Osmanlı mimarisinde klasik dönemin en büyük ustası.
Osmanlı mimarisinde klasik dönemin en büyük ustası.
Kayseri'nin Ağırnas köyünde doğdu. Hakkındaki temel kaynak Tezkiretü'l-Ebniye'de baba ismi Abdülmennan olarak geçer. Tahminen yirmi iki yaşında iken Acemi Oğlanlar Ocağı'na alınmış ve kırklı yaşlarının sonlarına kadar da atlı sekban, acemi oğlanları yayabaşılığı, kapıkulu yayabaşılığı, zemberekçibaşılık ve haseki rütbeleri ile görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim döneminde İran (1514) ve Mısır (1517), Kanûnî Sultan Süleyman döneminde ise Belgrad (1521), Rodos, Mohaç, Viyana, Irak, Korfu, Pulya ve son olarak da Boğdan seferlerine katıldı. Irakeyn seferinde (1534) Van gölünü geçmek için yaptığı üç kadırga ve Boğdan seferi (1538) sırasında Prut nehri üzerine inşa ettiği köprü, Mimar Sinan'ın meslekî kariyerindeki başlıca dönüm noktaları olarak kabul edilir. Özellikle ikinci olay neccarlık mesleğinde de mahir olan Mimar Sinan'ın ahşap inşaat teknolojisindeki ustalığını gözler önüne sermiş ve Acem Ali'nin ölümünden sonra da sermimarlık (reîs-i Mi'mârân-ı Dergâh-ı Âlî) görevine getirilmiştir.
Mimar Sinan yaklaşık yarım asır sürdürdüğü sermimarlık döneminde olağanüstü bir üretkenlik sergiledi. Kesin bir sayı zikretmek mümkün olmamakla birlikte kaynaklardan derlenen verilere göre kendisi tarafından onarılanlar da dahil olmak üzere toplam 477 eserinin olduğu kaydedilir. Bir mimarın yaklaşık elli yıllık meslek hayatında bu kadar çok yapı inşa etmesinin mümkün olamayacağı yönünde farklı görüşler öne sürülmektedir. Ancak kurumsal örgütlenme açısından merkez ve taşra teşkilatı olarak kayda değer bir olgunluğa erişen ve müstait (yetenekli, eğitilmeye hazır), şâkirt, vasat, ihtiyar (yaşlı ve deneyimli), kalfa, üstat ve başmimar olmak üzere belirli bir hiyerarşik yapıya kavuşan Hassa Mimarlar Ocağı'nda Sinan ile beraber dülger (neccar), harrat (çıkrıkçı), cassas (kireççi) hazzar (biçici), lağımger (lağımcı), haddad (demirci), camger (camcı), mülebbin (kerpiççi), ve sürbger (kurşuncu) gibi çok sayıda meslek ustasının görev yaptığı ve bu dönemde inşa edilmiş bütün projelerin sermimar olarak Mimar Sinan'ın onayından geçtiği ve üstelik birçok projenin de eş zamanlı uygulandığı düşünülürse, zikredilen sayının abartılı olmadığı değerlendirilebilir. Öte yandan, Prut nehri üzerine bir köprü inşa edilmesi gerektiğinde, Lutfi Paşa'nın Mimar Sinan'ı Kanûnî Sultan Süleyman'a takdim ederken, "Saâdetlü padişahım! Köprü bina olması Sinan Subaşı denilen kulunuzun kadr ü itibarı ile olur… Gayet üstâd-ı cihân ve mi'mâr-ı kârdândır" sözlerinden hareketle sermimarlık görevinden önce de bazı binalar inşa etmiş olabileceğinden de bahsedilmektedir.
Mimar Sinan ve eserleriyle ilgili birincil kaynaklar, dönem eserleri ve bilimsel çalışmalar oldukça zengin ve çok yönlü bir literatür oluşturmaktadır. Yakın dostu Sâî Mustafa Çelebi tarafından kaleme alınan Tezkiretü'l-Bünyân ve Tezkiretü'l-Ebniye ile Tuhfetü'l-Mi'mârîn, Risâletü'l-Mi'mâriye ve taslak halinde kaldığı için Rıfkı Melül Meriç'in Adsız Risâle olarak adlandırdığı anonim metinler onunla alakalı temel kaynaklar olarak kabul edilir. Ayrıca 1873 Viyana Uluslararası Sergisi için hazırlanan Usûl-i Mi'mârî-i Osmânî, XIX. yüzyılda Ahmed Cevdet tarafından İkdam gazetesinde neşredilen Sinan biyografisinin önsözü ve Sinan'dan dolaylı olarak bahseden Câfer Efendi'nin 1614 tarihli Risâle-i Mi'mâriye adlı eseri de onun sanatına ilişkin özgün dönem kaynakları olarak değerlendirilir. Cumhuriyet döneminde yapılan akademik-bilimsel nitelikli çalışmalar ise Sinan'ın biyografisinde ve yapıtlarında sosyal, kültürel, iktisadî, estetik, mimari tasarım ve mühendislik gibi farklı disiplinlere yönelik özelliklerin farkedilmesini sağlayan bir yaklaşım sergilemiştir. Daha ilginç olan ise bazı yayınlarda da dikkat çekildiği üzere Cumhuriyet döneminde yapılmış ilk Sinan çalışmalarıyla Sinan'ı betimleyen portre, büst ve heykellerin devlet ideolojisine hizmet eden bir figür oluşturma çabası olarak yorumlanmasıdır. Bu çabanın arka planındaki dinamiklerden biri, Sinan yapıtlarının çağı için modern ve bilimsel sayılabilecek bir tasarım diline sahip olması, diğeri ise onun etnik kökenine ilişkin çoğu zaman bilimsel olmayan tartışmalardır. Atatürk'ün tavsiyesi üzerine Afet İnan tarafından 1935 yılında Sinan ile ilgili olarak Ahmet Refik Altınay, Şevket Aziz Kansu, Sedat Çetintaş, Sedat Hakkı Eldem, M. Fuat Köprülü ve Albert Gabriel gibi önemli isimlerin de katıldığı kapsamlı bir proje başlatılır. Ali Saim Ülgen'in rölöveleri, Rıfkı Melül Meriç'in Sinan biyografileri ve Ömer Lutfi Barkan'ın Süleymaniye inşaat defterleri ile ilgili çalışmaları da uzun yıllara yayılan bu projenin çıktıları arasında yer almaktadır.
Mimar Sinan, Türk mimarlık tarihinin gelişim çizgisinde gerek inşa faaliyetlerinin örgütlenmesi gerekse tasarım ve yapıtları biçimlendiren standartlar itibariyle bir çığır açmıştır. Ancak Sinan yapıtlarının her biri külliye düzeni, mimari kütleyi biçimlendiren ayrıntılar ve üst örtü şeması gibi özellikler itibariyle kendine has bir tasarım diline ve tipolojik çeşitliliğe işaret eder. Sinan İslamî geleneğin ve içinde bulunduğu sosyokültürel ortamın kalıpları içerisinde hem Doğu hem de Batı dünyasına referans veren bir mimari kültürün en önemli temsilcisi olmuştur. Doğu ve Batı medeniyetlerini buluşturan Anadolu coğrafyasının konumu bu oluşumu besleyen başlıca dinamiklerden biridir. Sinan'ın mimarisi ve mimari tasarımdaki gelenekçi tavrı çoğu sanat tarihçisi tarafından tarihsellik şeklinde kavramsallaştırılır. Zira Sinan tarafından inşa edilmiş ibadet yapıları arasında ahşap tavanlı cami ve mescitler de vardır ancak bütün mekânı tek bir kubbe altında toplama çabası Sinan'ın cami mimarisine getirdiği en önemli özellik olarak kabul edilir. Bu bağlamda hem Türk-İslam mimarlık tarihi hem de Anadolu coğrafyasındaki erken örneklerin Sinan için bir çerçeve oluşturduğu muhakkaktır. Nitekim dünya mimarlık tarihinin pek çok abidevi yapısında da görüldüğü üzere kubbe evrensel-simgesel bir örtü öğesi olup Panteon, San Pietro Katedrali, Floransa Katedrali (Santa Maria del Fiore) ve Ayasofya gibi örneklerde olağanüstü boyutlara ulaşmıştır. Arap-İslam dünyasında ise daha çok Kûfe tipi denilen ve gerektiğinde ilaveler yapılarak büyütülmeye müsait bir cami anlayışı benimsenmiş ve uzunca zaman kubbe çapına ilişkin bir hassasiyet hissedilmemiştir. Dolayısıyla üst örtü kompozisyonuna spesifik bir unsur olarak katılan kubbe daha çok sembolik bir öğe olarak kullanılmıştır. Ancak özellikle XI. yüzyıl gibi erken bir tarihten itibaren Türk mimarisindeki kubbe algısının değişmeye başladığı ve Karahanlılar zamanına tarihlenen Hazara Degaron Camii ile yavaş yavaş bir merkezî kubbe fikrinin filizlendiği görülür. Dönemi ve bulunduğu coğrafya için oldukça özgün sayılabilecek bu tasarım Tokat Garipler Camii (XI. yüzyıl), Silvan Ulucamii (1152-57), Kızıltepe (Düneysir) Ulucamii (1224) ve Manisa Ulucamii (1366) gibi örneklerle Anadolu coğrafyasına taşınmış ve Osmanlı mimarisindeki merkezî kubbeli camilerin arka planını oluşturan güçlü bir geleneğe dönüşmüştür. Sinan'ın 1565'e tarihlenen Beşiktaş Sinan Paşa Camii'nde ise Edirne Üç Şerefeli Cami'nin (1437-1447) plan şemasının bazı strüktür çözümlemeleriyle iyileştirilerek tekrarlandığı görülür.
Yüzyıllara yayılan bu süreç, meslekî anlamda belirli bir olgunluğa erişmiş olan Sinan'ın muhayyilesinde bir meydan okumaya evrilir. 532-537 yılları arasında İmparator Justinianus tarafından inşa ettirilen ve antik mimarlık kültürünün başyapıtlarından biri olan Ayasofya, yaklaşık 30,80-31,90 m. civarındaki merkezî kubbesi ve üst örtü kompozisyonu ile sadece Mimar Sinan değil Beyazıt Camii'nin mimarı olarak gösterilen Yâkub Şah gibi başka mimarlar için de aşılması gereken bir hedef olarak görülmüştür. Nitekim Sinan Tezkiretü'l-Bünyân'daki Edirne Selimiye Camii ile ilgili bölümde "… Keferenin mimar geçinenleri Ayasofya kubbesi gibi büyük bir kubbe devlet-i İslâmiye'de bina olunmamıştır diyerek müslümanlara üstünlük taslarlardı. Dedikleri bu hakirin kalbinde ukde olup kalmış idi. Devlet-i Sultan Selim Han izhâr-ı kudret eyledi ve ben de Ayasofya kubbesinden altı zira kaddin (yüksek) ve dört zirâ devrin (geniş) ziyade eyledim" sözleriyle bu iddiasını dile getirmiştir.
Sinan'ın 1569-1574 yılları arasında inşa ettiği Selimiye Külliyesi, özellikle cami yapısının merkezî kubbeye bağlı mekân düzenlemesiyle Osmanlı mimarisinin zirvesini temsil eden bir eserdir. Edirne'ye hâkim bir tepe üzerine konumlanmış külliyenin özellikle camisi kaynaklarda Edirne'nin tacı olarak anılmaktadır. Cami, dârülhadis, dârülkurra, sıbyan mektebi ve arastadan oluşan külliyenin bir de imaretinden bahsedilirse de inşası mümkün olamamıştır.
Mimar Sinan'ın İstanbul'daki Süleymaniye Külliyesi, külliye planlaması açısından eşsiz bir başyapıt olarak değerlendirilirken, Edirne Selimiye Külliyesi'nin bu anlamda daha yalın bir örnek oluşturduğu görülür. Bu yalınlık belki de külliyenin merkezinde konumlanan camiyi daha da yüceltmek amacına yönelik bilinçli bir tercihtir. Çünkü Edirne Selimiye Külliyesi'ni anlamlı ve değerli kılan özelliği cami yapısının strüktürel kurgusudur. 130x190 m. ölçüsünde düzgün dikdörtgen bir avlunun ortasına konumlanan cami harim ve revaklı avlu olmak üzere birbirine eşit büyüklükte iki ana bölümden oluşan son derece geometrik bir plan kuruluşuna sahiptir. Sekiz fil ayağına oturan 31,22 m. çapındaki kubbe dünya mimarlık tarihinin en başarılı uygulamalarından biri olarak kabul edilir. Türk mimarisinin geçmişinde deneyimlenmiş bütün uygulama ve unsurların bir özetini oluşturan cami her bir ayrıntısı ile eşsiz bir kompozisyon özelliği sergiler. Yapıda bu mimari kompozisyonu meydana getiren bütün unsurlar merkezî kubbeye bağlı mekân kurgusunu güçlendirmeye yönelik bir çabayı ifade etmektedir. Adeta gökte asılı gibi duran devasa kubbenin dört minare ile kuşatılması ve iç mekândaki müezzin mahfelinin mekânın tam ortasında konumlanması da bu anlamda dikkat çeken diğer ayrıntılardır.
Mimar Sinan'ı farklı kılan özelliklerinden biri de tıpkı Leonardo da Vinci ya da Michalengelo gibi çok yönlülüğüdür. Bu sebeple "ser mi'mârân-ı cihân ve mühendisân-ı devrân" olarak anılan Sinan'ın inşa ettiği eserler sadece tasarım özellikleriyle değil mühendislik ve kentsel planlama açısından da son derece özgün çözümler ve ayrıntılar barındırmaktadır. Özellikle Süleymaniye Külliyesi bu anlamda günümüzün mimar, mühendis ve şehir plancılarına da örnek teşkil edecek bir başyapıt durumundadır. 1550-1557 yılları arasında inşa edilen ve tarihî yarımadanın üçüncü tepesinde konumlanan Süleymaniye Külliyesi gerek şehir silüetine kattığı değer gerek külliye yerleşim düzeni gerekse inşaat organizasyonu açısından Osmanlı mimarisinin en önemli yapıtlarından biridir. Cami, medrese-yi evvel, medrese-yi sânî, medrese-yi sâlis, medrese-yi râbi', dârülkurra, dârülhadis, medrese-yi etıbba, dârüşşifa, sıbyan mektebi, tabhane, dârüzziyafe (imaret), kervansaray, arasta, hamam ve türbeleri ile tam donanımlı bir kompleks özelliği gösteren Süleymaniye Külliyesi, bir yandan üçüncü tepeyi taçlandırarak imparatorluğun gücünü simgelerken, diğer yandan caminin etrafını saran eğitim, sağlık, barınma vb. kamu hizmetine yönelik yapılarla son derece güçlü bir sosyal sorumluluk hatırlatması yapar. Öte yandan, caminin doğusundaki yamaçta konumlanan medreselerin topografya ile uyumlu bir biçimde kademelendirilerek Haliç'e doğru alçalması da Mimar Sinan'ın şehir silüeti konusundaki öngörü ve hassasiyetini gösterir.
Osmanlı eğitim sisteminde genel olarak medrese adı altında nitelenen kurumlar münferit olarak da dârülhadis, dârülkurra ve dârüttıp gibi isimler alıyorlardı. Bu medreselerin yapıları da farklı tasarlanıyordu. Kaynaklar Mimar Sinan'ın bu çerçevede yetmiş dört medrese, sekiz dârülkurra ve yedi mektep inşa ettiğini kaydetmektedir. Bu medreselerden günümüze ancak yarısı ulaşabilmiş, bunların da yirmi kadarı orijinal yapısını koruyabilmiş durumdadır. Bazıları ise çok kötü şartlardadır. Sinan'ın İstanbul'da yaptığı medrese sayısı elli altı olarak belirlenmiştir. Bunların da yarıdan fazlası Suriçi bölgesindedir. Diğerleri ise Trakya yoğunluklu olup Anadolu'da İzmit, Ankara, Diyarbakır ve Van'da birer tanedir.
Mimar Sinan yaptığı ve içinde kıraat eğitimi yapıldığı dârülkurranın biri Edirne'de diğerleri ise İstanbul'dadır. Keza yedi mektebin tamamı da İstanbul'a serpiştirilmiştir. Zeynep Ahunbay'ın bu konuda yaptığı ayrıntılı araştırmada Sinan'ın eğitim yapılarında zaman ve mekâna ihtiyaç ve amaca göre değişebilen farklı tasarım ve uygulamalar yaptığı, bu uygulamalarda eğitim unsurunun başat olarak belirleyici olduğu açıkça görülmektedir. Sinan'ın yapıtları arasında oldukça önemli bir yer tutan medreseler kendi içinde farklı bir gelişim sergilemektedir. Cami tasarımlarında olduğu gibi daha önce inşa edilmiş bazı medreselerden de esinlenildiği anlaşılan Sinan medreseleri topografya veya mevcut dokuya uyumluluk açısından akılcı bir yaklaşımla tasarlanmıştır. Sinan'ın ilk medresesi olduğu belirtilen 1536-37 tarihli Halep Hüsreviye Külliyesi'ndeki medrese İznik Süleyman Paşa Medresesi'ne öykünen "U" biçiminde tasarlanmış bir plan şeması sergiler. İki yıl sonra Haseki Hürrem Sultan adına inşa ettiği Avratpazarı'ndaki külliyenin medresesinde ise avluyu üç yönden saran hücreler, belirli oranlarda dışa taşırılmış dershane birimi ve sadece tek sıra revakla donatılan giriş kanadı ile Osmanlı döneminin en yaygın medrese tasarımlarından birini uygulamıştır. Bu tasarım bir modellemeye dönüşerek Sinan'ın başka medreselerinde de ortaya çıkar. Ancak Şehzade Külliyesi'nin medresesinde olduğu gibi batı yönündeki kapı açıklığından girilen yapıda yanlara doğru gelişen dikdörtgen bir kütle oluşmuş, mekân organizasyonu ve mekânsal algıyı biçimlendiren mimari düzene ilişkin kodlar farklı bir biçimde tanımlanmıştır. Sinan'ın tarihselliğini öne çıkaran medrese örneklerinden biri de Eminönü'ndeki Sadrazam Rüstem Paşa Medresesi'dir. 1551 yılında inşa edilen bu yapıda Amasya'daki Kapı Ağası Medresesi'nin merkezi sekizgen avlulu plan şeması dıştan kareye tamamlanarak yeniden yorumlanır. Fatih Külliyesi'nde olduğu gibi Süleymaniye Külliyesi'nin evvel, sânî, sâlis ve râbi' medreseleri de bir yapılar topluluğu olarak tasarlanmıştır. Cami yapısının doğu ve batı yönünde ikili gruplar oluşturan medreselerden başka dârülkurra, dârülhadis ve tıp medresesi gibi ihtisas medreselerinin de külliye bütünlüğüne katıldıkları görülür. Mimar Sinan aynı avluyu paylaşan cami-medrese birlikteliğini pek çok yapıtında uygulamıştır. Elbette bu uygulamanın bütünüyle ona özgü bir tasarım olduğu söylenemez. Sinan öncesinde de Balat İlyas Bey Külliyesi'nde (1404) olduğu gibi aynı avluyu paylaşan cami ve medrese yapılarının birlikte planlandığı birçok örnek vardır. Ancak Mimar Sinan'ın yapıtlarında cami-medrese birlikteliği belirli bir olgunluğa erişmiş ve birbirine eklemlenmiş iki ayrı yapı olmaktan çıkıp birbirini tamamlayan organik bir bütünlüğe dönüşmüştür. Üsküdar Şemsi Paşa Külliyesi'nde (1580) "L" planlı bir medrese tasarlayan Mimar Sinan her anlamda rüşdünü ispatlamış bir mimar olarak alışılagelmiş kalıpların dışına çıkar, ancak mimari kimliğini tanımlayan kodları koruyarak strüktür-mekân ve çevre ilişkisini yeniden yorumlar.
Türk mimarlık tarihinin en önemli mimarlarından biri olan Mimar Sinan gözlem, deneme, üstün tasarım kabiliyeti, mühendislik bilgisi ve organizasyon becerilerini bir araya getirerek binlerce yıla yayılan Türk mimarlık tarihinde geçmişten beslenen ancak geleceğe yönelmiş akılcı bir mimarlık kültürü oluşturmuştur.
Mimar Sinan'ın İnşa Ettiği Eğitim Kurumları
Sultan Süleyman Medresesi (Mekke)
Süleymaniye medreseleri (İstanbul)
Yavuz Sultan Selim Medresesi
Sultan Selim Medresesi (Edirne)
Sultan Süleyman Medresesi (Çorlu)
Şehzade Sultan Mehmed Medresesi (İstanbul)
Haseki Sultan Medresesi (Avratpazarı)
Valide Sultan Medresesi (Üsküdar)
Kahriye Medresesi
Mihrimah Sultan Medresesi (İstanbul)
Mihrimah Sultan Medresesi (İstanbul)
Mehmed Paşa Medresesi (İstanbul)
Mehmed Paşa Medresesi (İstanbul)
Osman Şah Validesi Medresesi (İstanbul)
Rüstem Paşa Medresesi (İstanbul)
Ali Paşa Medresesi (İstanbul)
Ahmed Paşa Medresesi (İstanbul)
Sofu Mehmed Paşa Medresesi (İstanbul)
İbrâhim Paşa Medresesi (İstanbul)
Sinan Paşa Medresesi
İskender Paşa Medresesi (Kanlıca)
Kasım Paşa Medresesi
Ali Paşa Medresesi (Babaeski)
Mısırlı Mustafa Paşa Medresesi (Gebze)
Ahmed Paşa Medresesi (İzmit)
İbrâhim Paşa Medresesi (Esekapısı)
Şemsi Ahmed Paşa Medresesi (Üsküdar)
Kapı Ağası Mahmud Ağa Medresesi (Ahırkapı)
Kapı Ağası Câfer Ağa Medresesi (Soğukkuyu)
Ahmed Ağa Medresesi (Çapa)
Hâmid Efendi Medresesi (Filyokuşu)
Mâlûl Emîr Efendi Medresesi (Karagümrük)
Ümmüveled Medresesi (Karagümrük)
Üçbaş Medresesi (Karagümrük)
Kazasker Perviz Efendi Medresesi (Fatih)
Hâcegîzâde Medresesi (Fatih)
Ağazâde Medresesi (İstanbul)
Yahyâ Efendi Medresesi (Beşiktaş)
Defterdar Abdüsselâm Bey Medresesi (Küçükçekmece)
Tûtî Kadı Medresesi (Fatih)
Hâkim Mehmed Çelebi Medresesi (Küçükkaraman)
Hüseyin Çelebi Medresesi (Çarşamba)
Şahkulu Medresesi (İstanbul)
Kepenekçi Sinan Medresesi (Küçükpazar)
Yûnus Bey Medresesi (Draman)
Karcı Süleyman Bey Medresesi
Hâcce Hatun Medresesi (Üsküdar)
Defterdar Şerifezâde Medresesi (Kadıçeşmesi)
Kadı Hâkim Çelebi Medresesi (Küçükhahraman)
Kirmasti Medresesi
Sekban Ali Bey Medresesi (Karagümrük)
Nişancı Mehmed Bey Medresesi (Altımermer)
Kethüdâ Hüseyin Çelebi Medresesi (Sultanselim)
Gülfem Hatun Medresesi (Üsküdar)
Hüsrev Kethüda Medresesi (Ankara)
Mehmed Ağa Medresesi (Çatalçeşme)
Sultan Süleyman Dârüşşifası (Süleymaniye)
Haseki Sultan Dârüşşifası (Haseki)
Valide Sultan Dârüşşifası (Üsküdar)
Sultan Süleyman Han Dârülkurrası (İstanbul)
Valide Sultan Dârülkurrası (Üsküdar)
Hüsrev Kethüda Dârülkurrası (İstanbul)
Mehmed Paşa Dârülkurrası (Eyüp)
Müftü Sâdî Çelebi Dârülkurrası (Küçükkaraman)
Sokullu Mehmed Paşa Dârülkurrası (Eyüp)
Kadızâde Efendi Dârülkurrası (Fatih)
Ahunbay, Zeynep. “Mimar Sinan’ın Eğitim Yapıları: Medreseler, Darülkurralar, Mektepler”. Mimarbaşı Koca Sinan: Yaşadığı Çağ ve Eserleri. ed. S. Bayram. İstanbul 1988, s. 239-309.
Aslanapa, Oktay. “Mimar Sinan Medreseleri”. VI. Vakıf Haftası: Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesinde “Mimar Sinan ve Dönemi” Sempozyumu (5-8 Aralık 1988). İstanbul 1989, s. 201-212.
Aşkun, İlgi Yüce. “Sinan Devri Medrese Mimarisi”. Mimar Sinan Dönemi Türk Mimarlığı ve Sanatı. haz. Z. Sönmez. İstanbul 1988, s. 27-38.
Barkan, Ömer Lütfü. Süleymaniye Cami ve İmareti İnşaatı (1550-1557). I-II, Ankara 1972-79.
Ca’fer Efendi. Risâle-i Mi’mâriyye. haz. İ. A. Yüksel. İstanbul 2005.
Çelik, Serpil. Süleymaniye Külliyesi: Malzeme, Teknik ve Süreç. Ankara 2009.
Dâyezâde Mustafa. Selimiyye. haz. C. Okuyucu. Ankara 2019.
Erzen, Jale Nejdet. Mimar Sinan Estetik Bir Analiz. İstanbul 2005.
Eyice, Semavi. “Mimar Sinan’ın Külliyeleri”. VI. Vakıf Haftası: Türk Vakıf Medeniyeti Çerçevesinde “Mimar Sinan ve Dönemi” Sempozyumu (5-8 Aralık 1988). İstanbul 1989, s. 169-200.
Kuban, Doğan. Sinan’ın Sanatı ve Selimiye. İstanbul 1997.
Kuran, Aptullah. Mimar Sinan. İstanbul 1986.
Meriç, Rıfkı Melûl. Mimar Sinan Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan’ın Hayatına, Eserlerine Dair. Ankara 1965.
Mülâyim, Selçuk. “Sinan”. DİA. 2009, XXXVII, 224-227.
Necipoğlu, Gülru. Sinan Çağı: Osmanlı İmparatorluğu’nda Mimarî Kültür. çev. G. Çağalı Güven. İstanbul 2013.
Saatçi, Suphi. Mimar Sinan. İstanbul 2021.
Sâî Mustafa Çelebi. Yapılar Kitabı: Tezkiretü’l-Bünyan ve Tezkiretü’l-Ebniye (Mimar Sinan’ın Anıları). haz. H. Develi. İstanbul 2003.
Tanyeli, Uğur. Mimar Sinan: Tarihsel ve Muhayyel. İstanbul 2021.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mimar-sinan
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Osmanlı mimarisinde klasik dönemin en büyük ustası.