İşrak felsefesinin kurucusu.
İşrak felsefesinin kurucusu.
Şehâbeddin Yahyâ b. Habeş b. Emîrek Sühreverdî, İran'ın kuzeybatısında Zencan şehrine Sühreverd'de doğdu. İlk tahsilini burada aldı. Daha sonra dönemin ilim merkezlerinden Merâga'da öğrenim gördü. Mecdüddin Cîlî'den fıkıh usulü ve felsefe okudu. Şâfiî fıkıh usulüne dair yazdığı Tenkîhât adlı eseri bu dönemin bir ürünüdür. Buradaki tahsilini tamamlayan Sühreverdî, İsfahan'a gitti ve orada Zahîrüddin Fârisî'den İbn Sînâ tarafından oluşturulan Meşşâî felsefe geleneği üzerine eğitim aldı. Zamanındaki bilginleri ve sufileri görüp onlardan yararlanmak amacıyla çeşitli yolculuklara çıkarak Mardin'e uğradı ve orada İbn Sînâ geleneğini takip eden Fahreddin Mardînî'den de yararlandı. Daha sonra II. Kılıcarslan'ın oğlu olan Niksar Emîri Nâsırüddin Berkyaruk Şah ile görüştü, onun isteği üzerine Pertevnâme adlı eseri yazdı ve kendisine okuttu. İlerleyen dönemde Konya'ya da giderek Selçuklu sarayında ağırlandı, II. Kılıcarslan'ın veziri Kemâleddin Kâmyâr'a bir müddet öğretmenlik de yaptı. Daha sonraki dönemde Diyarbakır ve Mardin bölgesinde bulundu. Diyarbakır Beylerbeyi Karaarslan (1185-1205) ile olan yazışmalarının neticesi ve onun talebi üzerine Elvâh-ı İmâdiye adlı eserini kaleme aldı. Bu eserin girişinde eğitimdeki tümel hedefleri dikkate alarak muhatabın kavrayışı için uygun teknikler kullanılmasının gerekliliğini belirtti. Daha sonra Halep'e giderek oradaki bilginler ve şehrin emîri ile temas kurdu.
Yaptığı ilim yolculuklarıyla ilgili olarak dile getirdiği "Ömrümün çoğu seferlerde, bu ilahî hikmete vâkıf olan bir ortak araştırıp soruşturmakla geçti. Bu üstün ilimlerden haberi olan ve buna inanan birini bulamadım" (Sühreverdî, 1993b: 505) ifadeleri, onun ilim anlayışını da yansıtır. Nitekim onun dinî ilimlerle başlayan tahsil hayatı genel mânada felsefî ilimlere yönelmiş, orada da bulamadığı tatmini, kendisinin "nurlar ilmi" adını verdiği ilahî ilimle noktalamıştır ki bunu Hikmetü'l-İşrâk'ta ortaya koymuştur.
Kimi felsefî kimi dinî olan teorik meseleler üzerine görüşleri ve Halep'teki bilginlerle çetin tartışmalara giren muhalifleri tarafından Selâhaddin Eyyûbî'ye intikal ettirildi. Sonuçta Halep'teki bazı bilginlerin Sühreverdî'nin katline dair fetvası, Selâhaddin'in buyruğu ile 1191'de infaz edildi. Bu sebeple Sühreverdî, kimileri tarafından "maktûl"; fakat sevenlerince "şehit" diye anılır oldu. Maktûl lakabı, çağdaşı ve hemşerisi olan sufi Ömer Sühreverdî'den (ö. 1234) onu ayırmak için de kullanılmıştır.
Sühreverdî'nin kendini geliştirmek için birçok farklı kaynaktan istifade ettiği anlaşılmaktadır. Müslüman filozoflar içinde İbn Sînâ, antik filozoflar içinde Eflatun, doğunun kadim düşüncelerinden Fars ve Hint hikmeti, Hallâc gibi sufiler Sühreverdî'nin dikkate aldığı fikrî kaynaklar olarak anılabilir. Onun ortaya koyduğu felsefî düşünceye göre eğitim, öncelikle zamanın bilimsel ve metafizik bilgilerinin kazanılmasına ardından da manevi arınma yöntemiyle ilahî âleme dair birtakım görüşe ve iyi ahlaka sahip olma şeklinde anlaşılır. Bu hedefe ulaşma noktasında doğrudan üstatlardan temel metinleri okuyup öğrenmenin yanı sıra perhiz, çile vb. farklı kültürlere ait tekniklerden veya sufilere ait riyazet, zikir, inziva vb. birçok uygulamadan yararlanılır.
Sühreverdî, birçok eser yazmasına rağmen bunlardan dördünü kendi fikirleri için temel kaynak olarak görür. Bu, ortaya koyduğu fikirlerin öğrenimi ve öğretiminde izlenmesi gereken sıra olarak görülebileceği gibi temel olandan ayrıntıya, basitten karmaşığa doğru ilerleyen bir eğitim modeli olarak da görülebilir. Onun verdiği sıraya göre ilkin Telvîhât adlı muhtasar eserden başlanmalıdır. Bu eser, kısa da olsa Meşşâî felsefenin temel kaidelerini verir. Ona göre Meşşâî felsefe mantık, tabii ve metafizik ilimlere dair meseleleri içerir. Hakikat öğrencisinin başlangıçta bu formasyonu kazanması gerekir. Bu eserin ardından Mukavemât gelir. Telvîhât'a alamadığı konu ve tartışmaları içeren bir eserdir. Bu ikisi de bitince Meşâri' adlı eseri okunmalıdır. Meşâri' Meşşâî felsefenin ayrıntılı bir dökümü ve kısmî bir eleştirisidir. Diğer iki eserinde de kısmî eleştiriler mevcuttur. Bu üç eser, araştırmacıya ilmî ve felsefî donanımı kazandırmış olmalıdır. İşte bundan sonra İşrak felsefesini açıkladığı Hikmetü'l-İşrâk eseri anlaşılabilir. Ona göre Meşşâî felsefe bahis, yani bir meselenin çözülmesinde konuyla ilgili öncüller düzenleyip çıkarım yaparak sonuca ulaşma şekli iken İşrâkî felsefe buna ek olarak teellüh, yani perhiz, oruç vb. yöntemle gerçekleşen manevi arınma sonucu hasıl olan müşahede ile ilahî hakikatlere vakıf olma şeklidir. Sühreverdî'nin nazarında insanın, kutsi yola yönelmeksizin ve ruhanî nurları müşahede etmeksizin salt kitap okuyarak hikmet sahibi olacağını zannetmesi bir yanılgıdır. Ona göre Hikmetü'l-İşrâk adlı eser, değerli ilimlerden öncekilere özet şeklinde, kendisine genişçe verilen şeyleri içerir. Hatta o, bu eserin yetenekli öğrencilere öğretilmesi işini "kayyimü'l-kitab" dediği özel bir görevliye havale eder. Bunun da gerekçesini "İlahî âlemden teyit alanlar hariç, alışma aşamasındaki kimseler bir öğreticiye muhtaçtır" şeklinde ifade eder (Sühreverdî, 1993b: 494). Sühreverdî, selefleri İhvân-ı Safâ ve İbn Sînâ gibi fikirlerini felsefî ve sembolik hikâyelerle de izah etmeye çalışır. Bu cümleden olmak üzere on civarında risale kaleme almıştır ki büyük bir kısmı Türkçe'ye de çevrilmiştir. Onun bu yazım tarzı bir örnek üzerinden felsefi pedagoji açısından da incelemeye konu olmuştur (Rustom, 2020).
Sühreverdî'ye göre nur, kendisinin farkında olan (müdrik) ve etkileyen (fâil) bir şeydir. Bu sebeple o, kendisinden bir başka nurun meydana gelmesine sebep olur. Meydana gelen bu nur, müşahedesinden dolayı başka bir nura, kendi aydınlığı ile (işrâk) feleğin meydana gelmesine sebep olur ve süreç, dikey olarak başka nurun ve feleğin meydana gelmeyeceği bir noktada biter. Dikey tabakadaki nurlar arasındaki çeşitli ilişkiler, yatay olarak başka nurların ve cisimlerin meydana gelmesine sebep olur ve bu, kendisinden başka bir nurun ve cismin meydana gelmediği bir yerde durur. Onlar da nurları müşahede etmeleriyle misal âlemini, yaratılmış olmalarıyla hissî âlemi meydana getirir. Bu sebeple İşrâkî felsefede her şey nurun bir sonucu olarak görülür. insan">İnsan da yatay tabakadaki bir nurun sonucudur. Şöyle ki yatay tabakadaki en üstün nurun müşahedesi sebebiyle insanın nefsi/ruhu, kendi aydınlığı ile bedeni oluşur. İnsan nefsi de nur olduğundan o da nurun hükümlerine tabidir. Mesela nefisteki kuvveler, bu nurun meydana getirdiği sonuçlardır. Nefis, ilahî nurları müşahede etmekle aydınlanır, bedenî kuvveleri aydınlatmasıyla erdemleri meydana getirir. Esasen müşahede etmesi, nurun kendiliğinden apaçık olmasına, kendi aydınlığı ise etki sahibi olmasına tekabül eder.
Sühreverdî'nin eğitim anlayışında bir ilim dalı öğrenilirken o ilmin meseleleriyle ilgili bazı kaideleri bilmek gerekir. Bunlar, öğrenilen ilim dalının meselelerini çözmede dayanak olarak alınır ve belirtilmeyen birçok mesele onun sayesinde kolay anlaşılır hale gelir. Bu dayanaklar bazan daha da alt konularda olur. O zaman da "zâbıt" dediği kurallar devreye girer. Böylelikle eğitimdeki amacın öğrenciye çokça malumat vererek hazıra alıştırmak değil aksine temel kaide ve kuralları öğreterek öğrenciyi etkin hale getirmek olduğu ortaya çıkar. Nitekim hacimli eserlerinin hemen her bölümünde bu kaide ve zâbıtlardan çokça bahseder ve bunların ezberlenmesinin faydalı olacağına dikkat çeker. Kaidelerin bozuk olması durumunda bile pedagojik amaçlarla onlardan yararlanmak gerekir. Onun kaidelere verdiği önemin bir örneği olarak Elvâh tek başına kâfidir. Eser baştan sona kaideler üzerinden yazılmıştır. Ayrıca felsefî kaidelere dair müstakil bir risale de telif emiştir (Süleymaniye Ktp., Râgıb Paşa, nr. 1480, vr. 163b-184b).
Eğitimde kullanılan dildeki üslubu bilmek önemlidir. Mesela bir öğretici bazan dile getirdiği şeyi, bazı maksatlarla açıkça ifade etmemiş olabilir. Bu sebeple bir ifadenin zâhirî mânasıyla değil sembolik olarak ifade edilmiş olabileceği akla gelmelidir. Bu, Sühreverdî'nin çoğu defa dikkat çektiği bir husustur. Nitekim eski düşünürlerden nakledilen ilimler hakkında şöyle bir uyarıda bulunur: "Eski filozofların sözleri semboliktir. Bu yüzden onlara yöneltilen eleştiriler sözlerinin zahirine ise de kastettikleri anlama dönük değildir. Çünkü sembol eleştiri ve inkâr konusu yapılmaz" (Sühreverdî, 1993a: 10). Nitekim onun bazı risaleleri sembolik dille yazdığını da burada belirtmek gerekir.
Sühreverdî, düşünce dünyasına farklı bakış ve açılımlar getirmiş; aydınlanmayı felsefesinin adı olarak gördüğü gibi karakter eğitiminde de ona yer vermiştir. Onun felsefî görüşleri üzerine birçok çalışma olmasına rağmen eğitim anlayışına dair çalışmalar henüz yenidir. Bu cümleden olmak üzere Mohammed Rustom, Sühreverdî'nin "Avaz-i Per-i Cibril" (Cebrâil'in Kanat Sesi) adlı hikâyesine odaklanarak felsefe eğitimi açısından değerlendirmede bulunmuş, İranlı iki eğitimci de eğitimin felsefî ve psikolojik temellerini Sühreverdî ve Hussel'den hareketle mukayeseli olarak incelemiştir.
Cihan, Ahmet Kâmil. “Sühreverdi ve Kitabu’l-Lemehat Adlı Eseri”. Erciyes Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi. sy. 10 (1998), s. 137-152.
a.mlf. “Sühreverdî ve İşrâkîlik”. İslâm Felsefesi: Tarih ve Problemler. ed. M. C. Kaya. İstanbul 2022, s. 397-427.
Bagheri Noaparast, Khosrow – Bagheri Noaparast, Mohammad Zoheir. “Philosophical and Psychological Foundations of Education: Comparative Study of Husserl and Suhrawardi”. Foundations of Education. 1/2 (2012), s. 5-20.
Rustom, Mohammed. “Storytelling as Philosophical Pedagogy: The Case of Suhrawardī”. Knowledge and Education in Classical Islam. ed. S. Günther. Leiden-Boston 2020, I, 404-416.
Sühreverdî. Hikmetü’l-İşrâk. nşr. H. Corbin. Tahran 1993a.
a.mlf. Kitâbü’l-Meşâri‘ ve’l-Mutârahât (İlâhiyât). nşr. H. Corbin. Tahran 1993b.
a.mlf. el-Elvâhu’l-İmâdiyye: Hikmet Levhaları. nşr. A. K. Cihan v.dğr. İstanbul 2017.
a.mlf. Kitâbü’t-Telvîhât: Hikmet Parıltıları. nşr. A. K. Cihan – S. Yalın. İstanbul 2019.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/suhreverdi
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.