A

TELİF

Eser yazımı.

  • TELİF
    • İsmail E. ERÜNSAL
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 22.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/telif
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TELİF
TELİF

Eser yazımı.

  • TELİF
    • İsmail E. ERÜNSAL
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 22.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/telif
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TELİF

Tarihte telif faaliyetleri, kitabın gelişimi ve bugünkü şeklini alışı, geçirdiği birkaç evreden sonra olmuştur. Kitap İslam dünyasında bugünkü şeklini, kâğıdın yaygın olarak kullanılmaya başlanmasıyla miladi VIII. asır sonlarında almıştır ve telif faaliyetlerinin iki ana dönemi vardır. Birinci dönem sözlü telif dönemi, ikinci dönem ise yazılı telif dönemidir.

Antik dünyada bilginin sözlü olarak nakli mevcutsa da bunun sistemli bir hale getirilmesi İslam medeniyetinde olmuş ve en azından bir dönem için sözlü kitap telifinin çok önemli örnekleri ortaya çıkmıştır. VIII. asrın ortalarına kadar İslam dünyasında yaygın olan kitap, insanların ezberleyip hafızalarında muhafaza ettikleri ve naklederek (rivayet) varlığını sürdürdükleri "sözlü kitap"tır. Sözlü telif döneminde ortaya çıkan kitaplar Kur'an-ı Kerim'in ve hadislerin etrafındaki belli konularla ilgili rivayetlerin bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Bu yüzden ilk iki asırda telif edilen kitaplar genellikle fizikî bir varlıkları olmayıp hafızalarda muhafaza edilen ve sözlü olarak nakledilen bir olgu olma özelliğini korumuştur.

Sözlü kitapların ortaya çıkış sürecinde bazı merhaleler mevcuttur. Fuat Sezgin ve Abdüssettâr Halvecî hadislerin ilk dönemde sahabe ve tâbiîn tarafından sahife veya cüz adı verilen küçük defterlere kaydedilmesi sürecini kitâbe, VII. asrın son çeyreğiyle VIII. asrın ilk çeyreğinde belli konulardaki rivayetlerin derlenerek ders halkalarında aktarılmasını tedvin, takriben 743'ten itibaren hadislerin muhtevasına göre musannef olarak adlandırılan eserlerde bablar halinde düzenlenmesini de tasnif dönemi olarak adlandırmaktadır. Sezgin'e göre hadislerin tedvini Emevîler'in son döneminde tamamlanmış ve bu konuda Zührî önemli bir rol oynamıştır. Tasnif döneminde İbn Cüreyc (ö. 767), Ma'mer b. Râşid (ö. 769), Hişâm b. Hasan (ö. 765), Saîd b. Ebû Arûbe (ö. 767) ve Süfyân Sevrî (ö. 778) eser vermişlerdir. İbnü'l-Esîr Mecdüddin Mübârek Cezerî (ö. 1210), ilk eser tasnif edenin İbn Cüreyc olduğunu söyler. Bu dönemden günümüze Ma'mer b. Râşid'in Kitâbü'l-Câmi'i, Katâde b. Diâme'nin (ö. 735) Kitâbü'l-Menâsik'i ve Rebî' b. Habîb Basrî'nin (ö. 777) Câmi' adlı eserleri ulaşmıştır. Kitabın oluşumunda tefsir, fıkıh, lügat, tarih gibi diğer ilim dallarında ve şiirde de hadistekine benzer aynı aşamalar görülür.

Sözlü kitapların telifinde ve sözlü olarak naklinde birkaç yol varsa da hepsinin ortak noktası bir kitabı müellifinden veya müellifinden okuyarak nakletme iznini almış kimselerden dinleyip/okuyup başkalarına okutmak/rivayet etmek için izin (icazet) almaktır. Bu sözlü telif döneminde camilerdeki ders halkaları, seyahatler (rihle), imla meclisleri önemli rol oynamıştır.

Yazılı Telif Dönemi: İlk asırlarda sözlü kitapların telifi devam etmekle beraber, bu kitapların yazıya geçirilmesi Hz. Peygamber'in vefatından bir süre sonra başlamıştır. İbn Nedim, Ubeyd Cürhümî'nin (ö. 689-690) Muâviye'nin arzusu üzerine geçmiş kavimler, Arap ve İran hükümdarları, konuştukları dillerin farklı oluşlarıyla ilgili Kitâbü'l-Mülûk ve Ahbârü'l-Mâzîn adlı bir eser yazdığını, Ubeyd'in ayrıca Kitâbü'l-Emsâl adlı bir eserinin de olduğunu belirtir. Emevîler döneminde (661-750) bazı âlimlerin evlerinde önemli sayıda kitaptan oluşan kütüphaneler bulunduğuna göre bu dönemde yazıya geçirilmiş ciddi sayıda kitap bulunmaktaydı. Ancak bu kitapların neredeyse hiçbiri günümüze ulaşmamıştır.

Bu dönemde öğrencilerin, verrakların, müstemlîlerin kitabın ortaya çıkmasında, bir metin haline getirilmesinde ve çoğaltılmasında önemli katkıları olmuştur. IX. asırda, daha önceki dönemlerde yaşamış âlimlerin sözlü olarak nakledilen rivayetlerinin yazıya geçirilerek kitap haline getirilmesinin yanında, dinî ilimler dışında diğer alanlarda da kitap telifinin hız kazanmasında devlet dairelerinde çalışan bürokratların/kâtiplerin önemli katkıları olmuştur. Bir kısmı Arap menşeli olmayan bu bürokratlar/kâtipler (küttap) diğer kültürlerle teması da sağlanmasında rol oynamışlardır. Bu dönemde dinî ilimler yanında tarih, edebiyat, felsefe, tıp, astronomi, matematik, kimya, fizik, ziraat, biyoloji ve coğrafya gibi alanlarda da çok sayıda kitap telif edilmiştir. Din dışı alanlarda özellikle Câhiz (ö. 869), İbn Kuteybe (ö. 889), Ebü'l-Ferec İsfahânî (ö. 967), İbn Ebü'd-Dünyâ (ö. 894), İbn Hişâm (ö. 833), Taberî (ö. 923), Benî Mûsâ kardeşler (III/IX. asır), Kindî (ö. 866), Huneyn b. İshak (873), Ebû Ma'şer Belhî (ö. 886), Sâbit b. Kurre (901), Bûzcânî (ö. 998), Bettanî (III/IX. asır), Fârâbî (ö. 950), Câbir b. Hayyân (III/IX. asır), Hârizmî (III/IX. asır), Mes'ûdî ( ö. 956) ve Ebû Bekir Muhammed Râzî (ö. 925) gibi tarihçilerin, ediplerin ve bilim adamlarının önemli eserler telif ettiklerini görmekteyiz.

III. asrın sonlarıyla IV. asırda telif faaliyetlerinin ivme kazanmasında birçok eserin geleneksel usullerle yazılı hale gelmiş güvenilir nüshalarının ortaya çıkması ve bu nüshalara ulaşımın kolaylaşmasının önemli payı vardır. Bu dönemde yaşayan müellifler bilgiye ulaşmak için semâ/kıraat gibi geleneksel metotları tamamen terketmemekle beraber, kolayca elde edilir hale gelen eserleri yoğun olarak kullanarak çok sayıda eser vermişlerdir. Bu dönemde yaşamış birçok müellif diğer müelliflerin eserlerinden, isimlerini de zikrederek nakiller yapmışlardır. Mesela Kitâbü Garîbü'l-Hadîs, Kitâbü'l-Emsâl ve Kitâbü'n-Nâsih ve'l-Mensûh gibi eserlerin müellifi olan Ebû Ubeyd Kasım Sellâm (ö. 838), Kitâbü Garîbi'l-Musannef'i telif ederken sözlü rivayetlerden ziyade yazılı kaynakları kullanmış ve bu yüzden de meslektaşları tarafından eleştirilmiştir. Tarihçi Taberî (ö. 923), verrak Hüseyin b. Hubeyş'ten, kıyas hakkında telif edilmiş eserleri temin etmesini istemiş, o da bu konuda yazılmış otuz küsur eseri toplayıp Taberî'ye vermiştir. Taberî, bu eserleri kısa bir sürede inceledikten sonra iade ettiğinde, üzerlerinde okuduğunu gösteren kırmızı mürekkeple yapılmış işaretler olduğu görülmüştür. Ebü'l-Ferec İsfahânî, Kitâbü'l-Egâni adlı eserini yazarken sözlü rivayetler yanında Nesehtü min Kitâbi Abdillâh b. el-Mu'tez, Nesehtü min Kitâbi li-Hârûn b. Zeyyât bi-Hattihi diyerek birçoğu günümüze ulaşmamış çok sayıda yazılı eser kullanmış ve bazan kullandığı eserlerin adlarını da vermiştir: Kitâbü'n-Nekâiz li-Ebî Ubeyd, Kitâbü'l-Cevâib li'l-Medâinî gibi. Fuat Sezgin, Buhârî'nin (ö. 870) Sahîh'ini tertip ederken 200 civarında kaynak kullandığını tespit etmiştir.

Abbâsîler döneminde sözlü rivayetlerin yazıya geçirilip kitap haline getirilmesi ve tercüme ve telif edilen eserlerle kitabın Ortaçağ İslam dünyasındaki gelişiminin üçüncü devresi, yani telif dönemi başlamış ve kitaplar müteakip asırlarda da devam edecek muhteva ve şekil özelliklerine kavuşmuştur. IX. asırdan itibaren özellikle de kâğıdın kullanımının yaygınlaşması, İslam coğrafyasının genişlemesi sonucu diğer medeniyetlerle gelişen temaslar ve kültür alışverişi ve bir kâtip/müellif sınıfının ortaya çıkışıyla yazılı telif ve tercüme dönemi başlamış ve sözlü olarak muhafaza edilen kitapların bir kısmı yazılı hale getirildiği gibi, telif faaliyetleri sonucunda da birçok yeni eser kaleme alınmış ve yazılı kitaplar çoğalmaya başlamıştır.

Sözlü olarak telif edilen eserler IX. asırdan itibaren eserin müellifinin öğrencilerinden biri/birkaçı veya onların öğrencileri tarafından yazıya geçirilerek kitap haline getirilmiştir. Bu şekilde yazılı hale getirilen eserlerin unvan sayfasında/iç kapağında kitabın isminden sonra genellikle eserin rivayet zinciri verilmiştir. VIII. asrın ikinci yarısında telif yoluyla bizzat müellifi tarafından yazıya geçirilmiş tek eser, Sîbeveyhi'nin (ö. 796) Kitâb adlı eseridir. Sîbeveyhi sağlığında bizzat kendisi eserini bir kitap haline getirmiştir.

Ancak bu dönemleri ve kitap oluşturulmasında takip edilen yolları birbirlerinden kesin çizgilerle ayırt etmek mümkün değildir. Yazıya geçiriliş sürecinin başlamasından sonra da kitapların yazılı olarak nakli (imla, kitâbe, telif) yanında sözlü nakli de (semâ ve kıraat) devam etmiştir. Bu süreçte, yazılı bir kitabı nakletmeye izin verme (icaze), bir müellife ait olduğu kesin olarak bilinen bir kitabı çoğaltma (vicâde) ve bir âlimin öğrencisine, eserlerinden birini, başkalarına okutma icazetiyle vermesi (münâvele) yollarının da kitapların oluşumunda kullanıldıklarını görüyoruz. Ancak şunu da belirtmek gerekir ki semâ, kıraat ve imla gibi metotlar daha çok dinî ilimlerle, şiir, lügat, tarih ve ahbârı konu alan eserlerin oluşumunda kullanılmış, kimya, tıp, matematik, astronomi gibi bilim dallarındaki eserlerin oluşumunda ise genellikle telif ve tercüme usulü takip edilmiştir.

Abbâsîler döneminde, yoğunlaşan tercüme çalışmalarıyla da desteklenen ilmî ve fikrî telif çalışmaları, ilimlerin hemen hemen her dalında yazılan eserler, merkezinde kitap olan bir "İslam rönesansının" doğmasını sağlamıştır. Bunda yabancı kültürlere peşin hükümle yaklaşmamanın önemli bir payı vardır. Fuat Sezgin, yabancı kültürlerle olan temasların din adına engellenmeyip devlet tarafından desteklendiğini, müslümanların İslam'ın erken döneminde sahip oldukları din şuurunun, bilimleri teşvik ettiğini, fethettikleri ülkelerdeki diğer dinlerin bilim ve kültür adamlarına karşı iyi davranıp, değer verdiklerini ve onların yeni topluma katılmasını sağladıklarını belirtir. Bunun sonucunda, "Diğer kültürlerden miras alınan bilgiler, tecrübeler, fikirler ve aletler yeni kültür dairesinde sadece kullanılmaya ve geliştirilmeye devam edilmemiş ayrıca buluşlar ve yeni bilgi alanlarının oluşturulmasıyla geniş bir şekilde yaygınlaştırılmış ve önemli bir seviyeye eriştirilmiştir."

Telif faaliyetleri Abbâsîler döneminde ve sonrasında da Endülüs, Fâtımîler, Selçuklular, Eyyûbîler ve Zengîler gibi diğer müslüman devletlerde de devam etmekle beraber bu dönemdeki esas gelişimini Memlükler döneminde göstermiş birçok ilim dalında otuz-kırk ciltlik eserler telif edilmiştir.

Müellif Hattı/Nüshası: Ortaçağ İslam dünyasında matbaa olmadığı için bütün eserler elle yazılarak telif edilmekte ve çoğaltılmaktaydı. Bu şekilde üretilen her bir eserin nüshaları müellifin yazdığı şekli aksettirmekte farklılıklar göstermekte, dolayısıyla bir eserin güvenilir nüshasına ulaşmak büyük bir önem arzetmekteydi. Bir eserin nüshaları güvenilirlik derecesine göre şöyle sıralanabilir: Müellif hattı (holograph), müellif nüshası (autograph), müellif hattından istinsah edilen nüshalar (apograph).

a) Müellif Hattı: Müelliflerin bizzat yazdıkları nüshalar müellif hattı (holograph) olarak kabul edilirler. Metin tenkidinde güvenilirlik sıralamasında bu tür nüshalar ilk sırada gelir. Bir nüshanın müellif hattı olduğunu tespitte en önemli ipucu kitabın sonundaki, nadiren de başındaki müellifin yazdığı telif kaydıdır. Bazı nüshalar telif kaydı taşımadığı halde müellif hattı olabilir. Sonunda telif kaydı olmadığı halde müellif hattı olduğu düşünülen eserlerin müellif hattı olduğu, genellikle müellife aidiyeti kesin olarak bilinen yazı örnekleriyle elimizdeki nüshanın yazısının karşılaştırılmasıyla ortaya konulabilir.

Bir eserin müellif hattı olduğunu tespitte başka bazı ipuçları da vardır. Mesela eserin yazımında kullanılan kâğıdın müellifin döneminde kullanılan bir kâğıt cinsi olduğunun tespiti de önemli bir ipucudur. Ayrıca müellif hattı olan nüshalarda kullanılan kâğıtta renk, kalınlık filigran/suyolu bakımından farklılıklar görülebilir. Müellif hattı olan nüshalar, müstensihlerin kopya ettikleri nüshalara kıyasla daha düzensizdirler. Müellif nüshası bir eserin her sayfasındaki satır sayısı ve formalardaki/cüzlerdeki (kerâris) sayfaların adedi aynı olamayacağı gibi, eserin metninde de ilaveler, düzeltmeler, çizilerek yapılmış iptaller, satır aralarına ilave edilmiş satırlar, haşiyede ekler, sonradan doldurulmak maksadıyla yazılmadan bırakılmış boşluklar hatta boş sayfalar da mevcut olabilir. Bir nüsha üzerindeki düzeltmeler, o nüshanın müellif nüshası olması ihtimalini kuvvetlendirmektedir.

Bu ipuçlarının önemli bir kısmı temize çekilmemiş (tebyiz edilmemiş) müellif nüshaları için geçerlidir. Birçok müellif, sağlıklarında eserlerini temize çekmiş veya çektirmiş, ortaya düzenli bir nüsha çıkarmışlardır. Bu nüshalar üzerinde de temize çekme işleminden sonra müellif tarafından yapılmış tashihlere rastlamak mümkündür. Hatta önemli miktarda tashih görmüş nüshalar da vardır. Bazan müellifin muasırı olan âlimlerin yazılı şahitliğiyle de bir nüshanın müellif hattı olduğu tespit edilebilmektedir. Bazı eserlerin genellikle ilk sayfasında müellifin muasırları veya daha sonra yaşamış kimseler tarafından, o nüshanın müellif hattı olduğunu göstermek için "bi-hattihî, ve hüve bi-hattihî, bi-hatti şârih, bi-hatti müellif" şeklinde yazılmış ifadelere rastlanılmaktadır. Bu tür kayıtların önemli bir bölümü doğru ve güvenilirdir.

Sonunda müellife ait telif kaydı bulunan her yazma eseri müellif hattı olarak kabul etmemek gerekir. Zira müstensihlerin istinsah için kullandıkları nüshalardaki her türlü kaydı ve bu arada telif kaydını da kendi nüshalarına nakletmeleri nadir rastlanılan bir uygulama değildir. Eğer müstensih bu şekilde istinsah ettiği nüshanın sonuna kendi istinsah kaydını koymazsa karşımıza müellif hattı gibi görünen bir eser çıkmaktadır.

Bu tür uygulamalar çoğunlukla ihmalden kaynaklanabileceği gibi, bazı verrâkların ve müstensihlerin istinsah ettikleri nüshaya, müellif hattıyla yazılmış olduğu intibasını vererek artı bir değer kazandırıp daha fazla para kazanma hırsı neticesinde de yapılabiliyordu.

b) Müellif Nüshası: Müellif tarafından bizzat yazılmamakla birlikte, müellifin nezaretinde ve denetiminde üretilen nüshalardır. Bu şekilde oluşturulan nüshalar semâ ve arz/kıraat yollarıyla müellifin tasdikini alıyor ve bu tasdik de eserin başına veya sonuna konulan kayıtlarla belirtiliyor ve böylece bir eserin müellif nüshası (autograph) oluşuyordu.

Bu dönemdeki bu tür üretim tarzı dolayısıyla bir eserin birden fazla müellif nüshası da ortaya çıkabilmekteydi. Mâlik b. Enes (ö. 795), Muvatta' adlı eserini semâ ve imla meclislerinde defalarca okutmuş ve sonra da dinlemiştir. Her defasında ilaveler, çıkartmalar ve düzenlemeler yaptığı bilinmektedir. Talebelerinden bu eseri on yedi kere dinleyenler vardır. Bu eserin bazı öğrencilerinin rivayetleriyle oluşmuş birçok nüshasından günümüze ulaşanların muhtevalarında da bazı farklılıklar mevcuttur. Bu tür özelliklere sahip bu nüshalardan her biri müellif nüshası kabul edilir. Bu yüzden özellikle ilk üç asırda (VII-IX) telif edilen eserlerin çoğunun nüshaları müellif hattı (holograph) olarak değil de müellif nüshası (autograph) olarak kabul edilmelidir.

İslam dünyasında rivayet yoluyla kitap üretme usulü XII. asırda da devam ettiği için XII. asra kadar, semâ/kıraat ve imla meclislerinde, müellifler tarafından talebelerine yazdırılmış ve müellife okunmuş yazmalar ortaya çıkmıştır. Bu şekilde meclislerde oluşmuş nüshaların başında veya sonunda bu eserin müellifinden okunduğuna, dinlendiğine veya tashih edildiğine dair kayıtlar (semâ, arz/kıraat, imla kayıtları) mevcutsa, bu nüshalar müellif nüshası olarak kabul edilmelidir.

Müellif tarafından imla edilerek yazdırılmış, arz/kıraat yoluyla kontrol edilerek icazet verilmiş eserleri de müellif nüshası olarak kabul edebiliriz. Ayrıca Ortaçağ İslam dünyasında birçok âlimin kitaplarını yazan verrakları ve müstemlîleri olduğunu biliyoruz. Bir müellifin verrakının veya müstemlîsinin yazdığı eserler de müellif eserini imla yoluyla yazdırdığı ve kontrol ettiği için müellif nüshası sayılabilir. Bu derecelerde olmamakla birlikte münâvele, mükâtebe, icâze ve muâraza/mukabele yollarıyla oluşturulan nüshalar da müellif nüshası olarak kabul edilemezse de güvenilir nüshalardır.

Müelliflerinin müsvedde olarak bıraktıkları eserlerden bir kısmı müellifin öğrencilerinden biri tarafından temize çekilmiştir. Bu tür eserler her ne kadar güvenilir olarak kabul edilebilirse de öğrencilerin yapabileceği ilave ve çıkarmalarla yanlış nakillerden dolayı dikkatli olmak gerekir. Nitekim Yâkut Hamevî, ünlü lügat âlimi Cevherî'nin Sıhâh adlı eserini temize çekemeden müsvedde olarak bırakıp öldüğünü, öğrencilerinden Ebû İshak İbrâhim Verrâk'ın bu eseri temize çekerken birçok yerde fahiş hatalar yaptığını nakleder. Ancak bunun aksi de olabilmekte, özellikle de müsvedde halindeki müellif hattı eserlerin ihtiva ettiği yazım yanlışlarının daha sonra bu eserleri temize çekenlerce düzeltildiği görülmektedir. Bu özellikleri taşıyan nüshalar bu niteliklerinden dolayı, yani bir şekilde müellifle irtibatları olması dolayısıyla müellif nüshası olarak kabul edilir.

c) Müellif Nüshasından İstinsah Edilmiş veya Müellif Nüshasıyla Mukabele Edilmiş Nüshalar: Müstensihlerin istinsaha esas aldıkları nüshalar arasında müellif nüshaları da bulunmaktadır. Özellikle eski tarihli yazmalarda müellif nüshasıyla mukabele edilmiş nüshalara rastlanmaktadır. Bu nüshaların da güvenilirlik dereceleri oldukça yüksektir.

Bu tür özellikleri taşımayan nüshalarda, müellifin yazdığına en yakın bir metin oluşturmak için şu kriterler aranır:

a) Müellif nüshasıyla veya müellif nüshasından istinsah edilmiş, müellif nüshasıyla mukabele edilmiş nüshalardan istinsah edilmiş nüshalar (apograph).

b) Eski tarihli semâ/kıraat ve mütâlaa kaydı taşıyan nüshalar,

c) Verrakların ve tanınmış âlimlerin istinsah ettiği nüshalar.

Müellif hattı/nüshası olmayan eserler için birçok âlim oldukça erken dönemlerden itibaren tenkitli metin neşrinin bazı kurallarını uygulamışlardır. Günümüze ulaşan ve bu şekilde tespit edilen eserlerden anladığımıza göre, metin tespitinde güvenilir nüshalar karşılaştırılmakta, sayfa kenarlarında bazı nüsha farklılıkları kaydedilmekte, kullanılan nüshalar da kısaltmalarla gösterilmekteydi. Ancak bu hususta uyulması gereken kurallar ve uygulamalar sistematik bir hale getirilememiş, bazan kullanılan nüshalara rumuzlar verilmiş, bazan da karşılaştırmada kullanılan nüshalara sadece nüsha denilmekle yetinilmiştir.

Bu tür çalışmalar IX. asır gibi erken bir dönemde başlamıştır. Lügat âlimi Ezherî (ö. 981), Ebû İshak Zeccâc'ın (ö. 923) el-Meânî fi'l-Kur'ân adlı eserinin iyi nüshasını bulamadığını ve bu eserin birçok nüshasını toplayıp karşılaştırarak ortaya güzel ve güvenilir bir nüsha çıkardığını söylemektedir. Bu konudaki çalışmalar, müteakip asırlarda da devam etmiştir. Mesela Muhammed b. Abdullah Yûnînî (ö. 1302) İmam Buhârî'nin (ö. 870) Câmiu's-Sahîh adlı eserinin kendisinden önce derlenen farklı rivayetleri nakleden nüshalarını karşılaştırarak ve bu nüshaları da rumuzlarla belirterek bu eserin güvenilir bir nüshasını ortaya koymuştur. Ancak Ortaçağ İslam dünyasında tenkitli metin neşrinin oldukça güzel örnekleri ortaya konulmuşsa da bu tür uygulamaların esasları sistematik bir hale getirilmiş olarak günümüze intikal etmemiştir.

Kaynakça

Abbott, Nabia. Studies in Arabic Literary Papyri. C. I-II. Chicago 1957-1967.

Azami, M. Mustafa. Studies in Early Hadith Literature. Indianapolis 1978.

Bauden, Frédéric – Franssen, Élisse (ed.). In the Author’s Hand. Holograph and Authorial Manuscripts in the Islamic Handwritten Tradition. Leiden 2020.

Cibâlî, Tâmir. Fihrisü’l-Mahtûtâti’l-Usûl. Kahire 2011.

Erünsal, İsmail E. Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane. İstanbul 2020.

Halvecî, Abdüssettâr. Lemehât min Târîhi’l-Kütüb ve’l-Mektebât. Kahire 1991.

Hûî, Muhammed Mürsî. “Nas fî Zabti’l-Kütüb ve Tashîhihâ ve Zikri’r-Rumûz ve’l-Istılâhâti’l-Vâride fîhâ”. Mecelletü Ma‘hedi’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye (Kahire). 10/1 (1964), s. 167-170.

İbnü’l-Esîr. Câmiu’l-Usûl. Süleymaniye Ktp., Fatih, nr. 722.

İbnü’n-Nedîm. Kitâbü’l-Fihrist. nşr. E. F. Seyyid. C. I/2, London 2009.

Kevserî, Muhammed Zâhid. Makālâtu’l-Kevserî. çev. E. Sifil. C. I, İstanbul 2015.

Schoeler, Gregor. The Oral and the Written in Early Islam. çev. U. Vagelpohl, ed. J. E. Montgomery. London 2006.

a.mlf. The Genesis of Literature in Islam: From The Aural to the Read. çev. ve haz. Shawkat M. Toorawa. Edinburgh 2009.

a.mlf. “İslam’ın İlk Döneminde Bilimlerin Sözlü veya Yazılı Rivayeti Sorunu”. çev. N. Akın. Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 48/2 (2007), s. 171-196.

Sezgin, Fuat. “Ehemmiyetü’l-İsnâd fi’l-Ulûmi’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye”. Vortrӓge zur Geschichte der arabisch-islamischen Wissenchaften/Muhâdarât fî Târîhi’l-Ulûmi’l-Arabiyye ve’l-İslâmiyye. Frankfurt 1984, s. 131-145.

a.mlf. Tanınmayan Büyük Çağ: İslam Bilim ve Teknoloji Tarihinden. İstanbul 2010.

a.mlf. Arap-İslâm Bilimleri Tarihi. C. I, İstanbul 2015.

Sublet, Jacqueline. “Le Manuscrit Autographe: Un Statut Particulier? Des Exemples à L’époque Mamelouke”. Manuscript Notes as Documentary Sources. ed. A Görke – K. Hirschler . Beirut 2011, s. 173-181.

Süyûtî, Celâleddin. et-Ta‘rîf bi-Âdâbi’t-Te’lîf. nşr. M. A. İbrâhim. Kahire, t.y.

Toorawa, Shawkat M. Ibn Abī Tāhir Tayfūr and Arabic Writerly Culture, A Ninth-Century Bookman in Baghdad. London 2005.

Yâkūt el-Hamevî. Mu‘cemü’l-Üdebâ’. nşr. İ. Abbas. C. II, Beyrut 1993.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/telif

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

TELİF

Eser yazımı.