A

ERSOY, MEHMET AKİF(1873-1936)

İstiklal Marşı şairi, müderris.

  • ERSOY, MEHMET AKİF
    • Alim KAHRAMAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 06.11.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ersoy-mehmet-akif
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ERSOY, MEHMET AKİF
ERSOY, MEHMET AKİF (1873-1936)

İstiklal Marşı şairi, müderris.

  • ERSOY, MEHMET AKİF
    • Alim KAHRAMAN
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 06.11.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ersoy-mehmet-akif
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    ERSOY, MEHMET AKİF

İstanbul Fatih'te Sarıgüzel semtinde doğdu. Babası Fatih Camii mücîz müderrislerinden İpekli Mehmed Tâhir Efendi'dir. Aslen Buharalı olan annesi Emine Şerife Hanım sonradan Tokat'a yerleşmiş bir ailedendir.

Emîr Buhârî Mahalle Mektebi'nde başladığı eğitimini Fatih Merkez Rüştiyesi (1885) ve Mülkiye Mektebi'nin idâdî (lise) kısmında sürdürdü. Yüksek öğrenimine Mülkiye Mektebi'nde başladıysa da babasının ölümü (1888) üzerine yeni açılan Baytar Mektebi'ne geçerek 1893'te bu okulu birincilikle bitirdi. Hemen ardından Ziraat Nezareti'nde baytar müfettiş yardımcılığı ile memuriyete başladı. Görevle Edirne'de bulundu, bu sırada Rumeli'nin çeşitli bölgelerinde dolaştı. Adana'ya, oradan da Şam'a kadar gitti. Seyahatleri sırasında halkı yakından tanıma, problemleri hakkında bilgi sahibi olma imkânı buldu. Halkalı'da mezun olduğu okulda (1906), Dârülfünun Edebiyat Şubesi'nde (1908) ve Dârülhilâfeti'l-âliyye Medresesi'nde (1914) hocalık yaptı. Tahammül gösteremediği bir haksızlık üzerine memuriyetten, İttihat ve Terakkî ile yaşadığı uyuşmazlık sebebiyle Dârülfünun'daki hocalığından ayrıldı (1913).

II. Meşrutiyet'in ilanından sonra çıkmaya başlayan (Ağustos 1908) Sırâtımüstakîm dergisinin yayın ekibi içinde yer aldı. Adı daha sonra Sebîlürreşâd olan dergi Mehmet Akif'in başyazarlığı ve yönetiminde yayımını sürdürdü. Bu dergide yayımladığı şiirlerini 1911'den itibaren de Safahat adıyla kitaplaştırmaya başladı. Önce Mısır ve Medine'ye, sonra Teşkîlât-ı Mahsûsa'nın verdiği görevle Berlin'e, ardından da Arabistan'ın Necid bölgesine seyahatleri oldu (1914-1915). Bu seyahatleri "el-Uskur'da", "Berlin Hatıraları", Âsım'ın "Çanakkale" bölümü, "Necid Çöllerinden Medine'ye" gibi şiirlerin yazılışına zemin hazırladı.

Millî Mücadele'ye fiilen katılma kararıyla 1920 Şubatında Balıkesir'e gidip orada Zağnos Paşa Camii kürsüsünden halkı birliğe ve işgallere karşı direnmeye çağırdı. İstanbul'a döndükten sonra, Hey'et-i Temsîliye'den gelen davet üzerine Ali Şükrü Bey ve on iki yaşındaki oğlu Emin ile beraber Ankara'ya doğru yola çıktı (10 Nisan 1920). 24 Nisan'da Ankara'ya ulaştı. 5 Haziran 1920'de Burdur mebusu seçildi. Bütün varlığıyla mücadeleye katıldı; vaazlar verdi, dergisini çıkarmaya devam etti. Özellikle 10 Ağustos 1920'de Kastamonu Nasrullah Camii kürsüsündeki konuşmasında Sevr Antlaşması'nın ardındaki Türk milletini yok etme planını bütün açıklığı ile ortaya koydu. Bu konuşmanın Sebîlürreşâd'da yayımlanan metni binlerce basılarak bütün Anadolu'ya yayıldı. Ankara'da açılan bir yarışma sonrasında, yakın arkadaşlarının da ısrarlı isteği ile ödül kaydının kaldırılmasını şart koşarak "İstiklal Marşı"nı yazdı. Şiir Büyük Millet Meclisi'nce millî marş kabul edildi (12 Mart 1921).

Millî Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasının ardından teşekkül eden ikinci meclis için aday gösterilmeyince İstanbul'a döndü (1923). Yakın dostlarından Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine Ekim 1923'te Mısır'a gitti. Önce yazları İstanbul'a döndü ancak 1925 yılı sonundan itibaren Mısır'da sürekli kalmaya başladı. Orada Diyanet İşleri Reisliği'nin teklif ve siparişi ile başladığı Kur'an-ı Kerim mealini bitirdi. Bu sırada ibadetlerin Türkçeleştirilmesi eğilimi ortaya çıkınca sözleşmesini feshederek teslim etmedi. 1929 yılından itibaren Kahire'de el-Câmiatü'l-Mısriyye'nin Edebiyat Fakültesi'nde Türk dili ve edebiyatı dersleri verdi. 1935'te hastalanmasının ardından İstanbul'a döndü (17 Haziran 1936), tedavisi devam etti. Hastalığı sırasında, Beyoğlu'ndaki Mısır Apartmanı'nda onu ziyaret etmek isteyenlerin sayısı, bir kayda göre beş bini buldu.

27 Aralık 1936'da vefat etti. Cenazesi ertesi günü Beyazıt Camii'nde kılınan namazın ardından Edirnekapı Mezarlığı'nda toprağa verildi. Cenazesine yakınları yanında Şemsettin Günaltay, Fazıl Ahmet Aykaç, Yahya Kemal Beyatlı, Tâhirülmevlevî, Fuat Şemsi İnan gibi onu tanıyan dostları katıldı. Başlangıçta, bir kimsesizin cenazesi gibi başında üç beş kişi varken üniversite gençliğinin haber almasıyla katılım gittikçe genişlemiş, Türk bayrağına sarılan tabutu halkın da iştirakiyle büyük bir kalabalık tarafından taşınmıştır. Edirnekapı Şehitliği'ndeki mezarı, kendisinden önce vefat eden yakın arkadaşlarından Babanzade Ahmed Naim ve Süleyman Nazif'in ortasındadır.

Mehmet Akif'in kişiliği, daha çocuk yaşlardan itibaren resmî eğitimi yanında, başta babasından olmak üzere aldığı özel derslerle şekillenmiştir. Bir taraftan ilk ve orta eğitimini tamamlamış bir taraftan da Fatih Camii'nde Hâfız Divanı, Gülistan, Mesnevî (bk. Mevlânâ) gibi eserler okutan Esad Dede'nin derslerine devam etmiş; Arap Hoca diye bilinen Filibeli Mehmed Râsim Efendi'de hafızlık çalışmasına başlamıştır. Rüştiye yıllarından itibaren şairlik yeteneği ortaya çıkar. Fuzûlî'nin Leylâ ile Mecnun'unu okur, Mülkiye İdâdîsi'nde iken hocaları olan Muallim Nâci ve İsmâil Safa'nın, onun şairliği üzerinde etkileri olur. Şiirle meşguliyeti Halkalı yıllarında iyice alevlenecektir.

İlk şiiri 1893'te yayımlanan Mehmet Akif'in şairliği iki döneme ayrılır. 1893-1898 yılları arasında, özellikle Bağdatlı Rûhî ve Muallim Nâci etkisinde, klasik şiir zevkini ve tarzını sürdüren gazel ve kasideler ortaya koyar. Görevde bulunduğu Adana-Şam günleri (1896-1898) kişiliğinin gelişmesinde rol oynayacak bir dönem olur. Beraber gittikleri 24. Süvari Alayı Serbaytarı Binbaşı Mustafa Nûri Bey, Mesnevî bilir, edebiyata meraklı bir kişidir. Sonradan "benim sebeb-i feyzim" diye bahsedeceği Baytar Miralay İbrâhim Etem Bey ise Avrupa'da bulunmuş, orada müsteşriklerle görüşmüş, Doğu'nun ve Batı'nın güzellik ve ilmini öğrenip kendine mal etmiş yüksek irfan ve ahlak sahibi bir zattır. Alçak gönüllü ve şöhret düşmanı bir yaratılışı vardır. Akşamları Seyhan nehri kenarında oturup şiir okurlar, edebî ve felsefî sohbetler yaparlar. Mehmet Akif'in bu sıralarda Gazzâlî'yi okuduğu da bilinmektedir. İbrâhim Etem Bey, sahip olduğu Fransızca'sı ve Rusça'sıyla da ona faydalı olur. Şair, yakın dostlarından Ispartalı Hakkı ile de bu dönemde tanışmıştır.

Bir iki çevirisi dışında şiir yayımlamadığı 1898-1908 yılları arasında sanat anlayışında yeni bir mayalanma olur. Âşıkane diyebileceğimiz ilk dönemine göre, toplumcu ve mücadeleci bir şair olarak, 1908'de âdeta yeniden doğar. Sanatını inandığı değerlere ve milletine adamıştır. Geniş okuyucu kitlelerine ve bütün millete mal olması da Safahat şairi olarak anılacağı bu yeni dönemindedir.

Mehmet Akif, manevi ve sosyal değerler kadar eğitimini aldığı fen ve tıp bilimleriyle de ilgilidir. Onun bu yönü, Halkalı yıllarında hocası olan Rifat Hüsâmeddin Paşa ile temsil bulur. Paris'te okuyan ve Pasteur'ün öğrencisi olan Hüsâmeddin Paşa, Osmanlı'daki ilk bakterioloji (virüs ilmi) uzmanlarındandır. Mehmet Akif'in Pasteur'e hayranlığı da bu hocası sebebiyledir.

Sporculuğu ile  öne çıkan ve hareketli bir kişiliğe sahip olan şair, on altı yaşından itibaren mahalle arkadaşlarından Kıyıcı Osman Pehlivan'dan güreş dersleri almaya başlamış, Yenibahçe'de, Çatalca'da kispet giyip yağlı güreşlere katılmıştır. Yüzme, taş atma, adım atlama, yürüyüş, at biniciliği gibi sporlar da Mehmet Akif'in hayatının ayrılmaz parçaları olmuştur. İstanbul Boğazı'nı yüzerek geçecek kadar iyi bir yüzücü olduğu bilinmektedir.

1908 yılı öncesinde Fransızca ve Farsça'sının yanında Arapça'sını da geliştirerek Arap, Fars ve Fransız edebiyatları üzerinde okumalarını derinleştirir. Gençlik yıllarında Emrullah, Mûsâ Kâzım ve Hicrî efendilerin sohbet ve derslerinden yararlanır. Devam ettiği sohbet meclisleri arasında Ali Şevki Hoca'nın Fatih Çarşamba'daki evi, İbnülemin ailesinin Bakırcılar'daki konağı sayılabilir. 1908'den sonra Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerindeki yazı ve diğer faaliyetleriyle çevresi genişler. Ferit Kam, Hüseyin Kâzım Kadri, Abbas Halim Paşa, Tâhirülmevlevî, Münir Ertegün, Midhat Cemal, gençlerden Eşref Edip, Hasan Basri Çantay, Fuat Şemsi İnan'la bir ömür boyu sürecek dostluklar kurar. XX. yüzyılın başından itibaren Rusya içindeki müslüman Türkler başta olmak üzere Mısır, Hindistan gibi ülkelerdeki İslamî uyanış hareketleriyle de yakından ilgilenmiştir. Arapça'sı ile Ferid Vecdi, Muhammed Abduh gibi isimlerden çeviriler yapmış; Farsça'sı ile Sa'dî-yi Şîrâzî ve Muhammed İkbal'in eserlerini okumuş, onların şiirlerini hayranlıkla karşılamıştır. Seyyah Abdürreşid İbrâhim, Yusuf Akçura, Said Halim Paşa, üniversitedeki hocalığı yıllarında tanıdığı Ali Ekrem Bolayır, İzmirli İsmail Hakkı, Süleyman Nazif, Mehmet Akif'in geniş çevresini oluşturan diğer isimler arasındadır.

Şiir yanında musiki ve resimle de ilgilidir. Musiki sevgisi Neyzen Tevfik, Şerif Muhittin (Targan) gibi yakın dostlar kazandırır. Şerif Ali Haydar Paşa'nın Çamlıca'daki köşkünün ve bazılarında musiki meclisleri de kurulan Üsküdar'daki Özbekler Dergâhı, Sandıkçılar Tekkesi gibi kültür ocaklarının kapılarını da kendisine açar. Ankara yıllarında, kaldığı Tâceddin Dergâhı, memleket meselelerinin konuşulduğu, bir taraftan Mehmet Akif'in özel dersler verdiği, dostluklarının geliştirildiği manevi bir ocak olur. Bazı geceler musiki meclisleri de kurulur, şiir ve ilahiler okunur.

Esad Dede'nin Mesnevî, Hâfız Divanı, Bostan gibi eserler okuttuğu derslerine devam eden, Mûsâ Kâzım Efendi'den Vâridât okuyan Mehmet Akif'in daha sonra hayatının değişik dönemlerinde, farklı kişilere benzer şekilde bazı eserler okuttuğu bilinmektedir. Ankara yıllarında Karesi Mebusu Hasan Basri Bey ve arkadaşlarına Muallakat, Mahir İz'e Şems-i Mağribî Divanı ve Harâbât okuttuğu gibi Münir Ertegün'e de Hâfız Divanı okutur. Hâfız Divanı'nı daha önce on yedi kişiye okuttuğu, artık neredeyse divanı ezbere bildiği Mahir İz tarafından belirtilmektedir (İz, s. 15).

Mısır'da bulunduğu sırada oraya bir konferans için gelen Muhammed İkbal ile tanışmış, onunla dünyanın ve dünyadaki müslümanların durumu hakkında sohbeti olmuştur. Mısır'da ayrıca ilk gençlik yıllarında bir ucundan tanıdığı Mevlânâ'nın eserlerine yeni bir dikkatle eğilir. Kur'an-ı Kerim çevirisini sürdürürken bir yandan da Mevlânâ'nın Mesnevî'sini baştan sona Farsça'sından iki defa okuyup yorumlar.

Mehmet Akif ideal sahibi, gelecek tasavvuru bulunan bir şairdir. 1924'te kitap halinde basılan Altıncı Safahat'ta (Âsım), düşüncelerine model olacak bir genç tipi canlandırır. Âsım adındaki bu genç, birçok bakımdan Mehmet Akif'in sahip olduğu hasletlerle donanmıştır. Toplumun dertlerine duyarlı, yanlışlığı eliyle düzeltmek, kötülüğü gücüyle ortadan kaldırmak isteyen, zayıfın ve güçsüzün yanında hassas bir gençtir. Fizikî yapısı düzgün, güçlü ve sportmendir. Mehmet Akif gibi güreşçiliği de vardır. Adaletsizliğe, haksızlığa, zulme tahammülsüz, enerji dolu bir genç olan Âsım "Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem/Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem" der.

Şiirdeki kurguya göre Âsım, Köse İmam'ın oğludur. Köse İmam, Mehmet Akif'in yakın dostlarından Ali Şevki Hoca'yı temsil eder. Köse İmam ile karşılıklı uzun konuşmalarına şahit olduğumuz Hocazade de birçok bakımdan Mehmet Akif'tir. Hayatta olduğu gibi eğitimde de kaba kuvvete karşı olan Hocazade yeni nesilleri sağduyu sahibi, sağlam karakterli kişiler olarak hayal etmektedir. Âsım'ın toplumdaki kötülükleri eliyle düzeltmeye kalkması, bunun için gerektiğinde kaba kuvvete başvurması üzerine Hocazade Âsım'a, "Kaba kuvvet değil kanunun pençesi gerekir" diye nasihat eder. Kendisinin de "inkılap" istediğini, ancak bunun ilimle eğitimle olması gerektiğini söyler: "Yoksa, ellerde kör âlet efeler tertibi/Bâbıâlîleri basmak, adam asmakla değil!" der.

Şiire göre Âsım, Çanakkale Savaşı'na katılmış, üstün karakter ve faziletleriyle bu savaşta olağanüstü başarılar gösteren neslin temsilcisidir. Mehmet Akif'in, "Âsım'ın nesli… diyordum ya… nesilmiş gerçek:/ İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek!" diye adını koyduğu "Âsım'ın Nesli" dinî, ahlakî, siyasî, tarihî, sosyal açılardan bakıldığında üstün bir şuur ve eğitimin sahibidir. O, sahip olduğu sosyal ve manevi şuur yanında, o zamanki fen ilimlerini de elde etmek üzere Batı'ya, Almanya'nın Berlin şehrine gönderilir. Avrupa'nın bize uymayan yaşama biçiminden uzak duracak, sadece ilmini, fennini, tekniğini öğrenip gelecektir.

Âsım'da, II. Meşrutiyet sonrasında bir süre matbuatta da tartışılan medreseler kaldırılsın mı yoksa ıslah mı edilsin konusuna da yer verilir. Mesele farklı yönleriyle ele alınıp irdelenir. Köylünün ve bütün toplumun eğitilmesinin önemi üzerinde durulur.

Şair Balkan ve Çanakkale gibi İstiklal Savaşı'nı da şiir halinde yazmayı düşünmüştür. Kafasındaki plana göre Âsım, eğitim için gittiği Avrupa'dan tahsilini tamamlayarak dönecek ve İstiklal Harbi'ne katılacaktır. Bu savaşta ortaya koyduğu yararlılıklar, verilen mücadelenin büyüklüğü, safhaları, millet tarafından gösterilen fedakârlık ve kahramanlıklar, İnönü ve Sakarya savaşları sonucu elde edilen büyük zafer geniş olarak yer bulacaktır. Ancak şairin ölümüyle uzun süre kafasında taşıdığı Âsım'ın bu ikinci bölümü yazılamadan kalır.

Mehmet Akif'in Âsım ismini İslam peygamberinin sahâbîlerinden Âsım b. Sâbit'ten aldığını belirtenler olmuştur. Âsım b. Sâbit bir dağılmanın yaşandığı Uhud Savaşı'nda, kargaşa sırasında Hz. Peygamber'in yanından hiç ayrılmayarak onu koruyan yiğit bir isimdir. İlim sahibi bir öğretmendir. İslam tarihindeki ikinci Âsım ise Hz. Ömer'in torunudur. Emevî hükümdarlarından adaletiyle tanınan Halife Ömer b. Abdülazîz'in dedesidir.

Mehmet Akif hayatının önemli bir dönemini, verdiği mücadeleler yanında öğretmenlik, hocalıkla geçirmiştir. Özellikle 1906'dan sonra Halkalı'da kendi okulunda verdiği Türkçe ve kitabet dersleri Millî Mücadele'ye katıldığı yıllara kadar, İstanbul'da bulunduğu sürece devam eder. Dârülfünun'da Osmanlı edebiyatı, Dârülhilâfeti'l-âliye Medresesi'nde Türkçe, edebiyat ve Mısır'da bulunduğu yıllarda Kahire'de el-Câmiatü'l-Mısriyye'nin Edebiyat Fakültesi'nde Türk dili ve edebiyatı dersleri verir. İttihat ve Terakkî'nin Şehzadebaşı'ndaki kulübünde verdiği gece derslerinde Arap edebiyatı ve çeviri teknikleri okutur. Bu yıllarda, okuttuğu dersler için bazı ders kitapları hazırladığı da bilinmektedir. Dârülfünun'da hazırladığı Dârülfünun Dersleri Kavaid-i Edebiye (1913, 2016), Dârülhilâfeti'l-âliye Medresesi orta kısım öğrencileri için hazırladığı Edebiyat Dersleri (1914) bunlardandır. Ayrıca Dârülfünun'da verdiği Osmanlı edebiyatı dersine ait notlar, uzun bir aradan sonra bulunarak Osmanlı Edebiyatı Ders Notları adıyla yayımlanmıştır (2014). Bunlara Halkalı Ziraat Mektebi öğrencileri için, Fransızca eserlerden derleme yoluyla bir araya getirip çevirisini yaptığı Zeytin Ağacı adlı eser de eklenmelidir (1913).

Bu okullarda öğrencisi olanlar arasında Fazlı Faik Yegül, Muhittin Akçor (sonradan damadı olacaktır), Ragıp Ziya Mağden, Ahmet Hamdi Akseki, Celalettin Ökten, Osman Fahri, Reşat Nuri Güntekin, Zekâi Konrapa, Baha Kahyaoğlu, Falih Rıfkı Atay, Ruşen Eşref Ünaydın, Şerif Muhittin Targan, Nevzat Ayasbeyoğlu, İbrahim Alaattin Gövsa, Hüseyin Cavit, Muhsin Ertuğrul gibi daha sonra farklı alanlarda isim yapacak kişiler bulunmaktadır.

Balkan Savaşı'nın patlak vermesinin ardından kurulan Müdâfaa-yi Milliye Cemiyeti'nin irşad heyetinde (1913), Millî Mücadele sırasında Büyük Millet Meclisi'nin Encümen-i İrşad ve Hey'et-i Nâsiha'sında (1920) görev alır. Şahsî görüşmeler, Anadolu şehirlerini gezerek cami kürsülerinden vaazlarını bu bağlamda gerçekleştirir. Sebîlürreşâd dergisinin bir faaliyeti olarak 1913 yılında, Heybeliada'da bir Sebîlürreşâd okulu açılması düşünülür. Yavaş yavaş bütün Osmanlı ve İslam ülkelerine yayılması planlanan okulun programı hazırlanıp Dahiliye Nezareti'ne başvurusu yapılır. Numune olmak üzere bir Sebîlürreşâd Mekteb-i İbtidâîsi'nin kurulduğu ve kayıtlara başlandığı dergide bildirilirse de bu projenin daha ileriye gitmediği anlaşılıyor.

Mehmet Akif kendini bildiği yaşlardan itibaren ya birinden okuyan ya da birine bildiği bir konuyu okutan kişi olmuştur. Özel dersler verdiği öğrencileri arasında Neyzen Tevfik, Şefik Kolaylı, Ahmed Râtib Paşa'nın oğlu Mehmet Ali, Abbas Halim Paşa'nın kızları, Mahir İz, Hasan Basri Çantay, Hayreddin Karan, Münir Ertegün, Rikkat Kunt, Mısır'da Abdülvehhâb Azzâm sayılabilir. Heybeliada yıllarında Mehmet Akif'in kızı Cemile Hanım'a İslam tarihi dersleri okutan Tâhirülmevlevî de ondan Arap şiiri dersleri alır. Berlin'de tanıştıkları Alman müsteşrik Hartmann ise kendisine Fuzûlî'nin "Su Kasidesi"ni okutmasını ister.

Yükseköğrenimini tamamladığı yıldan itibaren şiirleri bazı dergi ve gazetelerde görünmeye başlamış, şairliğinin sekiz-on sene kadar süren bu ilk dönem eserlerini daha sonra kitaplarına almamıştır. Arap şiiri ve edebiyatı yanında, üniversitede hocalığını yaptığı Osmanlı dönemi Türk şiirini de yakından bilen Mehmet Akif, Bağdatlı Rûhî, Muallim Nâci gibi isimleri kendine üstat olarak seçmiştir. Onun hiçbir zaman vazgeçmeyeceği isimlerden biri de klasik Doğu şiirinin önemli ismi Sadî-yi Şîrâzî olmuştur.

1900'lü yılların başlarından itibaren yeni bir yol tutmuş, şiirini toplumsal meselelerle yaşanan tarihî süreçte milletinin uyanışı ve birliği için sarfettiği gayretin bir parçası haline getirmiştir. II. Meşrutiyet'ten sonra (1908) çoğu Sırâtımüstakîm ve Sebîlürreşâd'da çıkan bu şiirler, 1911 yılından itibaren Safahat üst başlığıyla ve ilk Safahat'tan sonra Süleymaniye Kürsüsünde (1912), Hakkın Sesleri (1913), Fatih Kürsüsünde (1914), Hâtıralar (1917), Âsım (1924), Gölgeler (1933) alt başlıklarıyla kitaplaşmıştır. Mehmet Akif'in bunlarla beraber edebiyat yazıları, vaazları, bazı tefsir denemeleri, çevirileri, mektupları ölümünden sonra ayrı ayrı veya külliyat halinde yayımlanmıştır.

II. Meşrutiyet'ten Millî Mücadele'ye ortaya konulan var olma mücadelesinin, bir çeşit kroniği gibi de okunabilecek olan Safahat'lardaki şiirlerinde ön planda duran içeriğe rağmen şairin büyük sanatkâr sezgisi de kendini hissettirir. Sanatkâr ruhunun lirik nağmeleri 1933'te Mısır'da yayımladığı Gölgeler adını taşıyan Yedinci Safahat'ta etkileyici bir dille ifadesini bulur.

Kaynakça

Cündioğlu, Dücane. Bir Kur’an Şairi. İstanbul 2011.

Çantay, Hasan Basri. Âkifnâme. İstanbul 1966.

Düzdağ, M. Ertuğrul. Mehmet Âkif Ersoy. İstanbul 2004.

Edip, Eşref. Mehmet Âkif. İstanbul 1938.

İz, Mahir. Yılların İzi. İstanbul 1990 s. 124-138, 139-146.

Okay, M. Orhan. Mehmed Âkif. İstanbul 2015.

Kahraman, Âlim. Tutuşmuş Bir Yürek, Adanmış Bir Hayat. İstanbul 2020.

Tansel, Fevziye Abdullah. Mehmet Âkif Ersoy. İstanbul 1991.

Topçu, Nurettin. Mehmed Âkif. İstanbul 1970.

Karakoç, Sezai. Mehmet Âkif. İstanbul 1974.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ersoy-mehmet-akif

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

ERSOY, MEHMET AKİF (1873-1936)

İstiklal Marşı şairi, müderris.