İber yarımadasının İslam tarihindeki adı ve müslümanların kurduğu devlet.
İber yarımadasının İslam tarihindeki adı ve müslümanların kurduğu devlet.
Endülüs, müslümanların 711'de ayak basıp 1492'ye kadar siyaseten hâkim oldukları İber yarımadasının adıdır. Fetihten sonra bir süre Şam'a bağlı ve kısa bir süre bağımsız valiler tarafından yönetilen Endülüs'te 756-1031 yılları arasında Emevîler hüküm sürdü. Bu hanedanın yıkılışının ardından ortaya çıkan parçalanma neticesinde küçük emirliklere bölündü ve 1031-1090 yılları arasındaki bu dönem "mülûkü't-tavâif" olarak adlandırıldı. 1090-1229 yılları arasında önce Murâbıtlar ardından da Muvahhidler adı verilen ve Kuzey Afrika'da kurulan iki Berberî hanedana bağlı bir eyalet haline geldi. XIII. yüzyılda gerçekleşen büyük hıristiyan istila hareketi (reconquista) neticesinde Endülüs toprakları iyice daralarak güneyde Akdeniz sahiline müvazi birkaç şehirle sınırlı kaldı ve bu topraklar üzerinde 1238'de kurulan Nasrî Sultanlığı (Benî Ahmer) 1492 yılına kadar ayakta durabildi. Siyasî hakimiyetlerini yitiren müslümanların bir bölümü hıristiyan idaresi altında yaşamaya devam ettilerse de zorla hıristiyanlaştırmaya yönelik şiddet ve kültürel baskı sebebiyle çok sancılı ilerleyen bu süreç 1609-1614 yılları arasında müslümanların İberya'daki varlıklarını sonlandırmak için uygulamaya konan büyük sürgün kararıyla son buldu.
Müslümanlar hakimiyetlerinin başlangıcından itibaren Endülüs'ü bir İslam yurduna dönüştürmek için çaba gösterdiler. Bir taraftan kuzeydeki hıristiyan krallıklardan kaynaklanan tehlike ve tehditleri bertaraf etmek için yoğun bir askerî mücadele yürütürken diğer taraftan kültür ve medeniyet alanlarında üzerinde yaşadıkları coğrafyayı zengin Doğu İslam dünyasına eklemlemek suretiyle, yeni ve özgün bir medeniyetin inşasına öncülük ettiler. Bu bağlamda Endülüs coğrafyası tarım alanında yeni su tekniklerinin getirilmesi ve var olanların da ıslah edilerek yaygınlaştırılmasına sahne olurken, edebiyat, şiir, musiki, sanat ve mimari, naklî ve aklî ilimler alanlarında önemli sıçramalara tanıklık etti. İslam büyük ölçüde, Arapça ise bütünüyle Endülüs toplumunun ortak paydaları haline getirildi. Batı'ya ait bir coğrafyada Doğu'ya ait bir toplumsal yapının inşa edilmesi mânasını taşıyan bu gelişmelerde eğitim öğretim en önemli rolü üstlendi.
Endülüslü düşünürler, teorik çerçevede eğitimin temel hedefinin insana, onu gerek dünya gerekse ahiret hayatında mutlu kılacak bir anlayış ve buna uygun davranış kazandırmak olduğu noktasında hemfikirdirler. Onlara göre eğitim; kişiyi beceri, meslek ve makam sahibi yapmanın ötesinde, hayatı anlamlandırmanın önündeki en büyük engel olan cehaletten kurtarıp; aklını kullanan, nefsini kontrol altında tutabilen, iyi huylarla bezenmiş, ilmi ile âmil, âbit, kendisi ve çevresiyle uyumlu faziletli bir kimse haline getirme faaliyetinin adıdır.
Doğu İslam dünyasında olduğu gibi Endülüs geleneğinde de ilim ziyadesiyle önem verilen bir alan olmuş ve ilim öğrenme kadın ve erkek bütün müslümanlar için bir vecibe addedilmiştir. İlmi insanın bu dünyadaki entelektüel çabaları olarak tanımlayan Endülüslü ünlü âlim İbn Hazm, gerek dinin gerekse eşyanın hakikatinin anlaşılması için aklın gereğine ve önemine vurgu yaptıktan sonra, mertebe bakımından en üstün ilimlerin insanı ahiret hayatına hazırlayan dinî ilimlerden başkası olamayacağı görüşünü ileri sürer. Bunun dışında kalan aklî, dil ve edebiyat ilimleri, ancak dinî ilimlere hizmet ettikleri, onların anlaşılmasına katkı sağladıkları ölçüde değerlidirler. Bununla birlikte hem dinî hem de aklî ilimlerin birbiriyle belirli bir ilişkisi mevcuttur. Biri olmadan diğerinin anlaşılması imkânsız denecek ölçüde güçtür. Nasıl dinî ilimleri merkeze koymaksızın sırf aklî ilimlerle uğraşmak zamanı israf etmekse, aklî ilimlerin sonuçlarından istifade etmeksizin sadece dinî ilimlerle meşgul olmak da makul bir yol değildir. Bu bakımdan toplumun tamamı olmasa da bir bölümünün aklî ilimler ve dil bilimiyle uğraşması zorunludur.
Endülüs'te eğitim öğretim faaliyetlerini üç merhaleye ayırmak mümkündür. Temel eğitimin verildiği ilk merhale, yaklaşık yedi-sekiz senelik bir süreyi kapsamaktaydı. Öğrenciler beş-altı yaşlarında başladıkları bu safhayı, normal olarak ergenlik çağına ulaşıncaya kadar devam ettirmekteydiler. Eğitim mekânı olarak en çok mektepler (küttap) ve mescitler kullanılmaktaydı. Ayrıca bazı muallimler evlerinin bir bölümünü yahut bahçelerini bu amaç için tahsis edebilmekteydi. Genellikle "müeddip" veya "muallim" denilen eğitimciler tarafından bu merhalede öğrencilere İslam âleminin diğer bölgelerinden farklı olarak Kur'an-ı Kerim'in yüzünden okunması ve bazı sûrelerinin ezberlenmesi yanında, Arapça okuma yazma, gramer öğretilmekte, ayrıca kısa şiir parçaları da ezberletilmekteydi. Endülüslü âlim Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, eğitimin ilk merhalesinde fasih Arapça ve matematik öğretilmeden ve şiir konusunda temel bilgiler verilmeden Kur'an-ı Kerim'in öğretilip anlatılmadan ezberletilmesine karşı çıkar. Kur'an eğitiminden sonra inanç esasları, fıkıh usulü, cedel, hadis ve hadis ilimleri sırayla öğretilmelidir. İbn Haldun, Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin eleştiri ve önerilerini haklı bulmakla birlikte, toplumsal alışkanlıkların bunların uygulanması için pek müsait olmadığına dikkat çeker.
Endülüslüler'in eğitimin daha ilk merhalesinde okuma yazma ve dil eğitimine ağırlık vermeleri, onların İslam dünyasının geri kalan bölümüne nispetle dili daha iyi kullanmalarına ve kendilerine has bir yazı stilini ortaya çıkarmalarına imkân sağlamıştır. Müslümanlar İspanya'ya ayak bastıklarında sayılarının azlığını dikkate alarak hıristiyan çoğunluk içinde erimemek için gerek eğitim gerekse resmî dil olarak devletin her kademesinde Arapça'nın kullanımına büyük özen göstermişlerdir. Bunun sonucu olarak sadece müslümanlar değil, zimmî hıristiyanlar da bu dili kullanmaya başlamışlar, gençlerin anlayabilmesi için kutsal metinlerini Arapça'ya tercüme etme ihtiyacını hissetmişlerdir.
İlk merhaleyi tamamlayan öğrencilerden önemli bir bölümü, eğitimin ikinci merhalesi olan ilim halkalarına katılırlar. Bu halkalar, çoğunlukla mescit ve camilerde, bazan da "şeyh" denilen müderrislerin evlerinde teşkil edilirdi. Müfredatta kıraat, tefsir, hadis ve fıkıh gibi dinî ilimler; dil ve edebiyat, tarih, coğrafya, felsefe gibi sosyal bilimler; tıp, matematik, astronomi gibi diğer bilimler yer almaktaydı. Bir halkada bu ilimlerden sadece biri veya birkaçı bir arada öğretilmekteydi. Öğrenciler, bilhassa büyük şehirlerde ihtisas sınıfları olarak adlandırılabilecek bu halkalardan istediklerine katılabilirdi.
Eğitimin üçüncü merhalesini ise, günümüzdeki lisansüstü çalışmalarına benzetilebilecek ilim yolculukları (rahalâtü'l-ilm) teşkil etmekteydi. Coğrafya farklılıklarına rağmen İslam kültürü içindeki ahenk, tecânüs ve canlılık ilim yolculukları sayesinde mümkün oluyordu. İlim yolculukları, gerek Doğu İslam âlemindeki birikimlerin Endülüs'e taşınmasına, gerekse Endülüs'teki birikimlerin ülke dışına, özellikle de Ortaçağ Avrupası'na aktarılmasına vesile oluyordu. Eğitimin üçüncü merhalesinde tedris edilen derslerle ikinci merhalesindekiler isim olarak aşağı yukarı aynı idi. Yalnız farklılık, üçüncü merhalede daha derinlemesine bir tahsil hayatının yaşanmış olması eğitim öğretim esnasında farklı coğrafyalarda ve mekânlarda bulunulduğundan bilgi ve görgünün artmasıydı.
Masrafları, genellikle ya vakıflar ya da varlıklı müslümanların yaptığı aynî ve nakdî yardımlarla bazan da ailelerince karşılanan Endülüslü ilim taliplerinin seyahatleri esas itibariyle biri dâhilî diğeri de hâricî olmak üzere ikiye ayrılırdı. Dâhilî ilim yolculuğu kapsamında öğrenciler öncelikle kendi doğdukları yerlerde tahsillerini yaptıktan sonra daha büyük merkezlere giderlerdi. Endülüs Emevîleri döneminde belli başlı merkezler olan İşbîliye (Sevilla), Tuleytula (Toledo), Sarakusta (Saragossa, Zaragoza), İlbîre (Elvira), Ceyyân (Jaén), Batalyevs (Badajoz), Meriye (Almeria) ve Belensiye'den (Valencia) başşehir Kurtuba'ya (Cordoba) seyahat edilirdi. Mülûkü't-tavâif döneminde bu emirliklerin başşehirleri, Murâbıtlar döneminde Kurtuba, Muvahhidler döneminde İşbîliye, Nasrîler döneminde ise Gırnata (Granada) ilim taliplerinin yöneldikleri başlıca merkezlerdi.
Hâricî seyahatler Kuzey Afrika'da Kayrevan, Mısır'da Kahire ve İskenderiye, Hicaz'da Mekke ve Medine, Irak'ta Basra, Kûfe ve Bağdat, Suriye'de Şam olmak üzere Endülüs dışındaki ilim merkezlerine gerçekleştirilirdi. Bu seyahatlerde sadece ilim değil, yeni eser ve teknikleri Endülüs'e taşımanın yanında âdâb-ı muâşeret kuralları, meslekî davranış biçimleri ve sosyal pratikler de elde ediliyor ve Doğu ile Batı arasında bilimsel bir ağ kuruluyordu. Endülüs haricine gidenler genellikle geri dönmeyi amaçlamakla birlikte bazan bu ilmî sebeplerle bazan da ölüm gibi sebeplerle geri dönüş gerçekleşmiyordu.
X. yüzyıldan itibaren özellikle Kurtuba'nın Doğu'daki ilim merkezleriyle boy ölçüşecek seviyeye yükselmesiyle Endülüslü öğrencilerin bir bölümü ülke dışına çıkma ihtiyacı hissetmedi ve buraya dışarıdan öğrenciler gelmeye başladı. Endülüs'ün en büyük âlimlerinden biri olarak kabul edilen Nemerî (ö. 1071) Endülüs'ten hiç ayrılmadı; Kurtuba ve Endülüs şehirlerindeki Endülüslü ve Doğu'dan gelen çok sayıda âlimden dersler aldı.
Doğu İslam âlemindeki eğitim kurumları, ufak bazı farklılıklarla Endülüs'te de mevcuttu. Eğitimin ilk başladığı mekânlar evlerdi. Birçok âlim ilk tahsillerine kendi evlerinde başlamış ve ilk eğitimlerini babalarından veya ailede ilimle meşgul olan kimselerden almışlardır. Bazı muallimler de evlerini öğrencilerin rahatça girip çıkabildikleri birer eğitim yuvasına dönüştürmüşlerdi.
Mektepler ya da küttaplar eğitimin ilk merhalesinin gerçekleştirildiği mekânlar olup Endülüs'te İslam hakimiyetinin daha ilk yıllarından itibaren mevcuttu. Müslüman fatihlerin eğitime verdikleri ehemmiyeti gösteren bu kurumları devlet, ekseriyetle de hayır sever kimseler tarafından inşa edilmişlerdir.
Endülüs'te her safhadaki eğitim öğretim faaliyetlerinin vazgeçilemez mekânları cami ve mescitlerdi. Dağınıklığa ve gürültüye sebep oldukları gerekçesiyle ilköğrenim çağındaki çocukların cami ve mescitlerde eğitilmelerinin uygun görülmediği zamanlar olmuşsa da büyük camiler hariç Endülüs'te cuma hutbeleri vasıtasıyla yaygın eğitim hizmeti de sunan camiler asırlarca birer medrese vazifesi görmüşlerdir.
Medreselerin Endülüs eğitim hayatına ilk defa ne zaman katıldığı hususu henüz aydınlığa kavuşmuş değildir. Kaynaklarda XII. yüzyılda Muvahhidler tarafından Mağrip'le birlikte Endülüs'te medreseler yaptırıldığı ifade edilmektedir. XIII. yüzyılda Mâleka (Málaga) ve Mürsiye'de (Murcia) özel, XIV. yüzyılda ise Gırnata'da devlet tarafından inşa edilen medreselerin varlığı bilinmektedir.
Tasavvufî anlayış ve esaslar çerçevesinde eğitim hizmeti veren ribat ve zaviyeler şifahî metotla gerçekleştirilen vaaz, irşat ve zikir gibi faaliyetlerle halkın ahlaken eğitilmesi hususunda önemli görevler ifa ediyorlardı. Hıristiyan istilası neticesinde yurtlarından sürülen müslümanların bir bölümünün barınma ihtiyaçlarını karşılamaya ve cihada katılacak insanların maneviyatını yükseltmeye olan ihtiyaç bu kurumların sayısının Nasrîler döneminde dikkat çekecek ölçüde artmasına sebep olmuştur.
İlim meclisleri, sultanların saraylarında, valilerin konaklarında veya âlimlerin evlerinde tertip edilen meclisler olup, seviyesi yüksek tartışmaların özgürce yapıldığı mekânlar olması bakımından ilim ve eğitim hayatında çok önemli bir yere sahip idiler.
Gerek hocalar gerekse öğrencilerin şahsî imkânlarıyla temin edemedikleri birçok esere ulaştıkları kütüphaneler eğitimin tamamlayıcı kurumları olup özellikle Endülüs Emevîleri zamanında çok gelişmiş ve Avrupalılar'ın dikkatini çekmiştir. Fransız araştırmacı H. Pérés'in de ifade ettiği gibi, güzel yazı yazma merakı ve kitap sevgisi, Endülüs halkının bariz özelliklerindendi. Kitabı sevmek veya ona değer vermek, sırf âlimlere has bir keyfiyet olmayıp toplumun bütün kesimlerince eşraftan bazı kimselerin evlerinin bir köşesine kitaplık kuracak kadar benimsenmiştir. Endülüs'ün çeşitli şehirlerindeki kitap çarşılarının en meşhuru Kurtuba'da idi. Âlim ve kitap aşığı olan II. Hakem (961-976) Kayrevan, İskenderiye, Dımaşk ve Bağdat gibi ilim merkezlerinden ulaşılabilen kitaplardan oluşan Kurtuba'daki saray kütüphanesinin katalogları ellişer sayfalık kırk dört ciltlik olan 400.000'i aşan kitaptan oluşan bir zenginliğe ulaştırmıştı. İbn Futeys ailesine ait olan müstakil bir kütüphanede kurulan özel kütüphane saray kütüphanesinden sonra geliyordu. Meriye, İşbîliye, Tuleytula, Gırnata, Mâleka, Sarakusta, Belensiye, Mürsiye, İlbîre, Şâtibe (Játiva, Xativa), Minorka'da gerek idarecilere gerekse şahıslara ait zengin kütüphaneler vardı.
Endülüs kütüphanelerindeki kitapların bir kısmı, dâhilî karışıklıklar esnasında yağmalanıp satılmış ve bunların önemli bir bölümü Kuzey Afrika'ya götürülmüştü. Artakalanlar ise, hıristiyan işgali esnasında ve sonrasında bazı papazların hışmına uğradı. Gırnata'da binlerce kitap, Kardinal Jimenez'in emriyle şehir meydanında yakıldı. Benzeri olaylar, diğer şehirlerde de tekrarlandı. İspanyol Kralı II. Filip'in (1556-1598) Endülüslüler'den kalma yazma eserleri bir araya getirmek istediğinde ancak 2500 esere ulaşabilmişti ki bunlar günümüzdeki Escorial Kütüphanesi'ne temel olmuştur.
Hıristiyanlar kadar olmasa da Endülüslüler'in içlerinden de kitaba ve kütüphaneye zararı dokunanlar çıkmıştır. Hâcib Mansûr, fakihleri hoşnut etmek amacıyla felsefeye ve astrolojiye dair kitapları İbn Zekvân ve Zübeydî gibi isimlerin nezareti altında II. Hakem'in saray kütüphanesinden tasfiye edilmesini sağlamış ve Endülüs Emevî Devleti'nin sonlarına doğru yaşanan olaylarda aynı kütüphane birkaç defa yağmalanmıştır.
Endülüs'te devletin eğitimdeki yeri ve rolü son derece sınırlı olmuş, eğitim öğretim faaliyetleri umumiyetle halkın inisiyatifinde gerçekleşmiş, halkın ve vakıfların desteğiyle yürütülmüştür. Mesela öğretmenlerin maaşları ya halk ya da vakıflar tarafından üstlenilmekteydi. Program belirleme ve belirlenen programın tatbikata konmasında da devletin herhangi bir katkı ve yükümlülüğü söz konusu değildi. Devletin katkısı, daha çok, mektep ve medrese inşa etmek şeklinde olmuştur. Mesela II. Hakem Kurtuba'da sırf fakir çocukların okuyacağı yirmi sekiz mektep inşa ettirmişti. Keza Nasrî Sultanı I. Yûsuf tarafından 1349'da Gırnata'da bir medrese yaptırılmıştır.
Devlet ayrıca zaman zaman, ülkedeki hâkim dinî anlayışın yahut iş başındaki siyasî otoritenin temel kabullerine uymayan bazı ilmî ve fikrî faaliyetleri gerek doğrudan gerekse yapılan şikâyetler üzerine durdurma, yasaklama hatta cezalandırma yoluna gidebilmekteydi. Bu durum ve zaman zaman sakıncalı ve zararlı olduğuna inanılan kişilerin hapis ya da sürgün edilmesi, eserlerinin yakılması yahut imha edilmesi gibi tasarruflar eğitim öğretim hayatını doğrudan etkiliyordu.
İlköğretim çağındaki çocukları yetiştirmekle görevli öğretmenlerin vazifesi, sırf öğretmek değil, aynı zamanda eğitmekti. Kendi dönemlerindeki anlayışlara göre genel kültür seviyeleri pek de düşük değildi ve toplumun hemen her kesiminden bu mesleği icra eden kimseler vardı. Hatta aralarında hadis, tefsir, fıkıh, kıraat, dil ve edebiyat sahalarında kendilerini yetiştirmiş, eserler telif etmiş şahsiyetler vardı. Tarihî kaynaklarda muallim oldukları belirtilen şahsiyetlerden söz edilirken, onların pek çoğunun "takva ehli", "ilim ehli", "marifet ehli", "insanların en bilgilisi", "insanların en kavrayışlısı" gibi sıfatlarla anılmaları dikkat çekicidir.
Zaman zaman muallimler Emevîler döneminin önemli ediplerinden Ebû Âmir İbn Şüheyd'in yaptığı gibi Arapça'yı iyi bilmemek, taşıdıkları malumatı tasnif edememek, iyi kompozisyon yazacak kadar birikime sahip bulunmamak, sadece kelime ve kalıpların ezberlenmesiyle meşgul olmak gibi hususlardan dolayı tenkit edilmiştir. XII. yüzyıl fakihlerinden İbn Abdûn kendi dönemindeki muallimlerin bir bölümünün öğretmenliğin ne olduğunu bilmediklerini, mal ve gösteriş düşkünü, şehadetleri bile kabul edilmeyecek kadar zavallı kimseler olduklarını iddia ederek tenkit etmiştir. Ona göre muallimler genç ve bekâr olmamalı, boş laf ve çok konuşmadan uzak durmalı, dindarlık, iffetlilik, bilgili, kültürlü, lütufkâr, şefkatli ve sabırlı olmalı ve öğrencilerini bırakarak cenaze merasimlerine, ziyafetlere, şahitlik için mahkeme duruşmalarına katılmamalıdır.
Yetişkinlere hocalık yapan şeyhlere, yani müderrislere gelince; bunlar, muallimlere nispetle bilgi düzeyleri çok daha yüksek, bir ya da birden fazla sahada ihtisaslaşmış, aynı zamanda ansiklopedik mahiyette geniş kültürlü şahsiyetlerdi. Tarihî kaynaklarda onların hayatları anlatılırken "fakih", "hafız", "kari", "muhaddis", "müfessir", "şair", "ârif" gibi uzmanlık alanlarına delalet eden sıfatları da bilhassa kaydedilir. Pek çok fakihin fıkıh yanında sarf, nahiv, şiir, nesir, astronomi, matematik, tıp gibi alanlarda da söz sahibi olduğu özellikle belirtilir.
Temiz ve güzel kıyafetlerle toplum içine çıkmaları istenen âlimler için belirlenmiş sabit bir giyinme tarzı mevcut değildi. Bu sebeple de bölgeden bölgeye farklılıklar görülebilmekteydi. Endülüs'ün doğusunda sarık pek kullanılmazken batısında sarıksız bir kadı, fakih yahut âlimi görmek pek mümkün değildi.
Müderris seviyesindeki bir hoca camide ders verdiğinde bir sütunun dibine oturur ve orada ders halkası oluşurdu. Ders halkasına katılan öğrencilerin sayısı zaman zaman oturmak üzere kürsü kullanan hocanın şöhretine ve verilen derse göre değişirdi. Ders esnasında takip edilen bir kitabın okunması, hocanın sözlerinden anlaşılması güç olanların açıklanması ya da ders halkasının düzen içinde tutulması gibi hususlarda hocaya destek veren bir yardımcı yahut okuyucu bulunurdu.
Ders halkalarına ilmi arttırmak ve sevap kazanmak için iştirak edilmesi, derste lüzumsuz yere konuşulmaması, konuşulacaksa sadece bilmediğini öğrenmek için konuşulması, soru sorarken rastgele değil bilinmeyen bir hususun sorulması, yeterli cevap verildiğinde lafı uzatma cihetine gidilmemesi, hocanın verdiği cevabın yanlış ve yetersiz olması halinde yanlışı izale edecek doğru bir cevap varsa mukabelede bulunulması, inadına soru sormaktan ve soru sorarken tekebbürden kaçınılması, hocanın söylediğinin doğru olduğuna tam kani olmadan tasdik edici bir tavır içine girilmemesi, ders halkalarına katılan öğrencilerden beklenen tutum ve davranışlardan bazılarıydı. Mektep sonrasındaki eğitim merhalelerinde ders düzenini bozan öğrencilere fizikî ceza uygulandığına dair örnekler mevcut değildir. Bunun yerine nasihat ve ikaz öne çıkmaktadır. Hocanın verebileceği en aşırı ceza, öğrenciyi bir süre ders halkasının dışına çıkarmaktan ibaretti.
Halkasına katıldığı hocasının dersini tamamlayan öğrenciye, hocası tarafından bir icazetname (diploma) verilirdi. Başlangıçta yalnızca ders halkalarına katılan ve dersi başarıyla tamamlayanlara verilen bu belge sonraları günümüzdeki "fahrî doktora"yı andırır biçimde pek çok kimseye verilmiştir.
Endülüs'teki eğitim süreçleri içerisinde kız öğrencilerin durumuyla ilgili ayrıca bir bilgi bulunmasa da bu durum kızların eğitimden mahrum kaldıkları anlamına gelmemektedir. Tabakat ve terâcim kitaplarına Endülüslü bazı meşhur kadınlar hakkında serpilmiş vaziyetteki bilgilerden, kızların da mescide giderek kadın, hatta erkek muallimlerden ders aldıkları, dahası tamamladıkları dersle ilgili olarak kendilerine icazetname verildiği sonucuna ulaşılmaktadır. Eğitimde Arapça'ya verilen önemin sonucu olarak Endülüs'te İslam dünyasının geri kalanına kıyasla daha fazla kadın şairin yetiştiği ve hadis alanında da benzeri bir durumun söz konusu olduğu bilinmektedir.
Endülüs'te Kur'an'ın yanında Arapça okuyup yazma da öğretilmesi, bu faaliyetler için mekteplerle birlikte mescit ve evlerin de kullanılmış olması, toplumun neredeyse tamamına okuma yazmayı öğrenme imkânını sağlamaktaydı. Başta Hollandalı müsteşrik R. Dozy olmak üzere yapılan çalışmalardan Endülüs'te özellikle büyük şehirlerde herkesin okuma yazma bildiği ya da okuryazarlık seviyesinin oldukça yüksek olduğu anlaşılmaktadır. Dozy gibi İspanyol araştırmacı G. Gozalbes Busto da Endülüs'te okuryazarlık oranının yüksekliğine dikkat çekmekte ve müslümanlar arasında görülen yüksek okuma yazma oranına hiçbir Avrupa ülkesinde rastlanmadığını, bu ülkelerde kültürün kilise ve manastırlara hapsedildiğini, Ortaçağ Avrupası'nda asilzadelerin ve yönetici tabakanın kültürden çok askerlik mesleğini tercih ettiklerini dile getirdikten sonra, misal olarak ünlü Frank İmparatoru Charlemagne'ın okuma yazmayı ancak ihtiyarlık döneminde öğrenebilmiş olmasını göstermektedir. İslam dünyasında özelde de Endülüs'te Avrupa'ya kıyasla kitap sayısının çok daha fazla oluşunda müslümanların IX. yüzyıldan itibaren kâğıtla tanışmalarının önemli rolü vardı. Müslümanların müfredat birliği olan eğitim öğretim sistemlerinin yanında Arap harfleriyle yazı yazmanın Latin harfleriyle yazmaktan çok daha kolay olması yüksek kültür düzeyine ulaşılmasına ve kitap telifinin de çoğalmasına sebep olmuştur.
Cabanelas, Dario. “La madraza árabe de Granada y su suerte en epoca cristiana”. Cuadernos de La Alhambra. 24 (1988), s. 29-54
Dozy, Reinhart. Historia de los musulmanes españoles. Madrid 1984, III, 99.
Espinar Moreno, Manuel. “Escuelas y enseñanzas primerias en la España musulmana. Noticias sobre el Reino nazari y la etapa morisca XIII-XIV”. Sharq Al-Andalus. 8 (1991), s. 179-209.
Garcia Duarte, Francisco de Borja. “El sistema de educación en al-Andalus”. Revista de Cultura. 6 (Junio 2016).
Gozalbes Busto, Guillermo. “El Libro y las bibliotecas en le España musulmana”. Cuadernos de la Biblioteca Española. Tetúan 1972, s. 17-40.
Hûlî, Abdülbedî‘. el-Fikrü’t-Terbevî fi’l-Endelüs. Kahire 1985.
İbn Haldûn. Mukaddime. çev. H. Kendir. C. II, Ankara 2004.
İbn Hayyân. el-Muktebes V. nşr. P. Chalmeta – F. Corriente – M. Subh. Madrid 1979.
İbn Hazm. Merâtibü’l-Ulûm. Resâilü İbn Hazm el-Endelüsî içinde. nşr. İ. Abbas. Beyrut 1983, s. 61-90.
Îsâ, Muhammed Abdülhamîd. Târîhu’t-Ta‘lîm fi’l-Endelüs. Kahire 1982.
Levi-Provençal, E. Historia de la España musulmana. Historia De España serisi içinde, Madrid 1987, V, 263 vd.
Makdisi, George. “The Madrasa in Spain: Some Remarks”. Revue de l’Occident musulman et de la Méditerranée. 15-16 (1973), s. 153-158.
Makkarî. Nefhut-Tîb. Min Gusni’l-Endelüsi’r-Râtib. nşr. M. Abdülhamîd. C. I, Kahire 1949.
Makki, Mahmud Ali. “Ensayo sobre las aportaciones orientales en la España musulmana”. Revista del Instituto Egipcio de estudios Islámicos. XI-XII (1963-64), s. 7-140.
Özdemir, Mehmet. Endülüs Müslümanları: Kültür ve Medeniyet. Ankara 2012.
Ribera y Tarrago, Julián. “Bibliófilos y bibliotecas en la España musulmana”. Disertaciones y Opúsculos. Madrid 1928, I, 181-228.
a.mlf. La enseñanza entre los musulmanes españoles. Zaragoza 1893 (Arapça çev. et-Terbiyetü’l-İslâmiyye fi’l-Endelüs. çev. A. T. Mekkî. Kahire 1994).
Ruberia Mata, Maria Jesús. “Datos sobre una ‘madrasa’ en málaga anterior a la nasri de Granada”. Al-Andalus: Revista de Las Escuelas de Estudios Árabes de Madrid y Granada. 35/1 (1970), s. 223-226.
Selâsü Resâil fi’l-Hisbe. nşr. E. Levi-Provençal. Kahire 1955.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/endulus
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
İber yarımadasının İslam tarihindeki adı ve müslümanların kurduğu devlet.