Osmanlı’da memur yetiştirmek amacıyla kurulmuş okul.
Osmanlı’da memur yetiştirmek amacıyla kurulmuş okul.
Sultan II. Mahmud'un saltanatının son yıllarında Avrupa kabine usulüne benzer bir hükümet sistemine adım atılması birtakım nezaretlerin, meclislerin ve bunlara bağlı yeni dairelerin doğmasıyla sonuçlanmıştı. İlköğretim zorunluluğunun dile geldiği bu dönemde yeni teşekkül eden bürokrasinin bazı temel teknik işlerini görmek üzere yeni memurlara ihtiyaç duyulmuş, bu amaçla sivil memur yetiştirilmesi gündeme gelmiştir. Bunun üzerine 1838 yılının sonlarında Mekâtib-i Rüştiye Nezareti teşkil edilerek başına İmamzâde Mehmed Esad Efendi geçirilmiştir. Resmî dairelerde çalışacak memur yetiştirmek için Mekteb-i Maârif-i Adliye ve Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye adı altında iki okul açılması kararlaştırılmıştır. Rüştiye düzeyindeki bu mekteplerin nezareti Esad Efendi'ye verilmiştir.
Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye 19 Mart 1839 tarihinde Süleymaniye Camii Külliyesi'ndeki Taş Mektep kısmında eğitime başladı. Burası başhocaya mahsus bir oda ile öğrencilerin rahle sisteminde eğitim gördükleri tek bir dershaneye sahipti. Rahleler sınıf sayılmakta, üst sınıfa geçen öğrenci rahle değiştirmekteydi. Mektebin ismindeki ulûm-ı edebiye kavramı, aynı zamanda ulûm-ı Arabiye olarak da adlandırılan on iki teknik dersi içermekteydi. Bunlar sekizi (lügat, sarf, iştikak, nahiv, meânî, beyan, aruz ve kafiye) usul; dördü ise (inşa, karz-ı şi'r, muhâdarat ve hat) fürû denilen imla dersleri olarak tasnif edilmiştir. Okulun adı resmî kayıtlarda Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye-yi Adliye şeklinde de geçmektedir. Tamlamadaki "adliye" ifadesi II. Mahmud'un şiirlerinde kullandığı Adlî mahlasından ileri gelmekteydi. Buradan mezun olup hatıratında kurum hakkında özgün bilgiler aktarmış bulunan Aşçı Dede ise Süleymaniye Mekteb-i Rüştiyesi demeyi uygun görmüştür. Okulun adı, kendisinin sicill-i ahvâl kaydına da Süleymaniye Rüştiye-yi Mülkiyesi şeklinde yazılmıştır. Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye tanımlaması, okulun seviyesini ve niteliğini açıkça ortaya koymaktaydı. Gerçekten de eğitim sisteminde yapılmak istenen reformlar geciktiği ve 1847'ye kadar başka orta dereceli okul açılamadığı için Ulûm-ı Edebiye ile beraber Maârif-i Adliye, mülkiye rüştiyesi statüsüne sahip olmuşlardır. Bunlar aralarında amaç, mevzuat ve müfredat bakımından fark bulunmadığı için rüştiyenin iki şubesi gibi de düşünülmüştür. Öte yandan kamuya personel kazandırmaları hasebiyle meslek okulu da sayılırlar. Yine hedefi ve ders içerikleri açısından sivil kurumlardır.
Aşçı Dede'nin belirttiğine göre Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye'ye avam çocukları, Maârif-i Adliye'ye daha ziyade vükela ve ileri gelenlerin çocukları alınmaktaydı. Ulûm-ı Edebiye'nin üç sınıfı vardı. Ayrıca hazırlık mahiyetinde dört de mülazım sınıfı bulunuyordu. Öğretim kadrosu iki hoca ve bir muavinden oluşmaktaydı. Hazırlık sınıflarında sarf (gramer), ileri sınıflarda ise nahiv (söz dizimi) dersleri okutulmaktaydı. Sarf dersi Emsile, Binâ, Maksûd ve İzzî; nahiv dersi ise Avâmil, Izhâr ve Kâfiye kitaplarından takip edilmekteydi. Öğrencilerin seviyesini bu kitaplara hakimiyet dereceleri belirlemekteydi. Diğer okuldan farklı olarak Ulûm-ı Edebiye talebesine ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri amacıyla Evkaf Nezareti'nce burs niteliğinde bir miktar harçlık verilmekteydi. Bunun sebebi, buranın vakıf mektebi olmasıydı. Süleymaniye vakfiyesinde mektebe devam eden talebeye aylık verilmesi şart koşulmuştu. Başarı durumuna göre yükselen dört seviye belirlenmişti ve seviye yükseldikçe burs miktarı da artmaktaydı. Ayrıca her ders yılının sonunda yapılan sınav töreninde talebeleri ve hocaları teşvik için padişah atiye vermekteydi. 1841 yılında mektebin yetmiş dört talebesine 3.665 kuruş, hocalarına 750 kuruş atiye verilmişti.
Ulûm-ı Edebiye'nin eğitimci kadrosunun başında müdür sıfatıyla bulunan İmamzâde Esad Efendi aynı zamanda Arapça hocasıydı. Esad Efendi'nin, 26 Haziran 1841 tarihli yazısında Arapça, Farsça ve hat hocaları atandığı halde, meşk hocası açığının sürdüğünü bildirmesi üzerine, onun önerisiyle Dîvân-ı Hümâyun Kalemi'nde yazıcı İzârî Efendi, asıl işini aksatmaması şartıyla, hafta tatili olan perşembe günleri mektep talebesine divanî ve rik'a öğretmekle görevlendirildi. Mektebin ilk muallimlerinden biri, Gürcü Hoca olarak da bilinen Trabzonlu müderris Nûman Efendi idi. Kendisi Esad Efendi'nin damadı, padişahın da huzur hocasıydı. Mektepte "başhoca" statüsündeydi ve Mehmed adında yine müderris bir yardımcısı vardı. Nûman Efendi 1847 yılında sağlık sorunlarını gerekçe göstererek emekliliğini istedi. Yerine Beyazıt Camii dersiâmlarından İshak Efendi tayin edildi. Mektebin 1846 mezunlarından Ziya Paşa hatıralarında, dönemin meşhur Farsça hocası İsa Efendi'nin salı günleri ders verdiğini yazmıştır. Bazı kaynaklarda İngiliz oryantalist ve sözlükçü J. Redhouse'un, ilk açıldığı yıllarda okulda hocalık yaptığı belirtilmiş ise de bu doğru değildir.
Başarı tespiti her sene derslerin bitiminde Sultan Ahmed Camii'nde tören havasında yapılan sınavla ölçülmekteydi. Sınavlarını başarıyla veren öğrenciler, yığılma olmadığı sürece kendi istedikleri kalemlere memur olarak atanmaktaydı. 1841 yılı 1 Mayıs tarihinde öğleden sonra yapılan sınav, aralarında sadrazam, şeyhülislam, nazırlar, Anadolu ve Rumeli kazaskerleri, Meclis-i Vâlâ üyeleri ve İstanbul kadısının da bulunduğu kalabalık bir topluluğun huzurunda, Nazır Esad Efendi ve Ders Vekili Elhac Ömer Efendi tarafından gerçekleştirildi. Maârif-i Adliye'de okuyanlarla birlikte 400'den fazla öğrenci yazı, imla, sarf ve nahivde becerilerini sergilediler. Ardından hocalara ve öğrencilere atiye dağıtıldı. Üst yönetimin törene ilgisi, mektebe verilen değeri, dolayısıyla yetiştirilmek istenen yeni memur tipinin ne ölçüde önemsendiğini yansıtıyordu. Sultan Abdülmecid de törenlere genellikle katılmakta, öğrencilerin sosyal yönden gelişmelerine yönelik programları desteklemekteydi. Tahta çıktığı sene mahalle mekteplerinde okuyan çocukların dinlenip eğlenmeleri için mesire ve bağlara gezi programına sonradan Maârif-i Adliye ve Ulûm-ı Edebiye öğrencilerinin de eklenmesi isteğini kabul etmişti.
Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye 1842 yılında ilk mezunlarını verdi. Memur adayları Sultan Abdülmecid'in huzurunda yapılan sınav neticesinde istedikleri dairelere yerleştirildiler. 1850 yılı mezunu on sekiz genç ise, çoğu Maliye Nezareti'nin çeşitli kalemleri olmak üzere Hazîne-yi Hâssa ve Tersâne-yi Âmire dairelerine yerleştirilmişlerdir.
Bazı talebelerin, üç yıllık eğitim süresini beklemeksizin bir an önce kadroya geçip maaş alabilmek hevesiyle devlet dairelerine müracaat ettikleri görülmüştü. Nazırın yazılı onayı zorunluluğu bu yüzden getirilmişti. Memur adayında ayrıca iyi ahlak, dürüstlük ve arkadaş çevresinin nezih olması gibi özellikler aranırdı. Gerçekten de Ulûm-ı Edebiye mezunu olmak, memurluğa girişte tercih sebebi sayılmaktaydı. Bunlar girdikleri kurumlarda, pratikten yetişme kâtiplerden fazla saygı görür, kendilerine rahat ve ayrıcalıklı ortamlarda çalışma imkânları sunulurdu. Nitekim okulu 1847'de bitiren Aşçı Dede, on altı yaşında bir genç olarak seraskerlikte memuriyete başladığında, amirleri onu yerdeki mindere değil yukarıdaki mindere oturtmuşlardı. Ulûm-ı Edebiye'nin ünlü mezunlarından biri, devlet adamı, düşünür, şair ve gazeteci Ziya Paşa (1829-1880), dönem arkadaşı Aşçı Dede'nin yazdığına göre, on yedi yaşında Bâbıâli'de Sadaret Mektûbî Kalemi'nde vazifeye başlamış, yeteneği, bilgisi ve görgüsüyle kuruma değer katmıştı. El yazısının güzelliği ile etrafındakileri kendine hayran bırakıyordu. Ziya Bey şiire de bu okulda başlamış, bazı arkadaşları hakkında yazdığı hicivlerle dikkat çekmişti.
Başlangıçta mektebe mantık, tarih, coğrafya, geometri, politika ve Fransızca derslerinin konulması da planlanmıştı. Ancak literatür eksikliği ve hoca yetersizliği sebebiyle bu gerçekleşemedi; rüştiyelerde okutulması öngörülen sarf ve nahiv öğretmeye yönelik geleneksel eğitim benimsendi. Osmanlı Türkçesi'ne hâkim olmak için Arapça ve Farsça dil bilgisinin hakkıyla bilinmesi gerektiğinden bu iki dersi tahsil etmeyenlerin memuriyete alınmayacakları ilan edilmişti. Ayrıca nesih, sülüs, divanî ve rik'a yazı türleri öğretilmekteydi. Memur yetiştiren okullarla 1847'den sonra açılan rüştiyeler tek idare altında birleştirildiğinde, riyâziye (matematik), coğrafya, hesap (aritmetik) ve hendese (geometri) dersleri de eklendi. Fransız tarihçi ve gazeteci Ubicini 1850 yılı izlenimleri arasında, Ulûm-ı Edebiye'nin Fransız modelinde düzenlendiğini, Arapça ve Farsça dil bilgisi, hat, tarih ve coğrafya dersleri okutulduğunu ve 120 öğrencisi bulunduğunu kaydetmiştir. O yıl temmuz ayında yapılan sınava, Kâfiye'yi yani son aşamayı tamamladıktan sonra biraz da coğrafya ve aritmetik tahsil etmiş otuzdan fazla öğrenci girdi. Bundan iki yıl sonra, Ulûm-ı Edebiye ve dengi okullarda hazırlık aşamasını geçip birinci sınıfa başlamış olan talebenin Arapça ve Farsça kitaplar okumakla ve sarf-nahivle meşgul edilmeyerek, inşa ve kitabeti yani üsluplu yazı yazma sanatını geliştirmeye dönük eğitime ağırlık verilmesi kararlaştırıldı.
Eğitim sistemindeki modernleşmenin ürünü olan Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye ve benzeri okullar, bir yandan tasarlanan reformları uygulamak için gerekli memur kaynağını temin etmek, diğer yandan da sivil bürokraside yenilikçi kadroyu genişletmek için düşünülmüştü. Okulun daha uzak hedefi, geleceğin reformcu devlet adamlarını yetiştirmekti. Gerek memuriyete girişte gerekse terfilerdeki kayırmacılığı ortadan kaldırmak, liyakatsiz kimselerin girişini önlemek ve kadroları profesyonel ellere tevdi etmek amacıyla sınav sistemi getirilmişti. Bunun faydası görüldüyse de rica, iltimas ve şefkat gibi yollarla memuriyete girişlerin önü alınamadı. Öte yandan ders içerikleri, sınav şekli, ödül töreni ve diğer uygulamalarda medrese zihniyeti ve geleneği canlı biçimde görülmekteydi. Kaldı ki, bu okulların açılıp çoğaltılması için çalışmalarda bulunmak üzere teşkil edilen Mekâtib-i Rüştiye Nezareti şeyhülislamın denetimi ve Evkaf Nezareti'nin maiyetinde kurulmuştu. Kısacası medrese ve mektep ayrışması beklendiği gibi gerçekleşmedi. Bu tarz bir eğitim sistemiyle sonuç alınamayacağının anlaşılması, asıl rüştiyelerin açılmasında etkili oldu. 1847'den itibaren birbiri ardınca rüştiyeler açıldıkça Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye gözden düştü ve nihayet 1857 yılında lağvedildi. Sıralanan sebeplerden dolayı hedefine tam anlamıyla ulaşamamış olsa da Mekteb-i Ulûm-ı Edebiye, Tanzimat felsefesini özümsemiş ciddi sayıda memur ve bürokrat yetiştirmiştir. Okuma yazmanın artmasında ve yeni kültürel uyarıcıların yayılmasında bir araç haline gelerek yeni dünyanın anlaşılmasına katkıda bulunmuştur.
BOA, A.DVNS.NZAMd, nr. 34/32, s. 34-35; A.MKT.MVL, 5/67; A.MKT.NZD, 52/70; C.MF, 21/1018; İ.DH, 8/390; 37/1749, 55/2721; 171/9113; İ.MVL,177/5300, 190/5743; DH. SAİD.d, 117/451.
Akyıldız, Ali. Osmanlı Merkez Bürokrasisi (1836-1856). İstanbul 2018, s. 65-67, 183, 267-268.
Altınova Şahin, Ayşegül. Osmanlı Devleti’nde Rüşdiye Mektepleri. Ankara 2018, s. 107-112.
Aşçı İbrahim Dede. Aşçı Dede’nin Hatıraları. haz. M. Koç – E. Tanrıverdi. İstanbul 2006, I, 181-184.
Bilgegil, M. Kaya. Ziyâ Paşa Üzerinde Bir Araştırma. Erzurum 1970, s. 12-13.
Ergin, Osman [Nuri]. Türkiye Maarif Tarihi. İstanbul 1977, II, 386-392.
Findley, Carter V. Osmanlı İmparatorluğu’nda Bürokratik Reform: Babıâli (1789-1922), çev. E. Ertürk. İstanbul 2014, s. 184-186.
a.mlf. “Redhouse, Sir James William”. DİA. 2007, XXXIV, 523.
Mahmud Cevad. Maârif-i Umûmiye Nezâreti Tarihçe-i Teşkîlât ve İcraâtı. İstanbul 1338, s. 23-26.
Sungu, İhsan. “Mekteb-i Maarif-i Adliyenin Tesisi”. Tarih Vesikaları. 1/3 (1941), s. 212-225.
Ubicini, H. A. Osmanlı’da Modernleşme Sancısı. çev. C. Aydın. İstanbul 1998, s. 154-155.
Yıldırım, Mehmet Ali. Tanzimat Döneminde Meslek Okulları. Dr.T, Ankara Üniversitesi, 2010, s. 18-20, 28-29.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mekteb-i-ulum-i-edebiye
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Osmanlı’da memur yetiştirmek amacıyla kurulmuş okul.