A

MÛSÂ CÂRULLAH(1875-1949)

Tatar İslam âlimi ve fikir adamı.

  • MÛSÂ CÂRULLAH
    • Ahmet KANLIDERE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/musa-carullah
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MÛSÂ CÂRULLAH
MÛSÂ CÂRULLAH (1875-1949)

Tatar İslam âlimi ve fikir adamı.

  • MÛSÂ CÂRULLAH
    • Ahmet KANLIDERE
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/musa-carullah
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MÛSÂ CÂRULLAH

Modern meselelere getirdiği cesur içtihatları ile Rusya müslümanları arasında olduğu kadar Türkistan, Türkiye, Mısır ve Hindistan'da da tanınan bir âlimdir. Ailesinin kökenleri Nogayların Altıvul Uruğ'una, Mişer Tatarlarına dayanır. Rostov şehrinde imamlık yapan Molla Cârullah'ın oğlu olarak, Don nehri kıyısındaki Novoçerkassk'ta doğdu. Bu şehirdeki bir Rus okulunda eğitim gördükten sonra 1888'de Kazan'a giderek Gölboyu Medresesi'nde tahsiline devam etti. 1895'te gittiği Buhara'da üç-dört yıl kalıp ardından önce İstanbul'a, oradan da Mısır'a giderek üç yıl fıkıh ve hadis âlimlerinden dersleri aldı. Daha sonra Hicaz, Hindistan, Şam ve Beyrut'a gitti, buraların tanınmış âlimlerinin derslerine katıldı. 1904'te Rusya'ya döndükten sonra Petersburg Üniversitesi'nin Hukuk Bölümü derslerine devam etti, 1905'ten itibaren değişik gazete ve dergilerde yazılar yayımladı. Rusya müslümanlarının siyasî kongrelerinde aktif rol oynadı. 1909 yılının sonunda, Orenburg'a taşınarak Hüseyniye Medresesi'nde muallimlik görevine başladı. Derslerinde Allah'ın rahmetinin geniş ve bütün insanları kuşatıcı olduğunu işlemesi mutaassıp çevrelerin tepkisini çekince 1910 yılı başlarında Orenburg şehrini terketmek zorunda kalmıştır. Bundan sonraki yıllarda kendini yazmaya vermiş, eserler neşretmiştir. 1917'de Moskova'da toplanan Rusya Müslümanlarının Kongresi'nde müftülük için aday gösterilen altı kişi arasında yer almıştır. 1921'de Sovyetler aleyhinde çalıştığı gerekçesiyle Taşkent'te tutuklanmış, on bir ay kadar hapis yatmıştır. Bundan sonra Leningrad'a dönüp oradaki büyük camide imamlık yapmaya başlamışsa da 1923'te yeniden tutuklanmış, bu defa üç ay tutuklu kaldıktan sonra salıverilmiştir. 1926 yılında Mekke ve Kahire'de yapılan toplantılara katılmış, 1927'de hac ziyaretinde bulunmuştur.

Rejimin baskılarının dayanılmaz hale gelmesi üzerine 1930 yılı sonunda Sovyetler Birliği'nin dışına kaçmaya mecbur kalmıştır. Doğu Türkistan, Afganistan ve Hindistan yoluyla Mısır'a gitmiş, buradan Berlin'e, 1931'de ise Finlandiya'ya geçmiştir. 1933'te Berlin'de Arap harfli bir matbaa kurarak birkaç eser yayımlamıştır. Daha sonra Finlandiya'ya, oradan Irak'a gidip Musul, Kerkük, Kerbela, Necef ve Kûfe gibi yerleri dolaşmış, bu gezi esnasında gördüklerini kaleme almıştır. Buradan Mısır'a, daha sonra da Hindistan'a giderek Bombay, Benâres ve Kalküta'da bir süre bulunduktan sonra Japonya'ya geçmiş, 1938 sonuna kadar Tokyo'da kalmıştır. II. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine, Çin üzerinden Hindistan'a gitmiş, burada İngilizler tarafından tutuklanmış, bir buçuk sene hapisliğin ardından 1945'e kadar Bhopal'de kalmıştır. 1947 yılı ortalarından itibaren de bir sene İstanbul'da yaşamış, Kahire'ye gitmiş, 25 Ekim 1949'da burada vefat etmiştir.

Cârullah, hayatını İslam ilimlerini öğrenmeye adamış, Kazan, Buhara, Mısır ve Hindistan medreselerinde tahsil görmüş, bu yerlerdeki ıslahatçı dinî fikirlerden etkilenmiştir. Ayrıca Avrupa ve Rus kültürünün hâkim olduğu Rostov, Kazan ve Petersburg gibi şehirlerdeki tahsili ve faaliyetleri sırasında Batı'daki fikrî gelişmeleri takip etmeye çalışmıştır. Eserlerinin çoğunda İslam dünyasının gerileme sebepleri ve bundan kurtulma çareleri konusuna yoğunlaşmıştır. İslam dünyasının ilk asırlarındaki canlılık, fikir hürriyeti ve içtihat yapma özgürlüğünün daha sonraları yerini taklit anlayışına bıraktığını, mezhep taassubu yüzünden fikirlerin daraldığını, medrese eğitiminin gerilediğini, kadınların hayatın dışına itildiğini, bunları iktisat ve hukuk alanındaki bozulmaların izlediğini ifade etmiştir. Diğer taraftan kelamcıların boş tartışmalarla insanların zihinlerini işgal ettiklerini, Yunan felsefesinin nazariyelerini müslümanların düşünce dünyasına taşımak suretiyle İslam dininin sade olan akidesini karmaşık hale getirdiklerini ileri sürerek çağdaş meselelere cevap vermekten uzak olan kelam ilminin medrese müfredatından çıkarılması gerektiğini savunmuştur. Buhara ve Kazan medreselerinde de modern ilimler olmadığı gibi, "dinî ilimler" adı altında okutulanların da dinî olmaktan uzak olduğunu, medreselerde çok zamanda az şey öğretildiğini, hadis, tefsir, tarih, tabii ilimler ve matematik gibi derslerin okutulmadığını, bunların yerine faydasız derslerle talebelerin vaktinin heba edildiğini söylemiştir (Edebiyyât-ı Arabiyye [Kazan, ts] 36-37). Buhara'daki talebelerin on beş-yirmi yıl süren eğitimden sonra Arapça bir metni okuyup çözümleme yeteneği kazanamadan imam, müderris, kadı veya müftü olduklarını, bu yüzden asıl ıslahatı eğitim kurumlarında yapmak, mektepler, ilmî cemiyetler, edebî mahfiller, ilmî toplantılar, ticarî şirketler ve fabrikalar gibi kurum ve kuruluşlar üzerinde yoğunlaşmak, medeniyet ruhunun ortaya çıkmasına kafa yormak lazım geldiğini ifade etmiştir. Avrupa'nın, romanlarıyla değil, ticareti, sanayisi, ilmî araştırmaları ve eğitimiyle terakki ettiğini vurgulamıştır (el-Lüzûmiyyât [Kazan, 1907], s. 24). İlim, sanayi ve maarifin öğrenilebilmesi için çok sayıda öğrencinin Rus ve Avrupa okullarına gönderilmesini, bunun için -Rusya yahudilerinin yaptığı gibi- talebe yardım dernekleri kurulmasını önermiştir (Edebiyyât-ı Arabiyye [Kazan, ts], 100, 103).

Rusya'daki inkılapçı fikirlerden etkilenen medrese talebeleri (Kazan'daki Muhammediye Medresesi şakirtleri), müfredatın değiştirilmesi talebiyle boykotlar yaptıklarında (1906), Cârullah bu talebelerin hoşnutsuzluğunu gidermek ve onları İslam dairesinde tutabilmek için uğraşmıştır. Ona göre talebelerin dinden uzaklaşmasının asıl sebebi taklide dayanan eski tarz eğitim sistemiydi. Talebeleri bu "karanlık" eğitimden kurtarmak için onlara heyecan ve inkılapçı mesajlar verebilecek eserlerin klasik dönem İslam kitapları arasında (kendi deyimiyle Selef eserleri) olduğunu düşünmüş, o kitaplarda "yeni fikirler" bulunabileceği inancıyla İslam tarihinde hür fikirleriyle tanınan âlimlerden ve şairlerden tercümeler yapmıştır. Medrese talebelerinin "ruhlarına canlılık, akıllarına hürriyet vermek" maksadıyla 1905 ile 1912 yılları arasında Ebülalâ Maarrî ve İranlı şair Hâfız-ı Şîrâzî'den tercümeler yapmış, Ebü'l-Kasım Şâtıbî'nin dört eserini şerhleri ile birlikte neşretmiş, İbn Hacer Askalânî'nin fıkıh ve hadis konusundaki iki eseri ile fıkıh ve hadis âlimi Muhammed b. Muhammed Cezerî'nin Kur'an'ın mütevatir kıraatlerini rivayet eden bir eserini şerhetmiştir.

Eserlerinin çoğunda kadınların maruz kaldığı haksızlıkları vurgulamış, İslamiyet'in ilk dönemlerinde kadının yüksek bir mevkiye sahip olduğunu, fakat sonraki asırlarda dar görüşlü fakihlerin, cahil hocaların ve vaizlerin etkisiyle, fitneye sebep olacakları gerekçesiyle kadının sosyal hayatın dışına itildiğini ifade etmiş, kadınların hem dinî hem kültürel eğitimden mahrum bırakıldığını savunmuştur. Kadının iffetinin ancak eğitim gücüyle korunabileceğini, eğitimsizlikten gelen zararın yüz açıklığından gelebilecek zarara oranla bin kat daha fazla olduğunu söylemiş, kadınların Batı'dan gelen yeni modalara kapılmasını da sakıncalı bulmuştur. Müslüman kadına İslamiyet'in başlangıcındaki sosyal saygınlığının tekrar kazandırılması için toplumsal bilincin yerleştirilmesi, devletin güvence sağlaması ve hepsinden de önemlisi kadınların ve erkeklerin eğitilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Ona göre erkeklerin eğitiminden maksat, sadece onların mektep medrese tahsili görmeleri değil, edep ve iffet gibi konularda kadınlara bakışlarında esaslı ve kapsamlı bir inkılap geçirmeleridir (Hâtun [Berlin, 1933], 9, 82). İslamiyet, ahlak bakımından kadınla erkeği eşit tutmuştur: Kadınlar için namusluluk ve sadakat ne kadar gerekliyse erkekler için de o kadar gereklidir.

Cârullah, bu tarz bir İslam anlayışının yaygınlaşması için uğraşırken, İslam'ın temel prensiplerinden de ödün vermemeye özen göstermiştir. Bazı kimselerin kendisine "Tatar Luther'i" veya "dinî reformcu" sıfatını yakıştırmasına itiraz etmiş, İslamiyet'te Protestanlık benzeri bir reformun gerekliliğini savunanlara karşı çıkmıştır. Ona göre İslam dini ıslaha muhtaç değildir; çünkü sorun dinde değil, müslümanların kendisindedir; müslümanlar İslamiyet'in gerçeğini öğrenerek kendilerini ıslah etmelidirler.

İsmail Gaspıralı'ya hayranlık duymakla beraber bazı temel konularda ondan farklı düşünmüştür. Gaspıralı onun tarihin derinliklerinde kalmış bazı ilahiyat konularını yeniden ortaya atarak muhafazakâr müslümanların tepkisini çekmesini doğru bulmamıştır. Musa Cârullah ise, eskide kalmış gibi görünen bazı meselelerin aslında toplumun mevcut durumuyla yakından ilgili olduğuna inanmıştır. Dünyayı hâlâ müslümanlar ve kâfirler olarak algılayan bir anlayışla müslümanların uygar dünya ile sağlıklı ilişkiler kuramayacağını, hurafelerle beslenen bir toplumun dünya ile bütünleşemeyeceğini, bu yüzden, öncelikle toplum zihninde yerleşmiş olan yanlış kanaatlerin düzeltilmesi gerektiğini savunmuştur.

Mûsâ Cârullah zamanındaki pek çok ilim ve fikir insanı gibi müslümanların gerilemesinin en önemli sebebinin eğitim alanındaki yozlaşma olduğunu, kurtuluşun da ancak bu alanın düzeltilmesi ile mümkün olabileceğini savunmuştur. Bu itibarla bir ıslah taraftarı olan Cârullah taklit ve ezbere dayanan bir eğitimden ziyade hayatın gerçekleri ile bağlantılı yeni bir anlayışın gerekliliği üzerinde durarak müslümanların bundan çok uzak olduğunu belirtmiştir. Tabii bilimlerin gereken ilgiyi görmemesi müslümanları sadece maddi planda geriletmemiş aynı zamanda inanç ve dinî düşünce hususunda da zaafa düşürmüştür.

Ona göre müslümanlara lazım olan eğitim, dünya ve ahiret saadeti için planlamaların yapılarak, ferdî yetenek ve kabiliyetler ile içtimaî ihtiyaçların tespit edildiği bir eğitim anlayışı olmalıdır. Bu anlayışta öğrenciye önce içtimaî ve tabii temel bilgiler verilmeli, sonra da irfan yani sanat ve siyaset bilgisi öğretilmelidir.

Eserleri: Târîhu'l-Kur'ân ve'l-Mesâhif (Petersburg 1905) adlı ilk eserinde Kur'an tarihi ve mushafların toplanması sürecini incelemiştir. Otuz yedi sayfa olan bir risaledir. Eğitime dair görüşleri ve tekliflerini de içerir. Umum Rusya Müslümanlarının Üçüncü Resmî Nedveleri (Kazan 1906), Islahat Esasları (Petersburg 1915-17) ve İslâm Milletlerine (Berlin 1923) adlı kitaplarında Rusya müslümanlarının siyasî kongrelerinin zabıtlarını neşretmiştir. Edebiyyât-ı Arabiyye (Kazan 1907[?]) adlı eserinde Rusya'daki mektep ve medreselerin ıslahı meselesini ele almış, fıkıhçıları ve kelamcıları eleştirmiştir. Rahmet-i İlâhiye Bürhanları (Orenburg 1911) adlı kitapçığında dinler tarihi araştırmalarının önemine değindikten sonra Allah'ın rahmetinin kapsayıcılığını savunmuş, bu konuda kendisine yöneltilen eleştirilere İnsanların Akîde-i İlâhiyelerine Bir Nazar (Orenburg 1911) adlı risalesinde cevap vermiştir. Uzun Günlerde Rûze (Kazan 1911-12) adlı kitabında gündüzleri uzun olan yerlerde namaz ve oruç gibi vecibelerin durumu konusuna açıklık getirmeye çalışmış, taklidin zararları, içtihadın gerekliliği ve kıyasın niteliği gibi konuları ele almıştır, Halk Nazarına Birniçe Mesele (Kazan 1912) kitabında Osmanlılar'da Batı romanları taklit edilerek yazılan aşk ve cinayet romanlarının halka kötü telkinler yaptığı ve özentiler yarattığını belirtmiş, Osmanlı edebiyatının ve dilinin halktan kopuk olmasından, dilde sadeleşmenin lüzumundan söz etmiştir. Batı toplumlarının ilerlemesinde aklın kilise sultasından kurtarılmasını ve bunda Protestan reformatörü Martin Luther'in rolünü ele almıştır. 1913'te siyonizm hakkında kaleme aldığı makalelerinde Yusuf Akçura'nın yazdıklarını yetersiz bularak siyonizm hareketinin tarihî kökleri ve maksatlarına açıklık getirmek istemiş, Filistin'de Osmanlı yönetiminin uygulamalarını eleştirmiştir.

Büyük Mevzularda Ufak Fikirler (Petersburg 1914) adlı tenkidî eserinde Tatar dinî reformcusu Ziyaeddin Kemali'nin (1873-1942) fikirlerini ve özellikle de onun tasavvufu reddeden görüşlerini sorgulamış, Batıcı görüşleriyle tanınan Türk aydını Celal Nuri İleri'nin İslamiyet'i Protestanlığa benzeten fikirlerine karşı çıkmıştır. Mülâhaza'da (Petersburg 1914) dostu ve fikirdaşı Rızâeddin b. Fahreddin'in (1859-1936) bir eserini eleştirmiş, onun dinî-dünyevî şeklinde ayırıma gitmesini İslam'ın ruhuna aykırı bulmuştur. Faiz muamelelerini, riba meselesini ve İslam'a göre banka meselelerini ele aldığı Zekât (Petersburg 1916) adlı eserinde İslam dünyasındaki iktisadî geriliğin sebeplerini irdelemiş, bu durumdan kurtuluş yollarını göstermiştir. Şeriat Esasları (Petersburg 1917) kitabında fıkıh tarihi, fıkıh usulü, tesettür ve kadın hakları gibi meseleleri tartışmıştır. Kadın meselesine dair müstakil eserini 1916 yılında kaleme almışsa da bunu ancak 1933'te Berlin'de bastırabilmiştir. Kur'ân-ı Kerim Ayetlerinin Nurları Huzurunda Hâtun adını taşıyan bu kitapta kadın konusunda İslam dünyasında yaygın olan fikirleri ve uygulamaları sorgulamıştır.

Sovyet döneminde yayın imkânlarının kalmaması sebebiyle sadece bir eserini Berlin'de bastırabilmiştir. Yurt dışına kaçtıktan sonra Berlin'de kurduğu matbaasında üç eserini daha bastırmıştır. Bu tarihten sonra yazdığı eserlerinin tamamı Arapça'dır. Irak ve İran'da bir yıldan fazla süren seyahati sonunda, buraların Şiî halkı arasında gördüğü âyinleri ve Şiî akidesini tenkit yolunda yazdığı ve Mısır'da bastırdığı el-Veşîa fî Nakdi Akaidi'ş-Şîa (Kahire 1935) kitabı Mısır ve Pakistan'da defalarca basılmıştır. 1938'e kadar İslam'da takvim meselesi, Hz. Peygamber'in hayatı gibi konularda birkaç eser daha yayımlamıştır. Hindistan'da bastırdığı eserlerde ele aldığı konular şunlardır: İslam'a göre miras ve miras paylaşımı (Sahîfetü'l-Ferâiz, Bhopal 1944); Arapça fiil çekimlerinin Kur'an kelimeleri üzerine uygulanması (Sarfü'l-Kur'âni'l-Kerîm, Bhopal 1944); Kur'an âyetlerinin mevcut sıralanış şekli ve âyetlerin iniş sırası (Kitâbü Tertîbi's-Suveri'l-Kerîme, Bhopal 1944); Kur'an'daki sûrelerin başındaki harflerin açıklanması (Hurûfü Evâili's-Suver, Bhopal 1944); İslam'a göre bankaların durumu, riba ve faiz meseleleri (Te'minü'l-Hayâti ve'l-Emlâk, Bhopal 1944; el-Bank fi'l-İslâm, Bhopal 1946); İslam Halifeliğinin Nitelikleri (Nizâmü'l-Hilâfeti'l-İslâmiyye, Bombay 1946). Ayrıca Hindistan'da ortaya çıkan ve hadis ve sünneti aslî kaynak olarak kabul etmeyen bir grubu eleştirmek ve sünnetin önemini vurgulamak için Kitâbü's-Sünne (Bhopal 1945) adlı eserini yazmıştır.

Kaynakça

Altuntaş, Selçuk. How to Be a Proper Muslim in the Russian Empire: An Intellectual Biography of Musa Jarullah Bigiyev (1875-1949). Dr.T, University of Wisconsin-Madison, 2018.

Doğan, Recai. “Musa Carullah’ın Maarif ve Usûl-i Cedîd Hakkındaki Görüşü”. Ölümünün 50. Yıldönümünde Mûsa Cârullah Bigiyef (1875-1949). Ankara, 2002, s. 129-144.

Görmez, Mehmet. Mûsa Cârullah Bigiyef. Ankara, 1994.

Hayrutdinov, A. G. Mûsa Djarullah Bigiev. Kazan 2005.

Kanlıdere, Ahmet. Kadimle Cedit Arasında Mûsa Cârullah: Hayatı, Eserleri, Fikirleri. İstanbul, 2005.

a.mlf. “Musa Carullah”. DİA. 2006, XXXI, 214-216.

Musa Bigiev: miras häm xäzerge zaman. Kazan 2000.

Ölümünün 50. Yıldönümünde Mûsa Cârullah Bigiyef (1875-1949). Ankara, 2002.

Taymas, Abdullah Battal. Musa Carullah Bigi. İstanbul, 1958.

Şentürk, Mustafa. “Musa Carullah’ın Eğitim Üzerine Düşünceleri, Tarihu’l-Kur’an ve’l-Mesahif adlı Eseri Bağlamında”. Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi. sy. 48 (2012), s. 257-268.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/musa-carullah

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

MÛSÂ CÂRULLAH (1875-1949)

Tatar İslam âlimi ve fikir adamı.