A

ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI(1703-1780)

Mârifetnâme adlı eseriyle tanınan âlim, sûfî ve şair.

  • ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI
    • Mustafa ÇAĞRICI
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 31.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/erzurumlu-ibrahim-hakki
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI
ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI (1703-1780)

Mârifetnâme adlı eseriyle tanınan âlim, sûfî ve şair.

  • ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI
    • Mustafa ÇAĞRICI
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 31.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/erzurumlu-ibrahim-hakki
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI

Erzurum'un Hasankale ilçesinde doğdu. Babası İbrâhim Hakkı'nın Mârifetnâme'de "Hakîrullah" diye andığı Derviş Osman Efendi; annesi Hasankale'den Şerîfe Hanîfe Hanım'dır. Osman Efendi 1710 yılında Siirt'e yaklaşık 7 kilometre uzaklıktaki Tillo'ya yerleşip, yörenin tanınmış mürşitlerinden İsmâil Fakîrullah'a intisap etmiştir. Babasının isteği üzerine dokuz yaşındayken Tillo'ya götürülen İbrâhim Hakkı, Şeyh İsmâil Fakîrullah'ın babası için yaptırdığı, günümüze kadar ayakta kalan hücrede yaşamaya başlamış, Mârifetnâme'deki ifadesiyle, "Peder-i azîzi kendisini hücredaş edip hilm ü rıfk ile ilim öğretip lütufla terbiye kılmıştır."

On yedi yaşındayken babasını kaybedince Erzurum'a döndü ve büyük amcası Molla Muhammed'in evine yerleşti. Burada Erzurum müftüsü şair Hâzık Mehmed Efendi'den Arapça ve Farsça öğrendi. Başka kimlerden ders okuduğu bilinmemektedir. Mârifetnâme'deki bir beyitten buradaki tahsilinin sekiz yıl sürdüğü anlaşılmaktadır. Öğrenimini tamamlamasının ardından İsmâil Fakîrullah'ı ziyaret etmek için 1728-29 yılında Tillo'ya dönüp babasının hücresine yerleşerek tasavvufa yöneldi. 1734'te İsmâil Fakîrullah vefat edince Erzurum'a döndü ve babasının da imamlık yaptığı Yukarı Habib Efendi Camii'nde imamlık görevini üstlendi. 1738'de hac vazifesini yerine getirdi. Dönüşte Lübbü'l-Kütüb adlı, içinde kendisinin iki manzumesinin yanı sıra Ömer Hayyam, Ferîdüddin Attâr, Sa'dî-yi Şîrâzî, Nizâmî-yi Arûzî gibi şairlerin şiirlerini içeren geniş hacimli bir eser hazırladı.

1747 yılında İstanbul'a gitti ve burada görüştüğü Sultan I. Mahmud'un takdirini kazandı. Saray kütüphanesinde çalışmasına müsaade edildi. Kendisinin "hey'et-i cedîde" dediği yeni astronomiye ilgisi bu kütüphanedeki çalışmalarıyla başladı. İstanbul'da kendisine müderrislik payesinin verilmesinin ardından Erzurum'a döndü. Günlerinin çoğunu Hasankale'de ilmî faaliyetlerle geçirmeye başladı. 1755'te Erzurum gümrükçüsü Mehmed Sun'ullah ile birlikte ikinci defa İstanbul'a gitti. Mârifetnâme'yi İstanbul dönüşünden kısa bir süre sonra tamamlaması, onun İstanbul'dayken bu eserle ilgili yoğun bir hazırlık çalışması yaptığını göstermektedir. Hasankale'ye döndükten sonra bir yandan Mârifetnâme'nin telifiyle meşgul olurken bir yandan da öğrenci yetiştirmeye yoğunlaştı. Bu arada önemli eserlerinden İrfâniye'yi (Mecmûatü'l-İrfâniye) tamamladı.

1763 yılında tekrar Tillo'ya gitti. İsmâil Fakîrullah'ın kızı ile evlendi. Bu sırada İnsâniye adlı eserini yazdı. Nisan 1764'te ikinci defa hacca gitti; döndüğünde Tillo'da öğrenci okutmaya ve eser yazmaya devam etti. Bu arada geniş hacimli eserlerinden Mecmûatü'l-Meânî'yi bitirdi, bir süre sonra Erzurum'a gitti. 1768'de üçüncü defa hacca gitti ve Erzurum'a döndü. Yaklaşık üç yıl sonra tekrar Tillo'ya giderek buraya yerleşti. 1775'de altı ay kadar süren ağır bir hastalığa yakalandı. Bu sırada Hasankale'deki öğrencilerinden Derviş Halil kendisini ziyarete gelmiş, Erzurum'a dönüşünde hocasının bir sır kitabını okuduğundan bahsetmişti. Muhtemelen bu haberin, kendisi hakkında bâtınî fikirler taşıdığı yolunda dedikoduların çıkmasına sebep olmasından endişelenen İbrâhim Hakkı, Sünnî akideye bağlılığını göstermek amacıyla âyet ve hadislerden başka şeylerle meşgul olmayı bıraktığı mesajını veren Urvetü'l-İslâm ve Hey'etü'l-İslâm adlı iki eser kaleme alıp dağıtma gereğini duydu.

Şeyhinin kızı olan eşinin genç yaştaki vefatı İbrâhim Hakkı'yı çok etkiledi. 22 Haziran 1780 tarihinde vefat etti ve şeyhi İsmâil Fakîrullah'ın türbesine defnedildi. Planı kendisine ait olan ve kendisi tarafından inşa edilen bu türbe yaklaşık 40 metrekarelik sekizgen bir kaide üzerine oturtulmuştur.

İbrâhim Hakkı'nın, "Bu zamanda en dürüst dost, en uygun meclis arkadaşı, en seçkin yoldaş, yarların en hayırlısı ve sevgililerin en sevgilisi kitaplar olduğu için bunların sohbetlerine meylimi salmışımdır" şeklindeki sözleri, onun düzenli öğrenim yanında kendi kendini yetiştirmeye de büyük önem verdiğini göstermektedir. Konuları sistemli bir şekilde ve anlaşılır bir üslupla ifade etmesi, özellikle eğitimde Arapça'nın hâkim olduğu, Türkçe eserlerde ise ağdalı bir dilin kullanıldığı bir dönemde eserlerinin büyük bölümünü nispeten sade bir Türkçe ile yazması eğitim alanındaki önemli yeniliklerindendir. Eserlerinden anlaşıldığı üzere geniş tasavvuf bilgisinin yanında geleneksel astronomi, yeni astronomi, tıp, anatomi, fizyoloji, aritmetik, geometri, trigonometri, felsefe, psikoloji, ahlak gibi alanlarda oldukça kapsamlı bir birikime sahiptir.

Birikimini maddi menfaat temini için kullanmamıştır. İrfâniye adlı eserinin sonunda muhtemelen oğullarından birine hitaben, "Tekkelerde eğlenmeyip ilim meclisine gelesin; herkese şefkat nazarıyla bakıp hiçbir ferdi hakir görmeyesin ve kimseden hiçbir nesne istemeyip kimseye bir hizmet buyurmayasın. Tezyîn-i zâhiri koyup gökçek ahlak ile tezyîn-i bâtına gidesin" der. Bu nasihatleri onun hem ilme ve güzel ahlaka hem de tok gözlü olup minnetsiz yaşamaya verdiği önemi göstermektedir.

İbrâhim Hakkı, Ebû Hanîfe'den "sermezhebimiz" (mezhep başımız) diye bahsetmekte, kendisinin Nakşî veya Kadirî olduğunu belirtmektedir. Bursalı Mehmed Tâhir onun Üveysî olduğunu söylemektedir. Mârifetnâme'de tasavvufun neredeyse bütün konularına yer vermiştir. Fizik âlemin kavranmasında akıl ve duyu tecrübelerinin önemini kabul etmekle birlikte dinî ve tasavvufî konularda aşkı felsefeden üstün tutmuştur. Dönemin genel telakkisine uyarak kimi zaman felsefe ve filozof kavramlarından olumsuz bir tavırla bahsetmiştir. Bütün mutasavvıflarda olduğu gibi onun için de hayatın en yüksek gayesi marifet, marifetin en yüce derecesi marifetullahtır. Bu gayeye ulaşmak için sahih bir itikat ve düzenli ibadetin zorunlu olduğunu ısrarla belirtmiştir. Mârifetnâme'de büyük ölçüde Gazzâlî'nin İhyâü Ulûmi'd-Dîn'inden istifade ile yazıldığı anlaşılan bir bölümde, tasavvuf ehlini on iki fırkaya ayırarak sadece birinin kurtuluş fırkası kabul edildiğini, bunların da "Kur'an-ı Kerim ve hadîs-i şerif dinimize ve dünyamıza kâfidir ve şeriat bize vâfidir" diyen fırka olduğunu ifade eder. Özellikle kader ve tevekkül konularında Sünnî akideyi özetleyen "Tefvîznâme" adlı manzumesi çok meşhurdur.

İbrâhim Hakkı insan aklını nefse has bir gelişme sürecinin son noktası olarak görür, insanın da varlığın özü her mevcudun özeti, devranın son noktası olduğunu belirtir. "Hak Teâlâ'nın tesiriyle" dört unsurdan madene, madenden bitkiye, bitkiden hayvana, hayvandan insana uzanan gelişim (istihâle) süreci vardır. İnsan bu sürecin gaye noktasındadır. Kökleri, İhvân-ı Safâ İbn Miskeveyh gibi ilk İslam düşünürleri tarafından atılan, Kınalızâde Ali Efendi, Muhyî-yi Gülşenî gibi Osmanlı âlimlerine kadar gelen bu teorinin, İbrâhim Hakkı'dan yarım asır kadar sonra Lamarck ve Darwin tarafından ortaya atılan teorilere benzer yanlarının bulunduğunda kuşku yoktur.

Mârifetnâme'de tabiat bilimlerine çok geniş yer vermiştir. Onun yeni astronomideki kaynağı, İstanbul ziyaretleri sırasında inceleme fırsatı bulduğu Kâtip Çelebi'nin Cihannümâ'sıdır. Fakat mutaassıp çevrelerin tepkisinden kaygılandığı için, yeni astronomi konularına ve yerin yuvarlaklığını kanıtlamaya girişirken Gazzâlî'nin Osmanlı uleması nezdindeki saygınlığından yararlanma yoluna gitmiştir. Gazzâlî'nin Tehâfütü'l-Felâsife'sinin giriş kısmındaki konuyla ilgili bir pasajı aynen Türkçe'ye çevirdiğini ifade eder. Gazzâlî burada ay ve güneş tutulması olaylarını örnek gösterip bunların astronomi bilimine göre nasıl vuku bulduğunu açıkladıktan sonra, bilimsel sonuçlara karşı direnmek yerine, bu sonuçlarla çatışır gibi görünen hadislerin tevil edilmesinin daha uygun olduğunu ifade eder. İbrâhim Hakkı, Hz. Peygamber'in "Siz dünya işlerini benden daha iyi bilirsiniz" hadisini hatırlatarak "umûr-ı dîniye"den olmayan şeylerin din âlimlerinden sorulmaması gerektiğini söyler. Bu suretle dinî ilimlerle pozitif bilimlerin metotlarının ayrı olduğuna ve din âlimlerinin her alanın uzmanıymış gibi görülmesinin yanlışlığına dikkat çeker.

Din bakımından önemli olanın, âlemin yapısı ve nasıl işlediğinin değil, yaratıcının fiiliyle vücuda gelmesi olduğuna inanan Gazzâlî'nin bu görüşü İbrâhim Hakkı için yol gösterici olmuştur. Nitekim kendisi de "Pes âlem ne hey'ette olursa olsun ve ne cihetle hareket kılarsa kılsın, cümlesi ol bedî'... hazretlerinin kemâl-i kudret ve azametine dâldir ve bizlere lâzım olan ancak bu nazar-ı ibretle kesb-i kemâldir" demiştir. Gittikçe daha çok taraftar toplamaya başladığını belirttiği yeni astronomiye dair bilgiler vermeden önce, bu konularda ilmî bir kanaate varmanın din ile bir ilgisinin bulunmadığı uyarısında bulunmuştur. Esas itibariyle Copernicus astronomisini yansıtan bilgilere yeni aklî deliller ekleyen İbrâhim Hakkı, sistemle ilgili bilgileri basite indirgeyerek anlatmaya çalışmıştır. Buna karşılık müneccimlerle tabiatçı filozofların bütün olup bitenleri yıldızlara ve tabiata bağlayarak sapıklığa düştüklerini de söylemiştir.

İbrâhim Hakkı, Mârifetnâme'de filozofların (hükemâ), "Mümkün değildir ki bir mevcut ma'dûm ola; belki mevcut hemîşe mevcut ve ma'dûm hemîşe ma'dûmdur" dediklerini belirtir; mevcudun ancak bir mertebeden bir mertebeye, bir halden bir hale intikal edip değişime uğrayabileceğini ifade eder. Sıradan insanların bu değişimi seyrederken, yok (ma'dûm) olanın var (mevcûd) olduğunu veya var olanın yok olduğunu zannettiklerini belirtir. Bu açıklama Lavoisier'nin, "Var olan yok olmaz, yok olan da var olmaz" şeklindeki sakınım yasasını hatırlatır.

İbrâhim Hakkı, dünyayı çevreleyen hava tabakasının çeşitli katlarında cereyan eden iklimsel değişmeler ve sonuçları, yıldırım ve gök gürültüsünün mahiyeti, ışık dalgalarıyla ses dalgalarının yayılışındaki zaman farkı, bulutların oluşumu, hava hareketleri gibi meteorolojik olayları, İbn Sînâ'nın eş-Şifâ' adlı eserinden de istifade etmekle birlikte, çoğunlukla kendi gözlemlerine dayanarak oldukça isabetli bir şekilde kaydetmiştir. Dünyanın yuvarlak olduğuna dair yeni deliller ortaya koyarken dünyanın güneşin etrafında ve kendi çevresinde dönüşünü, gece ve gündüzün meydana gelişini de ilmî olarak anlatır, bu arada Macellan'ın dünyayı dolaşması ve Kristof Kolomb'un Amerika kıtasını keşfi hakkında malumat verir.

İbrâhim Hakkı, insanın anatomisi ve fizyolojisiyle ilgili konularda dönemine göre yeni sayılacak ayrıntılı bilgiler verir. Bu bilgileri esas itibariyle İbn Sînâ'dan alsa da ayrıntıda kendi gözlemlerine dayalı birçok yenilik ortaya koyar. İnsanın ahlak yapısına temel oluşturan güçleri geleneksel Meşşâî anlayışı çerçevesinde gazap gücü, şehvet gücü ve nefs-i nâtıka olarak gösterir. Bunların ifrat ve tefritlerinden erdemsizliklerin (ahlâk-ı zemîme), derecelerinden erdemlerin (ahlâk-ı hamîde) meydana geldiğini belirtir. Felsefî mahiyetteki ahlak kitaplarının vazgeçilmez konularından olan ölümün anlamı, mahiyeti, ölüm korkusunun sebepleri gibi konuları âyetler, hadisler ve tasavvufî görüşlerle daha da zenginleştirerek işlemeye çalışır.

1750 yılında yazdığı risalesinin girişinde yer alan, "Erzurum şehrinde şöhret bulup nef'i âm olsun için Türkçe söylemişiz" şeklindeki ifadesinde dönemin eğitim öğretim anlayışına imalı bir tenkit vardır. Tertîbü'l-Ulûm başlıklı ilk Türkçe manzum eserinde de aynı amaçla yeni bir ders programı önerisinde bulunmuştur. Programda geleneksel din ilimlerinin yanında felsefe, matematik, coğrafya, astronomi, anatomi, tıp gibi alanlar da yer almıştır. Daha sonra kaleme aldığı Mârifetnâme'de bu alanların her birine büyük değer vermiş, çok geniş yer ayırmıştır. İbrâhim Hakkı, bahsedilen yenilikçi anlayışına rağmen öğrencinin, hocasının anlattıklarını sorgulamaya kalkışmadan onun bilgisine mutlak olarak güvenmesini öğütlemiştir.

Başta Mârifetnâme olmak üzere eserlerinde terbiye, eğitim, hoca-talebe ilişkileri gibi konulardaki düşüncelerine yer vermiştir. Eğitim ve öğretimin temel gayesinin "marifetullah" olduğunu, bunun da ancak insanın ilim öğrenerek rabbini tanıması yoluyla mümkün olacağını vurgulamıştır. Bu itibarla bilim tahsili dünyalık elde etmek için değil, marifetullah için olmalıdır.

İbrâhim Hakkı eserlerinin bir kısmını manzum olarak kaleme almış, Türkçe'den başka Arapça ve Farsça manzumeler de yazmıştır. Başta Mârifetnâme olmak üzere bütün mensur eserlerinde yer alan manzumeler, onun şiir sanatındaki üstünlüğünü yansıtmaktan ziyade, okuyucunun ilgili konuyu daha iyi kavramasına yardımcı olma amacı taşır. Çoğu Türkçe olan eserlerinin sayısı hakkında değişik rakamlar verilmiştir. Bağdatlı İsmâil Paşa otuz iki, Bursalı Mehmed Tâhir otuz dokuz eseri olduğunu belirmiştir. Kendisi eserlerinden söz ederken çoğunu büyük kitaplarının içine aldığı küçük risalelerini müstakil eser olarak saymamıştır. İlâhînâme'nin sonuna eklediği bir notta onu "ana eser", beşi "evlat eser" olmak üzere on beş kitabını dili ve telif tarihleriyle birlikte kaydetmiştir. İnsâniye'de de Tillo'da yazdığı on eserden en beğendiği beşinin adını sıralamaktadır.

Dîvân 1755 yılında tertip edilmiştir (yazma nüshaları için bk. Çelebioğlu, 1988: 42). 1847'de basılan eserde 366 gazelden oluşan "İlâhînâme" başlıklı bölüm de yer alır. Dîvân'daki manzumelerin birçoğu başka kitaplarında da geçer. Numan Külekçi ve Turgut Karabey eserin tenkitli neşrini yapmışlardır.

Mârifetnâme 1757 yılında tamamlanmış olup İbrâhim Hakkı'nın ismini ölümsüzleştiren en önemli çalışmasıdır. Dinî ve din dışı ilimlere dair ansiklopedik bir eser olan bu çalışma, müellifin ilmî ve fikrî kişiliğini, yetişmişliğini, din ve ilim anlayışını göstermesi yanında, dönemin skolastik zihniyetinden kurtulma çabasını yansıtan nadir örneklerden biridir. Pek çok yazması bulunan (bk. Külekçi-Karabey, 1997: 42-45) Mârifetnâme'nin birçok baskısı yapılmış (Bulak 1251, 1280; Kazan 1261; İstanbul 1284), Turgut Ulusoy (İstanbul, ts.) ve Faruk Meyan (İstanbul 1980) tarafından sadeleştirilmiştir.

Mecmûatü'l-İrfâniye'nin tam adı Mecmûatü'l-Vahdâniye fî Ma'rifeti'n-Nefsi'r-Rabbâniye'dir. Bağdatlı İsmâil Paşa ve Bursalı Mehmed Tâhir, Mecmûatü'l-Vahdâniye ile İrfâniye'yi iki ayrı eser olarak kaydetmişlerdir. Celalettin Toprak da eser sayısını elli dörde çıkardığı listede aynı bilgiyi tekrarlamıştır (Ceviz, 1996: 85-97). Arapça ve Farsça bölümlerin bulunduğu eserin dört yazma nüshası bilinmektedir. Kitapta hadis olduğu rivayet edilen, "Kendini bilen Allah'ı da bilir" sözünün tasavvufî açıklaması yapılmış, âyet ve hadislerle müslüman düşünür ve âlimlerin fikirlerine de yer verilmiştir (kaynakları hakkında bk. Ceviz, 1996: 89-92).

İnsâniye'nin tam adı Mecmûatü'l-İnsâniye fî Ma'rifeti'l-Vahdâniye'dir. Müellif bu geniş hacimli eseri yüz kırk kitaptan üç lisan üzerine topladığını söylemektedir. (Arapça, Farsça ve Türkçe kaynakları hakkında bk. Çelebioğlu, 1988: 33-35). Bu kaynaklardan seçilen parçaların daha çok tasavvuf ve eğitim ağırlıklı olduğu görülmektedir. Bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde kayıtlıdır.

Mecmûatü'l-Meânî (Mecmûatü'l-Hakkî) 1765 yılında üç lisan üzerine nazmedilmiştir. Kitapta dinî ve tasavvufî şiirler, astronomiyle ilgili cep tahtasının kullanımı hakkında Türkçe bir bölüm, Kur'an tecvidine dair yine Türkçe bilgiler, küçük bir Arapça, Farsça ve Türkçe sözlükle "Kavâid-i Fürsiye" başlıklı diğer bir bölüm bulunmaktadır (Arkeoloji Müzesi Ktp., Said Paşa, nr. 576).

Meşâriku'l-Yûh 1771 yılında yazılmıştır. İbrâhim Hakkı'ya ait olanlar yanında bazı eserlerden de derlenmiş Farsça, Türkçe ve Arapça manzumeden oluşur (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3381).

Sefînetü'r-Rûh min Vâridâti'l-Fütûh 1773 yılında müellifin diğer bazı eserlerindeki Türkçe, Farsça ve Arapça şiirlerin derlenmesiyle meydana gelmiştir (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3413, 3812).

Kenzü'l-Fütûh 1774 yılında düzenlenmiş olup 1021 beyitten oluşmaktadır (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3316). Bazı şiirler Arapça'dan Farsça'ya ve Türkçe'ye çevrilmiştir.

Defînetü'r-Rûh 1775 yılında derlenmiş olup müellifin Mecmûatü'l-Meânî'sinden seçilmiş Arapça, Farsça ve Türkçe 400 beyit, önceden yazdığı Cilâü'l-Kulûb ve İnsân-ı Kâmil başlıklı risaleleri ve üç mektubundan oluşur. Mesih İbrahimhakkıoğlu eserin bir nüshasının kendisinde bulunduğunu belirtmektedir (1973: 140).

Rûhu'ş-Şürûh 1775 yılında hazırlanmıştır. Müellifin Dîvân'ındaki "İlâhînâme"den seçilmiş manzumelerden oluşur (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3381/3).

Urvetü'l-İslâm Mârifetnâme'den istifade ile 1777 yılında hazırlanmıştır. (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 1462).

Hey'etü'l-İslâm Urvetü'l-İslâm ile aynı tarihte yazılmıştır. Mesih İbrahimhakkıoğlu, eserin bir nüshasının kendisinde bulunduğunu bildirmektedir (1973: 154).

Tuhfetü'l-Kirâm İbrâhim Hakkı'nın "evlat eserler" serisinin ilkidir (bk. İnsâniye, vr. 341b).

Nuhbetü'l-Kelâm 1768 yılında Mecmûatü'l-Meânî ve Mârifetnâme'den alıntılarla oluşturulmuştur. Eser halen elde bulunmamaktadır.

Ülfetü'l-Enâm 1775 yılında Mârifetnâme'den alıntılarla düzenlenmiş olup günümüze ulaşmamıştır.

İbrâhim Hakkı'nın çeşitli öğretim kademelerinde okunması gereken derslere ve öğretim kurallarına ilişkin muhtevası dolayısıyla önemli kabul edilen Tertîbü'l-Ulûm başlıklı Türkçe manzum bir eseri daha vardır (yazma nüshaları için bk. Özyılmaz, 1986: 10-14).

Kaynakça

Altıntaş, Hayrani. Erzurumlu İbrahim Hakkı. Ankara 1992.

Ayni, Mehmed Ali. “Şeyh İbrahim Hakkı”. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası. sy. 2 (1332), s. 117-130.

Bağdatlı İsmâil Paşa. Hediyyetü’l-Ârifîn. İstanbul 1951, I, 39-40.

Bingöl, Abdulkuddûs. “Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın İlim Anlayışı”. Felsefe Dünyası. sy. 9 (1993), s. 14-20.

Ceviz, Nurettin. “Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerine Ait Bir Yazma: Mecmû‘atu’l-‘irfâniyye”. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi. sy. 23 (1996), s. 85-97.

Çağrıcı, Mustafa. “İbrâhim Hakkı Erzurumî”. DİA. 2000, XXI, 305-311.

Çelebioğlu, Âmil. Erzurumlu İbrahim Hakkı. Ankara 1988, tür.yer.

Gölpınarlı, Abdülbaki. “İbrahim Hakkı, Erzurumlu”. Türk Ansiklopedisi. 1971, XIX, 507-508.

Irmak, Sadi. “Tıp Tarihi: İbrahim Hakkı (1703-1780) ve Pozitif İlimler”. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası. 36 (1973), s. 133-168.

İbrahim Hakkı Erzurûmî. Dîvân. İstanbul 1263, s. 11, 174.

a.mlf. İnsâniye. Süleymaniye Ktp., Düğümlü Baba, nr. 452, vr. 341b.

a.mlf. Mârifetnâme. İstanbul 1310, tür.yer.

İbrahimhakkıoğlu, Mesih. Erzurumlu İbrahim Hakkı. İstanbul 1973.

İbrahimhakkıoğlu, Uğur. Erzurumlu İbrahim Hakkı ve İki Torunu Feyyaz Efendi ile Zakir Bey. Ankara 1998, s. 15-40.

İhsanoğlu, Ekmeleddin. “Batı Bilimi ve Osmanlı Dünyası: Bir İnceleme Örneği Olarak Modern Astronomi’nin Osmanlı’ya Girişi”. Belleten. 61/217 (1992), s. 749-757.

İhsanoğlu, Ekmeleddin v.dğr. Osmanlı Astronomi Literatürü Tarihi. İstanbul 1997, II, 486-491.

Külekçi, Numan – Karabey. Turgut. Erzurumlu İbrahim Hakkı-Dîvân. Erzurum 1997, s. 20-31, 42-45.

Mehmed Tâhir (Bursalı). Osmanlı Müellifleri. İstanbul 1333, I, 33-36.

Özyılmaz, Ömer. İbrahim Hakkı Erzurûmî’nin Tertîb-i Ulûm İsimli Eserindeki Eğitimle İlgili Görüşleri. YLT, Uludağ Üniversitesi, 1986, s. 10-14.

Revnakoğlu, Cemaleddin Server. Erzurumlu İbrahim Hakkı ve Ma‘rifetnâmesi. İstanbul 1961.

Yıldırım, Mustafa. “Erzurumlu İbrahim Hakkı’da ‘Tekâmül’ Anlayışı”. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi. sy. 21 (1995), s. 195-203.

Yüksel, Emrullah. “Erzurumlu İbrahim Hakkı (1703-1780)’da Dini ve Pozitif İlimler Birbirini Tamamlar”. Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi. sy. 11 (1993), s. 1-7.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/erzurumlu-ibrahim-hakki

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

ERZURUMLU İBRÂHİM HAKKI (1703-1780)

Mârifetnâme adlı eseriyle tanınan âlim, sûfî ve şair.