Her türlü bilgi-belge kaynağının toplandığı ve kullanıcılara sunulduğu kurum.
Her türlü bilgi-belge kaynağının toplandığı ve kullanıcılara sunulduğu kurum.
a) Kavram: İslam âleminde ilk kütüphanelerin (dârülkütüp), Kur'an‑ı Kerim ve hadis etrafında yoğun bir telif faaliyetinin başladığı Emevîler döneminde, birer okul olarak da görev yapan mescitlerde ortaya çıktığı sanılmaktadır. Bu devirde bazı âlimlerin evlerinde kütüphaneleri vardı. Ulemaya ve talebeye açık ilk kütüphanenin Muâviye zamanında (661-680) Şam'da bir nevi ilim merkezi olan Beytülhikme'de kurulduğu kabul edilmektedir. Bu müessesede hadis, tarih ve biyografiye dair bazı kitaplarla bu kitapların muhafazası için görevliler bulunmaktaydı. Hâlid b. Yezîd, Beytülhikme'de Muâviye'nin kurduğu kütüphaneyi devralmış ve onu daha zengin bir hale getirmiştir. Velîd b. Abdülmelik'in de bu kütüphaneyi teşkilatlandırdığı ve bir kütüphaneciyle bir müstensih tayin ettiği kaydedilmektedir.
Abbâsî Halifesi Mansûr döneminde (754-775) telif ve tercüme sahasında büyük bir gelişme görüldü. Grekçe, Latince, Süryânîce, Pehlevîce ve Farsça'dan birçok eser Arapça'ya çevrildi. Bu faaliyetlerin tabii bir neticesi olarak Mansûr, sarayında teşekkül eden zengin kütüphane ve ilmî faaliyetlerin gelişmesine büyük katkıda bulunmuştur. Özellikle papirüs yanında kâğıdın yazı malzemesi olarak kullanılmaya başlanmasının ve Hârûnürreşîd (786-809) tarafından 794 yılında Bağdat'ta bir kâğıt fabrikası kurdurulmasının da telif faaliyetlerine, kitap ticaretine ve kütüphanelerin zenginleşmesine müspet tesirleri olmuştur. Abbâsîler devrinde bir süre ilmî faaliyetlerin merkezi haline gelen Beytülhikme, Hârûnürreşîd tarafından Bağdat'ta kuruldu. Burada da zengin bir kütüphane bulunmaktaydı. Bundan dolayı bazı kaynaklarda Beytülhikme'den Hizânetülhikme ve Hizânetü kütübi'l-hikme şeklinde de söz edildiği görülmektedir. Burada mevcut kitaplar arasında Arapça'ya çevrilmek üzere toplanmış olan Grekçe, Süryânîce, Farsça eserler büyük bir yekün tutmaktaydı. Kaynaklarda Hârûnürreşîd'in kitap temini için özellikle Bizans'a karşı gönderdiği heyetlerden bahsedilir. Beytülhikme Halife Me'mûn zamanında (813-833) büyük bir gelişme gösterdi.
Abbâsîler döneminde birçok devlet adamı ve âlim de önemli kütüphaneler kurmuşlardır. Ali b. Yahyâ, Bağdat yakınlarındaki Kerker'de bulunan konağında kurduğu kütüphaneye Hizânetülhikme adını vermişti. Ali b. Yahyâ, Halife Mütevekkil-Alellah'ın kâtibi ve başmüşaviri Türk asıllı Feth Fârisî için de bir kütüphane kurmuştu. Basra'da İbn Ebü'l-Beka'nın tesis ettiği kütüphanede 12.000 cilt kitap mevcuttu. Bu kütüphane bedeviler tarafından yağmalanarak yok edilmiştir. Halife Nâsır-Lidînillâh'ın vezirlerinden İbnü'l-Kassâb aynı zamanda iyi bir hattattı ve Bağdat'ta tesis ettiği kütüphaneye vakfettiği kitapların üzerine vakıf kayıtlarını kendi eliyle yazmıştı. Son Abbâsî vezirlerinden Müeyyidüddin Alkamî'nin 1246 yılında kurduğu kütüphanesinde 10.000 cilt kitap mevcuttu.
Selçuklu Veziri Nizâmülmülk'ün 1067 yılında Bağdat'ta kurduğu medrese ve kütüphane diğer medreselere ve kütüphanelerine öncülük etmiştir. Bu tarihten sonra İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde birçok medresenin tesis edildiği, bunların çoğunda kütüphaneler kurulduğu görülmektedir. Nizamiye'den sonra Bağdat'ta oluşturulan en önemli medrese kütüphanesi, Halife Müstansır-Billâh'ın (1226-1242) Müstansıriye Medresesi'nde tesis ettiği kütüphanedir. Bu medreseye halife özel kütüphanesinden seçtirdiği 290 yük kitap göndertmiştir. Hizânetülkütüp diye adlandırılan kütüphanede 80.000 cildin üzerinde kitap mevcuttu. Müstansıriye Kütüphanesi, Bağdat'ın Moğollar tarafından zaptı sırasında büyük kayıplara uğradı. Moğol askerleri, yağmaladıkları kitapların bir kısmını satıp bir kısmının ciltlerini çıkararak atlarına takım yapmada kullandılar. Kitapların bir bölümü de Hülâgû'nun maiyetinde bulunan Nasîrüddîn‑i Tûsî tarafından Merâga'ya götürüldüyse de Müstansıriye Kütüphanesi sonraki yıllarda da faaliyetlerini devam ettirdi.
Kaynaklar, Cezîre ve Suriye bölgesinde bir süre hüküm süren Hamdânîler devrinde kurulan iki önemli kütüphaneden söz eder. Bunlardan birincisi, şair ve âlim Ebü'l-Kasım Ca'fer tarafından Musul'da tesis edilmişti. Her ilim dalında önemli eserleri ihtiva etmekteydi; bilhassa kurucusunun ilgi alanı dolayısıyla felsefe ve astronomi konusundaki eserler bakımından oldukça zengindi. Ortaçağ İslam dünyasında kurulan dârülilimlerin ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Hamdânî Hükümdarı Seyfüddevle (945-967) tarafından Halep'te kurulan ikinci kütüphanede Seyfüddevle ve başkaları tarafından vakfedilmiş 10.000 cilt kitap bulunmaktaydı.
Büveyhîler'in özellikle Irak kolu, kültür sahasındaki faaliyetlerle de temayüz etmiştir. Sultan Adudüddevle (978-983) Şiraz'daki sarayında çok zengin bir kütüphane kurmuştu. Bu kütüphaneyi ziyaret eden ünlü coğrafyacı Makdisî'ye göre mütevelli, hâfız-ı kütüp ve nâzır tarafından yönetilen bu kütüphanede kitaplar, bir holün iki tarafında yer alan odalardaki raflarda konularına göre sıralanmıştı ve her kısmın müstakil bir katalogu bulunmaktaydı. Makdisî, kütüphanede Adudüddevle'nin zamanına kadar telif edilmiş bütün kitapların mevcut olduğunu söylemektedir. Makdisî, Adudüddevle zamanında İbn Suvar adlı bir kişi tarafından Basra ve Râmhürmüz'de iki kütüphane kurulduğunu nakleder. Mu'tezilî fikirleri yaymak için tesis edilmiş bu iki kütüphaneden Basra'dakinde mezhebin esaslarını öğreten bir şeyh bulunmaktaydı.
Büveyhî vezirlerinden Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in Rey'deki ünlü kütüphanesinde her ilimden değerli ve nâdir kitaplar bulunmaktaydı. İbnü'l-Amîd, kütüphanesi için elde etmek istediği kitapları satın alamazsa istinsah ettirirdi. Kaynaklarda bu kütüphanedeki kitapların 100 deve yükü tuttuğu belirtilmektedir. Yine Büveyhî vezirlerinden Sâhib b. Abbâd'ın Rey'de kurduğu kütüphanenin katalogu on cilt tutmaktaydı. Sâmânî Hükümdarı Nûh b. Mansûr, Sâhib b. Abbâd'a kendi hizmetine girmesi için haber gönderdiğinde İbn Abbâd, dört yüz devenin taşıyamayacağı kitaplarını nakletmesinin mümkün olmadığını ileri sürerek özür dilemişti. Büveyhî hükümdarlarından Şerefüddevle ve Bahâüddevle'nin vezirlerinden Ebû Nasr Sâbûr'un Bağdat'ta 993 yılında kurduğu kütüphane aynı zamanda bir öğretim kurumuydu. Kaynaklar, bu müessesenin İslam dünyasında tesis edilen ilk vakıf medrese olduğunu kaydeder. Sâbûr nadir eserlerden meydana gelen çok değerli bir koleksiyon oluşturmuştu. Bu koleksiyonda ünlü hattat İbn Mukle'nin hattıyla 100 mushaf mevcuttu. Dârülilim diye adlandırılan kütüphanede ilk kuruluşunda 10.400 kitap vardı.
Diğer taraftan İber yarımadasında Endülüs Emevîleri kendi kültür müesseselerini kurmaya başlayınca Doğu'dan Batı'ya uzun yıllar süren ulema akınıyla, özel kütüphanelerle birlikte Doğu'daki kitap pazarlarında tedavül eden birçok yazma eser Endülüs'teki yeni sahiplerinin koleksiyonlarına intikal etti. Silahlara, atlara ve bazı eşyaya tanınan gümrük muafiyeti kitaplar için de tanınınca ortaya kayda değer bir ticarî faaliyet çıktı. Tacirler Doğu'ya giderek önemli sayıda kitap getirdiler ve Kurtuba (Cordoba), İşbîliye (Sevilla), Tuleytula (Toledo) gibi kültür merkezlerindeki kitap çarşılarında sattılar. Bunun sonucunda kitap meraklıları yüzlerce kütüphane kurdular. Değerli bir kütüphaneye sahip olmak özellikle zenginler arasında bir âdet olmuştu. Kurtuba'da İbn Futays ailesinin müstakil bir binası olan kütüphanesinde altı müstensih görevlendirilmişti.
Müslüman İspanya'da kurulan en önemli kütüphane şüphesiz Kurtuba'daki saray kütüphanesiydi. Başlangıçta yavaş gelişen bu kütüphane Halife II. Abdurrahman (822-852), III. Abdurrahman (912-961) ve özellikle II. Hakem devrinde (961-976) gelişerek Ortaçağ İslam dünyasının en büyük kütüphanelerinden biri haline geldi. II. Hakem, Endülüs Emevî halifeleri içinde ilmî faaliyetlere en fazla ilgi gösteren bir hükümdar olarak tanınır. II. Hakem hükümdar olduğunda, babası III. Abdurrahman'dan kalan saray kütüphanesi dışında iki önemli koleksiyon daha vardı. Bunlardan biri kardeşi Muhammed'e, diğeri de kendisine aitti. II. Hakem bu üç koleksiyonu birleştirerek ünlü saray kütüphanesini meydana getirdi. Kaynaklar burada 400.000 eser mevcut olduğunu bildirmektedir. Kütüphane, yeri dar geldiği için yeni yapılan bir binaya ancak altı ayda taşınabilmişti. Saray kütüphanesinde kütüphaneciler dışında satın alma yoluyla sağlanamayan kitapları istinsah eden müstensihler, ayrıca müzehhipler ve mücellitler de görevlendirilmişti. II. Hakem'den sonra tahta geçen oğlu II. Hişâm (1010-1013) henüz on dört yaşında olduğundan devletin idaresini üstlenen İbn Ebû Âmir iktidarı elinde tutabilmek için, II. Hakem'e muhaliflerin fakihlerini memnun etmek için kütüphanede gördükleri zararlı kitapları seçip yakmalarını söyledi. Onun bu davranışı neticesinde saray kütüphanesi büyük zarara uğradı. Daha sonra Kurtuba'nın Berberîler tarafından kuşatılması sırasında askerlerin aylıklarını ödeyebilmek için şehrin valisi Vâdıh saray kütüphanesindeki bazı kitapları sattı. Berberîler'in şehri ele geçirmesinin ardından kütüphane tekrar yağmalandı.
Kurtuba başta olmak üzere yüzlerce kitap koleksiyonuna sahip olan Endülüs şehirleri İspanyol istilasına uğradıklarında kütüphanelerde mevcut kitapların bir kısmı iç karışıklıklar sonunda yağmalanıp satılmış, bunların önemli bir bölümü de Kuzey Afrika'ya götürülmüştü. Arta kalanların çoğu ise Isabella ve Ferdinand'ın emriyle şehrin büyük meydanlarında yakıldı. Diğer şehirlerde de durum farklı olmamıştı. İspanya Kralı II. Philip, ülkesinde Endülüs'ten kalan yazma eserleri bir araya getirmek istediğinde sadece 2500 kadar kitap toplayabildi. Bu eserler günümüzdeki Escurial Kütüphanesi'nin temelini oluşturdu.
Kuzey Afrika'da kurulan Şiî Fâtımî hanedanı (909-1071) mezheplerini yaymak amacıyla İslam dünyasının her yanına gönderdikleri dâîleri eğitmek için Kahire'de ilmî müesseseler kurdular. Bu dönemde kurulan kütüphanelerin en önemlisi muhakkak ki saray kütüphanesidir. Azîz-Billâh devrinde (975-996) sarayda hâfızıkütüplük görevinde bulunan Ali b. Muhammed bu kütüphane hakkında önemli bilgiler vermekte ve sarayın kırk odasının bu kütüphaneye tahsis edildiğini söylemektedir. Koleksiyonda mevcut kitap sayısı hakkında kaynaklarda 200.000 ile 2 milyon arasında değişen mübalağalı rakamlar bulunmaktadır.
Halife Hâkim-Biemrillâh'ın 1005 yılında Kahire'de Dârülhikme modelinde kurduğu dârülilim, ilk başta Sünnî bir araştırma kurumu niteliğinde idiyse de daha sonra İsmâilî propagandaların yönlendirildiği bir merkez haline gelmiştir. Hâkim-Biemrillâh büyük bir özenle inşa ettirip döşettiği dârülilimde zengin bir kütüphane kurmuştu. Burada mevcut kitapların büyük bir kısmı saray kütüphanesindeki zengin koleksiyondan sağlanmıştı. Her sınıftan insana açık olan kütüphanede okuma salonunun yanında toplantı ve dersler için ayrı bölümler vardı. Dârülilim Kütüphanesi halka açık olduğu gibi okuyuculara istinsah için gerekli olan kâğıt, kalem, mürekkep ve hokkalar ücretsiz sağlanmaktaydı. Dârülilim, Vezir Efdal b. Bedr tarafından 1119 yılında kapatılmışsa da 1123 yılında Vezir Me'mûn'un gayretleriyle başka bir binada tekrar açılmıştır.
Eyyûbî Hükümdarı Selâhaddin, 1171 yılında Kahire'yi ele geçirip Fâtımî saltanatına son verdiğinde İsmâilî propagandanın merkezi haline gelmiş olan bazı kütüphaneleri dağıttı. İbn Kesîr'in nakline göre Selâhaddîn‑i Eyyûbî, saray kütüphanesinden 100.000 veya 120.000 cilt kitabı veziri Kadî Fâzıl'a verdi.
Kadî Fâzıl bunlarla 1184 yılında Kahire'deki medresesinde Eyyûbîler döneminin en zengin kütüphanesini kurdu. Safedî, onun özel kütüphanesinde 200.000 civarında kitap bulunduğunu nakletmektedir.
Eyyûbîler zamanında Şam'daki medrese sayısında büyük bir artış oldu. Zengîler devrinde yapılan medreselere yenileri eklendiği gibi daha önce inşasına başlanan medreseler de tamamlandı. Bunların çoğunda, ayrıca camilerde ve türbelerde kütüphaneler kuruldu. XIII. yüzyılın ortalarından itibaren bunlara Kahire'de Memlükler tarafından yenileri eklenmiştir. Bunların arasında en ünlüsü, Cemâleddin Mahmûd Zâhirî'nin 1395 yılında kurduğu Mahmûdiye Kütüphanesi'dir. Makrizî bu kütüphaneden bahsederken, "Mısır ve Şam diyarında misli yoktur. Burada her fenden kitap mevcuttur" demektedir.
Kaynaklar, Trablusşam ve civarında hüküm süren Ammâroğulları'ndan (1070-1109) Trablusşam'da kurdukları dârülilim dolayısıyla övgüyle söz eder. Ammârî emîrleri dârülilimdeki kütüphaneyi çok zengin bir hale getirdiler. Dârülilim İslam dünyasında o kadar şöhret kazandı ki Trablus bir dönem Medînetüdârülilim diye anıldı. Kaynaklardaki bu kütüphanenin mevcudunu 3 milyona kadar çıkaran rakamlar çok mübalağalı olmakla birlikte bu kütüphanenin zenginliğini göstermesi bakımından önemlidir. Ancak bu kütüphane Trablusşam'ın 1109'da Haçlılar tarafından işgalinde yağmalanmış ve yakılmıştır.
X. yüzyılın sonlarına doğru müslüman olup İslam dünyasına giren Selçuklular (1034-1194) Abbâsî halifelerini Şiî Büveyhîler'in vesayetinden kurtardılar ve Büveyhîler ile Fâtımîler döneminde Şiî propaganda merkezi haline gelmiş olan dârülilimlerin karşısına Sünnî fikirleri ve inançları öğretecek medrese modelini oluşturdular (bk. Selçuklular). Nizâmülmülk Selçuklu Devleti'nin Nîşâbur, Belh, Musul, Herat, Merv, Basra, İsfahan ve Tohâristan gibi şehirlerinde birçok medrese kurdu. Bunların en ünlüsü Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'dir. Medresenin bir bölümünde dârülkütüp diye adlandırılan bir kütüphane kurulmuştu. Selçuklular devrinde kurulan medreselerin çoğunda kütüphane mevcuttu. Yâkut Hamevî kendi zamanında sadece Merv'de on kütüphane bulunduğunu nakleder. Sultan Sencer'in şarabdarı Azîzüddin Ebû Bekir Zencânî'nin tesis ettiği Azîziye Kütüphanesi'nde 12.000 cilt kitap vardı. Sultan Sencer'in kaynaklarda zikredilen kütüphanesi de muhtemelen bu şehirde bulunmaktaydı. Belh'te de Ebû Saîd Halîl'in tesis ettiği medresede bir kütüphane vardı. Yâkût Hamevî Sava şehrinden bahsederken bu şehrin 1220 yılına kadar mamur olduğunu ve daha sonra "Tatar kâfirleri" tarafından tahrip edildiğini, bu arada "dünyada misli görülmemiş" bir kütüphanenin de yağmalanarak yok edildiğini söyler. Serahs şehrinde Horasan Kadılkudatı Muhammed Serahsî bir hankah yaptırmış ve burada bir kütüphane kurmuştu. Ayrıca Beyhakî bu şehirde zengin bir kütüphane bulunduğundan söz ederse de kütüphanenin kurucusu hakkında bilgi vermez. İsfahan ve Nîşâbur camilerindeki kütüphanelerin varlığından Yâkût'un ve Safiyyüddin İsfahânî'nin rivayetleri dolayısıyla haberdar olunmaktadır. Kirman Selçuklu meliklerinden Mugîsüddin Muhammed Kirman'da bir kütüphane yaptırıp 5000 kitap vakfetmişti.
Anadolu Selçukluları devrinde kurulan medreselerin birçoğunda kütüphane mevcuttu. Bu dönemde bir ilim ve irfan merkezi haline gelen Konya'da ilk Selçuklu kütüphanesini Şemseddin Altun-aba tesis etmiştir. II. Kılıcarslan'ın oğlu Rükneddin Süleyman Şah zamanında 1202 yılında yazılan vakfiyeye göre Altun-aba Medresesi'nde (ilk mütevellisinin İplikçioğulları'ndan olması dolayısıyla İplikçioğlu Medresesi diye de anılır) bir kütüphane kuran Şemseddin Altun-aba, vakıf mütevelli ve nazırının her yıl kütüphane için ayrılan vakıf gelirinden 100 dirhemle gerekli kitapları satın almasını ve mevcut koleksiyonu zenginleştirmesini şart koşmuştur. Ayrıca vakfiyede rehin karşılığında medrese dışına ödünç kitap verilmesiyle ilgili bir kayıt vardı.
Sadreddin Konevî'nin Konya'daki hankahında bir kütüphane mevcuttu. İmaretin 1274 yılında taşıyan Arapça kitabesinde burada kurulan dârülkütüp ve vakfedilen kitaplarla ilgili şartların vakfiyede açıklandığı belirtilmiştir. Caminin batısında yer alan kütüphanede Sadreddin Konevî'nin şahsî kitapları yanında kendisinin ve Muhyiddin İbnü'l-Arabî'nin el yazısıyla bazı eserleri de vardı. Vakfiyesi bulunamadığından kuruluş sırasında koleksiyonda mevcut eserler tam olarak bilinememektedir. Ancak Konya vakıf ve nüfus defterinde Sadreddin Konevî Kütüphanesi'ndeki kitapları gösteren 1483 tarihli bir sayım kaydında 170 kitabın isminin verildiği bir liste yer alır. Bu listenin yardımıyla kütüphanenin muhtevası hakkında bilgi edinilmektedir. Sirâceddin Urmevî evladından Bedreddin Mahmud'un zevcesi Kutlu Melek Hatun'un kurduğu dârülhuffâzda ve emîr-i hac oğlu Müstevfî Mahmûd'un Nizamiye Hankahı'nda birer kütüphane tesis ettikleri vakıf kayıtlarından öğrenilmektedir. Selçuklu vezirlerinden Sâhib Ata'nın Anadolu'nun çeşitli şehirlerinde kurduğu medreselerde birer kütüphanenin mevcut olduğu da vakıf kayıtlarının incelenmesiyle ortaya çıkmıştır.
Osmanlı Beyliği'nin kuruluş yıllarında, ilk yerleştikleri bölgelerin ve Bizans'tan aldıkları toprakların İslam kültür mirasına sahip olmayan bölgeler oluşu bu sahadaki gelişmenin yavaş seyretmesine sebebiyet vermiştir. Bu yüzden yeni beylikte kültür kurumlarının oluşması ve gelişmesi hayli uzun bir süre aldığından Osmanlılar kütüphanecilik konusunda da oldukça fakir bir başlangıç yapmışlardır.
Orhan Gazi döneminde kurulmaya başlayan medreselerde öğrencilerin kitap ihtiyacını karşılamak üzere kütüphaneler de kurulduğuna dair herhangi bir belge mevcut değilse de şüphesiz ki bu kurumların dershanelerinde bu maksatla oluşturulmuş küçük birer koleksiyon bulunmaktaydı ve öğrenciler derslerini kopya ettikleri kitaplarla takip edebiliyorlardı. Bizans'tan alınan topraklarda medreselerin yaygınlaşmasıyla bu tür küçük koleksiyonlu kütüphanelerin de medreselerin tamamlayıcı bir unsuru olarak çoğalması tabii bir netice idi.
Yıldırım Bayezid döneminde Osmanlı Beyliği'nin İslam kültür mirasına sahip beyliklerin topraklarına doğru genişlemeye başlaması kültür alanındaki faaliyetlerin gelişmesine bir ivme kazandırmışsa da Ankara Savaşı (1402) sonrasındaki fetret yılları bu gelişmenin hızını kesmiştir. Ancak II. Murad döneminde bir birlik sağlanıp da Osmanlı Beyliği tekrar bölgenin gelecek vaat eden bir siyasî gücü olarak görülünce beyliklerden başlayan ulema akını ilmî hayatta bir canlanma sağlamış ve bunun tabii bir neticesi olarak da medreselerin bünyesinde dönemine göre önemli sayılacak kitap sayısına sahip kütüphaneler kurulmaya başlanmıştır.
II. Murad döneminden önce Osmanlı topraklarında çok az sayıda kütüphane mevcuttu. Hemen hemen tamamı medrese öğretimine yardımcı olmak için kurulmuş olan bu kütüphanelerle ilgili herhangi bir vakfiye günümüze ulaşmamıştır. II. Murad döneminde ise Edirne'de ve diğer şehirlerde kurulan bazı medrese kütüphaneleri ile ilgili vakfiyeler ve vakıf kayıtları bulunmaktadır. II. Murad'ın Tunca nehri kenarında kurduğu Dârülhadis Medresesi'nin 24 Mart 1435 tarihli Arapça vakfiyesinde medresedeki müderris ve talebeler için fıkıh, hadis, tefsir ve diğer ilimlere dair bazı kitaplar vakfedildiği belirtilmişse de bir hâfızıkütüp tayin edilmemiştir (Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi, nr. D. 7081). Daha sonraki tarihlere (Ocak 1489-Haziran 1491) ait muhasebe defterlerinde vakfın artan gelirlerinden ücret alanlar (zevâidhoran) arasında Sinan adlı bir hâfızıkütübün adı geçmekte ve günlük 2 akçe ücret aldığı bildirilmektedir (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Mc. O. 91, s. 263, 270). Bu kütüphane sadece talebelerin ve hocaların istifadesine açıktı. Koleksiyondaki yetmiş bir cilt kitabın hemen hepsinin de Arapça oluşundan, ilmiye sınıfı dışındaki kimselerin bu kütüphaneden yararlanmalarının zaten söz konusu olamayacağı anlaşılmaktadır. II. Murad tarafından yine Edirne'de kurulan Üç Şerefeli Cami'nin avlusunda yaptırılan Saatli Medrese'de de bir kütüphane bulunduğu bazı muhasebe kayıtlarında görülmektedir (İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Mc. O. 91, s. 146; Barkan, 1965: 322). II. Murad döneminde Edirne'de Gazi Mihal Bey'in yaptırdığı camide ve Fazlullah Paşa'nın mescidinde küçük koleksiyonlu birer kütüphane kurulmuştur.
II. Murad'ın saltanatında Üsküp'te İshak Bey'in 1445 yılında yaptırdığı medresesinde kurduğu kütüphane Osmanlılar döneminde Balkanlar'da kurulan ilk kütüphanedir. Bu dönemin en ilginç kütüphanesi ise Umur Bey tarafından Nisan 1440 tarihinde Bursa'daki camisinde kurulmuştur. Camiye gelen cemaatin okuması için ilk aşamada otuz üç cilt Türkçe kitap vakfedilmiştir. Osmanlı kütüphanecilik tarihinde cami cemaatine hitap eden Türkçe koleksiyonuyla diğer medrese kütüphanelerinden ayrılan bu kütüphane halk kütüphanesi olarak nitelendirilebilecek bir özelliğe sahip vakıf kütüphanelerinin en erken örneklerinden biridir. Umur Bey ölünceye kadar çeşitli tarihlerde vakfettiği kitaplarla bu kütüphanedeki kitap sayısını 300 cilde çıkararak dönemin en zengin kütüphanelerinden birini kurmuştur.
Kuruluş devri kütüphanelerinin ortak özelliği, küçük bir koleksiyona sahip olmaları, bu koleksiyonun korunması için tayin edilen görevliye düşük bir ücret verilmesi ve genellikle bu görevin kütüphanenin kurulduğu hayır kurumunda vazifeli kimseler tarafından yapılması, bazan da kütüphane için hiçbir görevli tayin edilmemesidir.
İstanbul'un fethiyle II. Mehmed, kurmak istediği cihanşümul bir imparatorluğun idarî merkezi olacak olan İstanbul'u aynı zamanda bir kültür merkezi haline getirmek istediğinden, fetihten kısa bir süre sonra şehri yeniden inşa faaliyetine girişti. II. Mehmed, Manisa'dan Edirne sarayına götürdüğü kitapları ilk yapılan binalardan Beyazıt'taki Eski Saray'a naklederek saray kütüphanesini kurdu. Bu kütüphanenin II. Bayezid devrinde 1502 yılında hazırlanmış katalogunda 5700 cilt içinde 7200 eserin künyelerinin verildiği göz önüne alınacak olunursa Fâtih döneminde de saray kütüphanesinin oldukça zengin olduğu söylenebilir. Bu kütüphane takip eden yüzyıllarda Bizans'tan ele geçirildiği düşünülen yazma eserlerin peşinde olan yabancıların ilgi odağı haline gelecek ve birçok yabancı ilim adamı bu kütüphanedeki koleksiyonu görmek isteyecektir.
Fetihten sonra İstanbul'da kurulan en önemli kütüphane hiç şüphesiz ki Fâtih Külliyesi'nde kurulan kütüphanedir. Önceleri bu külliye içindeki üç medresede kurulan küçük kütüphaneler sonradan birleştirilerek Fâtih Camii'ne taşınmış ve medrese öğrencilerine hizmet vermeyi burada sürdürmüştür. Bu kütüphanenin ana koleksiyonunu Fâtih Sultan Mehmed'in vakfettiği 839 kitap oluşturmaktadır. Özellikle II. Bayezid döneminde devrin ulemasından Kâbilîzâde Hatibzâde, Musannifek, Alâiyeli Muhyiddin ve vüzeradan Hasan Paşa bu kütüphaneyi yaptıkları bağışlarla zenginleştirmişlerdir. II. Bayezid dönemindeki katalogda kütüphanedeki kitap mevcudunun 1241'e ulaştığı görülmektedir. Kanûnî Sultan Süleyman döneminin sonlarına doğru kütüphanedeki kitap sayısı 1770'e ulaşmıştır. II. Mehmed döneminde İstanbul'da zengin koleksiyonuyla dikkat çeken diğer bir kütüphane ise Şeyh Vefâ tarafından, adıyla anılan semtte yaptırdığı zaviyesinde kurulmuştur. Bu kütüphane 381 kitaplık zengin koleksiyonu yanında kütüphanenin işleyişiyle ilgili içerdiği ilginç kayıtlar dolayısıyla da dikkat çekmektedir. İstanbul'da II. Mehmed döneminde kurulan bazı medreselerde de kütüphaneler bulunduğu bilinmektedir.
Fâtih döneminde İstanbul dışında kurulan iki önemli kütüphane vardır. Birincisi, İshak Bey'in oğlu Îsâ Bey'in Üsküp'teki medresesinde Ağustos 1469 tarihinde kurduğu kütüphanedir. Kurulduğu bölge dikkate alınacak olursa bu kütüphanenin 200 kitaplık koleksiyonu önemli sayılır. Diğeri ise dönemin ünlü âlimlerinden Molla Yegân'ın 1460 tarihli vakfiyesiyle Bursa'da yaptırdığı mescidinde kurduğu kütüphanedir. Vakfiyede Molla Yegân tarafından vakfedildiği belirtilen 2900 kitaplık bir koleksiyonu XV ve XVI. asırda kurulan vakıf kütüphanelerinin hiçbirinde görmek mümkün değildir. İki asır içinde bu kütüphanenin koleksiyonunun neredeyse tamamının kaybolması da konunun ilgi çeken diğer bir yönüdür.
İstanbul'un fethini takip eden yıllarda da ilmî sahada bir müddet konumunu koruyan Edirne'de belli bir kitap birikimi olduğundan, bu şehirde yeni kurulan medreselerde kütüphanelere yer verildiği gibi, küçük koleksiyonlardan oluşan mahalle kütüphanelerinin de ortaya çıktığı müşahede edilmektedir. Bu tür kütüphanelere XVI. asır boyunca bazı şehirlerde de rastlanılmaktadır. Bu kütüphanelerin vakfiyelerinde her ne kadar mahalle halkına hizmet vermeleri öngörüldüğü belirtilmişse de kitapların dili ve konularına bakıldığında bu tür kütüphaneleri halk kütüphaneleri olarak adlandırmak pek de mümkün değildir. Bunun tek istisnası Peremeciler Kethüdası Mahmud Bey'in İstanbul'da Cihangir Camii'nde kurduğu kütüphanedir. Gerek koleksiyonunun niteliği gerekse vakfiyesindeki kütüphanenin çalışmasıyla ilgili şartlar bu kütüphanenin XVI. asırda Osmanlı topraklarında kurulan ilk halk kütüphanesi olduğunu göstermektedir. Koleksiyondaki Destânı Muhammed Hanefî, Destânı Kurubaş, Mihr ü Vefâ, Firaknâmei Vefâ, Ahvâli Kıyâmet, Kıssai Temîmü'd-Dârî, Hikâyei Kesikbaş, Makteli Hüseyin, Seyyid Battal Gazî, Câriyenâme, Ta'bîri Rüya, Mansurnâme, Yûsuf u Züleyhâ ve Hızır İlyas Kıssası gibi halk hikâyeciliğinin ürünü ve bir kısmı da lâdinî olan eserlerin bir cami kütüphanesine konulması dikkati çekmektedir.
XVI. asırda artık kütüphaneler medreselerin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. II. Bayezid'in ve Kanûnî Sultan Süleyman'ın kurdukları medreselerle diğer devlet adamları tarafından yaptırılan eğitim kurumlarında küçük koleksiyonlara sahip kütüphanelerin yer aldığı görülmektedir. XVII. asrın başlarından itibaren, büyük şehirlerde tesis edilen kütüphanelerin yanında, imparatorluğun diğer bölgelerinde kurulan kütüphanelerin sayısında da bir artış görülür. Bu durumu halk arasında okuma yazma oranının artması ve kitaba ihtiyaç duyulmasının yanı sıra medrese eğitiminin yaygınlaşmasıyla da açıklamak gerekecektir.
XVII. asrın sonlarına doğru, işleyiş bakımından diğer kütüphanelerden pek farklı olmayan ancak değişik bir bünyeye sahip olan yeni tür kütüphanelerin de varlığı görülür. Bunların en belirgin özelliği müstakil bir binada kurulmuş olmaları ve kütüphanede görevlendirilen ve başka bir işle uğraşmaması istenen personeline daha fazla ücret verilmesidir. Diğer bir özellikleri de zamanla bu tür kütüphanelerde öğretim ve ibadet gibi, daha önceki devir kütüphanelerinde pek görülmeyen değişik bir faaliyetin ortaya çıkmasıdır.
Müstakil kütüphanelerin ilk örneği sayılan Köprülü kütüphanesi, Köprülü Mehmed Paşa, yapmayı tasarladığı külliyeyi tamamlayamadan vefat edince, oğulları Fâzıl Ahmed Paşa ve Fâzıl Mustafa Paşa tarafından kurulmuştur. Fâzıl Mustafa Paşa'nın 1678 yılında hazırlattığı vakfiyesinde kütüphaneye mahsus bir personel kadrosunun teşkil edildiği ve üç hâfızıkütüp, bir mücellit ve bir bevvaptan meydana gelen bu kadroya, devrine göre oldukça tatmin edici bir ücret ödendiği görülmektedir.
Köprülü Kütüphanesi'nden sonra da medrese kütüphanelerinin kurulmaya devam edildiği görülüyor. XVII. asrın sonlarında kurulan üç önemli medrese kütüphanesinden ikisi Köprülü ailesine mensup kimseler tarafından kurulmuştur. Köprülü Mehmed Paşa'nın damadı Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın Viyana seferinden önce İstanbul Çarşıkapı'da inşasına başladığı mescit, medrese, kütüphane, sibyan mektebi, sebil ve türbeden meydana gelen külliyesini, oğlu Ali Bey 1690 yılında tamamlatmıştır. Köprülü Mehmed Paşa'nın kardeşi Hasan Ağa'nın oğlu Amcazâde Hüseyin Paşa Saraçhane'de, Mimar Ayas mahallesinde yaptırdığı külliyenin içinde 1700 tarihli vakfiyesiyle bir kütüphane kurmuştur. Bu kütüphane devrinin diğer medrese kütüphaneleri gibi 400-500 kitaplık bir koleksiyona sahipti. Şeyhülislam Feyzullah Efendi'nin, 1699 tarihli vakfiyesiyle medresesi yanında kurduğu kütüphane ise zengin koleksiyonu ile dikkat çekmektedir. 1737 yılında yapılan bir kütüphane sayımında belirtildiğine göre, Feyzullah Efendi'nin vakfiye defterinde kayıtlı 1965 kitap bulunmaktaydı.
XVIII. asrın başlarında müstakil kütüphanelerin önemli bir örneği İstanbul'un Vefa semtinde 1716 yılında Sadrazam Şehid Ali Paşa tarafından kurulmuştur. Büyük bir kitap meraklısı olan Ali Paşa'nın sefer sırasında bile kitap topladığı bilinmektedir. İstanbul'dan dışarıya kitap ihracını yasaklatması, onun kitaba karşı alakasını açıkça göstermektedir. Kütüphanesinde nadir eserlerden oluşan zengin bir koleksiyon bulunmaktaydı. Şehid Ali Paşa'nın Kuzguncuk'taki yalısında ve Üskübî mahallesindeki konağında bulunan nadir kitapları ise ölümünden sonra hukukî mesnedi pek de kuvvetli olmayan bir fetvaya dayanılarak kütüphanesine konulmayıp müsadere edilmiştir (Erünsal, 1987, ss. 79-88).
Bu dönemde kurulan önemli kütüphanelerden biri de III. Ahmed'in Topkapı Sarayı'nda kurduğu kütüphanedir. Fâtih'ten sonra sarayda kurulan bu ikinci büyük kütüphanenin koleksiyonu doğrudan bu padişah tarafından bağışlanmış kitaplardan oluşmuyordu. III. Ahmed'in saltanatı yıllarına kadar, sarayda çeşitli kaynaklardan sağlanmış binlerce kitap birikmişti. Padişahlar ve yakınlarının kurdukları kütüphanelerin koleksiyonları genellikle hazinede toplanan bu kitaplarla oluşturuluyordu. III. Ahmed, sarayın değişik bölümlerinde ve hazinede bulunan kitapların kullanılması ve korunması için daha önce yapılan düzenlemeleri yeterli görmediğinden, Topkapı Sarayı'nda 1719 yılında yeni yaptırdığı kütüphane içinde bu kitapların büyük bir bölümünü toplamıştır. III. Ahmed Kütüphanesi, vakfiyesinden anlaşıldığına göre, sadece saray mensuplarına açıktı. Personelle ilgili şartlar da saray teşkilatının işleyişine göre düzenlenmişti.
III. Ahmed, bundan başka bir de Eminönü'nde Yenicami'de, Turhan Valide Sultan'ın türbesi yanında bir kütüphane yaptırmıştır. Tarihçi Küçük Çelebizâde İsmâil Âsım Efendi, III. Ahmed'in daha önce Hatice Turhan Sultan Türbesi'ne bazı kitaplar vakfettiğini, fakat türbeye giriş çıkış zor olduğundan bu kitaplardan istifadenin sınırlı olduğunu görünce yeni bir kütüphane yaptırdığını nakleder. Kütüphanenin inşası 1724-1725'te bitmiştir. III. Ahmed'in sadrazamlarından Nevşehirli Damad İbrâhim Paşa'nın İstanbul'da ve Nevşehir'de yaptırdığı kütüphaneler de dönemin önemli kütüphanelerindendir.
I. Mahmud'un saltanatını vakıf kütüphanelerinin altın çağı olarak adlandırmak mübalağalı olmaz. Ayasofya, Fatih ve Galatasaray kütüphaneleri yanında, imparatorluğun en uzak bölgelerindeki kalelerde bile kütüphane kurma teşebbüsüne girişen I. Mahmud'un padişahlığında, İstanbul'da ve diğer şehirlerde devlet adamları, âlimler ve başka sınıflardan kimseler tarafından çok sayıda kütüphane kuruldu. I. Mahmud'un, İstanbul'da yaptırdığı kütüphaneler arasında Ayasofya Kütüphanesi zengin koleksiyonu ve geniş kadrosuyla dikkat çekmektedir. Ayasofya Camii'nin güney duvarına bitişik olarak iki Türk dönemi takviye payandası arasında inşa edilen kütüphanenin açılış merasimi ancak 21 Nisan 1740 tarihinde yapılmıştır.
I. Mahmud İstanbul'da ikinci kütüphanesini Fâtih Camii'nin kıble duvarı bitişiğinde kurmuş, 31 Mayıs 1742 tarihinde bir merasimle açmıştır. Vakfettiği kitaplarla birlikte cami içindeki bazı koleksiyonları da yapılan bu yeni binaya nakletmiştir. Kadrosu, Ayasofya Kütüphanesi'nin kadrosuna nazaran daha dardır.
I. Mahmud ve sadrazamı Köse Mustafa Bâhir Paşa 1752 yılında, Süleymaniye Camii'nde de Fâtih'tekine benzer bir düzenleme yapmışlar ve cami içinde sağ tarafta parmaklıklarla ayrılmış bir bölümde o tarihe kadar çeşitli kimseler tarafından vakfedilmiş eserleri toplayarak bir kütüphane oluşturmuşlardır. I. Mahmud ilk olarak II. Sultan Bayezid tarafından kurulan ve çeşitli devirlerde birkaç defa açılıp kapanan, III. Ahmed'in hükümdarlığı sırasında ise yeniden ihya edilen Galatasaray Mektebi'nde de 1753-1754 yıllarında bir kütüphane yaptırmıştır.
I. Mahmud'un Belgrad'da (1743) ve Vidin sancağında Fethülislam'da (1748) ve Kahire'de de birer kütüphane yaptırdığını, bu kütüphanelere gönderdiği kitaplardan, personel tayini ile ilgili olarak yapılan yazışmalardan ve vakıf kayıtlarından öğrenmekteyiz.
I. Mahmud döneminden ititbaren İstanbul'da birçok önemli müstakil kütüphane de kurulmuştur. Âşir Efendi ve Âtıf Efendi kütüphaneleri idareci sınıfından kimseler tarafından kurulup, ulema sınıfına mensup olanların çocukları tarafından geliştirilmiştir. Defterdar Âtıf Mustafa Efendi, kütüphanesinin kuruluşunu 1741 yılında üç aşamada gerçekleştirmiştir. Önce kütüphanesine gelir kaynakları sağlamış, sonra kütüphanesine koyacağı kitapları vakfetmiş ve son aşamada da kütüphanenin personeli ve işleyişiyle ilgili şartları tespit etmiştir. Âtıf Efendi'nin vakfiyesinde üzerinde ısrarla durduğu iki husustan birincisi tayin ettiği üç hâfızıkütübün yeteri kadar ücret almaları ve böylece başka iş yapmak zorunda kalmamaları, ikincisi de hâfızıkütüplerin kütüphanenin yanında yaptırılan evlerde oturma mecburiyetinde olmalarıdır.
I. Mahmud dönemi reîsülküttaplarından Mustafa Efendi'nin Belgrad'da bir cami ve medresesi, Kastamonu ve kazalarında da birçok hayratı vardır. Kastamonu'daki medresesinde (Münîre veya Bayraklı Medrese) bir de kütüphane bulunduğu (1741) ve tamir ettirdiği Nasrullah Kadı Camii'nin avlusunda bir kütüphane binası yaptırdığı (1746) bilinmektedir. İstanbul'da yaptırmayı planladığı kütüphanenin kuruluşunu ise ölümünden sonra oğlu Mustafa Âşir Efendi gerçekleştirmiştir. Mustafa Efendi'nin vakfettiği 1237 kitaplık koleksiyon sonraki yıllarda oğlu Âşir Efendi, torunu Hafîd Efendi ve Kasideci Süleyman Efendi'nin yaptıkları vakıflarla zenginleştirilmiştir.
I. Mahmud'un sadrazamlarından Hekimoğlu Ali Paşa, İstanbul'da Davutpaşa'da, 1734-1735 yılında yapımı tamamlanan caminin yanında bir de kütüphane açmıştır. 1738 yılında düzenlenen vakfiyesinden anlaşıldığına göre caminin ve kütüphanenin oldukça geniş bir personel kadrosu bulunmaktaydı. Kütüphane kadrosuna dahil edilen dersiâm, kütüphanenin işleyişini takip ile nazırın görevini de yapmaktaydı. Daha önce ancak birkaç örneği görülebilen "kütüphanede öğretim"in I. Mahmud devrinde artık kütüphanelerin önemli fonksiyonlarından biri olarak telakki edildiği anlaşılmaktadır.
III. Ahmed ve I. Mahmud devrinde Dârüssaâde ağalığında bulunan Hacı Beşir Ağa bir kitap meraklısıydı ve Osmanlı topraklarında birçok kütüphane kurmuştu. Cağaloğlu'ndaki külliyesinde Eyüp'teki dârülhadisinde Medine ve Ziştovi'deki medreselerinde birer kütüphane vardı. Hacı Beşir Ağa'nın kurduğu vakıf kütüphanelerinden başka oldukça zengin bir özel kütüphanesi de olduğu anlaşılmaktadır. Öldüğünde sadece Karaağaç'taki hazine odalarında, arasında Kâtip Çelebi'nin el yazısıyla yazdığı orijinal Cihannümâ adlı eserinin de bulunduğu 150 kadar değerli kitap çıkmıştır.
I. Mahmud, saltanatının son yıllarında yaptırmaya başladığı külliyesinde de büyük bir kütüphane kurmayı planladığından, bu kütüphaneye konulacak koleksiyonun bazı kitaplarını da hazırlatmıştı. Fakat külliyeyi tamamlayamadan 1754 yılında ölünce, yerine geçen kardeşi III. Osman bu hayır eserini tamamlatmış ve adını kendi adına izafeten Nûrı Osmânî koymuştur. Kütüphanenin açılışı dolayısıyla 1755 yılında külliyenin camisinde yapılan merasime padişah ve devlet adamlarıyla ulema katılmıştır.
III. Osman ve III. Mustafa devirlerinde sadrazamlık görevinde bulunan Râgıb Mehmed Paşa, İstanbul'un Laleli semtinde dönemin önemli bağımsız kütüphanelerinden birini kurmuştur. Hassa Başmimarı Mehmed Tâhir Ağa'ya yaptırtmaya başladığı mektep, kütüphane ve şadırvan Mart 1763 tarihinde tamamlanarak hizmete açılmıştır. Râgıb Paşa Ekim 1762 tarihinde hazırlattığı vakfiyesiyle kütüphanenin ve mektebin idaresi ve bakımı için gerekli personeli tayin etmiştir. Kütüphanede görevli iki hâfızıkütübe başka işlerle meşgul olmamaları için yeteri kadar ücret tayin edildiği gibi oturmaları için de yer tahsis edilmiştir. Ayrıca hâfızıkütüp yamaklığı, kütüphanede gece nöbeti gibi daha önceki kütüphanelerde görülmeyen bazı hususlar da Râgıb Paşa vakfiyesinde yer almıştır. Diğer kütüphanelerde genellikle beş gün olan çalışma süresinin Râgıb Paşa'da altı güne çıkarıldığı görülmektedir.
Topkapı Sarayı'nda ikinci kütüphaneyi 1767 yılında III. Osman, Bostancılar Ocağı'nda kurmuştur. Saray personeline hizmet vermek için kurulan bu kütüphane ancak bilinmeyen bir sebepten bir süre sonra kapanmış ve 1831'de II. Mahmud'un emriyle III. Mustafa'nın daha önce Laleli Medresesi'nde kurduğu kütüphaneye nakledilmiştir.
İstanbul'daki bağımsız kütüphanelerden birini de III. Mustafa devrinde iki defa şeyhülislam olan Veliyyüddin Efendi 1768 yılında Beyazıt Camii'nin sağ tarafında yaptırdığı binada kurmuştur. Müverrih Vâsıf Efendi, Veliyyüddin Efendi Kütüphanesi'nin koleksiyonunda nadir kitaplar bulunduğunu ve kütüphanenin çok sayıda okuyucusu olduğunu belirtir. Veliyyüddin Efendi'nin oğlu, kütüphane için gerekli olan kitapları temin ederek bu koleksiyonu zenginleştirmiştir. I. Abdülhamid döneminde, İstanbul Bahçekapı'da kurulan Hamidiye Kütüphanesi yanında 1775 yılında Damadzâde Mehmed Murad Efendi'nin Çarşamba semtinde ve Tersâneyi Âmire Emini Hacı Selim Ağa'nın, Muharrem 1782 tarihli vakfiyesiyle Üsküdar'da kurdukları kütüphaneler zikre değerdir.
Bu devirde İstanbul dışında yaptırılan bazı medreselerde kütüphanelere yer verildiği gibi müstakil kütüphaneler de kurulmuştur. Ancak İstanbul dışındaki şehirlerde önemli müstakil kütüphanelerin görülmeye başlanması III. Selim'in saltanat dönemine rastlar. XVIII. asrın ikinci yarısında İstanbul dışında da birkaç örneğine rastladığımız zengin koleksiyonlu ve geniş sayılabilecek bir personel kadrosuna sahip müstakil kütüphanelerin, bu asrın sonlarından itibaren artık hem sayı bakımından arttıkları hem de İstanbul'un yanında imparatorluğun diğer şehirlerine de yayıldıkları görülür. III. Selim'in saltanatı sırasında ve sonra da II. Mahmud devrinde devam eden bu hareket neticesinde imparatorluğun diğer bölgelerinden Konya'da Yûsuf Ağa (1795), Rodos'ta Rodosî Ahmed Ağa (1793), Kayseri'de Râşid Efendi (1796), Vidin'de Pazvantoğlu (1802), Kütahya'da Vahîd Paşa (1811), Burdur'da Derviş Mehmed Paşa (1818), Akhisar'da Zeynelzâde (1798), Keban'da Yûsuf Ziyâ Paşa (1797), Antalya'da Tekelioğlu (1796), Tire'de Necib Paşa (1826) ve Kavala'da Kavalalı Mehmed Ali Paşa (1813) kütüphaneleri kurulmuştur.
II. Mahmud devrinde (1808-39) sadece askerî alanda değil, idarî sahada da ıslahatlar yapılmış, özellikle vakıfları ilgilendiren hususlarda köklü değişikliklere gidilmişti. II. Mahmud Yeniçeri Ocağı'nı kaldırdıktan sonra ulemanın gücünü de azaltmak için vakıfların idaresini Evkaf Nezareti'ne devretmiştir. Bu tür değişiklikler, tabii olarak bir vakıf müessesesi olan kütüphaneleri de etkilemiştir. Bu devirde, kurulan yeni kütüphanelerle kitap vakıfları yanında, kütüphanelerin devlet tarafından denetimi ve tanzimi çalışmalarının da yoğunlaştığı görülür. II. Mahmud İstanbul'da yeterli sayıda kütüphane bulunduğunu düşünüyor olmalı ki bu şehirde yeni kütüphaneler kurmak yerine çabalarını, bu kütüphanelerin sayımlarının yapılarak kataloglarının hazırlanma çalışmalarının düzenlenmesi yönünde yoğunlaştırmıştı. Zira II. Mahmud devrinde İstanbul'u ziyaret eden bir Amerikalı'nın da belirttiği gibi, XIX. asır başlarında artık İstanbul'daki her caminin yanında veya içinde ve birçok tekkede bir kütüphane vardı (Ellsworth De Kay, 1833: 142). Diğer şehirlerde kurulan kütüphane sayısında da büyük bir artma meydana gelmiş ve kütüphaneler şehirlerin dışına çıkarak kasabalara ve hatta köylere kadar yayılmıştı.
Bu tanzim çalışmalarından birini II. Mahmud Kıbrıs'ta gerçekleştirmiştir. Lefkoşe'de Ayasofya Camii yanında 1829 yılında kurduğu kütüphanede daha önce Ayasofya Camii'ne vakfedilenlerle, Kıbrıs'taki diğer hayır kurumlarının bünyesinde yer alan kütüphanelerdeki kitapları bir yerde toplamıştır. Bu teşebbüs sayesinde, hem ortaya zengin bir koleksiyon çıkmış hem de kitapların iyi bir şekilde korunması imkânı doğmuştur.
Vakıf kütüphanelerinin idaresinin Evkaf ve Maarif nezaretlerine devrinden sonra, bu kütüphanelere bazı önemli kitapların temini için bizzat II. Mahmud'un talimat verdiği bilinmektedir. Bu dönemde vakıf kütüphanelerine yönelik en önemli çalışma, uzun süredir sayım ve kontrolleri yapılmayan kütüphanelerin koleksiyonlarındaki kitapların sayılıp yeni kataloglarının hazırlanmasıdır. Haremeyn muhasebesine bağlanan kütüphaneler, yine mütevellileri eliyle idare edilmeye devam edilmişse de yapılan çalışmalar sonunda bazı koleksiyonların yeri değiştirilmiş ve mütevellilerin, kütüphaneleri, vakfiyelerinde bulunan şartlara uygun olarak idare edip etmedikleri tespit edilmiştir.
II. Mahmud döneminde İstanbul'da iki önemli tekke kütüphanesi kuruldu. Galata Mevlevihanesi'nde, Mehmed Said Hâlet Efendi'nin kurduğu kütüphane vakfiyesinin üslubu, koleksiyonunun tarih, edebiyat ve bilhassa tasavvufî eserler bakımından zengin oluşu ve kütüphanenin işleyişiyle ilgili hususların, kütüphanenin kurulduğu yerin bir tekke olduğu göz önünde bulundurularak düzenlenmesi dolayısıyle dikkati çekmektedir. Dahiliye Nazırı Mehmed Said Pertev Paşa, 1836 yılında Üsküdar Çiçekçi'deki Selimiye Nakşibendî Dergâhı'nda derviş hücreleri, yemekhane ve zengin bir koleksiyona sahip bir de kütüphane yaptırmıştır.
Tanzimat sonrası eğitim öğretim kurumlarının İstanbul dışındaki şehirlerde de önemli sayılabilecek derecede çoğalması bu şehirlerdeki kütüphane sayılarının artması sonucunu doğurmuştur. İstanbul'da ve İstanbul dışında bazı önemli müstakil kütüphanelerin de kurulduğu görülmektedir. Bu dönemde İstanbul'da dört müstakil kütüphane kurulmuştur: Esad Efendi (Sultanahmet, 1846), Hüsrev Paşa (Eyüpsultan, 1854), Hasan Hüsnü Paşa (Eyüpsultan, 1896) ve Aziz Mahmud Hüdâyî (1916). Hüsrev Paşa, Hasan Hüsnü Paşa ve Aziz Mahmud Hüdâyî kütüphaneleri müstakil yapıya sahip birer kütüphane olmalarına rağmen 1000 civarında bir koleksiyona sahiptirler. Esad Efendi Kütüphanesi ise gerek ihtiva ettiği kitap sayısı gerekse koleksiyonundaki eserlerin tarih ve edebiyat ağırlıklı olmasıyla dönemin vakıf kütüphanelerinden farklılık gösterir. Sahaflar Şeyhizâde lakabıyla tanınan Esad Efendi tanınmış bir kitap meraklısı idi. Bu yüzden kütüphanesine koyduğu 5000 civarında kitabın büyük bir bölümü, özelliği olan değerli yazmalardan oluşmaktaydı.
Bu dönemde İstanbul dışında kurulan kütüphaneler arasında Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey'in Medine'de (1855), Ziyâ Bey'in Sivas'ta (1908) kurdukları kütüphaneler koleksiyonlarının zenginliği ve kütüphane binalarıyla, Mehmed Hüsrev Paşa'nın Samakov'da kurduğu kütüphane (1842) organizasyonuyla, Halil ve İbrâhim kardeşlerin Vidin'deki kütüphaneleri (1896) kuruluş yeri ve farklı koleksiyonuyla, Gümüşhânevî Ahmed Ziyâeddin Efendi'nin muhtelif şehirlerde kurdukları kütüphaneler ise diğer vakıf kütüphanelerinden farklı olan işleyişleri ile dikkat çekmektedir. Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey'in vakfettiği 5000'in üzerindeki kitaptan oluşan koleksiyonunda müellif hattı ve tek nüsha olan birçok eser bulunmaktadır. Ziyâ Bey'in Sivas'ta yaptırdığı kütüphanede de 3000 kitap bulunmaktaydı. Vidinli tüccarlar Halil ve İbrâhim efendiler ticaret maksadıyla gittikleri çeşitli Avrupa ülkelerinde gördüklerinin etkisiyle bulundukları şehirde "Şefkat Kıraathanesi" adını verdikleri bir kütüphane kurmuşlar ve bu kütüphaneye siyasî gazeteler, tarih kitapları, medenî ve milletlerarası hukuk, ekonomi, matematik, kimya ve madencilikle ilgili eserlerden oluşan bir koleksiyon vakfetmişlerdir. Bu kütüphane bu tür bir koleksiyona sahip olan tek vakıf kütüphanesidir.
Ancak Osmanlı toplumuna ve eğitim öğretim kurumlarına asırlarca hizmet eden vakıf kütüphaneleri özellikle de Tanzimat'tan sonra öğretim sisteminin içindeki yerini koruyamadılar. Bu dönemde vakıf kütüphanelerinin yeni kurulan öğretim müesseselerinin ihtiyaçlarını karşılamakta yetersiz oldukları ve farklı bir kütüphane türüne ihtiyaç olduğu görüldü ve koleksiyonları daha ziyade temel bilimler, teknoloji ile ilgili yabancı dilde yazılmış eserlerden oluşan birçok okul kütüphanesi kuruldu. Ayrıca Batı ile gelişen ilişkiler dolayısıyla bir kısım Osmanlı aydını Batı'daki örneklerine benzer umumi kütüphaneler ve halk kütüphaneleri kurulması doğrultusunda faaliyet göstermeye başladılar. Böylece Tanzimat döneminde ve sonrasında Osmanlı topraklarında mühendishane, tıbbiye, hukuk mektebi gibi öğretim kurumlarında kütüphaneler kurulduğu gibi İstanbul başta olmak üzere bazı şehirlerde umumi kütüphaneler tesis edilmiş ve imparatorluğun son dönemlerinde vakıf kütüphaneleri yavaş yavaş eğitim sistemindeki yerini yeni tip kütüphanelere bırakmışlardır.
Abdülmecid (1839-1861) ve Abdülaziz (1861-1876) dönemlerinde Dârülfünun, Mektebi Tıbbiye ve diğer bazı öğretim kurumlarında kütüphaneler kurulmuş ve vakıf kütüphanelerinin ıslahına yönelik bazı teşebbüslerde bulunulmuşsa da bu dönemde kütüphanecilik alanında gerçekleştirilen en önemli faaliyet Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi'nin neşri ve Ali Fethi Bey tarafından İstanbul'daki vakıf kütüphanelerinin toplu katalogunun hazırlanması olmuştur. Bu dönemde ayrıca vakıf kütüphanelerinin matbu fihristlerinin hazırlanması için ilk adımlar atılmış ve Damad İbrâhim Paşa ve Râgıb Paşa kütüphanelerinin fihristleri bastırılmıştır. Münif Paşa'nın kuruluşuna öncülük ettiği Cem'iyeti İlmiyeyi Osmâniye bünyesinde kurulan kütüphanenin işleyişiyle ilgili olarak çıkarılan nizamname bu konudaki teşebbüslerin ilklerinden olması bakımından önem taşır. Ayrıca Münif Paşa'nın İstanbul'da bir "millet kütüphanesi" kurulmasına dair tekliflerini içeren layihası da dönemin aydınlarının kütüphane anlayışını yansıtması bakımından önemlidir.
II. Abdülhamid döneminin (1876-1909) Türk kütüphanecilik tarihinde özel bir yeri vardır. II. Abdülhamid medrese-mektep konusundaki uzlaşmacı politikasını kütüphanecilik alanında da uygulamış, bir taraftan vakıf kütüphanelerinin ıslahı, kataloglarının hazırlanması, düzenli hizmet vermelerinin sağlanması konusunda büyük çaba gösterirken diğer taraftan da imparatorlukta açılmaya başlanılan yüksek okullarda, hastahane ve müze gibi kurumlarda genellikle koleksiyonları yabancı dilde eserlerden oluşan kütüphaneler kurmuş ve Yıldız Sarayı'nda da zengin bir koleksiyon oluşturmuştur. Osmanlı hakimiyetinden çıkmakta olan Balkan şehirlerindeki kütüphanelerde mevcut kitapların İstanbul'a getirtilmesi için de önemli teşebbüslerde bulunmuştur. İstanbul'da ve Şam'da bir umumi kütüphane kurma fikri de bu padişah zamanında gerçekleştirilmiş ve yine bu dönemde Balıkesir, Eskişehir, Manastır ve Bursa'da II. Abdülhamid tarafından çeşitli eğitim kurumlarında kütüphaneler tesis edilmiştir. İstanbul'da 27 Eylül 1882 tarihli iradeyle kuruluşuna başlanılan ve bugünkü Beyazıt Devlet Kütüphanesi'nin temelini oluşturan Kütüphâne-yi Umûmî, 24 Haziran 1884 tarihinde yapılan bir merasimle hizmete açılmıştır.
II. Abdülhamid'in çeşitli yerlerde dağınık bir halde bulunan 10.000 civarındaki kadı sicilini şeyhülislamlığa bağlı bir sicillat arşivinde toplatması ve bu kuruma bağlı bir kütüphane tesis etmesi de (1894) bu dönemde kütüphanecilik alanında yapılan önemli düzenlemelerden biridir. II. Abdülhamid, Osmanlı ülkesinde yaptırdığı eserlerin fotoğraflarını albüm haline getirtmiş ve bunların bir kopyasını Yıldız Kütüphanesi'ne koyduğu gibi, bir kopyasını da döneminde neşredilen salnameler, kavânîn mecmuaları ve takvimlerle birlikte Library of Congress'e göndermiştir.
Şeyh Zâfir Efendi Türbesi'ndeki küçük bir koleksiyona sahip kütüphane dışında II. Abdülhamid tarafından İstanbul'da kurulmuş önemli bir vakıf kütüphanesi bulunmaması, üzerinde durulması gereken bir husustur. II. Abdülhamid vakıf kütüphaneleri konusundaki çalışmalarını daha ziyade bu müesseselerin ıslahına hasretmiştir. Bu dönemde vakıf kütüphanelerinin ıslahı konusunda girişilen en önemli teşebbüs İstanbul'daki vakıf kütüphanelerinin ayrı ayrı kataloglarının bastırılması ve birçok kütüphanenin koleksiyonunu toplu halde veren bir toplu katalogun da hazırlanmasıdır.
İstanbul'daki mevcut altmış yedi vakıf kütüphanesinin katalogları 1884'te başlanarak on iki yılda kırk cilt halinde basılmıştır. II. Abdülhamid devrinde bastırıldıklarından dolayı "Devri Hamîdî Katalogları" diye adlandırılan bu kataloglar içerik bakımından daha önce hazırlanan bu kütüphanelere ait yazma kataloglarından pek farklı bir özellik arzetmezler. En önemli farklılıkları kitapların yer numaralarının belirtilmiş olmasıdır. Bu kataloglara her ne kadar Ahmed Zeki Paşa İstanbul kütüphaneleriyle ilgili raporunda ciddi tenkitler getirmişse de uzun süre, hatta Cumhuriyet döneminde bile vakıf kütüphanelerinde kart katalogları hazırlanana kadar bu kataloglar bir başvuru eseri olarak kullanılmışlardır.
İstanbul'da mevcut vakıf kütüphanelerindeki koleksiyonların kullanılmasını kolaylaştırmak için toplu bir katalogun hazırlanması yönündeki çalışmalar ilk olarak Ali Fethi Bey'in teşebbüsüyle başlatılmıştı. Ali Fethi Bey, 1850-1854 yılları arasında hazırladığı bu kataloga el-Âsârü'l-Aliye fî Hazâini'l-Kütübi'l-Osmâniye adını vermişti. Ali Fethi Bey bu eserinde İstanbul'da mevcut kırk altı vakıf kütüphanesindeki bütün eserleri on dört konu başlığı altında sınıflandırarak vermeye çalışmıştır. Ali Fethi Bey'in toplu katalog teşebbüsünden muhtemelen çeyrek asır sonra II. Abdülhamid döneminde İstanbul kütüphanelerinin diğer bir toplu katalogunun hazırlandığını görmekteyiz. Günümüze matbu şekilde tek nüsha olarak ulaşan, İstanbul'daki yirmi dört vakıf kütüphanesinde mevcut kitapları ihtiva eden 552 sayfalık bu katalogun Ali Fethi Bey'in hazırladığı katalogdan en önemli farkı, kitapların bulundukları kütüphanelerdeki yer numaralarının belirtilmiş olmasıdır. Ancak bu katalog, Maarif Nezareti'ne sadaretten yazılan bir yazıdan anlaşıldığına göre yeterli görülmemiş ve muhtemelen bu sebeple yayını tamamlanamamıştır.
Tanzimat sonrası dönemde vakıf kütüphanelerinin ıslahı için yapılan diğer faaliyetler bu kütüphanelerin düzenli olarak açılmasını ve işleyişini sağlama, İstanbul'un çeşitli semtlerinde bulunan küçük koleksiyonları belirli mekânlarda toplama, kütüphanelerin idaresini ve personelinin durumlarını bir esasa bağlama yönünde yoğunlaşmıştır. Bu dönemde vakıf kütüphanelerinin ıslahı ile ilgili en önemli çalışma mevcut vakıf kütüphanelerini inşa edilecek yeni bir binada toplama teşebbüsüdür. Devlet kütüphanesi olarak tasarlanan bu kütüphanenin arsası da temin edilmişse de Şeyhülislam Hayri Efendi'nin ön ayak olduğu bu çalışma Balkan Harbi ve imparatorluğun son günlerinde ortaya çıkan krizler dolayısıyle başarıyla sonuçlandırılamamıştır.
Tanzimat'tan sonra, ıslahları yönünde yapılan çalışmalara rağmen, vakıf kütüphanelerinin durumları özellikle de XX. asrın başlarında, giderek kötüleştiği görülmektedir. Yapılan şikâyetler ve ıslahlarıyla ilgili teklifler kütüphanelerin düzenli olarak açılmadığı, hâfızıkütüplerin aylıklarının kifayetsiz olduğundan vazifelerini layıkıyla yapmadıkları, kütüphaneler şehir içinde dağınık bir durumda olduğundan istifadenin zorlaştığı, vakıf kütüphanelerinin toplu katalogu bulunmadığı için kitaplardan kolaylıkla yararlanılmadığı ve vakıf kütüphanelerindeki kitapların uygun şartlarda muhafaza edilemediğinden durumlarının gün geçtikçe kötüye gittiği gibi konular etrafında yoğunlaşmaktaydı.
Tanzimat döneminde vakıf kütüphanelerinin fizikî şartlarının iyileştirilmesi, düzenli kataloglarının hazırlanması, toplu katalog düzenlenmesi ve hâfızıkütüplerin ücretlerinin iyileştirilmesi için bazı çalışmalar yapılmıştır. Öyle anlaşılıyor ki yapılan bütün teşebbüslere rağmen vakıf kütüphanelerinin yeniden organizasyonunda ve düzenli bir şekilde faaliyet göstermeleri konusunda pek başarılı olunamamıştır. Bu konuyla ilgili belgeler incelendiğinde Balkan ve Cihan Harbi'nin imparatorlukta ortaya çıkardığı kötü şartlara, meydana gelen yokluk ve imkânsızlıklara rağmen ülkenin münevverlerinin vakıf kütüphanelerinin ıslahını temin için fikir ürettikleri ve dönemin bürokratlarının da kütüphanelerin iyi hizmet verebilmesi için çabaladıkları görülmektedir. Asırlar boyunca sosyal ve kültürel hizmetlerin yürütülmesinde önemli bir payı olan vakıf müessesesinin çeşitli sebeblerden ötürü zayıflaması, bu sisteme bağlı kurumları da etkilemiş ve kütüphaneler de bundan nasibini almıştır. Padişahların ve devlet adamlarının kurdukları zengin vakıflara sahip kütüphaneler bir dereceye kadar faaliyetlerini sürdürebilmişlerse de daha ziyade cami, mescit ve tekkelerde kurulan ve yeterli gelire sahip olmayan kütüphaneler, görevlilerine vakıftan ayrılan maaşların bir hiç mertebesine inmesiyle yeterli hizmeti verecek personelden yoksun hale gelmişlerdir. Vakıf müessesinin dokunulmazlığı ve buna ilaveten imparatorluğun süratle gerileyen iktisadî vaziyeti de devletin, hiç değilse bu koleksiyonların muhafazası yönünde alacağı tedbirleri zorlaştırmıştır. Ancak yine de özellikle XX. asrın başlarında kütüphanelerin mevcut durumlarını tespit edebilmek için bazı çalışmalar yapılmıştır. Vilayetlere gönderilen anketlerle her vilayetteki mevcut kütüphane sayısı, bu kütüphanelerin kurucuları, koleksiyonları ve görevli personel hakkında bilgi edinilmeye çalışılmış ve imparatorlukta mevcut bütün kütüphanelerin listeleri hazırlanmıştır. Bir örnekten anlaşıldığına göre kütüphanelerdeki eserlerin elden geçirilerek yaprak sayılarının tespiti için çalışmalara bile başlanılmıştır.
Cumhuriyet dönemine kadar yapılan bu teşebbüslerden, özellikle de I. Dünya Savaşı öncesi ve savaş sırasında ortaya çıkan olumsuz şartların da katkısıyla, kütüphanelerin durumlarını iyileştirecek bir sonuç alınamamış olmalı ki Hamit Zübeyir'in belirttiğine göre Cumhuriyet'in ilk yıllarında, "Kütüphanelerin idaresini deruhde eden Hars Dairesi kendini iki mühim vazife karşısında bulmuştur." Bunlardan birincisi, "evkaftan devrolunan ve hâlihazırı ile intizamsız kitap ambarından farkı olmayan kütüphaneleri zabturapta alarak eski medeniyetimizin damgalarını taşıyan eserleri harabîden kurtardıktan sonra, bilhassa ilim erbabı için istifade olunacak bir hale koymak"tı. Ancak vakıf kütüphanelerinin ıslah ve kataloglama çalışmalarının Cumhuriyet döneminde de tam anlamıyla başarılabildiğini söylemek mümkün değildir. Kültür Bakanlığı bünyesinde kurulan Yazmalar Kurumu bu durumu çözüme kavuşturacak önemli çalışmalar yapmaktadır.
Barkan Ömer Lutfi. “Edirne ve Civarındaki Bazı İmaret Tesislerinin Yıllık Muhasebe Bilançoları”. Belgeler. 1/2 (1965), s. 235-377.
Cunbur, Müjgân. “Fâtih Devri Kütüphaneleri ve Kütüphaneciliği”. Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni. 6/4 (1957), s. 1-16.
a.mlf. “Türk Kütüphaneciliğinin Tarihi Kökleri”. Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni. 12/3-4 (1963), s. 105-116.
Çavdar, R. Tûba. Tanzimat’tan Cumhuriyete Kadar Osmanlı Kütüphanelerinin Gelişimi. Dr.T, İstanbul Üniversitesi, 1995.
De Kay, James Ellsworth. Sketches of Turkey in 1831 and 1832. New York 1833.
Eché, Youssef. Les bibliothèques arabes. Damas 1967.
Erünsal, İsmail E. “II. Abdülhamid Dönemi Türk Kütüphaneciliği ve Kütüphaneleri.” Sultan II. Abdülhamid ve Dönemi. ed. C. Yılmaz. İstanbul 2012, s. 153-175.
a.mlf. Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane. İstanbul 2018.
a.mlf. “Şehid Ali Paşa’nın İstanbul’da Kurduğu Kütüphaneler ve Kitaplarının Müsaderesi Dolayısıyla Osmanlılara Yöneltilen Bağnazlık Suçlaması”. Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri. İstanbul 2019, s. 281-290.
a.mlf. Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik: Tarihî Gelişimi ve Organizasyonu. İstanbul 2020.
a.mlf. “I. Mahmûd Devri Kütüphaneleri”. Gölgelenen Sultan, Unutulan Yıllar: I. Mahmûd ve Dönemi (1730-1754). haz. H. Aynur. İstanbul 2020, s. 285-307.
Kalesi, Hasan. Najstariji Vakufski Dokumenti u Jugoslaviji na Arapskom Jeziku. Priština 1972.
Küçükkalfa, Ahmet. “İstanbul Vakıf Kütüphaneleri”. Vakıflar. İstanbul, t.y., s. 51-70.
Kütükoğlu, Mübahat S. “1869’da Faal İstanbul Medreseleri”. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Enstitüsü Dergisi. 7-8 (1977), s. 277-392.
Mackensen, Ruth Stellhorn. “Four Great Libraries of Medieval Baghdad”. The Library Quarterly. 2 (1932), s. 295.
a.mlf. “Arabic Books and Libraries in the Umaiyad Period”. The American Journal of Semitic Languages and Literatures. 52 (1935-1936), s. 245-253; 53 (1936-1937), s. 239-250.
Merçil, Erdoğan. “Büyük Selçuklular Devri Kütüphaneleriyle İlgili Bir Deneme”. Prof. Dr. Hakkı Dursun Yıldız Armağanı. Ankara 1995, s. 393-399.
Neşşâr, Seyyid Seyyid. Târîhu’l-Mektebât fî Mısr: el-Asrü’l-Memlûkî. Kahire 1993.
Parmaksızoğlu, İsmet. “İstanbul Kütüphanelerine Dair”. Türk Kütüphaneciler Derneği Bülteni. 6/3 (1957), s. 109-118.
Sefercioğlu, Necmeddin. “Union Catalogs in Turkey in the Nineteenth Century”. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü XXV. Yıl Anı Kitabı (1954-55/1979-1980). Ankara 1981, s. 91-101.
Seyyid, Eymen Fuâd. el-Kitâbü’l-Arabiyyü’l-Mahtût ve İlmü’l-Mahtûtât. I-II, Kahire 1997.
Sezer, Yavuz. The Architecture of Bibliophilia: Eighteenth-Century Ottoman Libraries. Dr.T, Massachusetts Institute of Technology, 2016.
Sibai, Mohamed Makki. Mosque Libraries: An Historical Study. London 1987.
Soysal, Özer. Türk Kütüphaneciliği. I-VI, Ankara 1998-1999.
Stajnova, Mihaila. Osmanskite biblioteki v Bılgarskite zemi XV-XIX vek. Studii. Sofia 1982.
Şahin, Alime İstanbul’daki Osmanlı Dönemi Kütüphane Yapıları Üzerine Bir Araştırma ve Hacı Beşir Ağa Kütüphanesi. YLT, Yıldız Teknik Üniversitesi, 1997.
Ünalan, Hacer Sibel. Anadolu’daki Türk Kütüphaneleri. İstanbul 2012.
Ünver, A. Süheyl. “Anadolu Selçukluları Zamanında Umumî ve Hususî Kütüphaneler”. Atatürk Konferansları II: 1964-1968. Ankara 1970, s. 3-27.
Bu madde Türk Maarif Ansiklopedisi’nin 2024 yılında Ankara'da basılan 4. cildinde, 183-194 numaralı sayfalarda yer almıştır. Maddenin pdf dosyasını indirmek için tıklayınız.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kutuphane
Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.
Her türlü bilgi-belge kaynağının toplandığı ve kullanıcılara sunulduğu kurum.
b) Kurum: Kütüphane bir kurum olarak Türk İslam tarihinde çeşitli evreler geçirmiştir. Bir medresenin odalarından birinde veya bir caminin bir köşesindeki bir veya birkaç rafa konulmuş sınırlı sayıdaki kitap, çeşitli dönemlerde kütüphane olarak adlandırıldığı gibi müstakil binası, çalışanları ve binlerce hatta yüzbinlerce kitabı olan kurumlar da kütüphane olarak isimlendirilmiştir. Kütüphanelerin kitap olarak adlandırılan materyalleri de zaman içinde değişim göstermiştir. Antik çağlardaki kil tabletler üzerine yazılan kitapların yerini daha sonraki dönemlerde papirüs, parşömen ve kâğıt üzerine yazılı kitaplar almıştır.
Vakıf sistemi yaygınlaşmadan önce kütüphaneler, kurucuları ve kurucuların tayin ettiği kişiler vasıtasıyla yönetiliyor, masrafları da yine kurucuları tarafından karşılanıyordu. Vakıf sistemi yaygınlaşınca, diğer bütün vakıf kurumlarında olduğu gibi mütevellilerin yanında, vakıf kütüphanelerinde de vakıf nazırları vakfın, dolayısıyla da kütüphanelerin idaresinden sorumlu oldular. Vakıf mütevellileri vakfın kontrolünü ellerinde tutmak istediklerinden vakıf kurucuları bu görevi genellikle kendilerine tahsis etmekte ve öldüklerinde bu görevin kendi nesillerinden gelen kimseler tarafından sürdürülmesini bir şart olarak vakfiyelerine koymaktaydılar.
Genellikle vakıf nazırları devlet adamları ve ulema sınıfına mensup kimseler arasından seçilmekteydi. Ancak farklı nitelikleri olan kurumların nazırları, kurumun özellikleri göz önünde bulundurularak seçilebilmekteydi; Kahire'deki dârülilimin nazırı, İsmâilî mezhebinin ileri gelenlerinden dâidduât idi. Bağdat'taki Beytülhikme Kütüphanesi, sâhibü Beytilhikme'nin; Ağlebî Sultanı II. İbrâhim'in, Rakkade şehrinde kurduğu Beytülhikme, sâhibü Beytilhikme'nin; Trablus'taki Dârülilim Kütüphanesi ise sâhibü Dârülilim'in kontrolü altında çalışmaktaydı.
Osmanlı döneminde vakıf kurucuları, genellikle vakıflarının nazırının kimin olacağını vakfiyelerinde belirtmekteydiler. Evkaf Nezareti'nin kuruluşundan önce nezaret görevini, devleti temsilen, değişik kişiler yürütmekteydi. Bazı kütüphane kurucularının nezaret görevinin kassâm-ı askerîler tarafından yürütülmesini istediklerini görüyoruz. Padişahların nezaretinde olan bazı vakıflar da vardı.
Nazırlar, vakfın işleyişini kontrol yanında, vakıf personelinin tayin ve azlinde de söz sahibiydiler. Mütevellinin tayin ve azil için hazırladığı arzları nazır tasdik ederdi. Bazı kütüphane vakfiyelerinde vakıf nazırının belirli zamanlarda kütüphane sayımını ya kendine bağlı müfettişler vasıtasıyla yaptırması veya bizzat kendisinin yapması şart koşulmuştur.
Nazırlar arasında en nüfuzluları Dârüssaâde ağalarıydı. Dârüssaâde ağaları, bu vakıflarla ilgili işleri görüşmek için her çarşamba günü sarayda çarşamba divanı akdederlerdi. Sadrazamlar ise işlerinin çokluğundan dolayı kendilerine bağlı vakıfların idaresini reîsülküttaplara bırakmışlardı.
XVIII. asır ortalarından itibaren kütüphane kurucularının vakıflarının bağlı olduğu nazır dışında, kütüphanelerinin işleyişini daha iyi kontrol edebilmek için bir de nâzırıkütüp veya nâzırıkütüphane tayin ettikleri görülmektedir. Kütüphane veya kütüp nazırlığının ortaya çıkmasının en önemli sebebi, kütüphane kurucularının, kütüphane gibi yakından kontrolü gerekli müesseselerin denetiminde devlet ileri gelenlerinden seçilen vakıf nazırlarının yeterince etkili olamayacaklarını düşünmeleridir.
Kütüphane Personeli: İslam dünyasında kütüphanelerde kitapların korunması, istifadeye sunulması için gerekli işlemleri yapmak ve okuyucu hizmetlerini yürütmek, kütüphanenin düzenini sağlamak üzere bazı personel görevlendirilmişti. Ancak kaynaklarda ilk dönemde hâzinikütüp dışında diğer personelle ilgili fazla bilgi bulunmamaktadır. Değişik bölgelerde ve dönemlerde müşrif, emînü'l-mektebe, vekil, müsâid gibi farklı şekilde adlandırılan kütüphane personeline rastlanmaktadır.
Kütüphane hizmetlerini yürüten personel arasında kaynaklarda en çok kütüphanecinin/hâzin veya hâzinülkütübün ismine rastlamaktayız. Bununla birlikte kütüphaneciler farklı dönemlerde ve farklı muhitlerde hâzin veya hâzinülkütüp dışında farklı isimlerle de adlandırılmıştır. Mesela Kahire'deki Mahmudiye Kütüphanesi'nin kütüphanecisinden şâhid (şâhidü'l-hizâne) şeklinde söz edilmektedir. 1304 yılında kurulan Nâsıriye Medresesi Kütüphanesi kütüphanecisi de bir belgede "şâhidü hizâneti'l-kütüp" şeklinde anılmıştır. Zeytûne Camii'ndeki kütüphanenin kütüphanecileri de şühûd olarak anılmaktaydı. Osmanlı döneminde ise kütüphaneciden hâfızıkütüp, emînikütüp, zâbitikütüp şeklinde bahsediliyordu.
Subkî (ö. 1355) mesleklerle ilgili eserinde hâzinin görevlerini şöyle sıralamaktadır: "Hâzinin, kitapları koruması, harap olanları tamir ettirmesi, dağınık olanları ihtiyaç duyulduğunda bir araya getirmesi/onarması, ehil olmayanlara kitap vermekte cimrilik etmesi, muhtaç olanlara karşı cömertçe davranması ve zenginlere göre kitap almaya gücü yetmeyenlere de kitapları ödünç vermesi gerekir. Ancak hâzin, rehin almadan kitapların kütüphane dışına çıkarılmasına müsaade edemez."
İmam Ebû Hanîfe Medresesi kütüphanecisi Ziyâeddin Türkistânî ile ilgili bir belgede de hâzinin görevleri şöyle sayılmaktadır: "Kitapların fihristini hazırlamak, eğer mevcutsa daha önceki fihristlerle karşılaştırmak; kitapları kolayca ulaşılacak şekilde tertip ve tasnif etmek; kütüphanenin ve kitapların temizliğini sağlamak; ödünç verilen kitapları geri almak, tamire muhtaç kitapları tamir ettirmek; kitaplardan yararlanmayı sağlamak ve rehin almadan dışarıya ödünç kitap vermemek."
Memlük Sultanı Berkuk'un vakfiyesinde ise hâzinin nitelikleri ve görevleri daha ayrıntılı bir şekilde verilmiştir.
Şam'daki Dârülhadisi'l-Eşrefiye'nin (1237) vakfiyesinde ise hâzinin ihtiyaç duyulduğunda kitapları nasıl ciltlettireceği ve istinsah edilen kitapların tashih ve mukabelesi üzerinde durulur.
Konrad Hirschler, Eşrefiye Kütüphanesi katalogu üzerindeki önemli çalışmasında "Ortaçağ Avrupası'nda olduğu gibi Ortaçağ Arap kütüphanelerinin de kütüphanecilerinin, kaynaklara girecek kadar meşhur olmadıklarından, pek azının adlarını bilmekteyiz" demekteyse de kaynaklarda birçok hâzinin yanında çok az da olsa diğer kütüphane personeli olan müşrif ve münâvilin de adlarının geçtiklerini görmekteyiz. Nâcî Ma'rûf ve Muhammed Câsim Hammâdî Meşhedânî, Müstansıriye Medresesi Kütüphanesi'nde hâzin, müşrif ve münâvil olarak çalışmış birçok isim tespit etmiştir. Cûmânî de Sümeysâtiye Hankahı Kütüphanesi'nde görev yapan bazı hâzinülkütüplerin isimlerini vermektedir.
Hâzinülkütübün ne tür niteliklere sahip olması konusunda mevcut birkaç vakfiyede, doğru, dürüst ve kitaplar konusunda da bilgi sahibi olması gibi bazı şartlar vardır. Kaynaklarda hâzinülkütüp olarak zikredilen bazı kimselerden, bu görevi genellikle ulema sınıfından kimselerin yaptıkları anlaşılmaktadır. Hâzinülkütüplük itibarlı bir meslek olduğundan ücretinin yüksek olmamasına rağmen birçok âlim bu göreve talip olmaktaydı. Beytülhikme'de görevli Sehl b. Hârûn ünlü bir kelamcıydı. Kadı Nu'mân ilk üç Fâtımî halifesinin kütüphanecisiydi ve bu görevini 946 yılına kadar sürdürmüştü. Ezher'deki kütüphaneye 1123 yılında önemli bir dâidduât olan Ebü'l-Fahr Sâhib kütüphaneci (hâzin) tayin edilmişti. Bağdat'taki Nizamiye Medresesi'ndeki kütüphanenin hâfızıkütübü fakih Saîd b. Muhammed Rezzâz'dı. Nîşâbur'daki Nizamiye Medresesi'nin hâzini Ebû Sehl de bir verraktı. Bağdat'taki dârülilmin hâzini Abdüsselâm Basrî muhaddisti. Bağdat'taki Mustansıriye Medresesi Kütüphanesi'nin hâfızıkütüplerinin de ulema sınıfına mensup kimseler oldukları görülmektedir. İbn Miskeveyh ve Şâbüştî gibi tarihçilerin de dönemin kütüphanelerinde hâzin olarak görev yaptıklarını biliyoruz. Ünlü hadis âlimi İbn Hacer de bir süre Kahire'deki Mahmudiye Medresesi Kütüphanesi'nde hâzinikütüp olarak görev yapmıştı.
Kütüphane personeli arasında hâzinülkütübe yardımcı olmak üzere münâvil ve müşrif de görevlendirilmiştir. Adudüddevle'nin Şiraz'daki kütüphanesinde hâzinin yanında bir de müşrif bulunmaktaydı. Reşîdüddin Fazlullah'ın XIV. yüzyıl başlarında Sorhab'da inşa ettirdiği Rab'ıreşîdî'deki kütüphanede mübâdil-i dârü'l-kütübün de görevlendirildiğini görüyoruz. Bu görevlinin yıllık maaşı 130 dinar kütüphanecinin maaşının dört katı olduğu dikkate alınırsa bunun önemli bir görev olduğunu söylenebilir. Ciltleri eskiyen ve yıpranan kitapları ciltlemek için kütüphanelerde muhakkak mücellitler de görevlendirilmişti. Bazı vakfiyelerdeki kayıtlardan anlaşıldığına göre mücellidi olmayan kütüphanelerin kitapları dışarıya gönderilerek ciltletilmekteydi.
Osmanlı döneminde ise kütüphane personelinin sayısı, çeşitli devirlerde, içinde kuruldukları müesseselere veya müstakil bir yapıya sahip olmalarına göre değişiklik göstermektedir. Mesela kuruluş devrinde kütüphaneler, müstakil bir yapıya sahip olmadığından ayrı bir kadroya sahip değildir. Bu dönemde kurulmuş birkaç kütüphanede de günlük 1 akçe ile 3 akçe arasında ücret alan bir hâfızıkütüpten başka bir görevli yoktur. Kütüphanenin kontrolü, temizliği ve bakımı, aydınlatılması, malî işleri, kütüphanenin içinde yer aldığı vakfın diğer görevlileri tarafından yürütülmektedir. XVIII. asırda kütüphanede çalışan personel mevcudu da büyük ölçüde artmıştır. Ayasofya Kütüphanesi kadrosunda müderrisler, altı hâfızıkütüp bir kâtibikütüp ve tatbîkî-yi kütüpten başka Buhârî okuyanların hangi sayfalara geldiklerini takip ve tespit için iki noktacı, kütüphanenin korunması ve temizliği ile görevli iki mustahfız, iki bevvap, üç ferraş, bir mâniü'n-nukûş, kütüphanenin tamiriyle görevli iki meremmetçi, bir kurşuncu ve kütüphaneyi güzel kokması için buhurlayacak bir buhurcu vardır.
Kütüphane Koleksiyonları: Kütüphane koleksiyonları genellikle kütüphanenin kuruluşunda teşekkül ettirilmekteydi. Vakıf kütüphanelerinde bağışlanan kitapların isimleri vakfiyede veya ek olarak hazırlanmış bir fihristte belirtilmekte, bazı kütüphane kurucuları da kitapların üzerine vakıf olduğunu belirten mühürler basmakta veya kayıtlar koymaktaydılar. Ortaçağ İslam dünyasında mevcut kütüphane vakfiyelerinin, bir iki istisna dışında, hepsi Memlükler dönemine aittir. Bu yüzden bu döneme kadarki kütüphanelerin koleksiyonları ve koleksiyonlarının oluşumuyla ilgili yeterli bilgiye ulaşılamamaktadır.
Bazı kütüphane kurucuları, kütüphanenin kuruluşundan sonra da bağışladıkları yeni kitaplarla koleksiyonu zenginleştirmekteydiler. Mevcut kütüphanelere diğer devlet adamlarının da kitap bağışlayarak koleksiyonları zenginleştirdiklerini görmekteyiz.
Ortaçağ İslam dünyasındaki çok meşhur olan bazı kütüphaneler dışında diğer kütüphane koleksiyonlarında ne kadar kitap olduğuna dair kaynaklarda fazla bilgi mevcut değildir. Kitap sayılarının verildiği kütüphaneler arasındaki meşhur kütüphanelerle ilgili olarak verilen rakamlar ise, oldukça mübalağalı gözükse de bu kütüphanelerin zengin bir koleksiyona sahip olduklarını göstermesi bakımından kayda değerdir. Ortaçağ İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde mevcut bazı kütüphanelerin koleksiyonlarıyla ilgili olarak kaynakların verdikleri kitap sayıları şöyledir:
Seyfüddevle Hamdânî'nin (944-967) Halep'te kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 10.000.
Ebû Nasr Sâbûr b. Erdeşîr'in Bağdat'ın batısındaki Kerh mahallesinde iki surun arasında 993'te kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 10.400.
Şerîf Radî'nin (ö. 1015) Bağdat'ta kurduğu dârülilmin içindeki kütüphanenin kitap sayısı: 80.000.
Sâhib b. Abbâd'ın (ö. 995) Rey'de kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 100.000, 160.000, 206.000 arası.
Büveyhî vezirlerinden Ebü'l-Fazl İbnü'l-Amîd'in Rey'deki kütüphanesindeki kitap sayısı: 100 deve yükü.
Büveyhî vezirlerinden İbn Mafinne'nin (ö. 1041) Fîrûzâbâd'da kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 7000-19.000 arası.
Garsünni'me diye tanınan Ebü'l-Hasan Muhammed b. Hilâl'in 1060'ta Bağdat'ta kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 1000-4000 arası.
İbn Ebû Beka'nın (ö. 1105) Basra'da kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 12.000.
Endülüs Emevîleri döneminde Kurtuba'daki saray kütüphanesinde bulunan kitap sayısı: 400.000-600.000 arası.
Fâtımî Halifesi Hâkim'in, Kahire'deki dârülilimde 1005'te kurduğu kütüphanedeki mevcut kitap sayısı: 120.000-200.000 arası.
Vezir Efdal b. Bedr'in Kahire'de kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 500.000.
Fâtımîler'in Kahire'de saray kütüphanesindeki mevcut kitap sayısı: 1.600.000.
Kadî Fâzıl'ın Kahire'deki medresesinde 1184 yılında kurduğu kütüphanesindeki kitap sayısı: 100.000.
Hafsî hükümdarlarından Ebû Fâris Abdülazîz b. Ahmed'in (1394-1434) Tunus'ta Zeytûne Camii'nde kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 200.000.
Halife Müstansır'ın, 1233'te Bağdat'ta kurduğu Müstansıriye Kütüphanesi'ndeki kitap sayısı: 80.000.
Abbâsî Halifesi Müsta'sım'ın vezirlerinden Müeyyidüddin Alkamî'nin 1246'da Bağdat'ta kurduğu kütüphanesindeki kitap sayısı: 10.000.
Melikü'l-Eşref (1182-1237) tarafından yaptırılan Türbetü'l-Eşrefiye'deki kitap sayısı: 2000.
Şeyhületıbbâ Mühezzebüddin b. Abdurrahman'ın (ö. 1231) Şam'da kurduğu tıp medresesindeki kitap sayısı: 500.
Cemâleddin Mahmûd b. Ali'nin 1395'te Kahire'deki Mahmûdiye Medresesi'nde kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 4000.
Merâga Rasathanesi Kütüphanesi'ndeki kitap sayısı: 400.000.
Ammaroğulları'nın Trablus'taki dârülilimde kurduğu kütüphanedeki kitap sayısı: 3.000.000.
İlhanlı vezirlerinden Reşîdüddin Fazlullah'ın XIV. yüzyıl başlarında Tebriz şehrinin kuzeydoğusunda Sürhâb'da inşa ettirdiği Rab'ıreşîdî'deki kütüphanede bulunan kitap sayısı: 60.000.
Sultan Sencer'in şarabdarı Azîzüddin Ebû Bekir Zencânî'nin Merv'de kurduğu Azîziye Kütüphanesi'ndeki kitap sayısı: 12.000.
Osmanlı döneminde daha gerçekçi olarak verilen rakamlara göre kütüphanelerden ancak birkaçında 6000'in biraz üzerinde kitap vardır. Kuruluş devri kütüphanelerinde bulunan kitap sayısı genellikle 100'ü geçmez. Fetihten sonra İstanbul'da kurulan kütüphanelerden Mahmud Paşa'da 195, Şeyh Vefâ Zaviyesi'nde 381, Fâtih Külliyesi'nde 839, İstanbul dışında kurulan kütüphanelerden Üsküp'teki İshak Bey Kütüphanesi'nde ise 331 kitap bulunmaktaydı. Bu devir Edirne kütüphanelerinde bulunan kitap sayısı ise 19-99 arasında değişir. Bursa Şer'iye Sicilleri'ndeki bir vakfiyeye göre ise Molla Yegân'ın ölümünden sonra mescidine konulmak üzere vakfettiği kitapların sayısı 2900'dür. Bu, XV. asır için oldukça yüksek bir rakamdır ve istisnadır.
Vakıf kütüphanelerinde görülen en büyük kitap artışı, Köprülü Kütüphanesi'nin kurulmasıyla (1678) gerçekleşir. Bu kütüphanenin kuruluşunda mevcut kitap sayısı 2000'in üstünde bulunmaktaydı. Daha sonraki dönemlerde kurulan kütüphanelerden III. Ahmed'in Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi'nde 6000, Fâtih Kütüphanesi'nde 4000, Nuruosmaniye Kütüphanesi'nde ise 6000 civarında kitap vardır.
Kütüphane koleksiyonlarının zenginleştirilmesinde satın almanın ne derecede etkili olduğunu bilememekteyiz. Vakıf muhasebeleri veya kütüphane bütçelerine sahip olmadığımız için birkaç istisna dışında, kitap alımı için yıllık herhangi bir miktarda para tahsis edildiğini söylemek de mümkün değildir. Mesela Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh'ın 1009 yılında Kahire'deki dârülilim için hazırlattığı vakfiyede kütüphane için öngörülen masraflar arasında kâğıt, kalem, mürekkep gibi yazı malzemelerine sarfedilecek para yer alırken kitap satın alımı ile ilgili herhangi bir kayıt yoktur.
Altun-apa/İplikçioğlu Medresesi'nde bir kütüphane kuran Şemseddin Altun-apa, vakıf mütevelli ve nazırının her yıl kütüphane için ayrılan vakıf gelirlerinden 100 dinar/dirhem ile gerekli kitapları satın almalarını ve mevcut koleksiyonu zenginleştirmelerini şart koşmuştur. Kaynaklarda bazı kütüphane kurucularının adamlarını İslam dünyasının önemli kültür merkezlerine göndererek kitap satın aldıklarına dair bazı kayıtlar bulunmaktadır. Kütüphane koleksiyonlarını zenginleştirmekte en yaygın usul, kitap bağışlarıydı. Özellikle Şam'daki Emeviye ve Kayrevan'da Kayrevan Camii gibi büyük camilerle Ezher gibi eğitim kurumlarındaki kütüphaneler, koleksiyonlarını bu yolla zenginleştirdikleri gibi, bu kurumların çeşitli bölümlerinde sadece bağışlarla oluşturulmuş müstakil koleksiyonlar da bulunmaktaydı.
Kütüphane koleksiyonlarını zenginleştirmede istinsahın da önemli bir payı vardı. Birçok kütüphanede müstensihler görevlendirilmişti. Mesela Endülüs Emevî Halifesi II. Hakem'in saraydaki kütüphanesinde satın alma yoluyla temin edilemeyen kitapları istinsah eden müstensihler bulunmaktaydı. Endülüs'teki İbn Futays'ın kütüphanesinde altı müstensih görevliydi. Fâtımî Veziri Yâkub b. Killis Kütüphanesi'nde çalışan kütüphanecilerle müstensih ve mücellitlere her ay 1000 dinar ödemekteydi. Kurtuba'nın doğusundaki mahallelerde kûfî hatla Kur'an istinsah eden 170 kadın müstensih vardı. Tarihçi İbnü'l-Furât Trablusşam'daki dârülilimde görevli 180 müstensihten 30'unun gece gündüz çalıştıklarını söylemektedir. Resûlî sultanlarından Melikü'l-Müeyyed Dâvûd'un 1273 yılında Taiz'de kurduğu kütüphanede de on müstensih görevliydi.
Şüphesiz ki koleksiyonların zenginleştirilmesi için vakfın artan gelirleriyle verraklardan kitap satın alınmaktaydı. Saray kütüphanelerinin zenginleştirilmesinde diğer ülkelerin hükümdarlarının gönderdikleri kitaplarla müsadere edilen kitapların önemli bir payı vardı.
Kütüphane Binaları ve Kütüphanelerin İç Düzenlemesi: Ortaçağ İslam dünyasında müstakil kütüphane binalarının mevcudiyeti hakkında bilgiler çok azdır. Kaynaklarda Büveyhî Hükümdarı Bahâüddevle'nin veziri Sâbûr b. Erdeşîr'in, Adudüddevle'nin ve Ebü'l-Hasan Muhammad b. Hilâl'in satın aldıkları evlerde veya müstakil mekânlarda kütüphane kurduklarına dair rivayetler bulunmaktadır. Fâtımîler döneminde Kahire'de kurulan dârülilimin müstakil bir binası mevcuttu. Ammaroğulları'nın Trablus'ta kurdukları zengin kütüphanenin de müstakil bir binası vardı. Bu dönemde kütüphaneler genellikle mescit, cami, medrese gibi kurumlarla Beytülhikme ve dârülilim gibi araştırma merkezlerinde kurulmuştu. Evlerde özel kütüphaneler, saraylarda da sultanların kütüphaneleri bulunmaktaydı.
Bazı rivayetlerden hareketle müstakil binası olan kütüphanelerde kitaplar, geniş bir alana yerleştirilmeyip konularına göre müstakil odalara konulmuştu ve bu odaların kapılarında, içindeki kitapları gösteren fihristler bulunmaktaydı. Kütüphanelerdeki kitaplar, ciltlerinin bozulmasının önüne geçmek, kitapların arasına kitap kurtlarının girmesini önlemek maksadıyla günümüzde olduğu gibi kütüphane raflarına dikey olarak değil de yatay olarak ve üst üste yerleştirilmekteydiler. Kitapların isimleri kolayca bulunmalarını temin maksadıyla genellikle kitabın rafta dışa gelen kısmındaki alt bölümüne yazılmaktaydı.
Kitaplar raflara belli bir sisteme göre yerleştirilmekteydi. Bu konuda dikkate alınan en önemli husus kitabın konusu idi. Muhtemelen rafların başlarına da aranan kitabın kolayca bulunabilmesi için konu başlıklarını belirten işaretler konulmaktaydı. Fâtımî Halifesi Azîz'in saraydaki kütüphanesinde kitaplar bu kütüphanenin hâfızıkütübü Ali Şâbüştî'nin (1000) naklettiğine göre konularına göre kırk odaya yerleştirilmişti. Halife, bir eseri getirmesini istediğinde, kütüphaneci kolayca bu eserin otuz nüshasını getirmişti. Büveyhî Hükümdarı Adudüddevle'nin Şiraz'daki sarayındaki kütüphanesini ziyaret eden ünlü coğrafyacı Makdisî'ye göre bu kütüphanede kitaplar, bir holün iki tarafında yer alan odalardaki raflarda konularına göre sıralanmıştı ve her kısmın müstakil bir fihristi bulunmaktaydı. Kitapların raflara yerleştirilmesinde kitap boyları da dikkate alınmakta ve mümkün olduğunca aynı boydaki kitaplar bir araya getirilmeye çalışılmaktaydı.
Kütüphane binalarının kaç katlı olduğu da bilinmemektedir. Sadece Zâhiriye Kütüphanesi'nin alt ve üst katı bulunmaktaydı. Bağdat'taki Mansûriye Medresesi Kütüphanesi de altında bir dehliz bulunduğuna göre yüksek bir yapı olmalıdır.
Osmanlı döneminde vakıf kütüphaneleri müstakil mekânlara kavuşuncaya kadar kitaplar cami, medrese veya tekkelerin bir köşesine konulan dolaplar içinde muhafaza edilmekteydiler. Bazı camilerde kitapların bulunduğu kısım demir parmaklıklarla çevrilmişti. Külliyelerde kurulan bazı kütüphanelerde ise kitaplar için müstakil bir oda tahsis olunmuştu.
Köprülü ile başlayan müstakil kütüphane binaları mimari şekilleri bakımından bazı farklılıklar gösterirler. Köprülü (1678), Fâtih (1742), Râgıb Paşa (1762), Murad Molla (1775), Râşid Efendi (Kayseri, 1797), Yûsuf Ağa (Konya, 1794), Zeynelzâde (Akhisar, 1797), Çaşnigir (Manisa, 1831-1832) ve Necip Paşa (Tire, 1826) kütüphaneleri kare şeklinde ve tek mekânlıdır. III. Mustafa'nın Bostancılar Ocağı Kütüphanesi ise haç şeklinde yapılmıştı ve ortası dört büyük sütunla desteklenen bir kubbe ile örtülmüştür. Esad Efendi Kütüphanesi'nin de haç şekilli bir planı vardı. Topkapı Sarayı'nda Sultan III. Ahmed'in kurduğu kütüphane dikdörtgen bir plana sahipti. Hacı Hüseyin Ağa'nın Manisa'da Muradiye Külliyesi'nde yaptırdığı kütüphane (1806) ise kenarları farklı uzunluklarda sekizgen planlı tek katlı bir yapıydı. II. Mahmud'un Lefkoşe'de yaptırdığı kütüphane binası ise altıgen planlıydı ve büyük bir kubbeyle kaplı ana geniş mekânın yanında revaklı bir girişi ve kütüphane personeli için küçük bir odası vardı.
Çift mekânlı kütüphaneler okuma salonu ve kitap deposundan meydana gelmişlerdir. Kitap depolarının altına genellikle hava cereyanı sağlamak ve rutubeti önlemek için bir bodrum yapılmakta veya boş bir mekân bırakılmaktaydı.
Osmanlı vakıf kütüphanelerinin iç düzenlenmesinde ve döşenmesinde sadelik hâkimdi. Duvarlarda süs unsuru olarak genellikle çinilerin kullanıldığı görülür. Okuma salonlarının zemini ise hasır, halı ve kilimle kaplanmakta ve üzerine de okuyucuların oturacakları minderler ve şilteler yerleştirilmekteydi. Okuyucular için ayrıca rahleler temin edilmişti.
Kataloglama ve Kataloglar: Ortaçağ İslam dünyasında kütüphane katalogları genellikle defter veya fihrist olarak adlandırılmaktaydılar. Ünlü dilci Ferâhidî (ö. 791), fihristi, kitapların toplandığı kitap şeklinde tarif ettiğine göre defter/fihrist VIII. asrın başlarından itibaren İslam dünyasında bilinmekteydi. Her ne kadar kaynaklarda birçok kütüphane için defterlerin/fihristlerin hazırlandığına dair kayıtlar varsa da bu tür eserlerden birkaçı hariç diğerleri günümüze ulaşmamıştır. Emevî Halifesi Ömer b. Abdülazîz'in (717-720), Şam'daki Beytülhikme Kütüphanesi'nde mevcut kitapların yeni bir tasnife göre katalogunu hazırlattırdığı rivayet edilmektedir. Halife Me'mûn Câvîdân-hıred adlı kitabı bulmak için kütüphanesinin fihristini istemiş ve aradığı kitabın ismini, kütüphanede olmasına rağmen fihristte görmeyince, "Bu kitap fihristte nasıl olmaz?" diye sormuştur. Mes'ûdî'nin naklettiğine göre Halife Mühtedî Muhammed b. Hârûn'a (ö. 869) bir gün hazâinü'l-kütübün defterleri sunulmuştu. Makkarî, Endülüs'teki saray kütüphanesindeki sadece divanların katalogunun kırk dört cilt tuttuğunu söylemektedir. Fâtımîler'in Kahire'deki saray kütüphanesinde, kitaplar konularına göre farklı odalarda raflara yerleştirilmişti ve her odadaki kitapların listesi de odaların kapısına asılmıştı.
Yâkût Hamevî'nin naklettiğine göre Beyhakî, Büveyhî vezirlerinden Sâhib b. Abbâd (ö. 995) diye maruf olan İsmâil b. Abbâd'ın Rey'de kurduğu kütüphanenin on ciltlik katalogunu gördüğünü nakleder. İbn Sînâ, Sâmânîler'in Buhara'da kurdukları kütüphanede çalışırken, bu kütüphanede mevcut evâil ilmine ait kitapların fihristini gördüğünü söyler. Yâkut Hamevî, Merv'deki ulucamide bulunan Bîrûnî'nin kitaplarının altmış varaklık katalogunu görmüştür.
İbnü'l-Kıftî, 1043 yılında Kadı Ebû Abdullah Kudâî ve verrak İbn Halef'in, Vezir Ebü'l-Kasım Cürcânî tarafından, Kahire'deki kütüphanenin katalogunu yapmakla görevlendirildiğini nakletmektedir.
İbnü'l-Mibred, Sâlihiye'deki Ömeriye Medresesi'ne bağışladığı 5000 kitabın bir de katalogunu hazırlamıştı. Müstansıriye Kütüphanesi'nin de (1233) büyük birkaç ciltten oluşan katalogu vardı. İbn Hacer, Kahire'deki Mahmûdiye Kütüphanesi'nin biri alfabetik, diğeri konularına göre olmak üzere iki katalogunu hazırlamıştı. Süyûtî de Mahmûdiye Kütüphanesi'nden istifade ettiğini ve İbn Hacer'in yaptığı bu kütüphanedeki 4000 kitaba ait alfabetik fihristi kullandığını söylemektedir.
Yukarıdaki rivayetlerden anlaşıldığına göre Ortaçağ İslam dünyasında kurulmuş kütüphanelerin katalogları/kitap listeleri mevcut bulunmaktaydı. Ancak kaynaklarda bahsedilen bu kataloglardan ikisi hariç hiçbiri günümüze ulaşmadığından özellikleri hakkında bir fikir edinmek mümkün olamamaktadır.
Günümüze ulaşabilen iki katalog XIII. asırda hazırlanmıştır. Bu kataloglardan birincisi Kayrevan Camii Kütüphanesi'ne ait olup bu kütüphanede 1294'te mevcut olan kitapların bir kısmını ihtiva etmektedir. On bir sayfalık bir parşömen üzerine yazılmış bu katalogun ilk iki yaprağı kaybolmuştur. Bazı kayıtlardan anlaşıldığına göre, kütüphanede yapılan bir sayım sonucunda ortaya çıkan bu katalog, kütüphaneye ait daha eski tarihli başka bir katalogdan sayım sırasında kopya edilmiştir. Ancak bu katalog/sayım defteri günümüze ulaşmamıştır.
Katalogdaki kitapların çoğunu mushaflar ve Kur'an-ı Kerim cüzleri oluşturmaktadır. 125 kitabın yetmiş ikisi Kur'an, tefsir ve hadis kitapları, otuz üçü de Mâlik b. Enes'in iki eseri ve şerhleridir. Kitap tavsifinde oldukça ayrıntıya gidilmiş; yazının cinsi, parşömen veya kâğıt üzerine yazıldığı belirtilmiş, cilt, tezhip ve kitapların boyutu hakkında da bilgi verilmiştir. Sayfadaki satır sayısı, mushaf nüshalarında sûre isimleri, âyet sayıları, hizipleri, aşırları gösteren tezhiplerin yazımında kullanılan mürekkeplerin renkleri, altın suyuyla yazılmış başlıklar ve yapılmış tezhipler de genellikle belirtilmiştir. Altınla yazılan mushaflara da işaret edilmiştir. Bazan eserlerin yazarları ve vakfedilen eserlerden bir kısmının, kimin tarafından vakfedildiğinin de belirtildiği görülmektedir. Katalogun sonunda Kayrevan kadısının sayımı onaylayan kaydı bulunmaktadır.
Günümüze ulaşan ikinci katalog Şam'da Emeviye Camii'nin kuzey köşesinde, Eyyûbîler'den Melikü'l-Eşref (1182-1237) tarafından yaptırılan Türbetü'l-Eşrefiye'deki kütüphaneye aittir. 2000'in üzerinde kitap ihtiva eden katalog alfabetik olarak düzenlenmiş, ancak her harfin altında kitap boylarına ve konulara göre de bir sıralama yapılmıştır.
Osmanlılar'ın ilk dönemlerine ait ilk kataloglar diyebileceğimiz vakfiyelere ilave edilmiş kitap listeleri mevcuttur. Vakfiyelere ekli katalog örneklerinden sonra XVI. asırda, düzenli müstakil katalogların ortaya çıktıklarını görüyoruz. Bu yüzyıldan günümüze üç müstakil katalog ulaşmıştır. Bunlardan birincisi Topkapı Sarayı'ndaki saray kütüphanesine diğer ikisi ise Fâtih Camii Kütüphanesi'ne aittir. XVI. asrın ikinci yarısından itibaren vakfiyelere ekli kitap listelerinin geliştiği, kitap adlarının tasnifli bir şekilde verilmesinin yanında, tavsiflerinin de büyük bir titizlikle yapıldığı görülüyor. Bu tür listelerde kitapların cilt, kâğıt, yazı ve cinsi, renkleri, satır adetleri ve tezhipleri belirtilmiştir. XVIII. asır başlarında, vakfiyelere ekli liste-katalogların yanında müstakil olarak hazırlanmış kataloglar da yaygınlaşmaya başlar. Defter olarak adlandırılan bu tür kataloglar, tasnif sistemi bakımından XVI-XVII. asırlarda hazırlanan kataloglardan pek farklı değildir.
Vakıf kütüphanelerindeki XV-XVIII. asırlarda hazırlanan katalogların asıl işlevi kütüphanedeki kitapların korunmasını sağlamak olduğundan bu kataloglardan okuyucuların istifadesi düşünülmemekteydi. Bu sebeple bu dönemde hazırlanan kataloglarda kitapların yer numaraları verilmemiştir. XIX. asrın başlarında bazı kütüphaneler için, içinde genellikle kitap adlarının bazan da yazar adlarının verildiği basit kataloglar hazırlandığı görülüyor. "el-Defterî" diye adlandırılan bu kataloglarda kitap adlarının altlarında numaralar bulunmaktadır. Bu kataloglar, muhtemelen kütüphanede okuyucunun kitap seçmesi ve istenilen kitabın bulunması için hazırlandıklarından "el-defterî" diye adlandırılmışlardır. Kitaplara yer numarası verme usulü XIX. asırda yaygınlaşmış olmalı ki hâfızıkütüpler için yapılacak imtihanlarda dört haneli rakamları okuyabilme şartı getirilmiştir.
XIX. asrın ortalarında başlayan önemli bir kataloglama faaliyeti görülmektedir. Ancak İstanbul kütüphanelerinin toplu kataloglarının hazırlanması için yapılan bu çalışmalar sonucunda bu maksadı tam olarak gerçekleştirebilecek bir toplu katalog ortaya konulamamıştır. Bu dönemde kataloglama konusunda yürütülen diğer bir faaliyet sonucunda da "Devr-i Hâmidî" katalogları yayınlanmıştır. "Devr-i Hâmidî" katalogları bütün eksiklikleri ve kusurlarına rağmen XX. asrın sonlarına kadar araştırmacılar tarafından kullanılmaya devam edilmiştir.
Memlükler'e kadar kütüphanelerin açık olduğu haftanın günleri ve saatleri bilinmemektedir. Ancak aydınlatma ihtiyacına binaen erken dönem kütüphanelerinin, haftanın bazı günlerinde, genellikle güneşin doğuşundan bir saat sonra açılıp güneşin batışından bir saat önce kapandığı söylenebilir.
Memlüklü döneminde ise kütüphanelerin açık olduğu gün ve saatleri vakfiye ve belgelere dayanarak tespit etmek mümkün olabilmektedir. Bu dönemde kütüphanelerinin iki, üç, dört gün açılmasını isteyen vâkıflar vardır. Sultan Gavrî'nin kütüphanesi haftada iki gün, Cevher Lala'nın ki üç gün, Sultan Berkuk'un ise beş gün açılmaktaydı. Medresetü'l-Mahmûdiye Kütüphanesi'nin kütüphanecisi İbn Hacer Askalânî, kütüphaneyi her gün açmaktaydı. Medresetü Sargatmışiye Kütüphanesi vakfiyesine göre, kütüphane, medresedeki talebelerin istifadesi için gece ve gündüz açık olacaktı.
Osmanlı döneminde müstakil kütüphanelerin ortaya çıkışına kadar külliye, medrese ve camilerde kurulan kütüphaneler okuyucuya daha çok ödünç verme yoluyla hizmet ettiklerinden, bu kütüphanelerin vakfiyelerinde kütüphanenin açık bulunacağı gün ve saatlerle ilgili şartlara çok az rastlanır. XVII. asrın başlarından itibaren, ödünç vermeye karşı çıkma hareketlerine ve müstakil kütüphanelerin ortaya çıkmasına paralel olarak, vakfiyelere de yavaş yavaş kütüphanelerin açık olduğu günlerin ve daha sonra da saatlerin girmeye başladığı görülür.
XVI-XVII. asırlarda kütüphanelerin açık olduğu gün sayısı iki-üç iken XVIII. yüzyılın ortalarına doğru kütüphaneler genellikle haftada beş-altı gün açılmaya başlanır. Genellikle güneşin doğuşundan bir saat sonra açılan kütüphanelerin bazıları ikindi vakti kapanmakta, bazılarının da kapanış saati güneşin batışına bir saat kalıncaya kadar uzatılmaktadır.
Ortaçağ İslam dünyasında kütüphanelerden yararlandırmada bir kısıtlama olup olmadığını bilemiyoruz. Şüphesiz ki dârülilim ve Beytülhikme karakterindeki kütüphaneler sadece araştırmacılara açıktı. Memlük dönemine ait birçok vakfiyede "müslümanların istifadesi için" şeklinde kayıtlar bulunmaktadır. Ancak bu kütüphanelerin koleksiyonları göz önünde bulundurulduğunda, ulema, talebeler ve bürokratlar dışındaki halk kesiminin bu kütüphanelerden yararlanmaları da pek mümkün gözükmemektedir.
Kütüphanede okuma yanında istinsah faaliyetleri önemli bir yer tutmaktaydı. Fâtımî Halifesi Hâkim'in, 1005'te Kahire'de Beytülhikme/dârülhikme modelinde kurduğu dârülilim/dârülhikmenin vakfiyesine, kütüphaneye gelen okuyucuların kitap istinsahında kullanacakları kâğıt, mürekkep ve kalemlerin temininde harcanmak üzere bir miktar para koyduğu görülmektedir. Vakfiyede kâğıt alınması için diğer harcama kalemlerinden oldukça yüksek, 90 dinar gibi bir meblağ ayrılması, bu kütüphanede yoğun bir istinsah faaliyetinin gerçekleştirildiğini göstermektedir. Abbâsî Halifesi Müstansır da Bağdat'ta 1233 yılında yapımı tamamlanan medresesinde kurduğu kütüphanenin vakfiyesinde, kütüphaneden yararlanacak kişilere çeşitli kolaylıklar yanında kalem, kâğıt, mürekkep gibi kitap istinsahı için lüzumlu malzemelerin teminini de şart koşmuştu.
İslam dininin ilmi yaymayı teşvik etmesi, kütüphane kurucularının, ilk dönemlerde vakfiyelerine kitaplarının ödünç verilmesini yasaklayıcı hükümler koymalarını engellemiş olmalıdır. Ancak bir süre sonra ödünç verme yoluyla kütüphanelerin kitap kaybına uğramaları, bazı kütüphane kurucularını, vakfiyelerine ödünç vermeyi kısıtlayan maddeler koymaya zorlamışsa da bu konuda uzun süre yaygınlaşmış bir uygulama ortaya çıkmamıştır. Bazı kütüphane kurucuları vakfettikleri kitapların sadece medrese içinde kullanılıp talebelerin odalarına götürmelerine izin verilmemesini, bazıları da medrese içinde kitapların serbestçe dolaştırılmasını, ancak dışarı çıkarılmasının önlenmesini istemişlerdir.
Birçok kütüphane kurucusu da vakfiyelerine ödünç vermeyi düzenleyen benzer bazı şartlar koymuşlardır. Bu şartlardan en önemlisi, kütüphanenin bulunduğu kurumun dışarısına çıkarılacak kitaplar karşılığında, kitap değerine eşit miktarda para veya rehin alınması olmuştur. Şüphesiz ki her yerde aynı şekilde bir uygulama yapmak mümkün olmamıştır. Mesela Cemâleddin Mahmûd (1397) Kahire'deki medresesinde kurduğu kütüphanenin vakfiyesinde kitaplarının bir rehin karşılığında bile ödünç verilemeyeceğini belirtmiştir. Bir rehin karşılığında ödünç alınacak kitaplarla ilgili farklı uygulamalar getirilmiştir. Yâkut Hamevî, Merv'de mevcut on kütüphaneden rehin vermeden ödünç alınabildiğini, kendisinin de yüzlerce dinar değerinde kitapları ödünç alıp evinde okuduğunu söylemektedir. Reşîdüddin Fazlullah'ın Surhâb'da inşa ettirdiği külliyesindeki kütüphaneden bir ay süreyle rehin karşılığı kitap alınabilmekteydi. Sultan Kalavun'un kurduğu kütüphanenin vakfiyesinde de bir rehin karşılığında ödünç olarak alınacak kitapların okuyucuda üç aydan fazla durdurulmaması istenmiştir.
Şemseddin Altun-apa, 1202 tarihli vakfiyesinde isteyenlerin her kitabın karşılığı olan bir kıymette para vererek kütüphanesinden ödünç kitap alabileceklerini, kitapları geri getirdiklerinde de paralarının iade edileceğini belirtmiştir. Ancak birçok vakfiye/vakıf kaydından anlaşıldığına göre ödünç verme karşılığında rehin alma gittikçe yaygınlaşmıştır.
Memlük Sultanı Berkuk ise Kahire'de 1386 yılında iki saray arasında inşa ettirdiği medresenin vakfiyesinde, kütüphane hâzininin medresede kalan talebelere istedikleri kitabı bir makbuz karşılığında verip geri getirdiklerinde de makbuzlarını iade etmesini, medrese dışından bir kimseye ise kesinlikle kitap verilmemesini istemiştir.
Camilerde ise okuma mekânları camilerin içlerinde bulunmakta ve kitaplar cami dışına çıkarılamamaktaydı. Karaviyyîn Camii'ndeki kütüphanenin kitabesinde, orada mevcut kitapların kütüphane dışına çıkarılması yasaklanmaktadır. Ancak bu tür tedbirlerin ne derecede uygulanabildiği bilinmemektedir. Mesela Zehebî, Sümeysâtiye Hankahı Kütüphanesi hâzininin, kütüphane vakfiyesinde şart koşulmuş olmasına rağmen, kendisine ve diğer meslektaşlarına bir rehin almadan istedikleri kitapları verdiğini nakletmektedir. XVI. asrın ortalarında Mısır'da meydana gelen bir hadise, ödünç vermeye karşı çıkma çabalarının bazan başarıya ulaşamadığını göstermektedir: Süyûtî (ö. 1565), Kahire'deki Mahmûdiye Medresesi Kütüphanesi (1395) vakfiyesinde kitapların dışarıya çıkarılmayacağına dair bir kayıt bulunmasına rağmen hocalarından ikisinin bu kütüphanenin kitaplarını evlerine götürdüklerini görünce bu derecede âlim kimselerin vâkıfın koyduğu şartlara aykırı bir iş yapmayacaklarını düşündüğünden bu konuyu inceler ve "vâkıf'ın izni olmadığı hallerde dahi, bazı şartlar dahilinde ödünç kitap alınabileceği" neticesine varır. Süyûtî, bu konudaki görüşlerini açıkladığı Bezlü'l-Mechûd fî Hizâneti Mahmûd adlı risalesinde, bu kütüphaneden bir kitabın ödünç alınabilmesi için, alınacak kitabın nüshalarının diğer kütüphanelerde bulunması ve ödünç alınan kitabın lüzumundan fazla elde tutulmaması gerektiğini belirtmiştir. Endülüs ulemasından Venşerîsî'nin de (ö. 1508) zaruret olduğunda titiz ve dikkatli okuyuculara kütüphane dışında istifade etmek üzere ödünç kitap verilebileceğine dair bir fetvası vardır.
Eğitim öğretimle ilgili eserlerde kitapların ödünç verilirken uyulması gereken esaslara temas edildiğine göre kitap ödünç verme işi uzun süre uygulanmıştır. Memlüklü dönemi kütüphaneleri vakfiyelerinde genellikle medrese içinde ödünç vermeye önemli bir kısıtlama getirilmediği, medrese dışına kitap çıkarılmasına ise bazı durumlarda ve bazı kurallara uymak şartıyla izin verildiği görülmektedir. Ancak bu dönemde de kesinlikle dışarıya kitap ödünç verilmemesini isteyen vakıf kurucuları da vardır.
Bazı vakıf kayıtlarında da hâzinin ödünç kitap verdiği kişinin doğru ve dürüst bir kimse olup olmadığını araştıracağı, ödünç kitap alanların isimlerini defterine yazacağı, ödünç alınan kitabı zamanı gelince geri isteyeceği gibi kayıtlar yer almaktadır.
Osmanlılar'da kütüphane kurucularının, vakfettikleri kitapların ödünç verilmesi konusunda farklı görüşlere sahip oldukları görülmektedir. Ödünç vermeyi teşvik eden, hatta hâfızıkütüplerin bu konuda ihmalkâr davranmamasını isteyen vâkıflar bulunduğu gibi, ödünç vermeye şiddetle karşı çıkan kütüphane kurucuları da vardır. Osmanlı devri Türk kütüphanelerinde ödünç verme meselesinde ortaya çıkan bu değişik görüşler, İslam kütüphanelerinde yukarıda işaret edilen bu konudaki farklı uygulamalardan kaynaklanmaktadır.
Osmanlı kütüphanelerinde müstakil kütüphanelerin ortaya çıkışına kadar birçok kütüphane kurucusu vakfiyelerinde ödünç kitap verilebileceğini belirtmişlerdir. Ödünç vermeye karşı çıkış ancak XVII. asırda başlamış ve XVIII-XIX. asırlarda kurulan kütüphanelerde bu uygulamaya kesinlikle son verilmeye çalışılmıştır.
Kütüphane vakfiyelerindeki ödünç verme ile ilgili kayıtlar incelendiğinde, ödünç vermenin bir zaruret neticesinde ortaya çıktığı ve kütüphane kurucularının bazı mahzurlarını bilmelerine rağmen bir süre bu sisteme karşı çıkamadıkları görülür. Ancak bazı kütüphanelerde ortaya çıkan kitap kaybı, kütüphane sayısının çoğalması, talebelerin kullandıkları kitapları istinsah etme yanında belki de satın alma yoluyla da temin edebilmeleri, XVII. asırdan başlayarak kütüphane kurucularının koleksiyonlarını daha iyi koruyabilmek için ödünç vermeye karşı çıkmalarını kolaylaştırmıştır. XVIII. asrın başlarından itibaren de bazı istisnalarla bu uygulama yasaklanmış ancak XIX. asırda hemen hemen bütün kütüphane vakfiyelerine bu yasak kesin bir kural olarak girmiştir.
Aliyyân, Rıbhî Mustafa. el-Mektebât fi’l-Hadâreti’l-Arabiyyeti’l-İslâmiyye. Amman 1999.
a.mlf. “The History of the Arabic-Islamic Libraries: 7th to 14th Centuries”. International Library Review. sy. 22 (1999), s. 119-135.
Behrens-Abouseif, Doris. The Book in Mamluk Egypt and Syria (1250-1517). Leiden 2018.
Biran, Michal. “Libraries, Books, and Transmission of Knowledge in Ilkhanid Baghdad”. Journal of the Economic and Social History of the Orient. 62 (2019), s. 473-474.
Cûmânî, Saîd Dâmin. “el-Fehârisü’l-Mahtûtât li’l-Mektebâti’l-İslâmiyye”. Türâsiyyât. 14 (2009), s. 9-16.
Eché, Youssef. Les bibliothèques arabes. Damas 1967.
Erünsal, İsmail E. Orta Çağ İslâm Dünyasında Kitap ve Kütüphane. İstanbul 2018.
a.mlf. Osmanlılarda Kütüphaneler ve Kütüphanecilik: Tarihî Gelişimi ve Organizasyonu. İstanbul 2020.
Eyice, Semavi. “Eski Kütüphane Binaları Hakkında”. Türk Yurdu. sy. 267 (1957), s. 728-732.
Giladi, Avner. “Three Fatâwâ on ‘Lending Libraries’ in North Africa and Spain”. Arabica. 44/1 (1997), s. 140-143.
Halîfe, Şa‘bân Abdülazîz. el-Kütüb ve’l-Mektebât fi’l-Usûri’l-Vüstâ. Kahire 2001.
Hirschler, Konrad. Medieval Damascus: Plurality and Diversity in an Arabic Library, The Ashrafiya Library Catalogue. Edinburgh 2016.
İbn Hallikân. Vefeyâtü’l-A‘yân ve Enbâü Ebnâi’z-Zamân. nşr. İ. Abbas. I-VIII, Beyrut 1968-72.
Ma‘rûf, Nâci. Târîhu Ulemâi’l-Müstansıriyye. C. II, Kahire 1976.
Makdisî. Ahsenü’t-Tekāsîm fî Ma‘rifeti’l-Ekālîm. nşr. M. J. de Goeje. Leiden 1906, s. 449.
Makkarî. Nefhu’t-Tîb min Gusni’l-Endelüsi’r-Râtib. nşr. İ. Abbas. I-VIII, Beyrut 1968.
Meşhedânî, M. Câsim Hammâdî. Târîhu’l-Medreseti’l-Müstansıriyye fî Bağdâd. Bağdat 2013.
Nashabe, Hisham. Muslim Educational Institutions. Beirut 1989.
Neşşâr, Seyyid Seyyid. Târîhu’l-Mektebât fî Mısr: el-Asrü’l-Memlûkî. Kahire 1993.
Pedersen, Johannes. The Arabic Book. Princeton 1984.
Petry, Carl. “Some Observations on the Position of the Librarian in the Scholarly Establishment of Cairo during the Later Middle Ages; Data Yielded by Contemporary Biographical Sources”. MELA Notes. sy. 2 (1974), s. 17-22.
Rosenthal, Fr. The Technique and Approach of Muslim Scholarship. Roma 1947.
Sâatî, Yahyâ Mahmûd. el-Vakf ve Bünyetü’l-Mektebeti’l-Arabiyye. Riyad 1996.
Seyyid, Eymen Fuâd. el-Makrîzî ve Kitâbühû el-Mevâiz ve’l-İ‘tibâr fî Zikri’l-Hıtat ve’l-Âsâr. London 2013.
Sübkî. Muîdü’n-Niam ve Mübîdü’n-Nikam. Beyrut 1986.
Şebbûh, İbrâhim. “Sicillün Kadîm li-Mektebeti Câmii’l-Kayrevân”. Mecelletü Ma‘hedi’l-Mahtûtâti’l-Arabiyye. 2/2 (1956), s. 339-372.
Ünsal, Behçet. “Türk-Vakfı İstanbul Kütüphanelerinin Mimari Yöntemi”. Vakıflar Dergisi. sy. 18 (1984), s. 95-124.
Voguet, E. “L’inventaire des Manuscrits de la Bibliothèque de la Grande Mosquée de Kairouan (693/1293-4)”. Arabica. 50/4 (2003), s. 532-544.
Walker, Paul Ernest. “Fatimid Institutions of Learning”. Fatimid History and Ismaili Doctrine. Hampshire 2008, s. 1-41.
Wynter-Stoner, Kyle. “Books, Corruption, and an Emir’s Downfall: The Founding of the Mahmūdīyah Library in Mamluk Cairo”. Journal of Near Eastern Studies. 81/2 (2022), s. 335-362.
Yûsuf, M. Hayr Ramazan. Âdâbu İâreti’l-Kitâb fi’t-Türâsi’l-İslâmî. Beyrut 2005.
Bu madde Türk Maarif Ansiklopedisi’nin 2024 yılında Ankara'da basılan 4. cildinde, 194-203 numaralı sayfalarda yer almıştır. Maddenin pdf dosyasını indirmek için tıklayınız.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kutuphane
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Her türlü bilgi-belge kaynağının toplandığı ve kullanıcılara sunulduğu kurum.