Filistin’de semavi dinlerce kutsal kabul edilen şehir.
Filistin’de semavi dinlerce kutsal kabul edilen şehir.
Akdeniz ile Lut gölü arasında yer alan Kudüs, bölgenin en önemli tarihî şehirlerinden biridir. Üç semavi din ve müntesipleri tarafından kutsal kabul edilmesinden dolayı Kudüs'ü hakimiyetinde bulundurmanın sağlayacağı meşruiyet ve itibara duyulan ihtiyaç, tarih boyunca burası için sürekli bir mücadeleyi de beraberinde getirmiştir. Bu itibarla aynı zamanda hakkında en fazla eser kaleme alınan şehir özelliğini de taşımaktadır.
Eski Kudüs şehrinin bulunduğu yerdeki ilk yerleşimlerin milattan önce IV. binyılda başladığı kabul edilmektedir. Milattan önce III ve II. binyıllarda bölgeye Arap yarımadasından gelen ve Sâmî topluluğu olan Kenanlılar'ın yerleştiği bilinmektedir. Kudüs'ü bir şehir olarak ilk defa Kenanlılar'ın bir kolu olan Yebusîler'in kurduğu varsayılmaktadır. Bu dönemde bir şehir devleti olan Kudüs'te Yebusîler ayrıca bir tapınak inşa ettiler. Yebus ismiyle anılan şehrin aynı zamanda, sistemik olarak yürütülen eğitim öğretim faaliyetlerine de ev sahipliği yaptığı kabul edilmektedir. Hz. Dâvûd'un şehri fethetmesiyle birlikte burası genişleyen devletinin başşehri oldu. Hz. Süleyman döneminde ticaret, ziraat ve zanaat gelişti. Ayrıca Hz. Süleyman'ın inşa ettirdiği büyük mâbet ile şehir siyasî merkez hüviyetinin yanında dinî bir merkez olma özelliği kazandı. Mâbet etrafında şekillenen din eğitimi, buraya bağlı ve sürekliliğe sahip bir dinî zümreyi ayakta tutuyordu.
Bâbil Kralı Buhtünnasr'ın (Nebukadnezzar) yakıp yıkmasıyla harabeye dönen şehir Persler'in hakimiyetinde yeniden canlandı. Mâbedin ikinci defa inşa edilmesi nüfusta artış meydana getirdi. İskender'in bölgeyi ele geçirmesinden sonra şehirde mâbet etrafındaki canlılık, kimi zaman müreffeh kimi zaman da sıkıntılar içinde var olmaya devam etti. Milattan önce 63'te Romalılar'ın hakimiyeti ve milattan sonra 70'te kumandan Titus'un tahribine sahne olan şehre, bir süre sonra yahudilerin girişi yasaklandı ve zaman içinde yıkılmış olan mâbedin yerine bir Roma tapınağı inşa edilerek uzun tarihî bir dönem sonlandırıldı. Milattan sonra 327'de Bizans İmparatoru I. Konstantin'in annesi Helena'nın Kudüs'ü ziyareti sırasında inşa ettirilen Kamâme (Kıyâme) Kilisesi ile (Church of the Holy Sepulchre) Beytülahim'deki Doğuş Kilisesi (Church of the Nativity) sayesinde şehir hıristiyanlar için dünya üzerindeki en kutsal mekân haline gelerek yeni bir dönem başladı. Dünyanın her tarafından hıristiyan hacılar bölgeye akın etti. Mısır'da ortaya çıkan ilk hıristiyan manastırları da buraya taşındı. Ayrıca Kudüs etrafında pek çok yeni manastır inşa edildi. Yeni inşa edilen kiliselerle manastırlarla şehir aynı zamanda hıristiyan din eğitiminin de merkezi haline geldi.
Kudüs 638 yılında Hz. Ömer'in bizzat gelip şehirde yaşayanlarla imzaladığı anlaşmayla İslam topraklarına katıldı. Böylece Kudüs tarihinde yeni bir dönem başladı. İslamî geleneğe miraç hadisesi ile dahil olan Mescid-i Aksâ'da Hz. Ömer, bir mescit inşa ettirmesinin yanında Ubâde b. Sâmit'i de şehre muallim ve kadı tayin etti. Şam Valisi Muâviye, Hz. Ali'ye karşı gelerek Kudüs'te halktan biat aldı ve Emevî Devleti'nin kuruluşunu burada ilan etti. Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân tarafından yapımı başlatılan ve 685 yılında tamamlanan Kubbetüssahre ile daha sonra inşa ettirilen Kıble Mescidi şehre İslamî bir kimlik kazandırdı. Kudüs'ün değişmeyecek simgesi haline gelen bu yapılar Emevîler döneminde eğitimin merkezi haline geldi. İslam fethinden itibaren müslüman ziyaretçiler miraç mahalli olarak kabul edilen Kudüs'e oldukça yüksek bir ilgi gösterdi. Bu ilgi yalnızca ziyaretçilerin buraya uğrayıp yola devam etmesiyle sınırlı değildi, aynı zamanda Mescid-i Aksâ etrafında şekillenen ilim ortamından faydalanmak isteyenlerin kalıcı olarak yerleşmesine de sebep oldu. Kudüs ulemasından ders almak isteyenlerle burada münzevi hayatlarını sürdürmek niyetindeki sufiler şehre gelmeye devam etti. Müslümanların meşhur âlimleri de şehre gelip hayatlarının bir döneminde burada dersler veriyorlardı. Ulemadan bazı kişiler de burada verdiği derslerle tanınır hale geliyordu. Bu canlı ilmî ortam Abbâsîler, Fâtımîler ve Selçuklular dönemlerinde de devam etti. Fâtımîler döneminde Halife Hâkim-Biemrillâh tarafından benzeri Kahire'de bulunan ve kütüphanesiyle birlikte bir araştırma merkezi hüviyetinde olan Dârülilim ismindeki kurumu Kudüs'te kurarak ilim hayatını daha da canlandırdı.
Kudüs'ü müslümanların elinden kurtarma propagandasıyla başlatılan Haçlı seferleri yıkımları da beraberinde getirdi. 1099 yılında Haçlılar şehri ele geçirdiklerinde burada bulunan müslüman ahaliyi tümden katlettiklerinde İslam döneminde oluşmuş olan ilmî birikim de ortadan kalktı. Selâhaddin Eyyûbî kumandasındaki ordu, 1187'de şehri Haçlılar'dan geri aldı. Kudüs'teki ilmî müesseseler yeniden canlandırıldı ve kurulan vakıfların desteği ile eskisinden daha sistemli bir şekilde teşkilatlandırılmaya başlandı. Selâhaddin Eyyûbî şehirde, kendi adıyla anılacak olan büyük bir medrese kurdu. Selâhiye Medresesi olarak kayıtlara geçen bu yapıyı kendi vakfına dahil etti. Ayrıca inşa ettirdiği hankah ile bu vakfa gelir temin etti. Selâhiye Medresesi, XIX. yüzyıla gelindiğinde Kudüs'te sürekliliği devam ettiren en uzun ömürlü eğitim kurumu unvanını taşıyordu. Bu kurumsal yapının sürekliliğinin en önemli sebebi vakıf çatısı altında bulunuyor olmasıydı. Nitekim fetih sonrasında kurulan diğer eğitim müesseselerinin de bir vakfa bağlı olarak kurulmasına öncelik verildi. Selâhaddîn Eyyûbî Kudüs'te başka medreselerin kurulmasını sağlayarak sufi mücavirlerin kullanımı için de farklı mekânlar tahsis etti. Önceden olduğu gibi şehirde müderris ve talebe hareketliliği sağlandı. Selâhaddin Eyyûbî'ye denizden destek olan Mağripliler'in yerleşmesi için Mescid-i Aksâ'nın batı tarafında bir mahalle kurulup vakıf olarak tescil edildi. Ardından mahallede Efdâliye ismiyle bir medrese kuruldu. Bu mahallenin ve medreselerin varlığı Kuzey Afrika ve diğer müslüman memleketlerinden her sene çok sayıda kişinin ziyaret ve ilim alma maksadıyla şehre gelmesini sağlıyordu. Nahviye, Muazzamiye ve Meymûniye medreseleri de şehirde Eyyûbîler döneminde kurulan medreselerden yalnızca bazılarıdır.
Eyyûbîler döneminde Kudüs'te eğitim öğretim hayatında başlatılmış olan atılımlar, 1260'tan itibaren Memlükler ile de hızlanarak devam etti. Bu dönemde şehrin siyasetin uzağında kalması ve özellikle de Moğol istilasından etkilenmemesi kültürel hayatı zenginleştirdi. Moğollar'ın istila ettikleri bölgelerden kaçmak zorunda kalan ulemanın tercih ettiği şehirlerden biri de Kudüs'tü. Bu dönemde Mescid-i Aksâ'nın bitişiğinde olan Megaribe mahallesi ilim halkaları bakımından şehrin en gözde merkezi haline geldi. Memlükler zamanında bütün şehir genelinde elliye yakın medrese bulunuyordu. Bunlardan yaklaşık otuz tanesi Memlükler tarafından kuruldu. Şehirde ilim hayatı yalnızca medreselerde şekillenmiş değildi. Mescid-i Aksâ ve Kubbetüssahre için kurulan vakıflar müderrislerin ders vermesine imkân sağlıyordu. Bunun yanında zaviye ve tekkelerde oluşturulan ilim halkaları sufileri de cezbetmekteydi. Bu canlı sosyal hayatın odak noktasında önemli bazı aileler yer alıyordu. Müderrislik, kadılık, nakîbüleşraflık ve buna benzer görevleri ellerinde bulunduran aileler kültürel hayatı şekillendiriyor ve aynı zamanda sürekliliği sağlıyordu.
Yavuz Sultan Selim'in 1516'daki Suriye ve Mısır seferi sırasında Kudüs de Osmanlı idaresine girdi. Sefer sırasında burayı ziyaret eden Yavuz Sultan Selim, selefleri müslüman hükümdarlar gibi şehrin kutsiyetine duyduğu saygıyı içtenlikle gösterdi. Güzergâhı dışında kalmasına rağmen ziyaretiyle ve verdiği fermanlarla şehirdeki kadim inanç hürriyeti ve geleneklerin muhafaza edileceğinin teminatını verdi. Selâhaddin Eyyûbî zamanından Memlükler'in sonuna kadar geçen sürede kurulmuş olan eğitim müesseseleri ve ilmî hayatın canlı kalmasını sağlayan vakıflar, Osmanlı tarafından olduğu gibi devralındı ve işleyişlerinin eski usullerle devam etmesi sağlandı. Osmanlı arşiv kaynakları incelendiğinde Kudüs'te Memlükler'den intikal eden vakıf sayısının 140'tan fazla olduğu görülmektedir. Bu sayının büyük bir bölümü medrese, zaviye ve tekke gibi eğitim kurumları için kurulmuş olan vakıflardı. Selâhaddin Eyyûbî döneminden Osmanlı zamanına kadar eski Kudüs şehrinde fizikî bakımdan yapılaşma doyum noktasına ulaşmış olduğu için Osmanlı döneminde kurulmuş olan vakıfların büyük bir bölümü mevcut kurumları destekleyici nitelikte oldu. Bu vakıflar, genel olarak Mescid-i Aksâ, Sahretullah ve Halîlürrahman gibi köklü vakıflara takviye niteliğinde kuruldu. Buna rağmen Osmanlı döneminde kurulan yeni vakıfların en önemli işlevlerinden biri de eğitim öğretimi desteklemekti. Mesela Kanûnî Sultan Süleyman zamanında kurulan Kudüs Haseki Sultan Vakfı, bir imaret olarak medrese talebe ve ulemasına yiyecek sağlamasının yanında şehirdeki zaviyeleri ve mensuplarını maddi açıdan desteklemekteydi. Eğitim kurumlarının devlet tarafından doğrudan değil de vakıflar aracılığıyla desteklenmesi, bu kurumların faaliyetlerini görece özgür ve dönemsel politikalardan etkilenmeyecek bir şekilde sürdürmesini sağlamaktaydı.
Vakıfların aldığı destek ve takviyeler yalnızca üst kesimlerden değil toplumun bütün katmanlarından sağlanmaktaydı. Şehirde padişah ve hanım sultanların kurduğu vakıfların yanında giderek aşağıya doğru yayılan, vakıf kurma yoluyla eğitimi ve kurumlarını destekleme çabası vardı. Bu vakıflar medrese, dârülhadis, zaviye, tekke ve mektepleri ya yeni baştan kuruyor yahut onlara yeni akarlar tahsis ederek ihtiyaçlarını karşılıyordu. Kudüs'te gerek Osmanlı öncesinde gerekse Osmanlı zamanlarında kadınlar tarafından kurulmuş olan vakıflar şehirdeki eğitim faaliyetlerinin en önemli destekleyicileri arasındaydı. Yukarıda bahsedilen Haseki Sultan Vakfı'ndan ayrı olarak II. Murad zamanında Candaroğulları'na mensup İsfahanşah Hatun tarafından kurdurulan Osmâniye Medresesi Vakfı Osmanlı kadınlarının Kudüs'teki canlı ilim ortamına katkı sağlama düşüncesinin bir örneğidir.
Arşiv kayıtları incelendiğinde, Osmanlı asırlarında Kudüs'te yetmişten fazla medresenin faal olduğu ortaya çıkmaktadır. Kudüs gibi orta büyüklükte nüfusa sahip olan bir şehir için bu sayı oldukça fazladır. Surlarla çevrili ve sınırları belirli olan şehrin neredeyse her köşe başına bir medrese düşmekteydi. Medreselerin bu kadar fazla olması medrese efradının önemli bir bölümünün şehir dışından gelerek buralarda ilim tahsil ettiğini göstermektedir. Buradaki medreselerin bir kısmının farklı mezhep usullerine göre eğitim vermesi ve bir kısmının ise dört mezhebe göre dengeli bir eğitim sunması ilim taliplerinin buraya olan teveccühünü artırmaktaydı.
Bu canlı ilim ortamının maddi anlamda en büyük destekçileri olan vakıfların işleyişi ise oraya akar olarak bağlanan arazi ve diğer gelir getiren mülklerin varlığına bağlıydı. Kurulduktan sonra Haseki Sultan Vakfı'na akar olarak otuz beş köy, on beş mezra ve dört arazinin gelirleri tahsis edildi. Haseki Sultan Vakfı imparatorluğun en güçlü zamanında, Kanûnî Sultan Süleyman'ın eşi tarafından kurdurulduğu ve çok geniş kesimlere yiyecek, barınma ve farklı destekler sağladığı için gelir bakımından şehrin en güçlü vakıflarından biriydi. Diğer yandan bölgenin en büyük vakıfları olan Mescid-i Aksâ, Sahretullah ve Halîlürrahman vakıflarının çatısı altında da eğitim faaliyetleri sürdürülmekteydi. Özellikle bu üç vakıf sahip olduğu sabit akarların yanında her sene İstanbul'dan gönderilen surrelerle de destekleniyordu. İstanbul, Anadolu ve Balkanlar'daki pek çok vakıftan her sene Haremeyn'e gönderilen maddi destekleri içeren bu surreler Kudüs'e de uğruyor; burada vakıflar, mücavirler, ulema ve ihtiyaç sahiplerine dağıtılıyordu. Surreler ile Kudüs'e gönderilen bu maddi desteklerden en büyük pay, oradaki medrese ve zaviyelerin müntesiplerine ayrılıyordu.
Kudüs'teki ilim ortamı Mescid-i Aksâ ve medreseler etrafında şekillenirken bu ortamın güçlü bir şekilde ayakta kalmasını da önde gelen ulema aileleri sağlamaktaydı. Osmanlı'dan önce var olan ulema aileleri Osmanlı döneminde korunmuş, ancak zaman içinde yeni ailelerin de ortaya çıkmasıyla yavaş da olsa sürekliliği olan bir değişim yaşanmıştır. Osmanlı'nın Kudüs'ü almasına kadar hıristiyanların kullanımında olan Hz. Dâvûd Türbesi ve etrafındaki zaviye ile diğer yapılar için Kanûnî tarafından bir vakıf kurulmuş ve vakfa mütevelli olarak Ahmed Decânî atanmıştır. Decânî'nin soyundan gelenler bu vakıftaki görevi yürütmeye devam etmelerinin yanında Decânî ailesi büyüyerek üyeleri Kudüs'te önemli mevkilere geldiler. Osmanlı öncesinde şehirde etkin olan ve Osmanlı zamanlarında da bu etkinliklerini kimi zaman arttıran, kimi zaman da kaybeden Hüseynî, Hâlidî, Dekkak, Aselî, Alemî ve Lutfî gibi aileler bir dönem Kudüs'te 300'e yakın medrese görevini ellerinde bulunduruyordu. Bu aileler yalnızca medrese görevlerini değil diğer vakıflarda mütevellilik, nakîbüleşraflık, kadılık, müftülük gibi önemli görevleri de kontrol ediyorlardı. Ancak aralarındaki rekabet zaman zaman eğitime ve şehrin istikrarına da darbe vuruyordu. XVIII. yüzyıldan itibaren şehirde gittikçe güçlenen Hüseynî ve Hâlidî aileleri XIX. yüzyılın sonlarına gelindiğinde diğer ailelerle aralarını oldukça açarak konumlarını sağlamlaştırmışlardı. Bir zaman sonra ilmiye ile ilişkili görevlerinin yanında idare meclisi üyelikleri gibi görevleri de üstlenmeleriyle zenginliklerini ve nüfuzlarını arttırmışlardı.
Bu ailelerin fertlerinin önemli gelirler getiren konumlarda bulunmaları zenginliklerinin bir bölümünü kitap toplayarak özel kütüphaneler kurmaya sevketti. 1656'da bir vakıf olarak kurulan Hâlidî Kütüphanesi'ne zaman içinde başka kitaplar da eklendi ve büyümeye devam etti. 1703'te Ali Mustafa Ebü'l-Vefâ Alemî, kitapları için bir vakıf kurarak bu vakfı kendi soyundan gelenlerin idaresine bıraktı. Bunlardan başka Hüseynî ve Halîlî gibi ailelerin de kitaplarını vakfederek kurumsal kütüphane oluşturmaya yöneldikleri bilinmektedir. Kudüs'te kitapların mahfuz bulunduğu en önemli yerlerden biri de Mescid-i Aksâ idi. İlk İslam fethinden sonra buraya kitaplar tahsis edildiği bilinmektedir. Selâhaddin Eyyûbî zamanında vakfedilen kitaplar haricinde sonraki dönemlerde farklı vesilelerle kütüphaneye pek çok kitap eklenmiştir. Mescid-i Aksâ'nın çevresinde bulunan medreselerin de birer kütüphanesi bulunmaktaydı. Kudüs'e bağlı olan Yafa ve Gazze kazalarında da kütüphaneler bulunmakta olup Kudüs kütüphanelerinde dinî ilimlerin yanında astronomi, tıp, tarih, dil ve sanat alanında kitaplar yer alıyordu. Mescid-i Aksâ ve Sahretullah kütüphanelerinin birer kütüphane emini vardı. Bu kitaplar medrese mensubu ulema ve talebelere olduğu gibi dışarıdan gelenlerin de istifadesine sunulmaktaydı. Bu kadar kütüphane ve kitabın bulunduğu Kudüs'te kitap ticareti oldukça gelişmişti. Şehrin sahaflar ve mücellitler loncası dahi bulunuyordu. Bu lonca reisliğini ulema ve vakıf görevlileri üstleniyordu.
Eyyûbîler zamanında kurulan Megaribe mahallesi barındırdığı medrese ve zaviyelerle oldukça dinamik bir yapıya sahipti. Mağripli müslümanların sakin olduğu mahallenin nüfusu Osmanlılar'ın sağladığı istikrar ile XVI. yüzyılda 560'lara kadar ulaşmıştı. Şehri ziyarete gelen dervişlerle yardıma muhtaç olan mahalle halkı Ebû Medyen ve Megaribe zaviyelerinde konaklayıp ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Aynı zamanda bu zaviyeler sistemli tedrisin dışında tekke eğitimi sunan kuruluşlardı. Mahallede bulunan Efdâliye ve Fahriye medreseleri genellikle Mağripliler'e yönelik Mâlikî fıkhına göre eğitim veren yerlerdi.
Tanzimat reformlarıyla birlikte imparatorluğun her yerinde olduğu gibi Kudüs'te de yeni eğitim kurumları ihdas edildi. Islahat Fermanı'nın ardından din ve mezhep farkı gözetmeden bütün halka hitap edecek bir eğitim sisteminin oluşturulması için Maarif Nezareti kurulduğundan Kudüs de bundan istifade etti. 1858'den sonra yaygınlaşmaya başlayan rüştiyeler bu dönemde eğitim reformunun en görünür adımı oldu. Kudüs'te kurulan ilk rüştiyenin inşası 1868'de tamamlanarak eğitimci kadrosu da aynı sene içinde oluşturuldu. 1869'da Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi'nin ilan edilmesiyle modern eğitimin alt yapısı hazırlandı. Kudüs merkezde kurulmuş olan rüştiye mektebine Yafa, Gazze ve Halîlürrahman kazalarında kurulan rüştiyeler de eklendi. Kudüs'te lise eğitimine denk gelen idâdînin inşasına 1888'de başlandı, iki yıl içinde tamamlanarak eğitime geçildi. 1897 yılında bu idâdînin seksen dokuz öğrencisinden biri gayrimüslim, diğerleri müslümandı. XX. yüzyıl başlarında müslüman çocukların eğitimi için faaliyet sürdüren medrese sayısı on dokuza gerilemişti. Bu tarihlerde Kudüs'te müslüman eğitim kurumlarının yanında, pek çoğu yakın zamanda açılmış gayrimüslim ve yabancı mektepleri vardı. Kazalarıyla birlikte bütün mutasarrıflık genelinde yirmi Rum mektebi varken on üç Latin, beş Ermeni ve otuz dokuz da Mûsevî mektebi bulunuyordu. Yabancılar tarafından kurulmuş olan küçüklü büyüklü eğitim kurumlarının sayısı ise yetmiş dörttü. Yabancıların kurmuş olduğu bu mekteplerde mezheplerine göre gayrimüslim çocuklar eğitim almaktaydı. Bu eğitim kurumlarının koordinasyonu Kudüs Mutasarrıflığı bünyesinde bulunan maarif idaresince sağlanmaktaydı. Burada maarif müdürü maiyetinde muhasebeci, kâtipler ve sandık emini görev yapmaktaydı. Kaza merkezlerindeki eğitim işleri ise maarif komisyonlarınca yürütülüyordu. Gayrimüslimlerin eğitim alanında ilerlemeleri Araplar arasında milliyetçi söylemlerin yükselmesine sebep olmuştu. Bu sebeple harekete geçen İttihatçılar Kudüs'te müslüman ahalinin eğitimini yükseltmek için çareler üretmişlerdi. Bu maksatla Arap vilayetlerinde eğitimin Arapça yapılması için alt yapı hazırlanmış, ayrıca I. Dünya Savaşı'ndan kısa bir süre önce de Kudüs'te çok dilli Selâhaddin Eyyübî Külliyesi (Üniversitesi) kurulmuştur.
Kudüs'te XIX. yüzyılın ortalarından itibaren kurulmaya başlanan ve oldukça yaygınlaşan matbaalar, basılan kitap sayılarının hızla artmasına sebep oldu. Genel olarak Türkçe, Arapça, Fransızca, İngilizce ve İbrânîce dillerinde basım yapan matbaa sayısı son dönemde yirmi ikiye çıkmıştı. Bu gelişme de Kudüs'te farklı unsurların eğitim faaliyetlerine katkılar sundu. Genel olarak İslam tarihi boyunca ama özellikle Osmanlı asırlarında Kudüs'te yaşanan bütün problemlere rağmen farklı unsurların bir arada yaşaması için her türlü tedbirler alındığı gibi, farklı unsurların kendi inanç sistemlerine göre eğitim vermelerine de imkân sunularak birlikte yaşamanın güzel bir örneği verildi.
Kudüs'ün siyasî, sosyal ve eğitim hayatı 1917 yılında Osmanlı idaresinden çıkıp İngiliz mandasına girmesinden sonra tamamen alt üst oldu. Ancak şehir ve buradaki sosyal hayat daha büyük darbeyi, 1948'de İsrail'in kurulmasından sonra aldı. Vakıflar kaynaklarını kaybetti, medreseler kapandı, tekke ve zaviyeler işlevsiz kaldı. 1967 sonrasında yaşanan gelişmeler ise Kudüs'ün statüsünü işgal altında bir şehir hükmüne koydu. Kudüs işgal altında pek çok hususta olduğu gibi eğitim alanındaki canlılığını hızla yitirdi. Filistinliler'in Kudüs'ü devletlerinin başşehri olarak kabul etmeleriyle burada kalma arzuları eski şehrin hâlâ bir müslüman şehri olma hüviyetini korumasına imkân tanımaktadır.
BOA. Tedrisât-ı İbtidâiye Kalemi (MF.İBT). 405/65.
Avcı, Casim. “Kudüs”. DİA. 2002, XXVI, 327-329.
Aydın, Ali İhsan. “Osmanlı Döneminde Kudüs Medreselerinin Arşiv Kaynakları”. Osmanlı Döneminde Kudüs’te İlmi Hayat ve Eğitim Uluslararası Sempozyum Bildirileri. ed. Z. Kurşun – A. Usta. İstanbul 2019, s. 101-108.
Dolu, Alaattin. “18. Yüzyılda Kudüs’te Kitap Sahipliği”. Osmanlı Döneminde Kudüs’te İlmi Hayat ve Eğitim Uluslararası Sempozyum Bildirileri. ed. Z. Kurşun – A. Usta. İstanbul 2019, s. 49-80.
a.mlf. Osmanlı Kudüs’ü: Kent Kimliği Nüfuz ve Meşruiyet 1703-1789. İstanbul 2019.
Erünsal, İsmail E. Osmanlı Kültür Tarihinin Bilinmeyenleri. İstanbul 2014.
Kurşun, Zekeriya – Aydın, Ali İhsan. 100 Soruda Kudüs. İstanbul 2018.
a.mlf. “Kudüs Haseki Sultan Vakfı’nın Tapu Kayıtları”. Kudüsün Melikesi: Haseki Sultan Vakfı (Kuruluşu, Yönetimi ve Mülkleri). ed. Z. Kurşun – A. İ. Aydın, İstanbul 2022, s. 118-146.
Montefiore, Simon Sebag. Kudüs: Bir Şehrin Biyografisi. çev. C. Demirkan. İstanbul 2016.
Öksüz, Mustafa. “Osmanlı Kudüs’ünde İlmiye Sınıfına Bir Bakış”. Huzuru Bekleyen Şehir: Kudüs. ed. O. Aydınlı. İstanbul 2020, ss. 248-261.
a.mlf. “Kudüslü Bir Sûfî: Ahmed ed-Decânî”. Osmanlı Döneminde Kudüs’te İlmi Hayat ve Eğitim Uluslararası Sempozyum Bildirileri. ed. Z. Kurşun – A. Usta. İstanbul 2019, s. 25-47.
Salnâme-i Nezâret-i Maârif-i Umûmiye, 1317, 1321.
Şeşen, Ramazan. Selâhaddîn Eyyûbî ve Devlet. İstanbul 1987.
Yılmaz, Harun. “Eyyûbî Dönemi Beytülmakdis Medreseleri: Kuruluş, İşleyiş ve Fonksiyon”. Journal of Islamicjerusalem Studies. 18/2 (2018), s. 1-14.
a.mlf. – Midilli, Muhammet Enes. “Kudüs’te İlmî Hayat, Ulemâ ve Eğitim Müesseseleri”. Huzuru Bekleyen Şehir: Kudüs. ed. O. Aydınlı. İstanbul 2020, s. 232-247.
Bu madde Türk Maarif Ansiklopedisi’nin 2024 yılında Ankara'da basılan 4. cildinde, 141-146 numaralı sayfalarda yer almıştır. Maddenin pdf dosyasını indirmek için tıklayınız.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/kudus
Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Filistin’de semavi dinlerce kutsal kabul edilen şehir.