A

TIP EĞİTİMİ

Tıp biliminin öğrenimine ve öğretimine yönelik bilimsel çalışmalar ve uygulamalar.

  • TIP EĞİTİMİ
    • Sinem SERİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tip-egitimi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TIP EĞİTİMİ
TIP EĞİTİMİ

Tıp biliminin öğrenimine ve öğretimine yönelik bilimsel çalışmalar ve uygulamalar.

  • TIP EĞİTİMİ
    • Sinem SERİN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tip-egitimi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TIP EĞİTİMİ

Türk kültüründe, halkın en temel ihtiyaçlarından biri olan sağlık alanındaki gereksinimlerinin karşılanması önemli olmuş; bunun için toplumsal hayatın içinde her zaman tedavi edici kimseler bulunmuştur. Tedavi edenler, zamanla bu alandaki sürekliliği sağlamak amacıyla bu işin eğitimini de üstlenmişlerdir. Türkler'in İslam öncesi döneminde şamanların aynı zamanda hekimlik yaptıkları görülmektedir. Aileden gelen birikimle sürdürülen şamanlık, öncelikle usta şamandan alınan eğitimle başlamaktaydı. Yetişme sürecinde aday, usta şamandan geleneksel bilgiler ve uygulamaların yanı sıra, hastalıkları tedavi etmeyi ve kötü ruhları kovmayı öğrenirdi. Uygurlardan itibaren tıbbî alanda bir ayırım yaşanmış olsa da bu süreçte otacı bodistv veya otacı bakşı denilen hekim rahiplerin yetiştirildiği, buyan veya vihara diye adlandırılan ve hayrat olarak inşa edilen yapılar da mevcuttu. Uygur Budist külliyelerinde hekimlik hem teorik hem de uygulamalı olarak öğretilirdi.

İslam dünyasında, özellikle hastanelerde vazifeli, bilgili ve tecrübeli hekimlerin hekim adaylarına bunları aktarmalarıyla oluşan bir tıp eğitimiyle süreç ilerlemiştir. Verdikleri kıymetli eserlerle İslam ve Türk tıbbının gelişmesine katkı sunan ve önemli hekimler yetiştiren Selçuklular'da tıp eğitimi, tıp okulu işlevi gören dârüşşifalarda, buradaki hekimler tarafından usta-çırak ilişkisi yoluyla gerçekleşmekte ve aynı zamanda bu merkezlerde hasta tedavi edilmektedir. Selçuklu döneminde inşa edilen dârüşşifalardan bazıları şunlardır: Mardin Emînüddin Dârüşşifası (1108/9-1122/23), Kayseri Gevher Nesibe Dârüşşifası (1205-6), Sivas I. İzzeddin Keykâvus Dârüşşifası (1217-18), Divriği Turan Melik Dârüşşifası (1228-29), Çankırı Cemâleddin Ferruh Dârüşşifası (1235), Aksaray Dârüşşifası (XIII. yüzyılın ilk yarısı), Kastamonu Pervâneoğlu Ali Dârüşşifası (1272-73), Tokat Muînüddin Pervâne Dârüşşifası (XIII. yüzyılın son çeyreği başı).

Bunlardan Kayseri'deki Gevher Nesibe Hatun Dârüşşifası, dünyanın en eski tıp fakültesi unvanına sahiptir. Bünyesindeki tıp medresesiyle hem teorik hem de uygulamalı olarak verdiği eğitimle ön plana çıkmaktadır. XIII. yüzyıl ortalarından itibaren Anadolu'da hüküm süren İlhanlılar, Amasya'da Anber b. Abdullah tarafından 1305 yılında yaptırılan dârüşşifa ile Selçuklular'ın geliştirdiği dârüşşifalara bir yenisini eklemişlerdir.

Osmanlılar, Anadolu'da tesis edilen bu dârüşşifa sistemini sürdürmüş ve geliştirmişlerdir. Osmanlılar'ın inşa ettikleri dârüşşifalardan bazıları şöyledir: Bursa Yıldırım Bayezid Dârüşşifası (1390-1394), Fatih Dârüşşifası (1470), Edirne II. Bayezid Dârüşşifası (1488), Manisa Hafsa Sultan Dârüşşifası (1539), Haseki Sultan Dârüşşifası (1550), Süleymaniye Dârüşşifası (1553-59), Atik Valide Dârüşşifası (1582), Sultan Ahmed Dârüşşifası (1609-20). Dârüşşifalar, cami, medrese, sıbyan mektebi, imarethane gibi birimlerden meydana gelen külliyelerin bünyesinde faaliyetlerini sürdürmekteydi.

Osmanlılar döneminde dârüşşifalarda hem pratik hem de teorik olarak eğitim verilmekteydi. Ayrıca serbest olarak bu mesleği yapmayı seçenler, bu alanda bilgilerini geliştirmek için kendi kendilerine dönemin kıymetli tıp kitaplarını okuyarak ve kendi dükkanlarında mesleğini icra eden hekimlerin yanında usta-çırak ilişkisiyle pratik bilgilerini ilerleterek girdikleri imtihandan başarı ile çıkıp mesleğe başlayabilirlerdi. Diğer taraftan aile mesleği olması hasebiyle evlatlarca hekimliğin sürdürülmesi halinde eğitim ebeveyn tarafından da verilebilmekteydi. Böylelikle bir önceki neslin bilgi ve tecrübelerinden istifade etme şansına sahip yeni nesiller tarafından devamlılık sağlanabilmekteydi.

Kanûnî Sultan Süleyman'ın inşa ettirdiği Süleymaniye Külliyesi bünyesindeki Tıp Medresesi, Osmanlılar'ın sağlık alanında eğitim veren en yüksek seviyedeki kurumudur. Süleymaniye vakfiyesinde "ilm-i tıb içün bina olunan medrese-yi tayyibe" olarak tanımlanmış, "dârüttıp" olarak da anılmıştır. Süleymaniye Külliyesi'nde Tıp Medresesi ve dârüşşifa karşı karşıyadır. Dârüşşifa, Tıp Medresesi'nin eğitim hastanesi konumundadır. Süleymaniye Külliyesi vakfiyesine göre Süleymaniye Tıp Medresesi'nde bir müderris, bir muid, sekiz dânişment, bir noktacı, bir bevvap, bir ferraş görevlendirilmiştir. Klasik medrese eğitimini tamamlayıp sağlık alanında ihtisas sahibi olmak isteyen bir kişi, bu alanda en iyi derecede yetişmek üzere Süleymaniye Tıp Medresesi'nde tahsilini sürdürürdü. Tıp medresesinde de diğer medreselerde olduğu gibi kitap geçme esasıyla eğitim vermekteydi. Özellikle İbn Sînâ'nın Kanun fi't-tıbb'ı ve şerhleriyle beraber İbn Baytar, Hipokrat, Hacı Paşa ve Zehrâvî gibi ünlü hekimlerin klasikleşmiş eserlerinden istifade edilir, seviyeye göre bir kitabı bitirip müderristen icazet alan talebe, daha üst seviyede eğitim veren müderrisin dersine devam ederdi. Aynı zamanda külliyedeki dârüşşifada klinik gözlem yapma, ilaç terkibi ve hasta tedavisi gibi alanlarda yetişerek eğitim tamamlanırdı. Usta-çırak yoluyla yetişen cerrahlar da Tıp Medresesi'nde iskelet modelleri üzerinden uygulamalı olarak verilen ilm-i teşrih (anatomi) derslerine devam ederek mesleklerinde ilerleme imkânına sahiptiler. Süleymaniye Tıp Medresesi, askerî ve sivil uzman sağlıkçı yetiştirme fonksiyonunu XIX. yüzyıla kadar yürütmüştür. Zamanla işlevini kaybeden ve bir süre de âtıl kalan yapı, tamir edildikten sonra 1946-2007 yılları arasında Süleymaniye Doğum ve Çocuk Bakımevi olarak kullanılmıştır. Günümüzde ise Süleymaniye Yazma Eser Kütüphanesi'ne bağlıdır.

III. Selim ile birlikte özellikle askerî boyutta girişilen ıslahat faaliyetleriyle beraber orduda çalışacak tıbbî görevlilerin temini de önemli bir ihtiyaç olarak ortaya çıktı. Bu vesile ile Tersane'de bugünkü Deniz Hastanesi'nin ilk şekli olan ve Spitalya adıyla geçen bir hastane inşasına karar verildi. Ahşap olarak kısa sürede tamamlanan bina, Ağustos 1805 tarihinden itibaren faaliyete geçti. Tersane Tıp Mektebi ismiyle bilinen hastaneye Masoraki Efendi hekimbaşı, Arbili Efendi de cerrahbaşı olarak atandı. Hekimbaşı ve cerrahbaşına ikişer de yardımcı tayin edildi. Hastaneye tıp eğitimi almak üzere müslümanlar arasından seçilen yedi talebe alındı. Hastane ile birlikte tabiphane olarak geçen mektep binası da yapıldı. II. Mahmud döneminde buradaki eğitim ve tedavi çalışmaları sürdürülemedi. 1822 yılında çıkan Kasımpaşa yangınında da hastane ve mektep binaları yanınca, modern anlamda tıp eğitiminde öncülük yapmış olan kurum tamamen ortadan kalktı.

Tersane Tıp Mektebi'nin açıldığı 1805 yılında aynı zamanda sivil hekim ve cerrahların yetişmesi için yüksek tıp eğitimi verecek özel bir okul açmak için Eflâk Beyi Aleksandır Morozi'nin oğlu Dîvân-ı Hümâyun tercümanı Dimitraşko Bey'e III. Selim tarafından imtiyaz verildi. Modern tıp ile yerel özelliklerin sentezleneceği yeni bir eğitim kurumuna duyulan ihtiyaç dahilinde eğitim alacak öğrencilerin aynı zamanda hastanelerde uygulama yaparak tecrübelerini arttırmaları ve meslekî hayatlarında başarılı olmaları sağlanacaktı. Böylece kurulmasına izin verilen Kuruçeşme Rum Mektebi'nin de tıp alanında verdiği yüksek eğitim, 1812 yılında okulun idarecisi Dimitraşko Bey'in idamıyla sona erdi. Bu tarihten itibaren okul kapatıldı.

Tıp eğitimi tarihinin önemli kurumlarından biri de Tıbhâne-yi Âmire'dir. Sultan II. Mahmud döneminde kurulan Asâkir-i Mansûre-yi Muhammediye'nin teşkilatlanma faaliyetleri sırasında, yeni kurulan ordu için sağlık çalışanlarının temini Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin sorumluluğuna bırakılmıştı. Behçet Efendi, evvela modern tıp bilgisiyle klasik usul tedavi yöntemlerini bir arada uygulayabilecek hekim ve cerrahlar bulmak konusunda sıkıntı yaşadı. Sorunun geçici olarak çözümü için yabancı sağlıkçılardan istifade edildi. Ancak bu konudaki kesin çözüm, 14 Mart 1827 tarihinde Tıbhâne-yi Âmire'nin açılmasıyla gerçekleşmiş oldu.

Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı'nda açılan Tıbhâne-yi Âmire'de dört sınıftan müteşekkil bir tıp eğitiminin yanı sıra bir de cerrahlık sınıfı mevcuttu. Türkçe, Fransızca, İtalyanca ve Arapça eğitimin verildiği mektebin her sınıfına bir hoca ve halife tayin edilmişti. Mektebin tıp eğitimi verilen kısmının ilk senesinde, Kur'an-ı Kerim, Birgivi Risalesi, dil bilgisi, kitabet, hüsn-ü hat dersleri verilmekte, ilaçlar ve hazırlama yöntemleri, ayrıca hastalıkların Türkçe ve Fransızca isimleri öğretilmekteydi. İkinci senede İtalyanca öğretilerek öğrencilere bu dildeki tıp eserlerinden çeviriler yaptırılıyordu. Üçüncü sene, hastalıkların teşhis ve tedavileri ile birlikte ilaç hazırlamanın öğrenilmesiyle geçmekteydi. Son senede botanik, fizik, kimya gibi derslerin görülmesiyle dört yıllık tıp eğitimi tamamlanmaktaydı. Cerrahlık eğitimi ise anatomi ile birlikte kemik kesmek, çıkıkçılık, damar bağlamak ve kurşun çıkarmak gibi uygulamalarla tamamlanmaktaydı.

Tıbhâne-yi Âmire binası, bir süre sonra artan öğrenci sayısıyla birlikte fizikî olarak cerrahlık sınıfının çalışmalarını yürütmesine elverişsiz bir hale gelince, Aralık 1833 başından itibaren cerrahlık sınıfı, Cerrahhâne-yi Âmire'ye nakledildi. Böylece cerrahlık eğitimi sadece Cerrahhâne-yi Âmire'de verilmeye başlandı, tıp eğitimi ise dört sınıf halinde Tıbhâne-yi Âmire'de sürdürüldü.

Hekimbaşı Abdülhak Molla tarafından eğitimin sekteye uğramaması için okulun yatılı olması gerekliliği ve mevcut binanın buna uygun olmaması gerekçeleriyle sadrazama sunduğu arzı üzerine 5 Kasım 1836 tarihinden itibaren Tıbhâne-yi Âmire ve Cerrahhâne-yi Âmire birleştirilerek eğitim Cerrahhâne-yi Âmire binasında sürdürüldü. Birleştirilen iki kurum, bir yıl süre için aynı binada eğitim verdi. Kullanılan binanın ve Cerrahhâne-yi Âmire'nin yanında inşa edilen Asâkir-i Hâssa Hastanesi'nin mektebin çalışanlarının ikametinde yetersiz kaldığı ortaya çıkınca Galata Sarayı'nın yeni mektep için uygun bir bina olduğuna karar verilerek 3 Haziran 1837 tarihinde sarayın mektebe dönüştürülmesi kabul edildi.

Galata Sarayı'nın tıphaneye dönüştürülmesiyle okuldaki eğitim öğretim faaliyetleri Mekteb-i Tıbb-ı Cedit adıyla başladı. Bu süreç mektebin, bânisi Sultan II. Mahmud'un Adlî mahlasına izafeten Mekteb-i Tıbbiye-yi Adliye-yi Şâhâne adıyla 17 Şubat 1839 tarihinde resmî olarak açılışıyla tamamlandı ve okul, 11 Mart 1839 tarihinde yeni ismiyle eğitim öğretim faaliyetlerine devam etti.

Eğitim dili Fransızca olan okulda, Viyana'dan davet edilen Karl Ambros Bernard, 1839 sonbaharında ders nazırı, 1840'ta "birinci muallim" olarak görevlendirildi ve 1844'teki vefatına kadar aynı vazifeyi sürdürdü. Ders programı Viyana'daki Josephinum Askerî Tıp-Cerrahî Akademisi'ninkine benzer şekilde yeniden düzenlendi; tıp ve cerrahlık talebelerinin üç sene ortak okumasına karar verildi. 1842-1843 eğitim öğretim yılında yapılan değişiklikle tıp sınıflarına öğrenci hazırlayacak olan idâdî sınıfları eklendi, yedi yıl olan tıp öğretimi 1845-1846 eğitim öğretim yılında on yıla çıkarıldı. Böylece ilk dört yıl Türkçe, Arapça, Fransızca okuma, yazma ve gramer bilgisinin öğrenilmesiyle, ardından gelen altı yıl ise, fizik, anatomi, fizyoloji, zooloji, patoloji, hijyen, dahiliye, hariciye gibi derslerle geçmekteydi. Tıbbiye bünyesinde açılan iki yıl süreli eczacılık sınıfı; cerrah yardımcısı yetiştiren üç yıllık cerrahlık sınıfı; İstanbul'daki ebelere uygulamalı eğitim veren ebe sınıfı ve sağlık memurları sınıfı ile yardımcı sağlık görevlilerine olan büyük ihtiyacın karşılaması hedeflenmiştir.

Galata Sarayı'ndaki Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne, 11 Ekim 1848'de Beyoğlu'nda çıkan yangında tamamen yandı. Tıbbiye, Mühendishâne-yi Berrî-yi Hümâyun olarak kullanılan Halıcıoğlu'ndaki Humbarahane Kışlası'na taşındı. 1865 kolera salgınında bu bina hastane olarak kullanılmaya başlanınca Hasköy'deki Gergeroğlu Konağı'na taşınıldı, salgın bittikten sonra okul, 1866 yılında Sirkeci Demirkapı'daki askerî kışlaya nakledildi. 1874 yılında yeniden tamir edilen Galata Sarayı'ndaki binaya taşınıldı; fakat iki yıl sonra burada Galatasaray Sultânîsi açılınca 1876'da yeniden Demirkapı Kışlası'na dönüldü. 1898'de Sarayburnu Gülhane Rüştiyesi'ne ait binada Türk tıbbının gelişmesine büyük katkı sağlayacak olan Gülhane Askerî Tatbikat Mektebi kuruldu.

Mekteb-i Tıbbiye'nin Demirkapı'daki yerinin yetersiz olması sebebiyle, 1895 yılında, Sultan II. Abdülhamid, Haydarpaşa'da Askerî Tıbbiye için Haydarpaşa Asker Hastanesi yanındaki geniş araziye yeni bir binanın yapılmasını emretti. Yeni Mekteb-i Tıbbiye binasının açılışı ve eğitime başlanması 6 Kasım 1903 tarihinde gerçekleşti. Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne, 1903-1909 yılları arasında askerî tıp mektebi iken bu tarihten sonra sivil tıp mektebi olarak da hizmet verdi. Bünyesinde cerrahhane de barındıran Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne, botanik bahçesi ve tıbbî bitkileri ile eczacı yetiştirilmesine de katkı sundu. Karşısında bulunan Haydarpaşa Asker Hastanesi, öğrenciler için eğitim hastanesi olmuştur. Mekteb-i Tıbbiye binası, 1983-2015 yılları arasında Marmara Üniversitesi'nce kullanılmış, bu tarihten sonra da Sağlık Bilimleri Üniversitesi haline getirilmiştir.

Kırım savaşı esnasında orduda hekim sayısının ihtiyacı karşılamaması üzerine yabancı hekimlerin çalıştırılmasına mecbur kalınmıştır. Bu mecburiyetin Türkçe tıp öğretimi ile daha çok sayıda hekim yetiştirilerek aşılabileceği öngörülmüştür. Hocalarının çoğu yabancı olan Mekteb-i Tıbbiye-yi Adliye-yi Şâhâne'de Türkçe eğitime geçmek güç olduğundan, 1866 yılında bu mektebin içinde, Mekteb-i Tıbbiye-yi Mülkiye-yi Şâhâne, yani sivil bir tıp mektebi açılmış ve 1867 yılında ayrı bir sınıf olarak Türkçe tıp eğitimine başlanmıştır. Uygulama alanı olarak Gureba Hastanesi kullanılmıştır. Türkçe eğitimin başarılı olması üzerine, Mekteb-i Tıbbiye-yi Şâhâne'de de 1870 yılında ilk sınıftan itibaren eğitimin Türkçeleşmesine başlanmıştır. Mektep ve klinikleri 1874 yılında Ahırkapı'ya, eskiden hastane olarak kullanılan binanın bahçesine inşa edilen yeni binaya taşınmıştır. Okul kliniği yetmediğinden, 1881'de Bezmiâlem Gureba Hastanesi'nde bir yıl staj yapılmaya başlanmıştır. Tıbbiye-yi Mülkiye'de Pastör usulü aşıyı ve baytarlığı öğretmek üzere 1888 yılında bir de baytar sınıfı açılmıştır. Tıbbiye-yi Mülkiye'nin öğrenci sayısı daha da yükselerek 500'e çıkınca Ahırkapı'daki mekânı da yetersiz hale gelmiş, 1892'de Kadırga Meydanı'nda Menemenli Mustafa Paşa Konağı satın alınarak klinikler için konağın bahçesine pavyonlar yaptırılmıştır. Tıbbiye-yi Mülkiye 1893 yılından Haydarpaşa'ya taşınacağı 1909 yılına kadar bu binada faaliyette bulunmuştur.

Tıp eğitimi veren resmî kurumların İstanbul'da bulunması ve bunların ihtiyacı karşılama noktasında yetersiz kalması, belli bazı vilayet merkezlerinde de bu alanda eğitim verecek yeni birimlerin açılmasını gündeme getirmiştir. Bu çerçevede II. Abdülhamid'in cülus yıl dönümü olan 31 Ağustos 1903 tarihinde açılan Şam Mekteb-i Tıbbiyesi'ne mekân olarak Şam Hamidiye Gureba Hastanesi bahçesi belirlendi. 1916 tarihli Dârülfünun Tıp Fakültesi ve Şuabatı Nizamnamesi ile mektep, Dârülfünun Tıp Fakültesi'nin şubesi haline getirildi. Yeni mektep binasının tamamlanması 1914 yılında gerçekleşti, buradaki eğitim, I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla kesintiye uğradı ve 1916 senesinde Beyrut'a nakledildi. 1918 yılında, Beyrut işgal edilince mektep kapatılarak eğitime son verildi (bk. Şam Tıbbiye Mektebi).

25 Ekim 1908 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye-yi Mülkiye yeni bir öğretim kurumu olarak Dârülfünun Tıp Fakültesi ismiyle Dârülfünûn-ı Osmânî'nin şubesi oldu. 1909 yılında askerî tıbbiye de Dârülfünun Tıp Fakültesi'ne katılarak Dârülfünûn-ı Osmânî Tıp Fakültesi adı altında birleştirildi. Haydarpaşa'daki okul binası, laboratuvarlar ve kliniklerin eksiklikleri tamamlanarak Avrupa'daki benzerleri gibi en üst seviyesinde donatıldı. Tıp Fakültesi'ne hem asker hem de sivil öğrenciler kabul edildi ve dersler ortak yapıldı. Askerî ve sivil tıp okulları Tıp Fakültesi olarak Dârülfünun çatısı altında birleştikten sonra Tıp Fakültesi'ne bağlı Dârülfünûn-ı Osmânî Tıp Fakültesi Eczacı ve Dişçi ve Kâbile (Ebelik) Hastabakıcı mektepleri kurularak Tıbbiye-yi Mülkiye'nin boşalttığı Kadırga'daki binada öğretime başlandı.

Balkan Savaşı'nda İstanbul'a gelen yaralı sayısı çok fazla olduğundan Dârülfünûn-ı Osmânî tatil edildi ve 31 Ekim 1912 tarihinde Hilâliahmer Cemiyeti, Dârülfünun binasını Dârülfünun Hastanesi adıyla hastaneye dönüştürdü. 1914 yılı sonunda Tıp Fakültesi Hastanesi, Tıp Fakültesi Askerî İhtiyat/Yedek Asker Hastanesi oldu; Mecrûhîn/Yaralılar Hastanesi olarak hizmet verildi. Savaşın sonunda sağ kalan öğrenciler okula geri dönmüş, askere alınan öğrencilere af getirilerek yeni sınav hakları verilmiştir. İtilaf devletlerinin İstanbul'u işgali üzerine Osmanlı Dârülfünunu'nda çıkan olaylar sonucunda okul bir süre tatil edildi. 1920 yılında Fransız işgal ordusunun dört hekimi Tıp Fakültesi'ne müderris olarak atandı, alınacak öğrenci sayısı yirmiye indirildi. İlk defa 1922 yılında kadınlar (on kişi) Tıp Fakültesi'nde eğitim almaya başladı.

Tıbbiye, Haydarpaşa'daki binada otuz yıl kaldı. Yeniden yapılanan üniversite içinde Tıp Fakültesi de baştan şekillenmek üzere Haydarpaşa'dan ayrıldı ve İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi adıyla, 18 Kasım 1933 tarihinde şu anda İstanbul Üniversitesi'nin rektörlük binası olan yerde eğitime başlandı. 1945 yılında Ankara Tıp Fakültesi kuruluncaya kadar, Türkiye'nin tek tıp fakültesi olarak faaliyetlerini sürdürdü.

Kaynakça

BOA. C.BH, 1575, 7283; C.MF, 3251; C.SH, 304, 534, 792, 1287; HAT, 19308, 48932.

Ağırakça, Ahmet. İslâm Tıp Tarihi (Başlangıçtan VII./XIII. Yüzyıla Kadar). İstanbul 2004.

Altıntaş, Ayten. “Osmanlılarda Modern Anlamda Tıp Eğitiminin Başlaması Tıbhâne-i Âmire”. Osmanlı. ed. G. Eren. Ankara 1999, VIII, 528-542.

a.mlf. “K. A. Bernard’ın Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’nin Kurucusu Olduğu Meselesi ve Görevi Hakkında”. Türk Tıp Eğitiminin Önemli Adımları. haz. H. Hatemi – A. Altıntaş. İstanbul 2006, s. 79-89.

Bayat, Ali Haydar. Tıp Tarihi. İstanbul 2010.

Cantay, Gönül. Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Darüşşifaları. Ankara 2014.

Dölen, Emre. Türkiye Üniversite Tarihi 1: Osmanlı Döneminde Darülfünun (1863-1922). İstanbul 2009.

Gencer, Ali İhsan. “İstanbul Tersanesinde Açılan İlk Tıb Mektebi”. Tarih Dergisi. sy. 31 (1978), s. 301-316.

Kılıç, Abdullah (haz.). Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Şefkat Abideleri Şifahaneler. İstanbul 2012.

a.mlf. (haz.). Karşılıksız Hizmetin Muhteşem Abideleri İstanbul Şifahaneleri. İstanbul 2009.

Sarı, Nil. “İstanbul’da Tıp Eğitimi ve İlgili Kuruluşlar”. Antik Çağ’dan XXI. Yüzyıla Büyük İstanbul Tarihi. ed. C. Yılmaz. İstanbul 2015, IX, 118-139.

Serin, Sinem. Osmanlı Sağlık Sisteminin Yönetimi: Hekimbaşılık Kurumu. İstanbul 2021.

Terzioğlu, Arslan. Türk İslâm Hastaneleri ve Tababetinin Avrupa’da Tıbbî Rönesansı Etkilemesinden Türk Tıbbının Batılılaşmasına. İstanbul 1992.

a.mlf. “Osmanlı İmparatorluğu’nda Tıp Eğitiminin Batılılaşması”. Osmanlı. ed. G. Eren. Ankara 1999, VIII, 518-527.

Tuna, Aslı. Şam Mekteb-i Tıbbiyesi. YLT, İstanbul Üniversitesi, 2018.

Ünver, Süheyl. Selçuk Tababeti. Ankara 2014.

a.mlf. Uygurlarda Tababet. İstanbul 1936.

Yıldırım, Nuran. İstanbul’un Sağlık Tarihi. İstanbul 2010.

Yılmaz, Coşkun – Yılmaz, Necdet. Osmanlılarda Sağlık. I-II, İstanbul 2006.

Zorlu, Tuncay. “Süleymaniye Tıp Medresesi I-II”. Osmanlı Bilimi Araştırmaları. 3/2 (2002), s. 79-124; 4/1 (2002), s. 65-98.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tip-egitimi

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

TIP EĞİTİMİ

Tıp biliminin öğrenimine ve öğretimine yönelik bilimsel çalışmalar ve uygulamalar.