Osmanlı’da XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelişen bir ideoloji ve bunun eğitime etkileri.
Osmanlı’da XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelişen bir ideoloji ve bunun eğitime etkileri.
Bir siyasî hareket ve ideoloji olarak Türkçülük, 1840'lardan sonra ortaya çıkan Osmanlıcılık fikrinin başarılı olamaması sebebiyle özellikle müslüman unsur arasında başlayan ilmî, kültürel ve siyasî bir akımdır. Türkçü akımın gelişmesinde Türkler'in tarih, kültür ve medeniyet birikiminin oryantalist araştırmalara konu olması önemli bir temel teşkil etmiştir. Türk dili üzerine A.L. Davids ve Türk kavimlerinin siyasî ve kültürel tarihleri üzerine J. de Guignes, daha sonra da Mustafa Celâleddin Paşa'nın yaptığı çalışmalar bu anlamda Türklüğün tanımlanmasında ve kavramsallaştırılmasında önemli bir başlangıç olmuştur.
1860'lardan sonra başlayan Yeni Osmanlı düşünce ve siyasî hareketinin de ilgilerinden biri Türklük konusu olmuş ve bu ilgi Tercümân-ı Ahvâl, Basiret, Hürriyet, Ulûm, Terakkî gibi yayınlarda kendine yer bulmuştur. Bu dönemde Ali Suâvi de Gobineau'dan etkilenerek Ulûm gazetesinde, "Hîve" ve "Türk" makalesiyle Türk tarihi ve kültürüne dair çalışmalar yapmıştır. Ahmed Vefik Paşa, Lehce-i Osmânî adlı eserinde Türkçe atasözlerini derlemiş, Arapça ve Farsça olmayan Türkçe kelimeleri ayrı bir grup halinde biriktirerek, dil ve Türklük bilincine dair farkındalık göstermek istemiştir. 1880'lere kadar Türklük'le ilgili araştırmalar daha çok antropolojik ve kültürel sahadadır ve bu tarihten sonra artarak devam etmiştir. Sultan II. Abdülhamid döneminde kültürel milliyetçi hareket Batılı arkeolojik çalışmalarla da desteklenerek ilmî derinlik kazanmıştır. Bu konuya özellikle Macar ve Danimarkalı Türkologlar'ın Orhon yazıtları üzerine yaptıkları çalışmalar büyük katkı vermiştir. Aynı zamanda Rusya müslümanları arasındaki modernleşme hareketinin bir yönü de Türklük üzerine olmuş ve Gaspıralı İsmâil Bey'in Tercüman gazetesi geniş bir sahada etkili olmuştur.
Özellikle Sultan II. Abdülhamid döneminde devletin modernleşme çabası bir kısım aydınlar arasında kendine bir kök ve kimlik inşa etme ihtiyacını gündeme getirmiş ve Türklük araştırmaları bir bakıma buna cevap vermiştir. Namık Kemal, Mizancı Murad, Necip Âsım ve Veled Çelebi gibi isimler yeni Türk tarihleri yazma gayretine girişmiş ve bu konuda büyük bir birikim ortaya çıkmıştır. Ahmed Vefik Paşa, Şemseddin Sâmi ve Ahmed Midhat Efendi ise daha çok dil ve kültür yönlü çalışmalara ağırlık vermiştir. Bursalı Mehmed Tâhir Bey, Türkler'in bilim ve fenne katkılarını araştırırken, Mehmed Emin Bey şiir ve edebiyat yönünden açılımlar getirmiştir.
1890'lardan sonra Jön Türkler arasında kültürel ve bilimsel Türkçülüğün imkânları üzerine yurt içinde gizli, yurt dışında örgütlü Türkçülük hareketi başlamıştır. 1903'te Kahire'de yayımlanmaya başlanan Türk gazetesi bu akımın önemli yayınlarından biridir. Siyasî Türkçülüğün önderlerinden Yusuf Akçura'nın bu gazetede 1904'te yayımladığı "Üç Tarz-ı Siyâset" makalesi ve onun üzerine yapılan tartışmalar milliyetçi akıma ciddi bir ivme kazandırmıştır. 1902-1910 yılları arasında yayımlanan Şûrâ-yı Ümmet dergisinde de Türklüğü ilmî ve kültürel bakımdan irdeleyen çok sayıda yazıya yer verilmiştir. Bu dönemde Azerbaycan kökenli Ağaoğlu Ahmed Bey ve Hüseyinzâde Ali Turan beylerin Türklük üzerine daha kapsamlı yorumları vardır ve Türkçülük'le birlikte turancılık ve pantürkist tartışmalar da başlamıştır. Her ne kadar Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti 1908 yılına kadar siyaseten Osmanlıcı bir politika izlediyse de bu tavır 1911'den sonra hızla değişmeye başlamıştır.
I. Dünya Savaşı arifesinde Alman siyasî ve tarih ideolojisinden etkilenen Türkçü harekette millî iktisat düşüncesi de kendini göstermiş ve bu vadide bazı etkin kararlar alınmıştır. Böylece Türkçü hareket, kültürel, ilmî, siyasî ve iktisadî bakımdan kuşatıcı ve canlı bir ideoloji haline gelmiştir. İttihat ve Terakkî Cemiyeti Türkçülüğü benimsemiş, muhalifleri bunu eleştirmiş ve Balkan Harbi sonrasında turancı düşünce ve politikalar belirgin hale gelmiştir. Bu süreçte Türkçülüğün dinle irtibatı da kurularak Türk-İslam birlikteliğine dair tezler inşa edilmiştir. Millî Mücadele döneminde İslamî dil üst düzeyde tercih edilmişse de Türkçü ideoloji, liderleri etkileyen unsurlardan biri olmuştur. Türkçülük 1922'den sonra hız kazanmış, erken Cumhuriyet'in temel tezlerinden ve ideolojilerinden biri haline gelmiştir. 1930'larda Türk tarih ve dil tezlerinin verdiği yeni biçimle Türk milliyetçiliği ideolojisine dönüşmüştür. Bu yeni ideoloji II. Meşrutiyet Türkçülüğü'nden farklı olarak dine karşı mesafeli durmuştur.
Türklük araştırmalarının Türk dilinin grameri, Türk siyasî, askerî, ilmî ve kültürel tarihi üzerine başladığı dikkate alındığında Türkçülüğün eğitimle ontolojik bir zemini paylaştığı açıkça görülür. Sultan Abdülaziz döneminde Mekteb-i Harbiye nazırı olan Süleyman Hüsnü Paşa, J. de Guignes'in Türklük çalışmalarından etkilenmiş ve onun çalışmalarından hareketle telif ettiği Târîh-i Âlem adlı kapsamlı kitabını askerî mektepte ders kitabı olarak okutmuştur. Aynı zamanda yine mekteplerde okutulmak üzere hazırladığı dil öğretimi ve gramer kitabına İlm-i Sarf-ı Türkî adını vermiştir. Bu tercihin Türk dili ve tarihi araştırmalarında yöntem ve millî kök ve kimlik tartışmalarında belirleyici olduğu kaydedilir.
Ali Suâvi, Ahmed Vefik Paşa, Süleyman Hüsnü Paşa gibi isimlerin açtığı yolda Türklük/Türkçülük kendini öncelikle dil farkındalığı üzerinde göstermiştir. 1876 yılında yürürlüğe giren Kanûn-ı Esâsî'de Osmanlı lisân-ı resmîsinin ve eğitim öğretim dilinin Türkçe olduğu vurgulanmıştır (md. 18). 1894'te de bütün okullarda mahallî ve yabancı okullar dahil Türkçe öğretim yapılması esası benimsenmiştir. II. Abdülhamid dönemi askerî okullarında okutulan Türk tarihi derslerinin ilerleyen tarihlerde "milliyetçi" neslin yetişmesinde belirgin rolü vardır. Bu dönemde genel tarih kitaplarının yayımı hızla artarken bunlar içinde Türk vurgusu görünür hale gelmiştir. Her ne kadar dönemin ders kitaplarında ırka dayalı bir ayırım yoksa da Osmanlı Devleti'nin yönetici ve sahibi sıfatıyla müslüman Türkler ve Türklük ön plana çıkmıştır. 1880'lerden sonra rüştiye ve idâdîlerde Osmanlı ve Türk tarihi dersleri, yeni Türk tarih, kültür ve kimlik inşasına dair bir mahiyet üretmiştir. 1890'ların terbiye bahisli yazılarında ilk defa "millî terbiye" ve "terbiye-yi millî" gibi kavramsallaştırmalar kullanılmaya başlanmış, millî sıfatı birçok eğitim kavramıyla ilişkili hale gelmiştir. 1893'te yayımlanmaya başlanan İkdam gazetesinin kendini "Türk gazetesi" tanımlaması da kamu eğitimi adına anlamlı göstergelerden biridir. 1893'te Orhon yazıtlarının okunmasının ardından Türkler'in tarihiyle ilgili bu bilgiler hemen ders kitaplarındaki yerini almıştır. II. Abdülhamid döneminin başlarından itibaren "millet" ve "vatan" kavramları tarihî geleneksel muhtevasından sıyrılarak modern anlamında kullanılmaya başlanmıştır. Böylece ders kitaplarında milletini ve vatanını sevmek, milleti ve vatanı için çalışmak çocuklara kazandırılması gereken değerler arasındaki yerini almıştır. Bu ideal II. Meşrutiyet devrinde artarak devam etmiştir. Bununla birlikte millet ve vatan kavramlarının erken Cumhuriyet devrine kadar dinden soyutlanmadığını da vurgulamak gerekir.
Osmanlı Devleti'nin son döneminde Türkçü hareketin gelişmesine 1908'de kurulan Türk Derneği'nin ve aynı adı taşıyan derginin ciddi bir katkısından söz edilmektedir. Türk Derneği'nin öncelikli amaçlarından biri dilde sadeleşmek, Türk kavimleri arasında Türkçe iletişim imkânlarını yaygınlaştırmak, Türklük araştırmalarını geliştirmek, Türklüğü bilmek, bildirmek ve sevdirmektir. 1911'de Türk Derneği kadrosunun etkin katkı vererek yeni kurduğu Türk Yurdu Cemiyeti ve bir sene sonra açılan Türk Ocağı Türkçülük hareketinin hem kurumsallaşmasına hem de kalıcı çalışmalar yapmasına imkân tanımıştır. Türk Yurdu Cemiyeti'nin yayımladığı Türk Yurdu dergisi Türklük bilincinin inşasında ve informel eğitim faaliyetlerinin artmasında mihver hale gelmiştir. Türk Yurdu yazarları İsmâil Gaspıralı, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura, Mehmet Emin Yurdakul başta olmak üzere millî kimlik inşasında Türklüğü merkeze alarak tasavvur ettikleri yeni zihniyet dünyasını pedagojik etkinliklerle desteklemeyi ihmal etmemişlerdir. Türk Yurdu ilk sayılarından başlayarak terbiye ve talim ile ilgili yazı ve haberlere geniş yer vermiş devletin kurtuluşu sürecinde maarifin millî bir temele dayanması gerektiğini savunmuştur.
Millî ruh arayış ve inşasının ancak maarifle mümkün olacağı sürekli vurgulanmış, vatanın kurtuluşunun yaygın ve etkin bir talim ve terbiye ile olacağı çevre ülkelerden örneklerle anlatılmıştır. Türkçülük hareketinin dil ve edebiyat yönüyle etkin yayınlarından olan Genç Kalemler de dilde sadeleşmeyi savunarak Türkçe ve Türklük bilinci arasında bir bağ kurmuştur. Burada başta Ömer Seyfettin ve Ali Canip olmak üzere diğer yazarlar dilde sadeleşmeyi sağlama ve topluma millî bilinç kazandırma temelli yazılar kaleme almışlardır. Bu yazılarda özellikle gençler hedef alınmıştır.
Bir basın patlamasının yaşandığı II. Meşrutiyet döneminde çok sayıda Türkçü, milliyetçi, millî vb. sıfatları haiz dergi ve gazete çıkmıştır. Türk Kadını, Türk Sözü, Türk Sesi, Türk Bağçesi, Türk Birliği, Türk Bilgisi, Türk Çocuğu, Türk Dünyası, Türk Hayatı, Türk İli gibi doğrundan "Türk" sıfatını kullanan çok sayıda dergi hayatın her alanına dair Türklük bilgi ve bilincini yayma adına informel eğitim faaliyeti içine girmiştir. Adında Türklük imge ve işareti olmayan çok sayıda dergi ve gazetenin de (Tanin, Bilgi Yurdu, İslam Mecmuası vb.) Türkçü bilgi ve bilince dair yayın yaptığını belirtmek gerekir. Bütün bu yayınlar ile II. Meşrutiyet döneminde Türkçülük hareketi ilmî, siyasî ve kültürel bakımdan ciddi bir entelektüel seviye kazanmıştır. Daha da önemlisi, Ziya Gökalp, Yusuf Akçura ve Hüseyinzâde Ali gibi aydınlar sayesinde Türkçü hareket tam bir ideoloji haline dönüşmüş, Maarif Nazırı Şükrü Bey'in de destek vermesiyle İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin siyasî manevra alanlarından biri haline gelmiş ve giderek resmî bir hüviyet de kazanmıştır.
Maarif Nazırı Ahmed Şükrü Bey'in girişimleriyle 1915'te kurulan Âsâr-ı İslâmiye ve Milliye Tetkik Encümeni tarafından İslam medeniyeti ve Türk kültürüyle ilgili din, ahlak, hukuk, iktisat, lisaniyat, bedîiyat, fenniyat, bünye-yi içtimâiye incelemeleri amacıyla yayımlanmaya başlanan Millî Tetebbular Mecmuası, Türk kültür tarihine dair derin izler bırakan bir yayın olmuştur. 1917'de eğitimde millî değerleri ön plana çıkarmak, millî bir eğitim düşüncesi oluşturmak gayesiyle kısmen İttihat ve Terakkî'nin kontrolünde ve desteğiyle Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti adında bir dernek kurulmuştur. Bu dernek amaçlarını gerçekleştirebilmek için Millî Talim ve Terbiye Cemiyeti Mecmuası adıyla altı sayı yayımlanabilen bir dergi çıkarmıştır. Millî kavramının mahiyetini belirlemeye çalışan ve millî terbiye sistemini teorize edecek siyasî sisteme rehber olmayı amaçlayan dergi, ilerleyen dönemdeki millî terbiye tartışmalarının kaynaklarından biri olmuştur. Ziya Gökalp'in öncülüğünde, İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin desteği ile 1917'de yayımlanmaya başlanan Yeni Mecmua da kültürel yönüyle millî-Türkçü düşünceye katkı vermiştir.
Millî bilincin uyandırılması ve bunun Türklük/Türkçülük üzerine inşa edilmesi düşüncesi II. Meşrutiyet döneminde ivme kazanırken İsmâil Gaspıralı, Ziya Gökalp, Ahmet Ağaoğlu ve Yusuf Akçura gibi isimlerin eğitim sahasında teorik ve pratik katkıları olmuştur. İslam birliği fikrini savunmasına rağmen aynı zamanda millî bilince yaptığı vurguyla milliyetçi önderler safına dahil edilen İsmâil Gaspıralı'nın eğitim görüşleri örnek olmuştur. Kırım Bahçesaray'daki yayıncılığı, yeni açtığı okullar ve en önemlisi usûl-i cedit hareketinin eğitim sahasında ön plana çıkmasında Gaspıralı'nın katkıları büyüktür. Gaspıralı İsmâil Bey, "Türk yurdunun en şiddetli ihtiyacı mektep ve maariftir. Türk yurdunun geleceği mektep ve maarife bağlıdır. Hâkim bir milletin mahkûm düşmesi, mahkûm bir milletin yok olması mektepsizlikten ileri gelir" (Gaspıralı, 1328: 190) ifadesiyle 1912'den sonra Türk ocaklarının kapsamlı maarif faaliyetlerine girişmesinde öncü olmuştur. Yusuf Akçura ve İsmâil Gaspıralı'nın çağrıları sayesinde Rusya müslüman zenginlerinden bazıları sırf maarifte kullanılmak üzere yüksek miktarda bağışlar yaparak eğitim hayır severliğinin özgün örneklerini sergilemişlerdir. Seküler milliyetçi görüşüyle ön plana çıkan Türkçü aydınlardan Ahmed Agayef "millî terbiyeyi her milletin kâfil ve zâmin saadeti" saymış, "millî terbiyeye sahip olmayan milletlerin mesut yaşayamayacağını, millî terbiyenin millî saadet için rehber" (Ahmed Agayef, 1327: 782) olduğunu savunmuştur. İstikbalin temini için millî birliğin tesisini her şeyden elzem gören Yusuf Akçura, geleneksel eğitim sisteminin millî birlik idealine sahip kitle üretemediğini belirtmiş ve "çocuklara gençlere muttarid, mütecânis ve sağlam bir terbiye ve iman verilmesini" (Akçuraoğlu, 1328: 268) millî devlet ve toplumun esası saymıştır.
Türkçü aydınlar ve Türk ocakları gibi kurumsal yapılar II. Meşrutiyet devrinden itibaren gerek formel gerekse informel eğitim faaliyetleri içinde olmuştur. En başta dergi ve gazete yayıncılığı olmak üzere, halka açık konferanslar vermek, okuma ve yazma kursları düzenlemek, köylüleri okutmak üzere kitap, mecmua vb. materyalleri toplama kampanyaları düzenlemek, Anadolu'dan ya da daha uzak Türk coğrafyasından eğitim için İstanbul'a gelen talebelerin iş ve ibatelerini temin etmek, talebe ve muallimlere yurt ve misafirhane hizmeti sunmak, meslek kursları ve sanat atölyeleri açmak, kadınların bir araya gelerek kaynaşmasını sağlamak gibi farklı eğitim faaliyetleri yürütmüşlerdir. Türk ocaklarının faaliyetleri Cumhuriyet döneminde de devam etmiş ve 1931'den sonra resmî ideolojinin hizmetindeki halkevleri ve halk odalarının zemini olmuştur. İttihat ve Terakkî Cemiyeti'nin Türkçü ideolojiye evrilen politikaları sebebiyle özellikle 1913'ten sonra ders kitaplarına militer bir ruhun da girmeye başladığı görülür. Avrupa eğitim sistemlerinde ve programlarında kendine etkin yer bulan paramiliter faaliyetler Osmanlı eğitim sisteminde de formel ve informel şekilde karşılık bulmuş, başta izcilik olmak üzere Osmanlı Güç ve Genç Dernekleri millî-militer bir eğitim zihniyetinin oluşmasına zemin hazırlamıştır. I. Dünya Savaşı'nın yıkıcı etkisiyle de bütünleşen millî terbiye arayışları Cumhuriyet'in ilk dönemlerinde yeniden gündeme gelmiş, 1924 yılı sonrasında İslamcılığın tamamen saf dışı bırakılmasıyla II. Meşrutiyet Türkçüleri'nin millî talim ve terbiye ideallerine çok da uzak olmayan bir eğitim sisteminin inşası söz konusu olmuştur. Bu yönüyle kökleri 1850'lere kadar giden Türkçülük ve eğitim ilişkisi modern Türkiye Cumhuriyeti'nin eğitim sistemini belirleyen önemli fikrî ve ilmî dinamiklerden biri olmuştur.
Ahmed Agayef. “Terbiye-i Milliye”. İctihâd. nr. 27 (1327), s. 782-786.
Akçuraoğlu (Yusuf). “Emel ve İdeal”. Türk Yurdu. 1/16 (1328), s. 265-268.
Gaspıralı, İsmail. “Talim ve Terbiye”. Türk Yurdu. 1/7 (1328), s. 190-195.
Gündüz, Mustafa. “II. Meşrutiyet Döneminde Türk Yurdu Cemiyeti ve Türk Yurdu Mecmuasının Eğitim Faaliyetleri”. Bilge. sy. 50 (2007), s. 78-83.
a.mlf. II. Meşrutiyetin Klasik Paradigmaları: İçtihad, Sebilü’r-Reşad ve Türk Yurdu’nda Toplumsal Tezler. Ankara 2007.
Hanioğlu, M. Şükrü. “Türkçülük”. DİA. 2012, XLI, 551-554.
Özcan, Azmi. “Milliyetçilik”. DİA. 2020, XXX, 84-87.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/milliyetcilik
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Osmanlı’da XIX. yüzyılın ikinci yarısında gelişen bir ideoloji ve bunun eğitime etkileri.