Osmanlı Devleti’nde farklı milletleri Osmanlı üst kimliğinde birleştirme siyaseti.
Osmanlı Devleti’nde farklı milletleri Osmanlı üst kimliğinde birleştirme siyaseti.
Osmanlıcılık kavramı Osmanlı Devleti'nin XIX. yüzyılın ilk çeyreğinden itibaren bünyesindeki unsurları bir arada tutmak için üretip uygulamaya çalıştığı siyasî bir akımın adıdır. Sultan II. Mahmud'un "Ben tebaamın müslümanını camide, hıristiyanını kilisede, Mûsevî'sini havrada farkederim, aralarında başka bir fark yoktur" şeklindeki sözleri Osmanlıcılık kavramının ana ilkesini teşkil eder. Osmanlıcılık tek başına bir kurtarıcı siyaset olmaktan çok devletin bekası için uygulamaya konulan eski sistemin belli ölçüde değiştirilmesi ve yenilenmesini öngören Tanzimat projesinin toplum modelidir. Tanzimat devlet adamlarının din ve devletin bekası için yegâne yol olarak niteledikleri bu proje, tıpkı Avrupa'da olduğu gibi eski usullerden vazgeçilerek ilim ve fende gelişmekle kanun ve nizama dayalı hürriyet ve meşvereti esas alan yeni bir devlet ve toplum yapılanmasını gerekli görmüştür. Devlet ve tebaa ilişkilerinin yeniden belirlendiği XIX. yüzyılda Osmanlıcılık bir tür üst kimlik olarak düşünülmüş, müslüman, gayrimüslim, Türk, Ermeni, yahudi, Sırp, Ulah farketmeksizin hangi din, mezhep ve kimliğe mensup olursa olsun, söz konusu aidiyetini korumasına ve sürdürmesine bir engel olmaksızın, bunun üstüne yeni bir aidiyet ikame etme şeklinde tasarlanmıştır.
Osmanlıcılık Tanzimat'tan Cumhuriyet'e dönüşümlere uğrayarak değişik şekillerde varlığını korumuş, hatta anlam olarak Cumhuriyet'e de intikal etmiştir. Devletin bekasına yönelik siyasî bir tedbir olarak planlanan Osmanlıcılık, devletin meşruiyetini dayandırdığı din temelli geleneksel yapıdan eşitlik ve hukuk temelli yeni bir yapılanmaya geçişin niteliklerini yansıtır. Osmanlıcılık siyasetinin en somut adımları, 1839 Tanzimat ve 1856 Islahat fermanları ile atılmıştır. Bu süreçte ilk defa hukuken müslüman gayrimüslim eşitliği kabul edilmiştir. İdarede, eyalet meclislerine gayrimüslimlerin de katılması, din değiştirmenin önündeki yasakların müslümanlar dahil olmak üzere kaldırılması, misyonerlik faaliyetlerinin serbest bırakılması, din ve vicdan hürriyetinin teminat altına alınması, cizyenin terkedilmesi, gayrimüslimlerin de askerliğe kabulü, askerî ve mülkî mekteplerin gerekli şartları sağlayan herkese açık olması, karma mahkemelerin kurulması gibi değişiklikler bu anlayışın sonuçlarıdır. Bu uygulama pratikte hiyerarşik bir yapıya sahip toplumda hem müslümanların hem de gayrimüslimlerin tepkisini çekmiş ve birçok karışıklığa ve itiraza sebep olmuştur. Bir bakıma bunun da etkisiyle 1860'lardan sonra Yeni Osmanlı entelektüel muhalefet hareketi doğmuştur. Yeni Osmanlı aydınları, anayasal meşrutî bir yönetimin Osmanlıcı siyaseti mümkün kılacağını savunmuşlardır. 1876 yılında kabul edilen Kanûn-ı Esâsî'de, "Devlet-i Osmâniye tâbiiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepte olursa olsun bilâ istisna Osmanlı tabir olunur" (md. 8) hükmü yer almıştır. Buna rağmen 1870'lerin sonlarında Balkanlar'da yaşanan ayrılıkçı gelişmeler/isyanlar Osmanlıcılık siyasetinden beklenen kaynaşmayı sağlayamamıştır.
II. Abdülhamid döneminde Osmanlıcılık siyasetine karşın İslamcılık ön plana çıkmış, eşitlik ve siyasî haklar noktasında Osmanlıcı çizgi korunmuştur. İttihat ve Terakkî yapılanması bir süre Osmanlıcılığı benimseyen bir siyaset takip etmiştir. XX. yüzyılın başlarında Türkçülüğün öncülerinden Yusuf Akçura, Osmanlıcılığı İslamcılık ve Türkçülük ile kıyaslayarak mevcut şartlarda en uygulanabilir siyasetin Türkçülük olacağını işaret etmiştir. Bu değerlendirme lehte ve aleyhte pek çok görüşle birlikte uzun süre tartışılmıştır.
Osmanlıcılık II. Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte yeniden vurgulanmıştır. Uhuvvet (kardeşlik) kavramı "nesep, din, vatan ve insanlık" temelinde ele alınarak gayrimüslimlerle üçüncü ve dördüncü dereceden bir kardeşliğin söz konusu olduğu vurgulansa da gayrimüslimlerin eşitlik yerine eski imtiyazlarında ısrar etmeleri, Osmanlıcılık idealinin gerçekleşmesini iyice zora sokmuştur. Balkan savaşları esnasında yaşanan millî felaket ve son Rumeli topraklarının elden çıkması Osmanlıcılık siyasetini ve söylemlerini kesin olarak bitirmiştir. Tanzimat'ın Osmanlı milleti projesi, yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları dahilinde yaşayan herkesi içine alan "Türk milleti" tanımıyla yeni evreye girerek intikal etmiştir.
Osmanlıcılık siyasetinde esas olan, siyasî haklarda ve eğitim alanında eşitlik ve ortak vatan idealidir. Siyasî kültüre Osmanlıcılık döneminin bakiyesi olarak giren modern "vatan" kavramı aynı zamanda bir idealin de adıdır. Bu ideale ulaşmak için, 1850'lerin ortasından itibaren adımlar atılmıştır. Müslim ve gayrimüslim okullarında ortak meselelerle ilgilenmek üzere 1856'da Meclis-i Muhtelit-i Maârif kurulmuştur. Her unsurdan bir temsilcinin olduğu meclis bir sene sonra Maarif Nezareti bünyesinde toplanarak etki alanını genişletmiş ve kalıcı hale gelmiştir (bk. Maarif Nezareti).
Islahat Fermanı'nda "revâbıt-ı kalbiye-yi vatandaşî" (vatandaşların kalplerini birleştirmek) ifadesiyle ortak bir Osmanlı vatandaşlık kimliğine vurgu yapılmıştır. Farklı unsurlar arasında "kalbî" (duygusal) bağa işaret edilerek bir tür yeni "Osmanlı milleti" oluşturma projesi düşünülmüştür. Farklı dinî grupların dine dayalı eğitim düzenine son vermeyi amaçlayan fermana göre, gayrimüslimler özgürce okul açmak ve eğitimlerini geliştirmek hakkına kavuşmuştur. Bunun yanında gayrimüslimlerin gerekli yeterlilikleri sağlamak kaydıyla devletin açtığı mekteplere girmesine izin verilmiştir. Islahat Fermanı'nın Osmanlıcılık ruhuna uygun olarak din ve mezhep farklılıkları yönüyle karma eğitim öngörülürken ilk eğitim kademesinde geleneksel cemaat okulları ve mahalle mekteplerinin farklılığı korunmuştur. Buna karşın orta ve yüksek seviyedeki okullarda (mesela Mekteb-i Tıbbiye ve Mühendishane) karma eğitimin başladığı söylenebilir. Osmanlıcılık siyasetinin en gözde eğitim örneği 1868'de açılan ilk Osmanlı idâdîsi Mekteb-i Sultânî'dir. Bu okul Kırım Savaşı'ndan sonra Osmanlı Devleti dahilinde giderek artan Fransız nüfuzunun somut bir temsilidir. Okulun planlama safhasından itibaren hemen her aşamasında Fransız eğitim makamlarının (başta Eğitim Bakanı V. Duruy) etkisi açıkça görülmüş, müfredatında Fransız liseleri örnek alınmıştır. Osmanlı Türkçesi, Arapça, tarih, coğrafya ve ilmihal derslerinin dışında bütün derslerin Fransızca okutulması kararlaştırılmıştır. Okula her milletten (dinî cemaatten) nüfus oranına göre talebe kaydedilmesi tasarlanmış, bu da toplamda müslümanların azınlıkta kalmasına sebep olmuştur. Gerek derslerdeki ağır Fransız dil ve kültür etkisi gerekse öğrenci dağılımındaki dengesizlik farklı zamanlarda tartışmalara sebep olmuşsa da başlangıçtaki ruh ve yaklaşım bugüne kadar devam edegelmiştir (bk. Galatasaray Lisesi).
Osmanlıcılık siyasetinin eğitimde kendini gösterdiği en önemli hukukî metinlerin başında Maarif Nazırı Saffet Paşa'nın öncülüğünde 1 Eylül 1869 tarihinde kabul edilen Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi gelir. Bu nizamnameye göre Osmanlı eğitim sistemi müslim ve gayrimüslim okulları şeklinde ikiye ayrıldıktan sonra her ikisi kendi içinde umumi ve hususi alt kategorilere ayrılmıştır. Oldukça seküler bir muhtevaya sahip nizamnamenin "sunûf-ı tebaa etfâlinin muhteliten tahsîl-i maârif tarikine sevki" ifadesinden anlaşıldığına göre, devlet okullarında karma eğitimin (muhtelit) yapılması öngörülmüştür. 1870'li yılların siyasî ve ekonomik bunalımları sebebiyle tam uygulanamayan nizamname, büyük ölçüde II. Abdülhamid döneminde tatbik edilmiştir. Bu dönemde hem yeni açılan yüksekokullara gayrimüslim talebe kabul edilmiş hem de nizamnamenin esaslarına uyulmuştur. 1892'de açılan Aşiret Mektebi de her ne kadar çevredeki bazı müslüman aşiret reislerinin çocuklarını İstanbul'a getirip eğitmeyi hedef edinmiş olsa da Osmanlıcılık siyasetine hizmet eden önemli bir eğitim girişimi olarak görülebilir. Bütün bunlar Osmanlıcılık siyasetinin orta ve üst düzey okullarda tatbik edilebildiğini de göstermektedir.
II. Abdülhamid döneminde yaygın hale gelen devlet destekli basın ürünlerinde ve Jön Türk neşriyatında yeni yetiştirilecek neslin kendini "bir Osmanlı ve Osmanlı vatan severi" şeklinde ifade etmesi ve bunu bir kimlik olarak benimsemesine yönelik örnekler çoktur. Osmanlı İttihat ve Terakkî Cemiyeti gizli faaliyet gösterdiği dönemlerde ve özellikle de 1906-1908 arasında zaruretten Osmanlıcı bir siyaset izlemiş, iktidara gelmesi durumunda bütün Osmanlı unsurlarına eşit eğitim imkânlarının sunulacağını beyan/vaat etmiştir. Bundan güç alan azınlık ve yabancıların Meşrutiyet'in yeniden ilanını müteakiben kendi hedefleri doğrultusunda yoğun ve yaygın bir eğitim faaliyeti içine girdikleri söylenebilir. Bu tutum, dönemin ilköğretim ve ortaöğretim ders kitaplarına da yansımıştır. II. Meşrutiyet'in ilanını izleyen günlerde ders kitaplarında vatan severlik, vatanı korumak ve askerlik gibi hususlar herkes için ortak bir değer olarak sıklıkla vurgulanmıştır. Ancak Osmanlıcılık siyasetinin eğitim politikası Balkan savaşlarına kadar devam etmiş, 1913'ten sonra ise yerini giderek Türkçülük ideolojisine bırakmıştır.
Hanioğlu, Şükrü. “Osmanlıcılık”. Tanzimat’tan Cumhuriyet’e Türkiye Ansiklopedisi. 1985, V, 1389-1393.
Özcan, Azmi. “Osmanlıcılık”. DİA. 2007, XXXIII, 48-487.
Somel, Selçuk Akşin. “Osmanlı Reform Çağında Osmanlıcılık Düşüncesi (1839-1913)”. Modern Türkiye’de Siyasî Düşünce: Cumhuriyet’e Devreden Düşünce Mirası: Tanzimat ve Meşrutiyet’in Birikimi. İstanbul 2001, I, 88-116.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/osmanlicilik
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Osmanlı Devleti’nde farklı milletleri Osmanlı üst kimliğinde birleştirme siyaseti.