A

ALİ SUÂVİ(1839-1878)

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden gazeteci ve eğitimci.

  • ALİ SUÂVİ
    • Abdullah UÇMAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 20.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ali-suavi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ALİ SUÂVİ
ALİ SUÂVİ (1839-1878)

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden gazeteci ve eğitimci.

  • ALİ SUÂVİ
    • Abdullah UÇMAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 20.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ali-suavi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ALİ SUÂVİ

İstanbul Cerrahpaşa'da doğdu (1839). Babası Hüseyin Ağa aslen Çankırılı'dır. Tahsiline ne zaman, nerede ve nasıl başladığı bilinmemektedir. Davutpaşa Rüştiyesi'ni bitirdikten sonra üç yıl kadar Bâb-ı Seraskerî'de Yoklama Kalemi'nde kâtip olarak çalıştı. Âdet olduğu üzere bu sırada cami derslerine devam etti, Sâmi Paşa'nın Maarif nazırlığı sırasında Bursa Rüştiyesi'ne muallim olarak tayin edildi (1856). İki yıl sonra Simav'da Koşulu Medresesi'ne, birkaç yıl sonra da Filibe'deki Dabbakhane Medresesi'ne nakledildi; bazı dedikodular üzerine azledilince İstanbul'a döndü. İstanbul'da, devrin fikir çevrelerini oluşturan bir kısım paşa konaklarına devam ederken bir yandan da Muhbir gazetesinde siyasî yazılar yazmaya ve Şehzade Camii'nde vaazlar vermeye başladı (1866-1867). Belgrad Kalesi'nin düşmesinin sorumlusu olarak Sadrazam Âlî Paşa'yı ağır bir dille tenkit eden makalesi dolayısıyla, her türlü siyasî eleştiriyi yasaklayan "Kararnâme-yi Âlî" yayımlandı (12 Mart 1867). Bunun üzerine Muhbir, 32. sayıda bir ay süreyle kapatıldı; henüz gizli olan Yeni Osmanlılar Cemiyeti mensuplarından Namık Kemal Erzurum vali muavinliği, Ziya Paşa Kıbrıs mutasarrıflığı ile görevlendirilirken, Ali Suâvi de Kastamonu'ya sürüldü. Ancak Namık Kemal ve Ziya Paşa gibi o da Yeni Osmanlılar'ın hâmisi Mustafa Fâzıl Paşa'nın daveti üzerine, Avrupa'ya kaçtı (22 Mayıs 1867). Önce Paris'e, ardından Londra'ya geçerek Muhbir gazetesini tekrar yayımlamaya başladı (31 Ağustos 1867). Paris'te açılan milletlerarası sergiyi ziyaret maksadıyla önce Fransa'ya, daha sonra İngiltere'ye giden Sultan Abdülaziz ile anlaşan Mustafa Fâzıl Paşa'nın maddi desteğini kesmesi üzerine, 50. sayıda gazetenin yayınına son vermek zorunda kaldı (3 Kasım 1868). Londra'dan Paris'e geçerek burada Ulûm gazetesini çıkarmaya başladı (1869-1870 yılları arasında yirmi beş sayı). 1870-1871 Fransız-Alman savaşının çıkması üzerine gazeteyi Lyon'a nakletti (Muvakkaten Ulûm Müşterilerine adıyla on bir sayı). Paris'te bulunduğu sırada, bir taraftan da fikrî ve siyasî muhtevalı kitaplarla salnameler yayımladı. 1870'ten sonra cemiyet mensuplarıyla herhangi bir ilişkisi kalmadı. 1880'li yıllarda Fransız ve İngiliz arşivlerinde bulunan bir kısım belgeler sayesinde onun bu tarihten sonra Osmanlı Devleti yıkılırsa Avrupa'daki siyasî dengelerin bozulacağını savunan Foreign Affairs Commitee mensuplarıyla iş birliği yaptığı, onların yayın organlarında yazılar neşrettiği ve bazı kitaplarını onlar vasıtasıyla yayınladığı anlaşılmıştır.

Ali Suâvi, Sultan Abdülaziz'in askerî bir darbe ile tahttan indirilip yerine kısa bir süre tahtta kalan V. Murad'dan sonra tahta çıkarılan II. Abdülhamid'in daveti üzerine İstanbul'a döndü (Ekim 1876). Midhat Paşa'nın azledildiği, Meclis-i Mebûsan'ın ilk devresinin sona erdiği sırada (Haziran 1877) Midhat Paşa ve Meşrutiyet aleyhine yazdığı birkaç yazı ile sarayın güvenini kazanan Ali Suâvi, padişah tarafından Mekteb-i Sultânî müdürlüğüne getirildi. Ancak bir süre sonra, okuldaki disiplini bozduğu yolunda bazı şikâyetler üzerine görevine son verildi (Aralık 1877). Böylece padişahın gözünden düşen Ali Suâvi 19 Mayıs 1878 tarihli Basîret gazetesinde, Devlet-i Aliyye'nin haricî politikası şu sırada birtakım müşkilata tesadüf etmişse de bunun hüsn-i sûrette tesviyesi çaresi imkânsız değildir. Pazartesi günü gazeteniz ile neşredeceğim makalenin mütalaasını evliyâ-yı umûra tavsiye ederim" şeklinde kısa bir yazısı yayımlandı. Ertesi sabah, Doksanüç Harbi sırasında Balkanlar'dan İstanbul'a gelmiş Filibeli muhacirlerden oluşan 250 civarında bir ayak takımıyla, muhtemelen V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak üzere, Çırağan Sarayı'nı bastı. Ancak çıkan arbede sırasında, Beşiktaş Karakolu kumandanı Yedisekiz Hasan Paşa tarafından başına vurulan bir sopa darbesiyle öldürüldü. Ali Suâvi'nin, II. Abdülhamid'e karşı V. Murad'ı tekrar tahta çıkarmak isterken can vermesi, bir süre sonra Jön Türkler tarafından bir kahraman olarak benimsenmesi sonucunu doğurdu (bk. İttihat ve Terakkî Cemiyeti).

Ali Suâvi, düzenli bir eğitim görmemesine rağmen, tarihten coğrafyaya, felsefeden filolojiye, edebiyattan politikaya, sosyolojiden iktisada ve dinî ilimlere kadar birçok konu ile meşgul olmuş, çok yönlü bir şahsiyettir.  Devrin diğer fikir adamları gibi o da Osmanlı birliğine ve meşrutî rejime inanmış, yazılarında İttihâd-ı İslâm ideolojisini savunmuştur. Makale ve kitapları dikkatle gözden geçirildiğinde insicamlı bir zihne sahip olmadığı anlaşılan Ali Suâvi'nin hayatında olduğu gibi benimsediği fikirlerde de zaman zaman birtakım tezatlar görülür.

Gençlik yıllarında camilerde dinî ve siyasî konuşmalar yapan, kendisini muhaddis olarak tanıtan, Avrupa'da bulunduğu yıllarda bile başındaki sarığını çıkarmayan Ali Suâvi, "el-Hâkimü Hüvallah" (Ulûm, nr. 1, 1870) adlı yazısında, Batı demokrasilerindeki "halk hakimiyeti" kavramını açıklar ve bunu âdeta yerden yere vurur. Ona göre mutlak hakimiyet sadece Allah'a mahsustur. İslamiyet'te Allah'ın iyi diye vazettiği bir şeyle ilgili olarak bütün insanlar aksini düşünseler bile o prensip kıyamete kadar değişmez. "Yarım Fakih Din Yıkar" (Ulûm, nr. 17, 1870) adlı makalesinde ise, devlet idaresinde din ile dünya işlerinin birbirinden ayrılması gerektiğini savunur. Ona göre medenî bir devlet iktisat, tarih, coğrafya ve ahlak bilgisiyle mücehhez yöneticiler tarafından idare edilmelidir. "Kudret-i Siyâsiye der Düvel-i İslâmiye" (Ulûm, nr. 16, 1870) adlı diğer bir makalesinde, peygamberimizin hilafet diye bir vekâlet makamı bırakmadığını, bu yüzden hiç kimsenin "halîfe-yi Resûlullah" olamayacağını; halife tabirinin "halef" mânasında sadece Hz. Ebû Bekir'e ait bir unvan olduğunu ileri sürer. Bu yüzden Osmanlılar'daki devlet yönetiminin şer'î esaslara dayanmadığını iddia eder. "Demokrasi" (Ulûm, nr. 18, 1870) adlı makalesinde ise, İslam devletinin başlangıçta Cumhuriyet ile idare edildiğinden bahsederek mutlakiyet yerine "usûl-i meşveret"i savunur. Muhbir'in 27. sayısında yer alan "Usûl-i Meşveret" başlıklı yazısında Kur'an'daki "Veşâvirhüm fi'l-emr" (Âl-i İmrân 3/159) âyetinden yola çıkarak, peygamber dahi olsa yöneticiler için "şura"nın yani "danışma"nın ne kadar önemli olduğunu belirtir. Muhbir'in 34. sayısında ise (13 Mayıs 1868) klasik formda bir hutbe yayımlayan Ali Suâvi, burada müslümanların anayasasının şeriat olduğunu ısrarla vurguladıktan sonra İslamî seçim sisteminde cahilin oy kullanma hakkı bulunmadığını; "ehl-i hal ve'l-akd" olmayanların ne yönetmede ne de yönetenleri seçmede söz sahibi olacaklarını ifade eder.

Namazda sûrelerin Türkçe mealinin okunabileceğine cevaz verildiğini ("Lisan ve Hatt-ı Türkî", Ulûm, nr. 3, 1869), hutbelerin ise Türkçe okunmasında mecburiyet olduğunu dile getiren Ali Suâvi, yine de İslam vahdeti bakımından, namaz ibadetinde sûrelerin Arapça okunması gerekliliğini kabul eder ("Zamâne Hutbesi", Ulûm, nr. 18, 1870).

"Türk" (Ulûm, nr. 2, 1869) adını taşıyan meşhur makalesinde, tarih sahnesinde İskitler, Hunlar, Tukyular, Hazarlar, Kıpçaklar, Peçenekler, Uygurlar ve Osmanlılar adıyla önemli roller oynadıklarını belirttiği Türkler'in zihnî ve fikrî faaliyetleriyle Osmanlı Türkleri'nin ilme yaptığı hizmetler üzerinde ayrıntılı olarak durur. Ona göre Türk ırkı askerî, siyasî ve medenî bakımdan dünyanın diğer bütün ırklarından üstün ve eski bir ırktır; dünya kültür tarihinde en büyük rolü Türkler oynamış ve İslam kültürünü onlar meydana getirmiştir. "Lisan ve Hatt-ı Türkî" (Ulûm, nr. 2-3, 1870) adlı hacimli makalesinde ise, Türk dilinin en eski ve mükemmel dünya dilleri arasında yer aldığını belirterek, Osmanlıca tabirinin siyasî bir muhteva taşıdığını, bu yüzden Türk diline "lisân-ı Osmânî" demenin yanlış olduğunu ileri sürer.

Ali Suâvi medreselerde ve mekteplerde dersler vermiş, ayrıca camilerdeki vaazlarıyla da yaygın halk eğitimi anlamında faaliyetlerde bulunmuş bir isimdir. Bunun yanı sıra çeşitli yayın organlarındaki yazıları ile de eğitim ve öğretime dair görüşlerini belirtmiştir. Nitekim onun Muhbir'deki ilk yazısının başlığı da "Maarif"tir. Bu yazılarında memleketteki eğitim sisteminin zaaflarını belirterek özellikle felsefe, matematik, coğrafya gibi derslerin işlenmediğini, öğretimin yetersizliklerinin had safhalarda olduğunu sıklıkla dile getirmiştir. Bunun telafisinin ise bilgi ve bilime önem vermek ile öğretim kadrosunun nitelikli hale getirilmesinden geçtiğini ifade etmiş, idarenin çeşitli tedbir ve teşviklerle eğitimi canlandırmasını istemiştir. Ona göre insanın saadeti için medeniyet şart, medeniyet için ise eğitim şarttır. Zira insan ancak ilimle insan olur. Ancak mevcut eğitim sisteminin on beş yıl kadar uzun olması vatandaşların gözünü korkuttuğu için ilgiyi de azaltmaktadır. Halbuki bu süre gerekli planlama ve fazla tafsilatın ayıklanması ile dört-beş senede tamamlanabilir. Medreselerde öğrencilere dinî ilimler yanında meslekî eğitim de verilmek suretiyle onların üretime katkıları sağlanmalıdır. Dinî ilimlerle tabii ilimlerin birlikte okutulmasını savunan Ali Suâvi müslümanların geri kalmalarının sanat ve bilimi terketmeleri yüzünden olduğu inancındadır. Bu anlamda medreseleri ve eğitim sistemini de eleştirerek buraların ıslahına dair görüşlerini ortaya koymuştur: Devlet ihtiyacı kadar okul açıp öğrenci almalı, özel eğitimi serbest bırakmalı ve meslekî eğitimi teşvik etmelidir. Medreselerde duruma göre fen ilimleri tahsil edilme, eğitim için gerekli olan ders kitapları tercüme ve telif yoluyla temin edilmelidir.

Mekteb-i Sultânî'ye müdür olduktan sonra okuldaki eğitim tarzını ve yapısını değiştirme yolunda önemli adımlar atar. Bunların başında, herhangi bir ücret vermeden tahsil gören gayrimüslim çocuklarından da ücret alınması, Rus asıllı çocukların okuldan uzaklaştırılması, sayı itibariyle daha önce altmış kadar olan müslüman çocukların sayısını 200'e yükseltme; Bulgar ve Fransız asıllı bir kısım muallimlerle kalfaların sözleşmelerinin feshedilmesi, onların yerlerine müslüman muallimlerin tayini ve beş yılda başarılı olamayan talebenin kaydının silinmesi gelir. Keza ders programlarıyla müfredatta da birtakım değişiklikler yapmış, daha önce okutulan esâtîr-i evvelîn, Yunan ve Roma tarihleri, ilm-i âsâr-ı atîka gibi derslerle seçmeli olan İngilizce, Rumca, Ermenice ve Bulgarca'yı kaldırmış; bunların yerine Arapça, Farsça, akait ve Arap edebiyatı ile Türkçe derslerini ön plana çıkarmıştır. Bütün bunlarla onun Galatasaray Mektebi'nin mevcut kozmopolit yapısını büyük ölçüde değiştirmeye çalıştığı anlaşılmaktadır.

Eserleri: 1. Arabî İbâre Usûlü'l-fıkh Nâm Risâlenin Tercümesi (Londra 1868); 2. Kamûsü'l-Ulûm ve'l-Maârif (Paris 1287; ancak beş forması yayımlanabilmiş ansiklopedi); 3. Le Khiva (Paris 1290); 4. Takvîmü't-Tevârîh (Paris 1291); 5. Nasır-ed-din Chah d'Iran (Paris 1873); 6. Tercüme-i Lugaz-ı Kabis-i Eflâtun (Paris 1873); 7. Devlet Yüz On Altı Buçuk Milyon Lira Borçtan Kurtuluyor (Paris 1292); 8. Propos de l'Herzégovine (Paris 1875); 9. Monténégro (Paris 1876); 10. Defter-i A'mâl-i Âlî Paşa (Paris, t.y.); 11. Hukûku'ş-Şevârî (İstanbul 1324).

Kaynakça

Akyüz, Yahya. “Galatasaray Lisesi’nin Islahına İlişkin Ali Suâvi’nin Girişimlerini Gösteren Bir Belge”. Belleten. 46/181 (1982), s. 121-131.

Atay, Falih Rıfkı. Başveren İnkılâpçı Ali Suâvi. İstanbul 1954.

Çelik, Hüseyin. Ali Suavi ve Dönemi. İstanbul 1994; genişletilmiş 2. baskı, 2021.

Danişmend, İsmail Hami. Ali Suâvi’nin Türkçülüğü. İstanbul 1942.

Kuntay, Midhat Cemal. Sarıklı İhtilâlci Ali Suavi. İstanbul 1946.

Tanpınar, Ahmet Hamdi. XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi. İstanbul 2003, s. 214-229.

Tütengil, Cavit Orhan. Yeni Osmanlılar’dan Bu Yana İngiltere’de Türk Gazeteciliği (1867-1967). İstanbul 1969, s. 31-52.

Uçman, Abdullah. “Ali Suâvi”. DİA. 1989, II, 445-448.

Uzunçarşılı, İsmail Hakkı. “Ali Suavi ve Çırağan Vak’ası”. Belleten. 8/29 (1944), s. 71-118.

Ülken, Hilmi Ziya. Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi. Konya 1966, s. 101-128.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ali-suavi

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

ALİ SUÂVİ (1839-1878)

Yeni Osmanlılar Cemiyeti’nin önde gelen isimlerinden gazeteci ve eğitimci.