A

MATEMATİK ÖĞRETİMİ

Matematik alanında öğrencilere temel bilgilerin kazandırıldığı eğitim.

  • MATEMATİK ÖĞRETİMİ
    • Vatan KARAKAYA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/matematik-ogretimi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MATEMATİK ÖĞRETİMİ
MATEMATİK ÖĞRETİMİ

Matematik alanında öğrencilere temel bilgilerin kazandırıldığı eğitim.

  • MATEMATİK ÖĞRETİMİ
    • Vatan KARAKAYA
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 23.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/matematik-ogretimi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    MATEMATİK ÖĞRETİMİ

Matematiğin tarihi; Eski Mısır, Mezopotamya, Eski Anadolu medeniyetleri ve diğer kültürlerin birikiminden de faydalanan Grek medeniyeti içerisinde yazılı kayda geçmiştir. Bu yazılı kayıtlar Öklid'in (m.ö. 330-275) Elementler kitabı ile başlatılabilir. Grek medeniyeti dönemi, varlıkların ve matematiğin form (suret) yönüyle incelendiği bir dönem olmuştur. Ayrıca o dönemin inanışı gereğince âlemin küre şeklinde olduğunun kabulü, matematiği evreni ve varlığı anlamada bir araç haline getirmiştir. Pisagor, Platon (Eflâtun) ve Aristo gibi filozofların yaşadığı bu dönemde, Pisagor'un sayı eksenli yaklaşımı hariç tutulursa, matematiğin geometrik ispatlarıyla kurulmuş bir felsefe çağı yaşanmıştır. Bu felsefenin öncülerinden biri olan Platon, geometrinin bir metafizik alan olan formlar dünyasını oluşturduğunu ifade etmektedir. Platoncu düşünce geleneğine göre; matematiksel bir nesne zaman, zihin ve dilden bağımsız bir şekilde varlığını sürdürebilmektedir. Grek medeniyeti döneminde matematik, evreni anlamada bir araç olarak kullanılmakla birlikte astronominin temeli olarak kendini geliştirmiştir. Bu çağda Batlamyus'un Almagest isimli astronomi kitabı sonraki medeniyetlerde de kullanılan temel eser olmuştur. Antik Yunan medeniyetinde oluşan matematik bilgi birikiminin eğitim yoluyla sonraki kuşaklara aktarımı belirli düşünce okulları eliyle yürütülmüştür. Bu düşünce okullarından ilki olan Pisagorcu gelenek, evreni birim nokta ile temsil edilen süreksiz nicelik üzerinden tanımlamakta ve şeyleri noktanın hareketinden meydana gelen kesikli-parçalı şekiller olarak tasvir etmektedir. Bu geleneğin geçerli olduğu dönemde matematik eğitimi Pisagor'un başında olduğu yapılanma içerisinde gerçekleşmiştir. İkinci düşünce okulu olarak Platoncu gelenek ise evreni sürekli niceliklerle yani geometrik nesnelerle tanımlamış ve Platon akademisinde bu geleneğe göre matematik eğitimi yapılmıştır.

Grek medeniyeti sonrasında, son peygamberin gelişiyle başlayan medeniyet İslam medeniyetidir. İnsanlığa gönderilen son dinin vahiy öğretisi, önceki medeniyetlerden farklı olarak yeni bir anlayış ve diriliş getirmiştir. İlmin insanlık için yitik bir mal olduğunu, insanın ilmi nerede bulursa onu alması gerektiği yönündeki dinî telkin, müslümanların ilim yolunda çabalarına ışık tutmuştur. Fetihler yoluyla hızla yayılan son dinin mensupları, karşılaştıkları medeniyetlerdeki kadim ilimlere ilgisiz kalmamış; astronomi, matematik, mantık gibi alanların ana eserlerini çeviriler yoluyla kendi medeniyetlerine uyarlamış ve VIII. yüzyılda kendi bilim anlayışlarını inşa etmişlerdir.

İslam medeniyetinde VIII. yüzyıldan itibaren ortaya konulan bilimsel çalışmalar, özellikle astronomi ve matematik alanlarında inanılmaz buluşların yapılmasına imkân sağlamıştır. Avrupa'nın tam bir karanlık dönem geçirdiği Ortaçağ'ın ilk yarısında, Doğu'daki bu ihtişam âdeta göz kamaştırıcıdır. Antikçağ ile doğudaki Hint ve Çin uygarlıklarının neredeyse bütün birikimlerini elden geçiren Türk-İslam âlimleri, kendi buluşlarını yapmayı başarmışlardır. Pozitif bilimler ve uygulamalı bilimler alanında elde edilen başarılar, Avrupa'ya çeşitli yollarla intikal ettikten sonra, Avrupalı bilim insanları için ilerleyen yüzyıllarda hemen her konuda yapacakları çalışmalar için referans niteliği taşıyan eserler haline gelmiştir. İslam medeniyetinde ortaya çıkan birçok eser XII. yüzyıldan başlamak üzere çeviriler yoluyla Batı medeniyetini etkilemiş ve Batı aydınlanmasına büyük katkı sağlamıştır. Hârizmî'nin cebir ve aritmetik kitabı buna örnek olarak verilebilir (bk. Hârizmî, Muhammed)

Doğu medeniyet birikimiyle birlikte Antik Yunan medeniyetinde Aristo'nun Organon adlı mantık kitabı, Öklid'in Elementler kitabı ve birçok önemli eser Arapça'ya çevrilmiş, İslam medeniyeti kendi düşünce geleneklerini kurmaya başlamıştır. İslam medeniyeti içerisinde Sâbit b. Kurre (ö. 901), İbnü'l-Heysem (ö. 1040 [?]), Bîrûnî (ö. 1061), Şerefeddin Tûsî (ö. 606/1209'dan sonra), Nasîrüddîn Tûsî (ö. 1274) gibi astronomi ve matematiğin değişik alanlarıyla ilgilenen önemli düşünürler yetişmiştir. İslam medeniyetinde evreni anlamak için astronomi ilmi geniş olarak kullanılmış ve bu astronomi ilgisi doğal olarak matematiğin gelişmesini sağlamıştır. Ancak bu medeniyet içerisinde matematik ve mantık birbirinden ayrı iki bağımsız disiplin olarak gelişmiştir. Özellikle mantık, metafizik bilginin temelini inşa ederken aritmetik ve geometriden oluşan matematik hem metafizik sorgulamada varlığa ait önermelerin doğrulanmasında hem de günlük ihtiyaçların giderilmesinde kullanılmıştır. İslam medeniyeti içerisinde Hintçe Siddhanta'nın Arapça'ya çevrilmesiyle sıfır sayısının ortaya çıkması özellikle ticarette sıfırın dahil olduğu sayı sisteminin kullanılışıyla birlikte geniş bir alana yayılmıştır. Sayı sistemine sıfırı da ekleyen İslam âlimleri sayıları ya da aritmetiğin genellemesi olan cebir alanının kurucuları olmuşlardır. Mantığın temel amaçlarından biri olan "aralarında bir ilişki olmak kaydıyla bilinenden hareketle bilinmeyeni anlama" felsefesi, matematiksel olarak cebirin denklem sistemlerine dönüşmüştür. Bu dönem içerisinde cebir alanının kurucuları sayılabilecek Hârizmî, Sind b. Ali ve Vâsi' b. Türk'ün aynı isimli Kitâbü'l-Cebr ve'l-Mukâbele adlı üç önemli eseri öne çıkmaktadır. Tarihî süreçte matematiğin cebir alanına katkı yapan ve onu geliştiren önemli İslam filozoflarının bazıları Hârizmî (ö. 847'den sonra), Ebû Kâmil (ö. 850), Ömer Hayyâm (ö. 1132) ve Kâşî (ö. 1429) olarak ifade edilebilir.

Değişik medeniyetlerde farklı isimlerle anılsa da kişilere bağlı olmaksızın varlıklar arasındaki ilişkilerin değişmez olan doğrularını kuşaktan kuşağa aktarmanın adı bazan matematik bazan riyaziye bazan da hendese olmuştur. Matematik kelimesi Türk Dil Kurumu Türkçe sözlüğünde "Aritmetik, cebir, geometri gibi sayı ve ölçü temeline dayanarak niceliklerin özelliklerini inceleyen bilimlerin ortak adı, riyaziye" şeklinde tanımlanmaktadır. İslam medeniyetinde kadim ilimlerden biri olan matematik alanı riyaziye, alt dalları olarak geometrik kavramların olduğu alan ise hendese olarak isimlendirilmiştir. Hendese ya da mesâha ilmi, sosyal hayat için gerekli olan kanal yapımı, arazi ölçümü, mimari ve askerî alanlarda ölçü içeren günlük hayat problemlerinin çözümü için kullanılmıştır. Özellikle Osmanlı döneminde "fıkhu'l-mesâha" adıyla bir şehir planlaması yapılmıştır. Bununla birlikte İslam düşünce geleneklerinden kelam ilminde metafizik anlamıyla varlık sorgulamalarında geometri bir ispat aracı olarak da kullanılmıştır. Ayrıca İslam bilim ve medeniyetinin matematiğe olan katkısı; cebiri, cebirsel geometriyi, sayılar teorisini, trigonometriyi ve astronomiyi özgün birer bilim dalı haline getirmiş olmasıdır.

İlmî alanda yapılan bu geniş araştırmalara bağlı olarak İslam medeniyet havzasından elde edilen bilgi birikiminin öğretimi ise iki yönlü olarak gelişmiştir. Bunlardan ilki, kadim ilimler adı verilen İslam öncesi var olan yabancı bilim konuları yani matematik, astronomi, geometri, fizik, tıp, gramer ve felsefe; ikincisi, İslamî ilimler içindeki usul, fıkıh, hadis, tefsir gibi ilahiyat konuları olarak sıralanmaktadır. Özellikle Abbâsî hilafeti döneminde Ebû Ca'fer Mansûr (ö. 775) öncülüğünde Bağdat'ta başlatılan ilmî çalışmalar sonraki halifelerden Hârûnürreşîd (ö. 809) ve oğlu Me'mûn (ö. 833) tarafından zirveye çıkarılmıştır. Halife Me'mûn zamanında Beytülhikme'nin kurulmuş olması bu çalışmaların tarihî delilleridir. Abbâsîler döneminde matematiğin eğitimi rasathaneler ve medreseler yoluyla yapılmıştır. V. yüzyılda Mâverâünnehir'de ortaya çıkan medreseler, Büyük Selçuklu döneminde eğitim kurumları olarak Nizamiye medreselerine dönüşmüştür. Osmanlı Devleti de dahil olmak üzere birçok ülkede medrese eğitimi yoluyla matematik ve hendese öğretilmiştir. XVIII. yüzyılda Osmanlı Devleti'nde Batı tipi okullaşma ile birlikte her düzeydeki okullarda matematiğin eğitim öğretimi yapılmıştır.

Matematiğin dönüşüm yaşadığı yüzyıllardan biri de XVI. yüzyıldır. Özellikle G. Galilei (ö. 1642) ve R. Descartes ile (ö. 1650) başlayan Batı Ortaçağ aydınlanmasının etkileri niceliksel Doğa felsefesini doğurmuştur. Bu yeni felsefede bilgi, matematiğin sayılabilir ve ölçülebilir gerçeklerine dayandırıldığı için matematiksel kavramlar yeni felsefenin çatısı konumuna yükselmiştir. Ancak bu niceliksel doğa felsefesi insanın niteliği olan inancın ve ona bağlı olarak da ahlakın ikincil kalmasına sebep olmuştur. Batı klasik dönemi matematikteki belirsizlikleri kaldırmak için yoğun çabanın harcandığı bir dönem olmuştur. Bu dönem ilerleyen yüzyıllarda A.L. Cauchy'nin (ö. 1857) karmaşık sayıları keşfetmesi, G. Cantor'un (ö. 1918) kümeler kuramı, D. Hilbert'in (ö. 1943) matematiğe bir anayasa yapma çabası ve K. Gödel'in (ö. 1978) eksiklik teoremi gibi önemli buluş ve teorilerin inşa edildiği bir dönem olmuştur. Bu alanda yapılmış en etkili çalışmalardan biri Newton (ö. 1727) ve Leibniz (ö. 1716) tarafından türevin keşfedilmesidir. Türevin keşfine kadar düzgün olan şekillerin geometrik ölçüleri hesaplanabiliyorken türevin keşfedilmesiyle birlikte düzgün olmayan değişimlerin de matematiksel ölçümünü yapmak mümkün hale gelmiştir. Düzgün olmayan değişimlerin noktasal değişimlerinin hesaplanması, bilgisayar programlarının da dahil olduğu maddeye akıl okutmak diyebileceğimiz yeni bir yaklaşım oluşturmuştur. Bu yaklaşımların gelişimi, makinenin icadına ve ilerleyen dönemlerde Avrupa'nın sanayi devrimine zihinsel zemin hazırlamıştır. Bu gelişmeler insan refahını geliştiren teknolojik ilerlemenin de önünü açmıştır.

Yukarıdaki tarihsel süreçlerden sonra, matematik ve hendese eğitiminde kullanılacak olan temel kavramların açıklanması yerinde olacaktır. Her bilim dalı kendi kavramlarıyla gelişir ve gelişen kavramların öğretilmesi de o bilim dalının eğitimi olarak ifade edilebilir. Matematiğin temel kavramlarından olan nokta, doğru ve düzlem duyulara açık olmayan soyut zihinsel varlıklarken cisim bilgisi duyularla algılanabilir somut varlık bilgileridir. Matematik ve hendese eğitiminde bu kavramların doğru bir şekilde kavratılması hususu en önemli eğitim öğretim faaliyetidir. Matematik ve hendesenin temel nesneleri şu şekilde tanımlanmaktadır:

Nokta: Çapı olmayan şey;

Doğru: Sınırsız olan ve tek boyutlu bir ölçüye sahip noktalar kümesi;

Düzlem: Sınırsız olan, iki boyuta ve bir ölçüye sahip noktalar kümesi;

Cisim: Üç boyutlu, sınırlı ya da sınırsız olan bir ölçüye sahip noktalar kümesidir.

Tanımları verilen ilk üç kavram duyu bilgisine açık olmayan kavramlar olup ancak somut alanda modeller yoluyla tanımlamaları yapılabilmektedir. Bu kavramlar modelleme yoluyla bilindikleri için çoğu defa model, kavramın kendisi yerine kullanılmakta ve bu durum matematik eğitiminde yanılgılar oluşturmaktadır. Yukarıda tanımı verilen "doğru" kavramı göz önüne alınırsa sonsuz olarak tanımlanan doğrunun, tanımı gereği sonlu dünyada olması mümkün değildir. Ancak gerçek dünyada olmayan bu matematik nesneyi algılamak için cisim dünyasından iki boyutu çok küçük olan ince bir ip parçası doğru parçasına model olarak seçildiğinde doğrunun duyu bilgisiyle algılanmasına imkân hazırlanmış olur. Oysa hiçbir zaman noktalardan oluşan bir doğru parçasına duyu bilgisiyle erişmenin mümkün olmadığının ve onun sadece akılla idrak edilebilen bir zihinsel varlık olduğunun, yaş düzeylerine göre eğitimin her kademesinde vurgulanması gerekmektedir. Benzer şekilde, "düzlem" kavramı da duyu bilgisine kapalı bir zihinsel kavramdır. Yani bir düzlem dokunulamaz, hissedilemez ve görülemez. Dolayısıyla matematiksel kavram olarak kullanılan bu kavram cisimler dünyasından yani gerçek hayattan bir boyutu çok küçük olan bir defter kanadı gibi cisimler model olarak alınır. Böylece hayattaki somut duyu bilgisinden soyut varlık bilgisine geçişi sağlayan aklın gizemli gücü kullanılır. Sonuç olarak, duyu bilgisinin sadece üç boyutlu cisim dünyasının bilgisine mahkûm olduğu görülmektedir. Ancak gerçek hayatı oluşturan cisimler dünyasının bu kısıtlı duyu bilgisi, aklın genelleme yapması için bir zemin hazırlamaktadır. Tersine, zihinsel varlık bilgisinin somut duyu bilgisine yansıması yine modeller yoluyla bir yaklaşım olarak verilir. Bunun sebebi varlık düzeyinde bilinen nokta, doğru, düzlem gibi kavramların somut hayatta mevcut olmayışlarıdır. Bundan dolayı tasavvur bilgisi bir model yardımıyla somut varlık bilgisine indirgenir. Bu ilişkiler ağını açıklamak için bir cisim üzerinde cismin yüzeyinin bir düzlemsel kavram olduğu zihinsel olarak bilinir. Cisim üzerinde yüzey bilgisi somut bir bilgidir; ancak düzlem bilgisi soyut olarak cisim üzerinden algılanmaktadır. Yani üç boyutlu bir cisimden iki boyutlu düzlemi ayırmak mümkün değildir. Cisim üzerinde üç boyut altında iki boyut, cismin bir parçası şeklinde yüzey olarak duyusal bilgilerle idrak edilmektedir. İki boyut hali ise cisimden bağımsız olarak ancak zihinsel bir varlık olarak ifade edilebilir. Matematik eğitiminin en hassas tarafı; matematiksel nesnelerin görme, hissetme gibi beş duyu bilgisi olmadıkları, duyu bilgileriyle algıladığımız cisimlerin zihnimizde nokta, doğru, düzlem şeklindeki formlarının (suret-şekil-biçim) oluşması, oluşan bu suretler ile zihinsel ilişkiler kurmak ve bu ilişkilerin uygun modellerle cisim dünyasında uygulanmasını kavratmaktır. Fiziksel üçgen şekliyle zihinsel üçgen şekli birbirinden ayırt edilemiyorsa matematik eğitimi amacına ulaşmamış demektir. Çünkü fiziksel üçgen cisimlerden oluşurken matematiksel olan zihinsel üçgen ise nokta ve doğru parçalarından oluşmaktadır. Matematik eğitiminin başarısı; zihinsel üçgenin fiziksel dünyada duyularla algılanmayacağını bilen ama zihinsel üçgeni modeller yoluyla fiziksel dünyaya uygulayabilen bireylerin yetiştirilmesidir.

Matematik ve hendesenin bilim dalı olarak kullanmış olduğu yukarıdaki nesnelerden hareketle modern dönemde mantıkçılık, biçimcilik ve sezgicilik gibi matematik üzerine yoğunlaşan felsefî akımlar oluşmuş ve sonuç olarak da matematik eğitimini etkilemiştir. Platoncu akım olarak da bilinen mantıkçılık, pür matematiğin mantığın bir kolu olduğunu iddia eden bir düşünce okuludur. Mantıkçılara göre, bütün matematiksel doğrular, sadece aksiyom ve mantıksal çıkarımlar kullanılarak elde edilebilir. Bu düşünce akımının kurucuları G. Frege (ö. 1925) ve B. Russell'dır (ö. 1970). Frege, ünlü filozof I. Kant'ın (ö. 1804) takipçilerindendir. Kant'a göre sayılar zaman algısına bağlı sentetik apriori (Duyu verilerinden bağımsız birleştirmeli bilgi) kavramlardır. Frege, Kant'ın bu görüşüne katılmayıp sayıların zamandan bağımsız analitik a priori (Duyu verilerinden bağımsız çözümlemeli bilgi) olduğunu iddia etmiştir (Gür, 2004: 42). İkinci düşünce akımı Hilbert tarafından kurulan biçimcilik (formalizm) akımıdır. Biçimcilik kaba tanımıyla matematiğin kâğıt üzerinde sembol ve işaretlerle oynanan bir oyun olduğunu iddia eder. Diğer bir ifadeyle bu akım matematikte sembollerle kurulmuş problemleri çözmek için metot aramaktır. Brouwer (ö. 1966) biçimciliği eleştirirken biçimciliğin matematiksel simgelerle matematikçilerin akılları ve fiziksel dünyanın işleyişi arasındaki yararlı ilişkiyi açıklamakta yetersiz olduğunu ifade etmiştir. Üçüncü düşünce akımıysa Brouwer tarafından kurulan sezgiselciliktir (inşacılık). İnşacılar, Cantor'un reel sayıların ispatı türü inşa edilemeyen ispatları ve Aristo'dan beri yürürlükte olan üçüncü seçeneğin imkânsızlığının kullanıldığı ispatları reddederler. Bununla birlikte; matematikte bir ispat yöntemi olan "olmayana ergi metodu" ile yapılmış ispatları da kabul etmezler.

Matematikteki düşünce akımlarının eğitim üzerine etkilerinin en belirgin olanı Hilbert formalizminin Türkiye'de benimsenmiş olmasıdır. Gödel'in eksiklik teoremi ile formalizme indirdiği darbe sonrası formalizmin matematikçiler arasında geçerliliği ve taraftarı kalmamıştır. Ancak 1950'li ve 1960'lı yıllarda bütün dünyada etkili olan Nicolas Bourbaki takma ismiyle faaliyet gösteren bir formalist ve ekibi, ülkemizin de içinde olduğu birçok ülkede formalizmin savunuculuğunu yapmış ve yazdıkları kitaplarla ortaöğretim kurumları da dahil olmak üzere eğitimi formalist felsefeye mahkûm etmişlerdir. O dönemlerde Amerika'da Eğitim fakültelerinde formalist öğretimden vazgeçilmiş ve uygulamanın daha öne çıktığı mantıkçılık akımı benimsenmiştir (Gür, 2004: 51). Formalizmin hâkim olduğu ülkelerde matematik eğitimi formüllerle yürütülen bir etkinlik olmaktan ileri gidememiştir. İnsanların dış dünyasındaki ilişkilerin anlamlı ilişkilerle matematik formüllerine dönüştürülemediği ya da bir matematik formülünün gerçek hayatta model uygulamasının yapılamadığı, ancak sadece kâğıt üstünde problem çözme etkinliğine dönüşmüş bir eğitim öğretim süreci yaşanmaktadır.

XX. yüzyılın matematik öğretim yaklaşımları daha çok bireyi ön plana çıkaran metotlarla desteklenmiştir. Yaparak yaşayarak öğrenme, öğrenci merkezli öğretim ya da yönlendirilmiş eğitim metotlarıyla çeşitlendirilmiştir. Ancak matematik kavramları soyut olmasına karşın somut nesnelerden yani duyu bilgilerinden beslenmektedir. Bu özelliğinden dolayı, matematik öğretiminde yaş düzeylerine uygun olarak somut ve soyut bilginin oluşum evreleri ve öğretimi özel bir dikkat gerektirmektedir. Somut işlem dönemindeki bir öğretimde, cisim dünyasından nesnelerin karmaşık olmayan ilişkilerini cisimler üzerinde göstererek algının oluşmasını sağlamak gerekmektedir. Mesela bir çarpma işleminin düzenli bir toplama olduğunu kavratabilmek için sınıftaki öğrencilere 3'erli oturan 4 sıranın toplamının kaç olduğuna dair sorular sorularak onların sayma becerisini "4x3=12" sembolüne dönüştürmek gerekmektedir. Bununla birlikte, 3 ile 4 yer değiştirdiğinde "3x4=12" sembolünün sayma olarak değişmediğini ama fiziksel olarak farklı bir konumu temsil ettiğini; yani 4'erli oturan 3 sıra öğrenciye karşılık geldiğinin gerçek hayattan örneklerle kavratılması gerekmektedir. Matematiğin konusu "sayılar" ve "ölçüler" olduğundan, matematik öğretilirken ilk olarak cisim dünyasındaki bütünleri sayma ve bütünlere bağlı parçaları sayma etkinlikleri eksiksiz olarak gösterilip, tam sayılar ve rasyonel sayılar kavratıldıktan sonra bütün ve parçanın ölçümü de aynı hassasiyetle öğretilerek reel sayı sistemi kavratılmalıdır. Bunları algılatırken basit ve hayattan örnekler seçilmelidir. Mesela bir ekmeğin dilimlenmesinin saymaya, her bir dilimin ise ölçmeye karşılık geldiğini konuşarak bu kavramlarla gerçek dünyanın algılatılması sağlanmalıdır. Böylece bireylerin duyu algılarından hareketle soyut matematiksel kavramlara nasıl ulaştıkları öğretim kademelerinde kavratılmış olur.

Eğitim öğretim süreçlerinde somut işlem düzeyinde olan bireyler için sembolün gücünü kullanmaktan mümkün olduğunca kaçınıp özellikle somut işlemler döneminde nesneler arası ilişkinin mantıksal bağlantıları üzerine anlamlı tartışmalar yapılmalıdır. Daha sonra, nesnenin durumlarına göre oluşan ilişkileri göstererek bu mantıksal ilişkilerin temsili olan sembolleri bir isimlendirme olarak kullanmak gerekmektedir. Genel olarak sembol üzerinden yapılan matematik öğretimi, alfabesini ve kelimelerinin anlamlarını bilmediğiniz bir dilde yazılan metni okumak gibidir. Böyle bir matematik öğretimi temel amaç olan anlamlı düşünceyi oluşturmakta yetersiz kalmaktadır. Çünkü kullanılan semboller ve temsil ettikleri anlamlar bilinmemektedir. Ayrıca soyut işlemler döneminde dış dünya bilgisinin sınırlılığı ve kendi zihinsel dünyamızda oluşturduğumuz bilginin sınırsızlığı vurgulanmalıdır. İnsanların akıl dünyasının, yaşadıkları dünyadan daha geniş olduğu ve bu genişliğe soyut düşünceyle ulaşılabileceği kavratılmalıdır.

Eklemeli bir bilim dalı olan matematik, tarihinden bağımsız olmayan ve tarihî birikiminin öğretilmesiyle eğitiminin yapıldığı bir bilim dalıdır. Varlıklar içerisinde insana verilmiş olan soyut düşünme ve akıl kullanma becerisinin nesnelerini barındıran matematik, her bilim dalında kullanılabilen akla dil olmuş bir bilim alanıdır. Saymak ve ölçmek, âlemin yaratılış özelliklerindendir ve matematik de bu özellikleri anlamak için insana verilmiş ayrıcalıklı bir idrak halidir.

Kaynakça

Aksoy, Yavuz. Osmanlı’da ve Türkiye’de Matematik Eğitimi ve İlk Matematikçiler. İstanbul 2015.

Fazlıoğlu, İhsan. Aded ile Mikdâr: İslâm-Türk Felsefe-Bilim Tarihinin Mathemata Mâ-cerâsı. İstanbul 2020.

Gür, Bekir S. (ed.). Matematik Felsefesi. Ankara 2004.

Karakaya, Vatan. “Matematik Felsefesi Bakımından Matematik Nesnelerin Modellenmesi Üzerine”. Beytulhikme An International Journal of Philosophy. 11/3 (2021), s. 1143-1155.

Karakaya, Vatan – Sekman, Derya. “Matematiksel Düşüncenin Tarihi Gelişimi ve Eğitimde Konumlanması”. Türkiye Eğitim Vizyonu Üzerine Değerlendirmeler. ed. F. Tanhan. Ankara 2019, s. 35-44.

Sezgin, Fuat. İslam’da Bilim ve Teknik. C. I, Ankara 2015.

Shapiro, Stewart. Thinking About Mathematics. New York 2000.

Timuçin, Afşar. Descartes-Descartes’çı Bilgi Kuramının Temellendirilişi. İstanbul 1976.

Tûsî, Nasîrüddin. Tahrîru Usûli’l-Hendese ve’l-Hisâb: Eukleides’in Elemanlar Kitabının Tahrîri. haz. İ. Fazlıoğlu. İstanbul 2012.

Unat, Yavuz (ed.). Ortaçağ İslâm Dünyası’nda Bilim ve Teknik [Makaleler]. Ankara 2008.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/matematik-ogretimi

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

MATEMATİK ÖĞRETİMİ

Matematik alanında öğrencilere temel bilgilerin kazandırıldığı eğitim.