Bazı sanatların eğitim öğretiminde talebenin hocasını örnek alması.
Bazı sanatların eğitim öğretiminde talebenin hocasını örnek alması.
Aslen Arapça olan meşk kelimesi, "eli yazıya alıştırmak için karalama yazmak" mânasını taşımakta olup Türkçe'ye farklı anlamlar kazanarak girmiştir. Kamûs-ı Türkî'de bu kelimenin, "Yazı örneği, aynını yazmaya çalışmak için hüsnü hat muallimi tarafından yazılıp şakirtlere verilen yazı: Meşk almak, meşk vermek" ve "musikide vesair talimlerde alışmak için yapılan çalışma" anlamlarına geldiği belirtilmektedir. Dilimizde meşk kelimesi daha ziyade hat ve musiki için kullanılmış, bir hocanın öğretişine meşk vermek, talebenin öğrenimine de meşk almak denmiştir. Meşkte esas gaye hocanın öğrettiğini takliden öğrenmektir.
Hat sanatına hak ettiği ilgiyi gösteren İslam ülkelerinde bu sanatın öğretim ve eğitimi köklü bir intizam dahilinde yürütülmüş, oluşan gelenek çerçevesinde üslup mektepleri tekâmül etmiştir. Bu hususta elimizde geçmişe dair yeteri kadar bilgi bulunmamakla birlikte en güzel örneklere XV. yüzyılın sonlarına doğru hat sanatının merkezi haline gelen İstanbul'daki meşk geleneğinde rastlanmaktadır. Buna göre üstatlar resmî veya vakfedilmiş bir öğretim kurumunda (medrese, mektep vb.) hat eğitimi verdikleri gibi aynı zamanda ikametgâhlarında da haftanın belirli bir veya iki gününde yazı meşk etmişlerdir. Sanatın zekâtı gibi görülen ve yüzyıllardır sürdürülen meşk geleneği günümüze kadar bu değişikliklere uğramış olsa da korunarak devam ettirilmiştir. Meşru mazereti bulunmadıkça bir hattatın sanatını öğretmekten kaçınması sık karşılaşılan bir davranış değildir. Verdikleri eğitimler karşılığında maddi çıkar beklemeyen üstatlar çoğu zaman hediye bile kabul etmemiştir. Ancak resmî yahut vakfedilmiş bir kurumda hat eğitimi verenlere günlük veya aylık bir ücret ödenmiştir. Önemli hattatlarımızdan olan Şeyh Hamdullah'a (ö. 1520) 30, Ahmed Karahisârî'ye (ö. 1556) 16 akçe yevmiye verildiği kaynaklarda belirtilmektedir. Bazı üstatlar meşk esnasında talebelerin gelir farklılıklarından doğabilecek rahatsızlıkların önüne geçmeye çalışmıştır. Nitekim bir hat dehası olan Hâfız Osman (ö. 1698) haftanın bir gününü fukaraya, bir başka gününü ise varlıklı aile çocuklarına ders vermek üzere tahsis ederek geliri düşük öğrencilerini muhtemel sıkıntılardan koruma cihetine gitmiştir.
Hat sanatı, hoca tarafından talebeye müfredat ve mürekkebat olmak üzere iki safhada öğretilir. Talebe ilk olarak elifbada bulunan harflerin tek başına yazılması ve ikili olarak birbirlerine bağlanmasını öğrenir, ardından ikinci aşama olarak kendisine terkip ve tertip yeteneğini kazandıracak cümle şeklindeki yazı örneklerinin öğretilmesine geçilir. Meşk esnasında âdet olan bir diğer gelenek de harflerin tek başına nasıl sıralandığı öğretilmeden, sülüs-nesih meşklerine mahsus olmak kaydıyla, harflerden evvelki ilk satırda "Rabbi yessir ve lâ tuassir, rabbi temmim bi'l-hayr" (Rabbim, kolaylaştır, güçleştirme; rabbim, hayırla tamamına erdir) duasının -her iki hat ile de- yazılmasıdır. Talebeye henüz harflerin başlı başına nasıl yazılacağını bile bilmeden "Rabbi yessir…" duası gibi zorluk taşıyan bir ibarenin yazdırılma cihetine gidilmesi, muhtemelen talebenin elindeki gizli istidadı yakalamak gayretinden doğmuş olmalıdır. Çünkü bundan sonra yazılacak tek harfler "Rabbi yessir"den sonra daha kolay gelmektedir.
Meşk edilirken yazı nevine göre elifbada yer alan harfler öncelikle satır halinde teker teker öğretilir. Buna göre "hurûf-ı mukattaa" (bitişmemiş harfler) denilen elif, be, cim, dal, ra, sin gibi temel harflerde, nokta farkı sebebiyle değişik ses veren harf türlerinden sadece biri yazdırılır. Mesela cim öğrenildikten sonra hâ veya hı gibi, ses farkını konulan -veya konulmayan- noktalarla kazanan harfler, eğer şekil itibariyle farklı iseler bunlara da meşkte yer verilir. Aynı şekilde sin harfi dişli olarak gösterilirken, bunun uzatmalı şeklinin üstüne üç nokta eklenerek şın harfi de öğretilir. Ancak sin harfi mutlaka dişli olarak değil icabında uzatmalı olarak da yazılabilir. Müfredat meşki adı verilen bu safhada, sıra artık iki farklı harfin bitişmesinin öğretilmesine gelir. Bu safhada başka bir harfin önüne geldiklerinde birbirinin benzeri şekil alan harflerden (mesela be-te-se-nun-ye; cim-ha-hı; sin-şın; sad-dad; tı-zı; ayn-gayn; fe-kaf gibi) elifbada önce gelenin meşkedilmesi kâfi görülür. Harflerin taliminde ses değil, şekil farklılıkları dikkate alınır. Müfredat meşki bitirildiğinde, talebenin hat sanatına karşı kabiliyetinin olup olmadığı hocası tarafından anlaşılır. Hocanın kanaatine göre hat öğretimi ya devam eder yahut bırakılır.
Meşkte öğretim ve öğrenim sırasında ilk olarak hoca kendine mahsus âharlı bir kâğıda bir satır meşkini yazar. Talebe o yazılan meşki taklit ederek mümkün mertebe benzetmeye çalışır. Yazılan satırların içinde geçen harflerden beğenmediklerini hoca o harfin altına yeniden yazar -ki buna çıkartma denilir-. Talebe bu çıkartılanları da göz önüne alarak satırı yeniden bütünüyle yazar. Hoca bunu beğendiyse kendi kâğıdına ikinci satırı yazıp talebesine verir. Ertesi hafta hoca çıkartılacak bir harf bulamazsa talebe yeni satırını yazar. Eğer talebenin yazdığı satırı hocası beğenirse altına "aferin" yazarak onu mükâfatlandırır veya kendi meşklerinin altına konulması mûtat olan sa'y işaretini "Aferin, benim gibi yazmışsın" mânasına gelmek üzere talebesinin satırı altına da yazar.
Devama layık bulunan öğrenciler için, meşkin ikinci safhası olarak mürekkebat eğitimine geçilir. Buradaki gaye kompozisyon (tertip ve terkip) kabiliyetini geliştirmektir. Bu sebeple kelimelerden meydana gelen, mısra veya cümle halindeki satırlar, mesela sülüs-nesihle Arapça uzun bir kaside (Kasîde-i Bürde, Elif Kasidesi, Kasîde-i Bür'e gibi), tâlikte Molla Câmî'nin (1414-1492) on dokuz beyit olan Farsça "Besmele Kasidesi" veya Hâkanî Mehmed Bey'in (ö. 1606) Türkçe Hilye-i Hâkanî'sinden seçilen beyitler yazılmaya başlanır; daha sonra, bilinen âyetler, hadisler, dualar, ebced hurufatı, hat hakkındaki kelâm-ı kibarlar meşkedilir. Hocasına her hafta devam eden ve istidadı olan talebeler, üç-beş yıllık süre zarfında bütün bu merhaleleri geçebilir. Fakat yazı nevilerinden rik'a hattını biraz daha kısa zamanda öğrenmek mümkündür.
Meşk numuneleri günümüze yaklaşıldıkça belirli bir sayfa düzeni kazanarak daha da güzelleşmiştir. Hat talimi çoğunlukla haftada bir defa, belirli bir günde tek satır olarak verildiğinden, hoca da meşkini bu usule göre yazar (Sülüs ve nesih öğrenimi birlikte yürütüldüğü için, her iki yazı nevinden ayrı ayrı birer satır yazılır). Buna göre, muntazam çalışan bir öğrencinin meşki her hafta yenilenir, fakat yazısı üstadı tarafından beğenilmezse bu süre uzar. Bu durum hocaların kendi meşk satırlarının sonuna koydukları tarihten çoğu zaman takip edilebilir. Kimi zaman meşkin tamamı bir kerede yazılır ki, böyle olanların özenle hazırlandığı anlamına gelir. Meşklerde harflerin kırmızı noktalarla ölçülendirilmesi halinde, bunlara talimli meşk denilir.
Hoca tarafından kimi zaman meşkin her satırının altına, "çalışma" mânasına gelen Arapça sa'y kelimesini meydana getiren sin, ayn, ye harflerinin bitişik halde üsluplaştırılmasıyla sülüs ve nesihte ince, tâlikte kalın olarak çekilen bir işaret konulur. Talebeye "çalış" ihtarı sayılan ve en az üç asırdan bu yana kullanılan bu işaretler, hattatlara göre farklı karakterler taşır. O kadar ki, bazı meşhur hattatların meşklerinin, imzasız olduklarında bile, bu kendilerine mahsus şekiller sayesinde tanınması mümkündür.
Meşklerde sülüs ve nesih yazıları ekseriya beraber, bazan ayrı olarak aynı hoca tarafından talim ettirilir. Talebenin istidadına göre bu iki yazıdan herhangi birine önce başlanıp diğerine daha sonra geçilebilir. Birlikte öğretilirken her ders sülüs-nesih birer satır yazılarak iki satır meşk verilir. Sonraki ders iki satır eklenirse bir meşk kıtası tamamlanmış olur. Ancak boyca kısa kalan nesih satırlarının birbirini takiben gelerek, iki kenarda koltuk denilen boşlukların teşekkülünü temin için, ilk iki satır sülüs-nesih, sonraki iki satır nesih-sülüs sırasına göre yazılır.
Talebe yazının müfredat kısmını bitirmeye muvaffak olursa, hocası son meşkin altına sülüs-nesihle "Allah'ın yardımıyla harfler tamamlandı" mânasına gelen "Temmeti'l-hurûf bi avnillâhi'l-meliki'r-raûf" ibaresini, tâlikte ise "Müfredattan kurtulunca, mürekkebat meşkinin vakti geldi" anlamına gelen Farsça, "Çün halâsî zimüfredat âmed/Vakt-i meşk-ı mürekkebât âmed" beytini ilk mürekkebat meşki olarak yazar. Mürekkebatın sonlarına yaklaştığında da artık her aldığı meşki bir öncekinden daha doğru ve güzel olarak yazabilen hattat namzedine üstadının icazetname verme zamanı gelmiş olur.
Hattatlar Hz. Ali'ye atfedilen "Güzel yazı hocanın öğretişinde gizlidir; olgunlaşması çok yazmakla, devamı da İslam dinini yaşamakla olur" mânasındaki "el-Hattu mahfiyyün fî ta'limi'l-üstâzi, ve kıvâmühû fî kesreti'l-meşk ve devâmühû alâ dîni'l-İslâm" sözüne riayet etmeye çalışmışlar, hatta yeni meşke başlayanlar Şeyh Hamdullah'ın Karacaahmet Sultan Mezarlığı'ndaki kabrine kamış kalemlerini bir hafta müddetle saklayarak bundan bereket ummuşlardır.
Bir vakıf kurulurken vakfiyesinde "yazı muallimliğine" yer verilmiş ve bu hususta hoca için bir meblağ ayrılmışsa, tutulan hoca sayesinde buradaki medrese talebelerinden istidadı olanlar küçük yaşlarında hüsnühattı da öğrenmiş olurlar. Vakfedilmiş medreseler dışında Enderûn-ı Hümâyun, Galata Sarayı, Muzıka-yı Hümâyun, Mekteb-i Şehzâdegân gibi müesseselerde birçok meşhur hattat yetişmiştir. Kebecizâde Mehmed Efendi'nin Şehzade Mahmud'a verdiği hat derslerinde olduğu gibi bazan hat muallimi ile ondan meşk alan şehzade yüz yüze gelmeden sülüs-nesih hat meşklerini sürdürmüşlerdir. (Topkapı Sarayı Müzesi Ktp., Hazine, nr. 2238).
Sıbyan mekteplerinde basit olarak hüsnühat öğretilerek talebenin gözünün ölçüye alıştırılmasına gayret edilmiştir. Tanzimat'tan sonra rüşdî ve idâdî mekteplerinde daha ciddi olarak hat meşkine yer verilmiş, toplu meşke girmeden bunun bire bir olması zamanla teamül haline gelmiştir. Yine halka açık olmak üzere Nuruosmaniye Medresesi'nde önce Abdullah Zühdü Bey, sonra Filibeli Hacı Ârif Efendi tarafından sülüs-nesih meşki verilmiştir. Karamustafa Paşa Medresesi'nde meşk veren Sâmi Efendi'nin (1838-1912) talebe adedinin üç yüze çıktığı kendi rivayetidir.
Nüfus artıp da hattatlar talebeye yetişemez olunca meşklerin matbu olarak hazırlanması cihetine gidilmiştir. Bunların arasında en meşhuru Mehmed İzzet (1841-1903) ve Hâfız Tahsin Hilmi (1847-1912) efendiler tarafından yazılıp İstanbul 1296, 1306, 1309 yıllarında basılan Hutût-ı Osmâniye meşk mecmuası pek revaç bulmuştur. Bâbıâli'deki tarihi Yûsuf Ağa Mektebi'nde 20 Mayıs 1915 tarihinde açılan Medresetü'l-hattâtîn isimli müessesede Kâmil Akdik (1861-1941), Hasan Rızâ (1849-1920), Hulûsi Yazgan (1869-1940) gibi devrin büyük üstatları beğenilen talebeler yetiştirmişlerdir.
Padişahların veya şehzadelerin meşk esnasında -hocalarına hürmeten- mürekkep hokkasını hocanın meşki yazdığı dizine yakın olarak elinde tutması hat sanatı tarihinde rastlanan inceliklerdendir. Sultan II. Bayezid'in hocası Şeyh Hamdullah'a hokka tutması bu konuda ilk örnektir. Sultan II. Mustafa (saltanatı: 1695-1703) şehzadeliğinde elinde hokkayı tuttuğu halde Hâfız Osman'dan meşk ederken heyecanla, "Artık bir Hâfız Osman da yetişmez!" demesi üzerine Hâfız Osman'ın, "Hünkârım gibi hocasına hokka tutanlar geldikçe daha çok Hâfız Osmanlar yetişir" cevabını vermesi, hüsnühattın devlet kademesindeki mevkiini göstermek cihetinden çok mühimdir.
Derman, M. Uğur. “Meşklere Dâir”. Mehmed Şevkı. Efendi’nin Sülüs-Nesih Hat Meşkleri. İstanbul 2010.
a.mlf. “Hattat”. DİA. 1997, XVI, 496.
Nefeszâde İbrâhim. Gülzâr-ı Savâb. İstanbul 1939.
Serin, Muhittin. “Meşk”. DİA. 2004, XXIX, 372-374.
Suyolcuzâde Mehmed Necib. Devhatü’l-Küttâb. İstanbul 1942.
Şemseddin Sâmi. Kāmûs-ı Türkî. İstanbul 1316, s. 1353.
Yazır, Mahmud Bedreddin. Medeniyet Âleminde Yazı ve İslâm Medeniyetinde Kalem Güzeli. haz. U. Derman. Ankara 1974, II, 164-173.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/mesk
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Bazı sanatların eğitim öğretiminde talebenin hocasını örnek alması.