebû Hüreyre, Ebû Saîd Hudrî ve Abdullah b. Ömer'in burada yaşamış olmalarının da etkisi vardır. Ayrıca hadis ilmine yapmış olduğu hizmetleriyle bilinen "Fukahâ-yı seb'a" diye adlandırılan yedi büyük fakihi ve İbn Şihâb Zührî de Medine âlimlerindendir. Mekke diğer önemli ilim merkezlerindendi. Burada Attâb b. Esîd, Abdullah b. Abbas, Osman b. Talha ve İkrime b. Ebû Cehil gibi sahâbîler; Mücâhid b. Cebr, Atâ b. Ebû Rebâh, Amr b. Dînâr gibi tâbiîler; Şam'da Muâz b. Cebel, Ubâde b. Sâmit ve Ebü'd-Derdâ gibi sahabeler; Ebû İdrîs Havlânî, Ömer b. Abdülazîz gibi tâbiîler; Kûfe'de Hz. Ali, Sa'd b. Ebû Vakkas, Abdullah b. Mes'ûd gibi sahabeler; Alkame b. Kays, İbrâhim Nehaî ve Şa'bî gibi tâbiîler; Basra'da Enes b. Mâlik, Ebû Mûsâ Eş'arî, İmrân b. Husayn gibi sahabeler; Hasan-ı Basrî, İbn Sîrîn, Katâde b. Diâme gibi tâbiîler hadis eğitim öğrenimine mühim hizmetlerde bulunmuşlardır. Bu şehirlerin dışında döneminde önemli ilim merkezleri arasında yer alan Mısır'da Abdullah b. Amr b. Âs; Mağrip ve Endülüs'te Mikdâd b. Esved, Misver b. Mahreme ve Seleme b. Ekva'; Buhara, Semerkant, Merv, Herat, Rey, İsfahan gibi yerleri içine alan Horasan ve Mâverâünnehir bölgesinde Kusem b. Abbas, Büreyde b. Husayb, Ebû Berze Eslemî ve Hakem b. Amr Gıfârî gibi sahabeler de hadis ilminin öğretilmesinde ve geliştirilmesinde önemli hizmetlerde bulunmuşlardır.
Tedvin işi tamamlanan hadislerin sistemli bir şekilde kitaplarda toplanması ve aranan hadislerin kolayca bulunmasına imkân verecek usullerin geliştirilmesine yönelik çalışmalar hız kazandı. Hadis eğitim öğretim usulü bakımından da önemli olan bu gelişmenin sonunda hadislerin konularına göre tasnif edildiği "musannef" ile sahabe adlarına göre tasnif edildiği "müsnet" adı verilen türlerde eserler ortaya çıktı. IX. yüzyıldan itibaren değişik ihtiyaçlara göre muhtelif sistemlerin uygulandığı hadis kitaplarının râvi adlarına ve konularına göre tasnif edilmesi yaygınlaştı. Hadislerin büyük çoğunlukla güvenilir olanlarını ihtiva eden altı hadis kitabı telif edildi. Kütüb-i Sitte adı verilen bu kitaplar Buhârî ile Müslim'in el-Câmiu's-Sahîh'leri, Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin Sünen'leri, Tirmizî'nin Câmiu's-Sahîh'i, ve İmam Mâlik'in Muvatta'ı ya da Dârimî'nin Sünen'idir.
Hadislerin bir kitapta toplanması düşüncesi yaygınlık kazanırken hadis usulü ve ilimleriyle ilgili çalışmalar hız kazanmış ve âlimler hadis rivayetinin yanı sıra, kitap tasnifinin önemine vurgu yapıp hadis literatürüne katkı sağlamaya önem vermişlerdir. IX. yüzyılda hadislerin içeriğiyle ilgili çalışmalarda da yapılmıştır. Garîbü'l-Hadîs, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellâm tarafından hadislerin muhtevasıyla ilgili yazılmış bir eserdir. X. yüzyılda hadis kitaplarının oluşmaya başlamasıyla hadis tahsili için yolculuğa çıkma geleneği sürdürülmekle birlikte artık şifahî rivayet yerine kitaplar tercih edilmiş daha önce yazılan hadis kitaplarından derleme ve özetlemeler yapılmıştır. XI. yüzyılda da tanınmış hadis kitaplarının farklı şekillerde yeniden tertip edilmesinden ibaret olan tasnifler devam etmiştir. Bu yüzyılın ikinci yarısından sonra tanınmış hadis kitaplarından seçmeler yapıp bütün hadisleri bir araya getirmek fikriyle derleme eserler kaleme alınmıştır. XIII. yüzyılda ve sonrasında eskiye nazaran hadis rivayeti geleneği azalarak devam etmiş, XV. yüzyılda "zevâid" adı verilen kitapların tasnifi başlamıştır.
Hadis alanında yeteri kadar yetişmemiş, dikkatsiz, zihni karışık ve iyi bir eğitimden geçmemiş râvilerin ortaya çıkması hadislerin kimler vasıtasıyla Hz. Peygamber'e ulaştığının sorgulanmasını beraberinde getirmiş ve VIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren rivayetlerin geliş yolunun hadis metnini aktaran râvi veya râvileri zikrederek ilk kaynağa kadar götürülmesi demek olan isnat konusu gündeme gelmiş ve hadis râvilerinin dinî ve ilmî yönden tenkidini konu edinen cerh ve ta'dil ilmi doğmuştur. Bunun sonucunda hadis eğitim öğretimi içinde râvilerin hal tercümeleri hakkında geniş bir birikim meydana gelmiştir. Hadis râvileri; yaşayış tarzları, dürüstlükleri, ilmî yeterlilikleri, hafıza durumları gibi yönlerden titizlikle araştırılmıştır.
Ashap Hz. Peygamber'den bizzat işitmedikleri hadisleri öğrenmek için çaba göstermiş ve hayatlarının sonuna kadar hadis eğitim öğretiminin içerisinde kalmışlardır. Ebû Eyyûb Ensârî'nin Hz. Peygamber'den duyduğu bir hadisi Ukbe b. Âmir Cühenî'den dinlemek ve müzakere etmek için Medine'den Mısır'a gitmesi gibi ilim yolculuklarına çıkmışlardır (el-Müsned, IV, 159). Ashap nesli tarafından başlatılan "rihle" veya "talebü'l-hadis" adı verilen ve hadis eğitimi içerisinde mühim bir yeri olan ilim yolculukları tâbiîn âlimleri tarafından da sürdürülmüş ve eğitim amacıyla ziyaret edilen ilim merkezlerinde hadis hafızları yetişmiştir. Muhaddisin nakletmiş olduğu hadisler bir kitapta toplanmışsa bunun sağlam bir nüshasını istinsah etme, bizzat muhaddisinden dinleme veya ona okuma ya da rivayeti için icazet alma geleneği tahsil süresinin uzamasına neden olmuştur. İlk başlarda hadisleri toplamak için yapılan yolculuklar sonraları âlî isnat elde etmek veya duyulmamış bir hadisi belirlemek için devam ettirilmiştir. Uzun ve büyük emek isteyen bir tahsilden sonra muhaddisler, başkalarına öğrendiklerini öğretme ruhsatını alabilmişlerdir. Hadis tahsili seyahatleri X. yüzyılın sonuna doğru azalmış olsa da XI. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Bu yolculukların eski canlılığını kaybetmesinde hadislerin kitaplarda toplanması ve X. yüzyıldan itibaren hadis eğitim öğretimi için açılan "dârüssünne" müesseselerinin kurulmaya başlanması etkili olmuştur. XI. yüzyılda ilki Bağdat'ta açılan Nizamiye medreseleri, XII. yüzyıldan itibaren de "dârülhadis" adıyla önce Dımaşk'ta, daha sonra Mısır ve Bağdat'ta, Türkiye Selçukluları ve Osmanlılar devrinde de neredeyse İslam ülkesinin tamamında kurulup yaygınlaşmış, bu sayede hadis tahsilinin belli mekânlarda yapılması sağlanmıştır.
Hadislerin bir hocadan öğrenilmesi, başkalarına öğretilmesi ve rivayet olunması yöntem ve usullerinin ortak adı olan ve İslam kültürüne has bir müessese olan "tahammül" tarihî seyri içinde çeşitli şekillerde gerçekleştirilmiştir. "Bir şeyh de denilen hocanın rivayet ettiği hadisi hangi tarzda öğrendiği onu öğretirken kullandığı eda sigalarından anlaşılır. Rivayet usullerinin en makbulü "semâ"dır. Semâ "hocanın ağzından duymak" anlamına gelmektedir. Bu yolla öğrenilen hadis başkalarına rivayet edilirken en çok bize rivayet etti anlamındaki "haddesenâ" lafzını kullanılır. Talebe hocanın dersini, söylediği hadisleri huzurunda yazmak anlamındaki "imla" suretiyle öğreniyorsa bunları naklederken en güçlü rivayet şekli sayılan "haddesenâ, imlâen" ifadesini kullanır. Bu hadisler hocanın huzurunda talebelerden birinin okumasıyla öğreniliyorsa buna "kıraat" veya "arz" denir. Bu yöntemle edinilen hadisler önceleri "haddesenâ" sonraları daha çok "ahberenâ" lafzıyla öğretilmiş ve aktarılmıştır. Bu iki yolla bizzat hocadan hadis öğrenme fırsatı bulamayan talebe, "icazet"le bunları başkalarına rivayet etme iznini elde edebilir ve bunları "Bize rivayet etti" anlamındaki nebbeenâ sigasıyla nakledebilir. Hadisleri yazılı olarak hocanın talebeye elden vermesi ve onun kendisinden rivayette bulunmasına izin verdiğini söylemesi anlamındaki "münâvele" daha makbul sayılmış ve bu tarzda alınan hadislerin rivayetinde "Bize haber verdi" anlamına gelen enbeenâ sigası kullanılmıştır. Görüşmediği bir muhaddise, nakletmekte olduğu hadisi yazıp kendisine göndermesi için başvurması geleneği sahabenin de kullandığı bir öğrenim yolu olup "mükâtebe" veya "kitâbet" adıyla anılır. Hocanın mektubunda hadislerin rivayet yetkisini verdiğini söylemesi, aldığı icazetle öğrencinin o hadisleri yetkili bir şekilde rivayet etmesini sağlar. Râvi eğer hayatta değilse ele geçirilen nüshasının rivayet edilmesi hususu tartışmalı olsa da bu durumun belirtilmesi şartıyla "vasıyye" adıyla rivayet edilebileceği de söylenmiştir. Çağdaşı olsun veya olmasın son râvinin nüshasını ele geçiren kimsenin bir hadisi veya kitabı kullanmasına da "vicâde" denir.
Ayrıca hadis öğretimi konusunda klasik ve modern eğitim kurumlarında güncelliğini koruyan hadis rivayet ederken sesin yükseltilmemesi, yaşlılık ve unutkanlık sebebiyle hadis rivayetinden imtina edilmesi gibi bazı ahlak ve adap esasları vardır ki bunlar hadis eğitim öğretiminde hoca ve öğrenci tarafından uyulması gereken yol, yöntem, usul ve erkândır. Hatîb Bağdâdî'nin, el-Câmi' li-Ahlâkı'r-Râvî ve Âdâbi's-Sâmi' adlı eseri, isminin de çağrıştırdığı üzere bu konunun en kapsamlı ilk örneği sayılır. Hadis eğitim öğretiminin hedefi, halis niyet ve takva üzerine kurulu, selef-i sâlihîne sevgi ve saygı odaklı mutlu ve yetkin bir kişilik oluşturmaktır. Hadis tedrisatında Kur'an ve sünnet bütünlüğünün yanında rivayet ve dirayet dengesinin gözetilmesi de temel bir ilke olarak benimsenmiştir.
Gerek Hz. Peygamber'in gerekse onun yöntemini takip eden sahabe ve tâbiîn neslinin mescit merkezli eğitim öğretim faaliyetleri, giderek cami ve mescitlerin bilhassa hadis eğitim ve öğrenimi için birer ilim merkezine dönüşmesine sebep oldu. Tarihsel süreçte, mescit ve camilerde birden fazla ilim halkalarının ve hadis meclislerinin oluşması, öğrencilerin çoğalmasıyla zuhur eden mekân ihtiyacı, zaruri bir ihtiyaç olarak medrese ve dârülhadislerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Ayrıca hadislerin tetkiki için çok iyi düzeyde Arap dili ve edebiyatı, usul, tefsir, fıkıh, kelam gibi dinî ilimleri öğrenme zarureti dârülhadislerin oluşmasının sebeplerindendi. XI. yüzyılda ilki Bağdat'ta kurulan ve tanınmış bilginleri bünyesinde toplayan Nizamiye medreseleri XII. yüzyılla birlikte önce Dımaşk'ta, ardından Mısır ve Bağdat'ta, daha sonra da zamanında İslam dünyasının neredeyse tamamına yakınında tesis edilip yaygınlık kazanmış, hadis eğitim öğretiminin hususi mekânlarda yapılması temin edilmiştir. Dönemin mühim hadis âlimlerinin görev yaptığı bu mekânlarda eğitim öğretimin devamı için vakıflar kurulmuş hadis ilimlerine dair muhtelif kitaplar okutulmuştur. Osmanlı medrese geleneğinde Kur'an ile hadis, dinin ana kaynağı olarak genel anlamda bütün derslerin esaslarını kapsadığından en üst mertebede görülür ve müfredatın sonunda yer alırdı. Fâtih Sultan Mehmed tarafından kurulan yüksek dereceli Sahn-ı Seman Medresesi'nin vakfiyesinde hadis dersi verecek hocaların vasıfları, maaşları, okuyacak öğrencilerin nitelikleri ve ayrılan tahsisatın yanında okutulacak kitaplara dair bilgiler kayıtlıdır. Osmanlı döneminde hadis eğitim müesseselerinde; Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Beggavî'nin Mesâbîhu's-Sünne'si, Kadî İyâz'ın eş-Şifâ'sı, İbnü'l-Esîr'in Câmiu'l-Usûl'ü, Sâganî'nin Meşârıku'l-Envâr'ı, İbn Melek'in Mebâriku'l-Ezhâr'ı, Nevevî'nin el-Erbaîn'i ve Süyûtî'nin el-Câmiu's-Sağîr'i yanında, İbnü's-Salâh'ın Ulûmu'l-Hadîs'i, Zeynüddin Irâkî'nin el-Elfiyye'si, İbn Hacer Askalânî'nin Nuhbetü'l-Fiker'i, Dâvûd-ı Karsî'nin Şerhu Usûli'l-Hadîs'i gibi usûl-i hadis eserleri en çok okutulan kitaplardan sayılabilir. Bunlardan Meşâriku'l-Envâr ile Mesâbîhu's-Sünne, Osmanlı öncesi Anadolu'da hadis tedrisinin en önemli iki eseridir.
XX. yüzyılın ilk yıllarından itibaren Dârülfünun İlahiyat Fakültesi bünyesinde okutulan resmî hadis öğretimi, İstanbul Dârülfünunu'nun 31 Mayıs 1933'te çıkarılan kanunla kapatılması üzerine kesintiye uğradı. Bundan sonra zamanımızda olduğu gibi selatin camilerinde ve bazı özel mekânlarda okutulması sürdürülen hadis dersleri kurulmalarıyla birlikte İmam-Hatip okulları (liseleri), Yüksek İslam enstitüleri ve İlahiyat (İslami İlimler) fakülteleri müfredatında yer aldı.
Ahmed b. Hanbel. el-Müsned. Kahire 1313.
Altuntaş, Mustafa Celı̇l. Osmanlı Dönemı̇nde Hadı̇s İlmı̇. Dr.T, İstanbul Ünı̇versı̇tesı̇, 2018, s. 179-220.
Buhârî. el-Câmiu’s-Sahîh. İstanbul 1979.
Dârimî. es-Sünen. Kahire 1987.
Dâvûd-i Karsî. Şerhu Risâlet-i Usûli’l-Hadîs li’l-İmâm el-Birgivî. nşr. H. İ. Kutlay. Amman 1437/2016.
Güler, Zekeriya. “Hadis Öğretiminin Usûl ve Âdâbı”. Anadolu’da Hadis Geleneği ve Dâru’l-Hadisler Sempozyumu. ed. M. Düzenli. Samsun 2011, s. 51-60.
Hatîb el-Bağdâdî. el-Câmi‘ li-Ahlâkı’r-Râvî ve Âdâbi’s-Sâmi‘. nşr. M. et-Tahhân. Riyad 1403.
a.mlf. el-Fakîh ve’l-Mütefakkih. Beyrut 1395.
a.mlf. er-Rihle fî Talebi’l-Hadîs. nşr. N. Itr. Beyrut 1975.
İbn Mâce. es-Sünen. Kahire 1952.
Kandemir, M. Yaşar. “Hadis”. DİA. 1997, XV, 27-64.
Koçkuzu, Ali Osman. Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi. İstanbul 1983, s. 322-326.
Kürkçüoğlu, Kemal Edip. Süleymâniye Vakfiyesi. Ankara 1962.
Müslim. es-Sahîh. Kahire 1955.
Okiç. M. Tayyip. İslâmiyet’te Kadın Öğretimi. Ankara 1979.
Râmhürmüzî. el-Muhaddisü’l-Fâsıl. nşr. M. A. el-Hatîb. Beyrut 1391.
Sezgin, Fuat. Arap-İslâm Bilimleri Tarihi. İstanbul 2015, I, 59-99.
Tirmizî. es-Sünen. İstanbul 1992.
Zehebî. Siyeru A‘lâmi’n-Nübelâ’. Beyrut 1985.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/hadis-ogretimi
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Eğitim kurumlarında hadislerin eğitim öğretiminin metodu ve süreci.