Osmanlı padişahı.
Osmanlı padişahı.
Trabzon'da doğdu. Babası Yavuz Sultan Selim, annesi Hafsa Sultan'dır. Çocukluğu ve ilk gençlik yılları babasının sancak beyi olarak bulunduğu Trabzon'da geçti. Burada iyi bir eğitim aldı. Adı bilinen ilk hocası, daha sonra da uzun süre yanında tutacağı Hayreddin Efendi'dir. Rivayete göre ünlü mutasavvıf Beşiktaşlı Yahyâ Efendi ile çocukluk arkadaşı olup onunla birlikte kuyumculuk öğrenmiştir. Bunun dışında medrese eğitimi de aldığı, kendisine tayin edilen lalası vasıtasıyla devlet işlerini öğrendiği, babası dolayısıyla da belirli bir devlet tecrübesi kazandığı söylenebilir.
Osmanlı sistemine göre sancağa çıkma zamanı geldiğinde dedesi II. Bayezid tarafından kendisine Kefe sancağı verildi. 1511'de yanında annesi, hocası ve lalası ile şahsî hizmetlileri olduğu halde Trabzon'dan ayrılıp Kırım'da önemli bir liman şehri olan Kefe'ye gitti. Babası Sultan Selim'in taht mücadelesi sırasında Kefe'de kaldı. Onun 1512'de tahta cülusu üzerine de İstanbul'a çağrıldı. Oradan taht vârisi sıfatıyla 1513'te Manisa'ya sancak beyi olarak yollandı. Burada lalası, hocası, annesi ve yanındaki kalabalık hizmetli grubuyla hanedanı temsil ettiği gibi kendi şahsî hanesini de oluşturdu ve ilk çocukları bu dönemde dünyaya geldi. Manisa'da kaldığı yedi yıl zarfında babasının İran ve Mısır seferleri dolayısıyla Edirne taraflarında muhafaza görevini üstlendi. Bir nevi babasının vekilliğini yaptı, tecrübesini arttırdı. Babasının vefatını haber alınca İstanbul'a giderek 30 Eylül 1520'de Osmanlı tahtına oturdu.
Bir süre devletin başında olarak iç idarî mekanizmayı tanımaya çalıştıktan sonra yarım kalmış işlere el attı, özellikle âdil bir sultan olacağına yönelik ilk uygulamaları da bu sıralarda gerçekleştirdi. Vaktiyle İran ve Mısır seferleri sırasında İstanbul'a Tebriz ve Kahire'den sürgün edilen ve sayıları 800'ü bulan ümera, sanatkâr ve âlimlere memleketlerine geri dönüş izni verdi. İran ile yapılan ipek ticareti üzerindeki yasağı kaldırdı, mallarına el konulan tüccarların zararlarını karşıladı. Halka eziyet eden idareci ve askerleri cezalandırdı, genel bir teftiş yaptırdı. Bununla beraber Yavuz Sultan Selim tarafından Kahire'den İstanbul'a getirilen son Abbâsî halifesi Mütevekkil-Alellah'ı bir süre daha İstanbul'da tuttu. Muhtemelen ileri vadede yeni bir Osmanlı hilafet anlayışını belirlemeye yönelik ilk adımları atma konusunda aceleci davranmak istemiyordu. Yaptığı iki büyük başarılı seferin ardından güçlü bir şekilde herkesin mutabakatını sağlamış bir hükümdar olarak tahtta bulunduğunu gösterdikten sonra, 1524'te halifeyi Kahire'ye gönderdi. Böylece payitahtta müslümanların tek idarecisi olarak bizzat kendi şahsında hilafeti ve saltanatı temsil ettiğini göstermiş oldu. Tahta geçişinin ikinci ayı Yavuz tarafından Şam beylerbeyiliğine getirilen eski Memlük emîri Canbirdi Gazâlî'nin isyanıyla karşılaştı. İsyanın kısa sürede bastırılması (Ocak 1521) saltanatını perçinleyecek ve gaza geleneğini canlandıracak büyük bir sefere çıkma ihtiyacını gündeme getirdi.
Sultan Süleyman, Batı'ya karşı geleneksel gaza siyasetini canlandırırken büyük atası Fâtih Sultan Mehmed'in izinden yürüdü ve onun oluşturduğu stratejileri yeniden hayata geçirdi. Bu anlamda evvela iki ana hedefi ön plana aldı. Bunlardan ilki Orta Avrupa'nın kilidi durumunda bulunan Belgrad, diğeri Akdeniz hâkimiyeti bakımından son derece önemli olan Rodos adasıydı. Ayrıca Fâtih'in bir üçüncü ana hedefi olan Roma'yı da gündemine aldığına şüphe bulunmaz. Macarlar'ın doğuya yönelik önemli bir askerî üssü konumundaki Belgrad 1521'de; Saint Jean şövalyelerinin elinde olup İstanbul-Mısır deniz yolu üzerinde önemli bir engel gibi duran Rodos adası ise 1522'de büyük bir kara ve deniz harekâtıyla fethedildi. Bununla beraber Fâtih'in İtalya'ya yönelik olarak Otranto'ya asker çıkarmakla başlattığı fakat vefatı üzerine akim kalan harekâtını tamamlayacak olan 1537'deki Korfu seferi ise başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
Belgrad'ın fethi Osmanlılar'ın Macaristan odaklı yeni askerî planlamalarını hayata geçirebilecekleri zemini sağlamıştı. O sırada Avrupa'daki siyasî ortamda Osmanlılar'ın lehine gelişmekteydi. Roma-Germen İmparatorluğu tacı için kapışan Fransa Kralı François ile Habsburglar'a mensup İspanya Kralı V. Karl arasındaki mücadele V. Karl'ın dedesinin yerine imparator seçilmesiyle yeni bir krizin kapılarını araladı. İtalya üzerindeki rekabetin de etkisiyle 1521'de iki taraf arasında savaş başlamış; 1525'te I. François V. Karl'a yenilip esir düşünce de annesi oğlunun kurtarılması için Sultan Süleyman'a müracaatta bulunmuştu. Sultan Süleyman bu imkânı değerlendirdi, öteden beri tasarladığı Macaristan'a yönelik niyetlerini neticelendirmek için harekete geçti. Belgrad'ın fethi Macar Krallığı'nın payitahtının yolunu açmıştı. Batı'ya karşı güç mücadelesine girişmek de ancak böyle bir seferin sonucunda mümkün olabilirdi. Macar Krallığı'nı ortadan kaldırarak Habsburglar'la karşı karşıya kalmak, büyük bir cihangir olma arzusu taşıyan Sultan Süleyman için çok önemliydi.
1526'daki Mohaç Meydan Savaşı Macar Krallığı'nın sonunu hazırladı. Sultan Süleyman kurmaylarıyla birlikte krallığın başşehri Buda'ya (Budin/Budapest) girdiyse de sonra burayı Macar soylularının kral seçtikleri Erdel Beyi Janos Szapolyai'ya bırakacak ve onu kendi himayesine alacaktı. Bundan sonraki ana siyaseti Szapolyai'nın himayesi ve Macaristan'a yönelik irsen hak iddia eden Habsburglar'ı engellemek oldu. Zira Macar Kralı II. Lajos'un geride bir vâris bırakmadan Mohaç'ta ölmesi ile Habsburglar'ın müdahil olduğu yeni bir veraset meselesi ortaya çıkmış, Habsburg İmparatorluğu'nun Avusturya ve Bohemya taraflarının idaresini üstlenmiş olan Ferdinand, kız kardeşinin II. Lajos ile evliliği dolayısıyla Macar tahtı üzerinde hak iddiasında bulunmuştu. Sultan Süleyman'ın 1529'da Viyana'yı kuşatmasıyla sonuçlanacak olan yeni seferi de aslında tamamen himaye altındaki Macar Krallığı'nın korunmasını amaçlıyordu. Bunun ardından gerçekleştirilen "Alaman seferi" ise bu sıralarda İtalya'daki işlerini nispeten halledip Orta Avrupa ile bizzat ilgilenmeye başladığı anlaşılan Habsburg İmparatoru V. Karl'ı hedef almıştı. Bu yıllarda Luther'in önderliğinde yayılan Protestanlık sebebiyle V. Karl iç karışıklıklarla hayli sarsılmış durumdaydı. Protestanlar Osmanlılar'ın Habsburglar'ı hedefleyen askerî harekâtlarından istifade ederek dinî inanç sistemlerini imparatora kabul ettirmiş durumdaydılar. 1529'daki Viyana Kuşatması'nın ardından 1532'deki Alman seferi bu anlamda Avrupa siyasetinde etkileri çok sonraları daha açık şekilde ortaya çıkan yeni gelişmeleri başlatacaktı. Bu mücadele safhası 1533'teki ateşkes ile geçici olarak sonlanmıştı, ama Sultan Süleyman bundan sonra donanmanın başına geçirdiği Barbaros Hayreddin Paşa vasıtasıyla Fransızlar'la da iş birliği dahilinde imparatorluğun İspanya kanadını Akdeniz'de zor durumda bırakacak yeni bir hamleye de girişmişti.
Sultan Süleyman'ın 1520-1530 yıllarına rastgelen bu hızlı askerî siyaseti, devletin kaynaklarının tespitini de gündeme getirdi. Geniş çaplı tahrir çalışmaları yapılarak vergiye esas olan varlıklar kayıt altına alındı. Tahrirler dolayısıyla geniş bir gayrimemnun zümre de oluşmuştu. Doğu komşuları olan Safevîler'in propagandalarının da etkisiyle Anadolu'da sıkı denetimden hoşlanmayan konar göçer zümrelerle, Karamanoğulları ve Dulkadırlı beyliklerinin daha evvel hâkim olduğu coğrafyada bulunan çeşitli grupların katıldığı isyanlar patlak verdi. Sultan Süleyman'ın saltanatının ilk on yılı, onun Batı'da ve Doğu'daki siyaseti kadar iç politikasının oluşumunda ve devletin dinî anlayışının yerleşmesinde hayatî bir devreyi oluşturdu.
Batı'ya yönelik gazayı hızlandıran Sultan Süleyman yeni bir mesele olarak Anadolu'daki karışıklıklarda rol oynadıklarını düşündüğü Safevîler'i gündemine de almakta gecikmedi. Bu sadece askerî değil dinî-siyasî bakımlardan da Osmanlı Devleti'nin genel görünüşünde önemli bir değişimi beraberinde getirecekti. Dinî hassasiyetin giderek artması bürokratik ve siyasî mekanizmaları da etkileyecek bir eğilime yol açacaktı. Bu durumun dinî anlamda Osmanlı anlayışını perçinleyecek şekilde ulema tarafından âdeta yeni baştan oluşturulduğu ve ciddi bir zihniyet değişikliğini beraberinde getirdiği, zaman içerisinde de eğitim sisteminin çerçevesini belirlediği ileri sürülür. Özellikle önde gelen Osmanlı ulemasının hazırladığı karşı görüşleri ihtiva eden risalelerin argümanları, iki taraf arasındaki siyasî yazışmalarda kendisini açık şekilde gösterir. Öte yandan dönemin entelektüelleri Sultan Süleyman'a bu anlamda müslümanlar üzerindeki zulmü ve tefrikayı ortadan kaldırma gibi bir misyon da yüklemiş görünür. Sultan Süleyman onların nazarında gerçek İslam'ın koruyucusudur ve halifesidir. Sultan Süleyman'ın bir ara sadrazamlığını yapan Lutfi Paşa'nın daha sonra kaleme aldığı hilafet risalesindeki "asrın imamı ve halife" unvanlarıyla ilgili iddialı açıklamaları oluşan bu atmosferi belirler. İbn Kemal (Kemalpaşazâde), Çivizâde Mehmed ve Ebüssuûd Efendi'nin şeyhülislamlıkları dönemindeki uygulamaları da dinî anlayışın uygulamalar açısından mahiyetini ortaya koyar. Bütün bunlarda temel hareket noktası Hanefîliğin devletin temel doktrini olarak bir ölçüde resmîleştirilmesiyle kendisini göstermiştir. Hazırlanan veya mevcut olan kanun derlemelerinde örfî uygulamalar, Hanefî hukukunun açıklamaları zemininde tavizsiz olarak yerleştirilmeye başlanmıştır. Bunun medrese eğitimi sistemi içinde de etkileri olmuş görünmektedir. Öte yandan dinî hassasiyetlerin arttığı siyasî zeminde dinden sapmakla itham edilenlerin takibatı hızlanmıştır. "Hubmesihliğin" savunucusu gibi gösterilen Molla Kabız olayında padişahın fiilî şekilde devreye girişi yanında daha sonra ilhad ile suçlanan Kâşifî, Oğlan Şeyh İsmâil Mâşûkî ve Şeyh Muhyiddin Karamânî gibi kimselerin idamları bunun tipik örnekleridir.
Safevîler'i "yeryüzünden silmek" misyonunu gerçekleştirmeyi benimsediği anlaşılan Sultan Süleyman çok uzun mesafeler katettiği ilk büyük seferinde, iki defa Tebriz'e girmesine rağmen bunu başaramadı. 1534'te iki Irak'a (Irâk-ı Arap ve Irâk-ı Acem) girildiği için Irakeyn denilen sefere çıktı. Safevî Şahı Tahmasb onunla meydan savaşı yapmaktan çekinerek vurkaç taktiği izledi. Sultan Süleyman onu takip ederek Tebriz'den Sultâniye'ye kadar ilerledi, sonra Bağdat'a yöneldi ve buraya hâkim oldu. Böylece bir bakıma eski halifelerin merkezini yeniden Sünnî İslam'a kazandırmış ve kendisi de bu anlamda Abbâsî halifelerinin mirasçısı olduğunu göstermiş oluyordu. Buradaki Şiîler için kutsal mekânları da ziyaret edip tamire muhtaç olanları yeniletirken bir ölçüde bütünleştirici bir kimlik ve anlayışın peşinde koştuğunu göstermek istiyordu. Arayıp buldurduğu İmâm-ı Âzam'ın türbesini ziyaret ettiği gibi eski harabeleri dolaşmış, şehir halkının incitilmemesi için emir vermişti. İmâm-ı Âzam'ın türbesinin yeniden inşasını tamamlatmış, ayrıca Abdülkadir Geylânî'nin mezarı üzerine bir türbe, etrafına medrese, tekke hücreleri ve imaretle yanına bir cami inşa ettirmişti. Necef ve Kerbelâ'ya gitmiş, Hz. Ali ve Hz. Hüseyin makamlarını ziyaret edip soyundan gelenlere altın dağıtmış, hatta bir rivayete göre onların elinden kılıç kuşanmıştı.
Irakeyn Seferi sonrasında Sultan Süleyman, 1537'deki başarısız Korfu seferinin ardından 1538'de Osmanlı sınırlarını kuzeye doğru genişleteceği ve Karadeniz'e tam anlamıyla hâkim olmayı da sağlayacak Boğdan seferine çıktı. Aynı tarihte Barbaros Hayreddin Paşa idaresindeki donanma Akdeniz'e açılarak Preveze'de hıristiyan donanmasını mağlubiyete uğratırken, Hadım Süleyman Paşa kumandasındaki bir başka filo uzak denizlere yönelerek Hindistan'daki Portekizliler'e karşı yeni bir harekâta girişmiş bulunuyordu. Bu sonuncu faaliyet ile Kızıldeniz'in Afrika ve Arap yarımadası kıyılarında, Yemen sahillerinde ve Basra körfezinde yeni tutunma noktaları oluşturulmasının önü açılmış oluyordu. Gerek kuzey gerekse güney eksenindeki bu askerî faaliyetler onun dönemindeki vizyonlar ve evrensel hakimiyet anlayışları itibariyle son derece açıklayıcıdır.
Irakeyn Seferi sonrasında Sultan Süleyman dikkatini tekrar Macaristan'a verdi. Buraya yönelik tehditler ve saldırılar karşısında artık Macaristan'ın vasal statüyle idare edilemeyeceğini anlamıştı. Desteklediği Szapolyai'nin 1541'de ölümü üzerine de burayı bir Osmanlı eyaleti haline getirmişti. Ayrıca Erdel kesimini onun oğluna bırakarak Habsburglar'la olan sınırda yeni bir tampon bölge (Erdel Krallığı veya Voyvodalığı) oluşturmuştu. Bundan sonraki ana politikası Budin merkezli eyaletin sınırlarını genişletmek oldu. 1543'teki bizzat giriştiği askerî harekât sonucu Estergon, İstolni Belgrad gibi önemli kaleleri ele geçirdi. Artık Osmanlı gücü Orta Avrupa'nın neredeyse merkezine doğru girmiş ve üstelik kalıcı bir temel de atılmıştı. 1547'de Habsburglar'la yapılan anlaşma bu durumu tam anlamıyla tescil etmiş, üstelik Macaristan'ın Habsburglar kontrolündeki kesimi için de haraç alınması kararlaştırılmıştı. Böylece bütün Macar Krallığı topraklarının Osmanlı hakimiyetinde olduğu zımnen Habsburglar'ca kabul görmüş oluyordu.
Sultan Süleyman bundan sonra 1548'de ikinci defa Safevîler üzerine yürüdüyse de Irakeyn Seferi'nin tecrübesi, onların tamamen ortadan kaldırılamayacağını gösterdiği için bu defa onları belirli bir sınır hattında tutma hedeflenmişti. Bu maksatla sefer sonunda Van merkezli bir beylerbeyilik kurulmuştu. Sultan Süleyman'ın bundan sonraki askerî faaliyetlerinde belirli bir yavaşlama görüldü. Fakat sınır hatlarında Osmanlı gücünün ikamesi, Akdeniz'de donanma faaliyetleri, Kuzey Afrika, Basra, Kırım hatlarındaki mücadele hiçbir zaman sona ermedi. 1550'den itibaren Sultan Süleyman artık yaşının ve artma eğilimi gösteren hastalıklarının etkisiyle daha çok İstanbul ve Edirne'de kaldı, giderek tırmanan iç rekabetin kendi tahtını tehdit edebilecek boyutlara doğru gittiği bir ortamda merkezden pek ayrılmamayı tercih etti. Bu sırada Süleymaniye Camii'nin inşaatını başlattı (Haziran 1550). Burasını büyük bir dinî mabet ve eğitim merkezi haline getirecek temelleri attı. Mimar Sinan'ın planladığı bu büyük külliye, Sultan Süleyman'ın bizatihi onun ihtişamını temsil edecek bir eser haline gelecekti. Oluşturduğu medrese sistemi Osmanlı eğitim tarihine damga vurdu ve yeni bir sistemin de habercisi oldu. Dört medrese, bir tıp medresesi ve yüksek seviyeli bir dârülhadis oluşturulmuştu ve bu şekilde Osmanlı eğitim sisteminin en yüksek seviyesine ulaşılmıştı. Sultan Süleyman bu medresesine döneminin en meşhur ilim adamlarını toplamıştı. Süleymaniye Medresesi, diğer medreseler arasında da derece itibariyle en yükseğini teşkil ediyordu. Aslında Sultan Süleyman ilmiye mesleğiyle ilgili yeni uygulamalara da yön vermişti. Şeyhülislamlık onun zamanında müesseseleşmişti. Medreselerde yetişenlerin eğitim veya hukuk alanında görev almalarıyla alakalı sistem (mülazemet) yeniden düzenlenmişti.
Sultan Süleyman 1550'li yılların ortalarından itibaren tahtı için oğulları arasındaki rekabete şahit oldu, sarayda oluşan hiziplerin mücadelesinde de hayli yıprandı. Çok sevdiği ve nikâhına aldığı eşi Hürrem Sultan'dan olan oğullarından en büyüğü olan Şehzade Mehmed'in 1543'te Manisa'da vefatının ardından, hizipleşmeler daha da keskinleşti. Yaşça büyük olup Mâhidevran'dan doğan Amasya'daki Şehzade Mustafa babasının yerine büyük bir aday olarak sivrilmişti. Hürrem Sultan ise Mehmed'in ölümünün ardından diğer oğulları Şehzade Selim veya Bayezid'in ikbali için uğraşıyordu. Onların giderek öne çıkması Şehzade Mustafa'yı harekete geçmeye sevketti. Etrafındakilerin telkiniyle babasının bir süredir hasta olduğu ve devleti yönetebilecek durumda bulunmadığı, dolayısıyla daha önce Yavuz Sultan Selim olayı gibi tahtı kendisine terketmesi gerektiği fikrindeydi. Sultan Süleyman üçüncü defa Safevîler üzerine yeni bir sefere çıkarken aslında oğlunu ön plana almıştı (Nahcıvan seferi: 1553). Şehzade Mustafa yol esnasında babasını karşılamaya geldiğinde idam edildi. Bu durum büyük tepkiye yol açtıysa da sefer hali zamanla bunu unutturacaktı. 1555'te Amasya'da Şah Tahmasb'ın barış teklifini kabul eden Sultan Süleyman İstanbul'a döndü. Ardından Hürrem Sultan'ın vefatı (1558) onu hayli sarstı, yaşlılık halinde kendi yerine göz koyan iki oğlu arasındaki mücadeleye de şahit oldu. Şehzade Selim ile Bayezid arasında Konya ovasındaki savaşı dikkatle izledi ve ağırlığını Selim'den yana koydu (1559). Bayezid oğulları ile birlikte İran'a kaçmak zorunda kaldı. Bu yeni bir kriz anlamına geliyordu, fakat devreye giren diplomatik teşebbüslerle aradaki anlaşmanın devamı ve Bayezid'in de teslimi Şah Tahmasb tarafından kabul edildi. Bayezid ve oğulları burada iken idam edildiler (1562), böylece taht için yegâne vâris olarak Şehzade Selim kalmıştı. Sultan Süleyman'ın rahatsız olduğu için özel bir ihtimam gösterdiği diğer oğlu Şehzade Cihangir ise 1553'teki seferde babasının yanındayken hastalığı sebebi ile Halep'te vefat etmişti.
1560'tan itibaren Sultan Süleyman, hastalığının ağırlığını iyice üzerinde hissetmeye başlamıştı. 1565'teki başarısız Malta kuşatmasının oluşturduğu olumsuz havayı bir ölçüde bertaraf etmek için Erdel meselelerinin gündemde olduğu yeni bir sefere çıkma kararı verdi. Son seferi için İstanbul'dan ayrıldı, Macaristan'da Szigetvar Kalesi önlerine kadar geldi. Kalenin kuşatma altına alınmasının ardından mücadele sürerken 6-7 Eylül 1566 gecesi vefatı vuku buldu. Vezirazam Sokollu Mehmed Paşa bu durumu gizledi, haberdar edilen Şehzade Selim'in Belgrad'a gelişi üzerine herkese ilan edildi. Sultan Süleyman büyük bir törenle Süleymaniye Camii haziresindeki türbesine defnedildi. Geride birçok hayır eseri ve zengin vakıflar bıraktı. Onun dönemi, icra ettiği büyük seferleri ve hukukî, sosyal, iktisadî alanlardaki gelişmelerle ayrıcalıklı bir yer kazandı. İdealleştirilen bir dönem oldu ve Osmanlı tarihi boyunca da daima örnek alınması gereken bir çağ olarak nitelendirildi. Döneminde Kemalpaşazâde, Ebüssuûd Efendi, Celalzâde Mustafa ve Sâlih çelebiler, Taşköprizâde Ahmed Efendi, Kınalızâde Ali Efendi, İbrâhim Halebî, Muhyiddin Muhammed Karabâğî, Abdullah b. Şeyh İbrâhim Şebüsterî, Birgivî gibi ilim adamları ve fakihler yanında Türk edebiyatının en tanınmış şairleri Bâkî, Fuzûlî, Zâtî, Hayâlî Bey, Taşlıcalı Yahyâ, Lâmiî Çelebi gibi önemli isimler öne çıktı ve himaye gördü. Sultan Süleyman bizzat huzurunda çeşitli vesilelerle sık sık ilmî tartışmalar yaptırttı, âlimleri destekledi, kurduğu medreseyle de Osmanlı ilim hayatında mümtaz bir yer edindi. Ayrıca adına pek çok eser telif ve tercüme edildi. Kültürel açıdan da önemli sayılabilecek gelişmeler yaşandı, klasik anlamda Osmanlı zihniyeti ana çerçevesiyle bu devirde oluştu.
KAYNAKÇA
Emecen, Feridun M. Kanuni Sultan Süleyman ve Zamanı. Ankara 2022.
a.mlf. “Süleyman I”. DİA. 2010, XXXVIII, 62-74.
Gökbilgin, Tayyib. “Süleyman I”. İA. 1970, XI, 99-155.
Kanuni Sultan Süleyman Dönemi ve Bursa. ed. B. Kurt. Bursa 2019.
Kanûnî Sultan Süleyman ve Dönemi. ed. F. Çalışlar v.dğr. İstanbul 2020.
Kanuni ve Çağı: Yeniçağda Osmanlı Dünyası. ed. M. Kunt – C. Woodhead, çev. S. Yalçın. İstanbul 2002.
Muhteşem Süleyman. ed. Ö. Kumrular. İstanbul 2007.
Soliman le magnifique et son temps. ed. G. Veinstein. Paris 1992.
Süleymân the Second and his Time. ed. H. İnalcık – C. Kafadar. İstanbul 1993.
Şahin, Kaya. Kanuni Devrinde İmparatorluk ve İktidar: Celalzâde Mustafa ve 16.Yüzyıl Osmanlı Dünyası. çev. A. T. Şen. İstanbul 2014.
Yılmaz, Hüseyin. The Sultan and the Sultanate: Envisioning Rulership in the Age of Süleyman the Lawgiver: 1520-1566. Dr.T, Harvard University, 2005.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/suleyman-i
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Osmanlı padişahı.