A

TASAVVUFÎ EĞİTİM

Tasavvufî hayat, ahlak ve düşünce tarzının edinilmesine yönelik eğitim.

  • TASAVVUFÎ EĞİTİM
    • Mustafa KARA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tasavvufi-egitim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TASAVVUFÎ EĞİTİM
TASAVVUFÎ EĞİTİM

Tasavvufî hayat, ahlak ve düşünce tarzının edinilmesine yönelik eğitim.

  • TASAVVUFÎ EĞİTİM
    • Mustafa KARA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tasavvufi-egitim
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    TASAVVUFÎ EĞİTİM

İslam medeniyeti tarihinde dinî eğitimin ilk öğretmeni Hz. Peygamber, ilk kitabı Kur'an-ı Kerim, ilk kurumu da Mescid-i Nebevî olmuştur. İslamiyet'in yayılmasıyla birlikte ortaya çıkan ihtiyaçlara göre eğitim kurumları çoğalmış, yeni müesseseler ortaya çıkmıştır.

İslam geleneğinde din eğitimiyle ilgili üç kurum öne çıkmaktadır: Mescit, medrese ve tekke. Bu üç kurum bazan aynı külliyede bazan da bağımsız yapılar içinde yer almıştır. Mescitler, kimi zaman medrese ve tekkenin görevini de görmüştür. Kimi zaman da tekke vakfiyelerinde atanacak kişinin müderris olma şartının koşulması, farklı hizmetlerin aynı çatı altında toplanmasına sebep olmuştur. Genel olarak mescitler ibadetler için, medreseler ilmî faaliyetler için tekkeler ise tasavvufî-kalbî-ahlakî eğitim için kullanılmıştır.

İslam dünyasının genişlemesi sebebiyle zamanla ilmî/fikrî/felsefî/ahlakî/içtimaî/terbiyevî/bedîî anlayış ve yorumlarda da farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Farklı kavrayış, anlayış ve yorumlar da mezhep ve ekollerin temellerini atmıştır.

Hz. Peygamber'in etrafında âbit, nâsik, salih, zâhit gibi isimlerle anılan ve dünyadan çok ahireti düşünüp şekilden çok mânaya önem veren farklı tavır ve yorumlarıyla dikkat çeken insanlar da vardı. Bu insanlar, içinde yaşadıkları maddi dünyayı ve gönüllerindeki manevi âlemi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlardı.

İlk yüzyıllarda Kur'an-ı Kerim ve hadis metinlerinde tasavvuf kelimesi geçmediği için daha çok hadîs-i şeriflerde yer alan züht ve zâhit terimleri kullanılmıştır. "Maddi/dünyevi konulara ilgi duymamak" anlamına gelen züht ile "terbiye etmek, ıslah etmek, devamlı egzersizlerle alışkanlıklar edinmek" mânasında olan riyazet terimi ön plana çıkmıştır. Bazan nefis eğitimi, bazan ruh terbiyesi ismini alan bu eğitimin başlangıç noktasında derviş adayına şu uyarılar yapılırdı: Az ye, az uyu, az konuş. Bu, ruh eğitimi için önce bedenin arzularının denetim altına alınması anlamına gelmekteydi. Daha sonraki dönemlerde bunlara insanların eziyetlerine katlanmak, daimi zikir çekmek ve yoğun bir tefekkür halinde olmak ilkeleri ilave edilmiştir. Bu dönemde, tasavvufî terbiye için "saflaştırma ve temizleme" anlamına gelen tasfiye, tezkiye kelimeleri de kullanılmıştır.

Başlangıçta bu yolun yolcularının aynı çatı altında buluşmalarını sağlayan özel mekânlar da ortaya çıktı. Daha sonra çok yaygınlaşacak olan bu basit yapı tekke, zaviye, düveyre, savmaa, buk'a, dergâh, hangâh, asitane, sufihane, ribat gibi değişik isimlerle tarihte yerini alacak ve medeniyetin belirgin unsurlarından biri haline gelecekti.

Tekkelerin mimari yapılarında, içinde bulundukları tabiat şartları ve çevrede bulunan malzeme önemli bir rol sahibiydi. Mesela Bağdat'ta yapılan bir tekke ile Belgrat veya Kazan şehrinde inşa edilen bir zaviyenin dış görünüşü aynı değildi. Bununla beraber bu mekânların ibadet ve sohbet etmeye elverişli, öğrenmeye ve dinlenmeye uygun bölümleri vardı.

Zaman içerisinde kollara ayrılan ve çeşitlenen tasavvufî geleneğin tekke ve dergâhlarında verilen eğitim ve seyrüsülûk usulü bölgeden bölgeye ve tarikattan tarikata değişmekle beraber bu tekkelerde verilen eğitimin temel özellikleri genel olarak şöyle ifade edilebilir. Tekke eğitimi dinî açıdan zorunlu değildir. Din eğitimi açısından dinin esaslarını öğrenmek, iman, ibadet ve ahlakın ana ilkelerini kavramak, abdest, namaz gibi dinî pratiklerin uygulamasını yapmak, kısaca farzları ve haramları tanımak zorunludur. Her müslümanın bunları ergenlik çağına erişinceye kadar öğrenmesi ve uygulamaya başlaması istenir.

Bu safhalardan sonra başlayan tekke eğitimi ise gönüllülük esasına bağlıdır. Seçimini yapan müride eğer yukarıda sıralanan temel ilkeleri o güne kadar öğrenme fırsatı bulamamışsa önce bu esaslar öğretilir, sonra esas "ders"e geçilir. Sufilere göre Allah'a giden yollar sınırsızdır. Bunlardan biri de tasavvuf yoludur. Bu yol da kendi içinde yollara/tarikatlara ayrılır. Söz konusu "yol"ların çeşitliliği insan yaratılışından kaynaklanmaktadır. Tekke eğitimine başlamanın yaşı yoktur. Bu yola çok erken yaşlarda girenler olduğu gibi böyle bir tercihi geç dönemde veya mektep/medrese tahsilini tamamladıktan sonra yapanlar da olabilir. İş güç meşgalesiyle veya başka sebeplerle belli bir yaşa kadar tekke tarafına dönüp bak(a)mayanlar derviş olabileceği gibi bir müddet sonra dervişliğin şartlarını yerine getiremediği için bu yoldan ayrılanlar da olacaktır. Çünkü tasavvufî hayat bilgiden çok duygu merkezlidir. Duygu alışverişi olmayınca gelişme ve derinleşme olamamaktadır. Yaş sınırının olmaması müritle mürşit/hoca arasındaki yaş farkını da ortadan kaldırmaktadır. Yani çok genç bir mürşidin yaşlı bir müridi olabilmektedir. Bir başka ifade ile yaş farkı feyiz alışverişine engel değildir.

Dinin "olmazsa olmaz"ları olan farzlar ve haramlara dikkat ederek hayatını planlayan bir müslüman dinin hedef olarak gösterdiği takva/kalbiselim makamına ulaşabilir. Fakat söz konusu yolculuğu tasavvufî bir neşve ve usul ile yapmak isteyenlerin bir rehber bulması ve onunla birlikte yürümesi lazımdır. "Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır" sözü bu anlamdadır. Yoksa "Tasavvufî hayata girmeyenin hali haraptır" anlamında değildir. Yaşayan bir insandan feyiz almadan gönlünü saf hale getirenlere, kalbiselim makamına yükselenlere ise -Veysel Karânî'den mülhem- "Üveysî" denir. Ancak bu istisnaî bir durumdur. Kişinin mürşidini değil de mürşidin gelip kişiyi bulması gibi istisnaî durumlar da vardır.

Mürşit müritlerle tek tek ilgilenir. Ruhî yapıları, arayışları, kültürel düzeylerine göre kendilerine "vazife" verir, sonra onların ruhî gelişimlerini yakından takip eder. Tekkede umuma yönelik yapılan sohbette bu eğitimin genel ilkeleri anlatılır. Birebir görüşmelerde ise müride daha çok eksikleri ve kusurları ile yanlış davranışları hatırlatılır, düzeltilmesinin yolları gösterilir. Müritlerin çok kalabalık olması, mürşitlerin istediği bir şey değildir. Müridi çok olan mürşidin çevrede meşhur olması kişiyi dünyevi zevklerin içine çekebilir. Bu sebeple "Şöhret afettir" ifadesi çok yaygındır.

Tekke eğitiminde "yüz yüze"lik esas olmakla beraber belli bir seviyeye gelen müritlerin bazı durumlarda mektuplarla eğitildikleri de görülür. Bir mürşitten el alan/onun rehberliğini kabul eden mürit, normal şartlarda eğitimini o şahsın yanında tamamlar. Şeyhin vefatı halinde genellikle onun yerine geçen zata biatını/kabulünü yeniler, manevi yürüyüşüne devam eder. Eğer mürşit gerekli görürse müridini bir başka yerde hizmet veren meslektaşına, başka tarikata mensup bir tekkeye de gönderebilir. Gerçek mürşitler de "tarikat taassubu" yoktur. Çünkü taassup küçük ve sığ düşünenlerde görülür.

Mürşidini bizzat arayıp bulan ve onun da belli bir deneme döneminin ardından kabulüyle intisabı gerçekleşen kişinin artık itiraz hakkı kalmaz. Mürşidinin bu alanla ilgili rehberliğine teslim olur. Şüphesiz mürşidine hayatın diğer konularıyla ilgili olarak danışabilir, ancak o konularda "teslim olma" şart değildir. İstişare eder, uyup uymamakta serbesttir. Bazan mürşit olan zat, tasavvufî eğitimin dışındaki konularda müridinin tecrübesine başvurabilir.

Başlama yaşı olmayan tasavvufî eğitimin süresi de önceden tespit edilemez. Seyrüsülûk denilen bu kalbî/ruhî yolculuğun konaklama yerlerine de "makam" adı verilir. Bu makamlardan birine "takılıp kalan" ve yola devam edemeyenler "meczup" diye anılır. Meczuplar ahlakî güzellikler kazanmış olabilir, ancak başkalarını eğitmek yetkisine sahip değildirler.

Bazı müritler tekkede gece gündüz kalırlar. Gündüzleri normal iş hayatını sürdüren müritler de vardır. Tekkede devamlı kalanlar, kurumun iç hizmetlerinin yürümesine de destek olurlar. Bu iç hizmetleri görenlerin kendi aralarında bir hiyerarşisi/düzeni vardır. Maddi durumu yerinde olan müritler dergâhın ihtiyaçlarını karşılamak için çalışırlar. Dostlarını teşvik eder, vakıflar kurar, kurulmuş olan vakıfları takviye ederler. Çünkü her dergâh aynı zamanda bir sosyal yardımlaşma ve dayanışma kurumudur. Bu kurumların vakıflarını kuran şahıslar genellikle kurucu şeyhlerdir.

Zaman, mekân, ihvan çok önemlidir. Tekkeler bu eğitimin özelliklerine ve ihtiyaçlarına göre IX. yüzyıldan beri yapılagelen binalardır. Melamîler dışındaki bütün tasavvuf ehli, genel olarak tekke adını alan bu özel mekânda eğitimlerini gerçekleştirmişlerdir. Melamîler ise özel bir mekân ve kıyafet ile gösteriş arasında ilgi kurdukları için bunlara karşı çıkmışlardır.

Tekke geleneğinde İslam medeniyetinin üç temel dili Türkçe, Arapça, Farsça öğretilir. Derslerde okunan dil bilgisi kitaplarının dışında her üç dilin tasavvuf klasikleri de okunur. Balkanlar'da Türkçe bilmeyen müslümanlar, zikir meclislerinde, bugün bile Türkçe ilahileri coşku ile okuyabilmektedirler. Tekkelerde kurulan kütüphaneler kültür tarihinin önemli bir "damar"ının canlı tutulmasında ve bu mühim insanlık yadigârlarının korunarak bugüne taşınmasında rol sahibi olmuşlardır. İstanbul Süleymaniye, Bursa İnebey kütüphaneleri başta olmak üzere yazma eser kütüphanelerinin raflarındaki kitapların mühim bir kısmını, 1925 yılı sonrasında bu kurumlara intikal eden "Tekke kütüphaneleri" oluşturmaktadır.

Bazı klasikler topluca okunur. Müritlerin yetişmesinde sohbet esas ise de mürşit veya görevlendireceği bir şahsın yönetiminde bazı tasavvuf klasiklerinin okunması da yaygın bir gelenektir. Şerhedilerek okunan bu eserlerden bazıları şöyle sıralanabilir: İhyâü Ulûmi'd-dîn, Avârifü'l-Maârif, Fusûsü'l-Hikem, Futûhât-ı Mekkiyye, Mesnevî, Kûtü'l-Kulûb, Dîvân-ı Hikmet, Hikem-i Atâiye, Mektûbât-ı Rabbânî, Râmûzü'l-Ehâdîs.

Bu eserler tasavvufî hayat ve düşüncenin derinliklerini dervişlere tanıtır. Tekke eğitiminin bu halkasına katılanlar, ilim ve irfan/okuma yazma dünyaları daha zengin kimseler olurlar. Tekke eğitiminde "bir bilen" ile bazı kitapları okumak geleneği yanında müridin kendi kendine okuduğu/okuması gereken kitaplar da vardır. Bunların başında hizib, vird, delâil gibi "evrad kitapları" gelir. Dua ve Hz. Peygamber'e salatüselamla ilgili metinleri ihtiva eden bu eserler dervişlerin el kitaplarındandır. Faslı Cezûlî'nin (ö. 1465) kaleme aldığı Delâilü'l-Hayrât bunların en meşhurudur. Başta Türkçe olmak üzere değişik dillere tercüme ve şerhi yapılan eserin Mısır, İstanbul, Petersburg baskıları vardır. Delâil mürşidin tavsiyesine göre her gün baştan sona ya da yedi bölüm halinde haftalık okunabilen bir salavat kitabıdır.

Tekkelerde seyrüsülûk devam ederken, kabiliyetleri doğrultusunda müritlere güzel sanatlarla ilgili bilgiler de verilir. Şiir, musiki ve hat sanatı en çok ilgi gören alanlardır. Zikir meclislerinde okunan ilahilerin güfte ve bestelerinin tekke mensuplarına ait olması bu yönelişleri teşvik etmiştir. Büyük şair, bestekâr ve hattatların birçoğunun derviş olması bundandır. "Osmanlı döneminin güzel sanatlar fakültesi dergâhlardır" cümlesi bu sebeple söylenmiştir.

İlk asırlarda uygulaması olmamakla beraber tekke eğitimini bitirenlere icazetname/hilafetname denilen bugünkü anlamda diploma verilir. Bu belgede Hz. Peygamber'e kadar çıkan "mürşitler silsilesi"nde yer alan mutasavvıfların adı tek tek zikredilir. Söz konusu icazetnameyi alan herkes mutlaka şeyh olur diye bir kaide yoktur. Mürşitler, "irşat izni" için icazetli kişilerin insanları eğitme kabiliyet ve tecrübelerini de göz önünde bulundurur. Bazan mürşit yetiştirdiği "halife"lerine sınırlı konularda yetki verir. Mesela sadece zikir telkini vermek ya da rüyaları tabir etmek gibi. Tekkedeki eğitimini tamamlayan mürşit adaylarının görev yerlerini genellikle mürşit tayin eder.

Tasavvufî eğitimde yaygın olan müridin bir tarikata mensup mürşide intisap ederek eğitimini tamamladığı takdirde o tarikatta mürşit olmasıdır. Adetleri az olsa da birden çok tarikata mensup mürşitlerin yanında seyrüsülûkünü tamamlayan ve icazet alan mutasavvıflar da vardır. Bazı sufilerin isimlerinden sonra yer alan Halvetî, Sa'dî, Bedevî gibi kelimeler o tarikatlardan el aldığını gösterir. Bazan da mürşitler uygun gördüğü diğer meslektaşlarına "teberrüken" hırka giydirir, icazetname verir.

Dinî hayat ve eğitim bir hadiste belirtildiği üzere "beşikten mezara kadar" olduğu gibi tekke eğitimi de hayat boyu devam eden bir eğitimdir. İnsanlar seyrüsülûkünü tamamlasa bile bağlı bulunduğu tekke ve muhitle irtibatını kesmez. Özellikle toplu zikirlerin yapıldığı "ihya geceleri"ne iştirak eder. Kitap okumayı, anlamayı, gerekirse anlatmayı sürdürür. Kendini yeniler, gücü varsa telif, tercüme eserler kaleme alır.

Eğitimde halvet var fakat mutlak inziva yoktur. Halvet "uzlet, çile, erbain" gibi terimlerle de ifade edilmektedir. Ramazan ayının son on gününde camilerde yapılan itikaf, bütün sosyal ilişkilerin kesilerek gece gündüz ibadet-yoğun bir hayat yaşamayı ifade eder. Hz. Peygamber'in bu uygulaması tasavvufî kültüre halvet/uzlet olarak intikal etmiştir. Onun Hira mağarasında yaşadığı derunî hayat da konu ile ilgilidir. Yani mümin sosyal hayattaki vazifelerini sürdürürken zaman zaman inzivaya çekilmeli, iç muhasebe ve murakabesini yapmalıdır. Beş vakit namaz da bunun daha kısa süreli günlük uygulaması olarak değerlendirilebilir.

Halvet, tekke eğitimi devam ederken mürşidin gerekli gördüğü zaman ve zeminde, sessiz sakin, loş bir köşede ibadet, iç muhasebe ve tefekküre yoğunlaşmak için yapılır. Süresi kesin değilse de Farsça çile, Arapça erbaîn kelimelerinin "kırk" rakamının karşılığı olması daha çok kırk gün olarak düşünüldüğünü göstermektedir. Bu süre içinde özel hücresinde yaşayan müridin hizmetleri arkadaşları tarafından görülür. Birlikte kılınan namazların dışında hücreden dışarı çıkılmaz. Orada yapması gerekenler kendisine mürşit tarafından söylenir ve yine onun tarafından takip edilir. Halvetin disiplinli şartlarını yerine getiremeyenler, ulaşılması beklenen hale ulaşamayanlar yine mürşidin kararıyla halvetten çıkarlar. Bunlara halvet-şiken yani halvet kıran denir. Birkaç defa girdiği halde tamamlayamayan dervişler vardır. Necmeddin Kübrâ 11. girişinde halveti tamamlayabildiğini kendi eserinde söyler.

Tasavvuf eğitiminde dünyayı bütünüyle terketme târik-i dünya ilkesi yoktur. Ancak halvette olduğu gibi gerektiğinde bazı kimseler için kısa sürelerle bu yola başvurulabilir. Esas olan "halvet der encümen" yani toplum içinde halvet halinde olmaktır. Bu kemal noktası şöyle ifade edilmiştir: "El kârda, gönül Yâr'da. Hem O'nunla hem O'nsuz."

Mezhepler, tarikatlar farklı düşüncelere ve yorumlara hürmetin yani hoşgörünün neticesinde oluşan kurumlar olmakla birlikte mezhep kavgaları, mezhep savaşları da insanlık tarihinin taassupla ilgili bir başka gerçeğidir. Tekke eğitimi farklı görüşlere mensup olan insanları bir araya toplayarak toplumdaki bazı gerginliklerin önüne geçerken bazan da tarikat taassubu ile iç içe bir hal alabilir. "Yetmiş iki millete bir göz ile bakmak" tekke eğitiminin irşatta takip ettiği ana yol olmakla birlikte bu ilkeye uymayanlar da olmuştur. Hakikatle tasavvufî eğitim taassubu değil hoşgörüyü temsil etmiştir.

Kaynakça

Barkan, Ömer Lütfi. Kolonizatör Türk Dervişleri. Ankara 2013.

Ceyhan Semih (ed.). Türkiye’de Tarikatlar: Tarih ve Kültür. İstanbul 2015.

Gölpınarlı, Abdülbâki. 100 Soruda Türkiye’de Mezhepler ve Tarikatler. İstanbul 1969.

Kara, Mustafa. Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler. İstanbul 2020.

a.mlf. Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi. İstanbul 2018.

a.mlf. – Tanman, M. Baha – Parlak, Sevgi. “Tekke”. DİA. 2011, XL, 368-379.

Öztürk, Nazif. Menşei ve Tarihî Gelişimi Açısından Vakıflar. Ankara 1983.

Uludağ, Süleyman. Tasavvuf ve Tenkit. İstanbul 2011.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/tasavvufi-egitim

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

TASAVVUFÎ EĞİTİM

Tasavvufî hayat, ahlak ve düşünce tarzının edinilmesine yönelik eğitim.