Hastane, dârüşşifa ve sağlık eğitim merkezi.
Hastane, dârüşşifa ve sağlık eğitim merkezi.
Farsça bîmâr (hasta) ve hâne (ev) kelimelerinden meydana gelmiştir. "Hastane, dârüşşifa" anlamına geldiği gibi ayrıca "akıl hastanesi, tımarhane" anlamlarını da kapsamaktadır. Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde ise bîmarhane "hastane" kelimesine ek olarak "tımarhane" şeklinde tanımlanmaktadır. Dolayısıyla XVII. yüzyıl sonrası bîmarhane ifadesinin Osmanlı'da "tımarhane", diğer bir ifade ile sadece akıl hastalarının tedavi edildiği yer anlamında kullanıldığı düşünülmelidir. Evliya Çelebi Seyahatnâme'sinde "hastane" anlamında dârüşşifa, tımarhane, tımaristan, bîmarhane, bîmaristan ve maristan kelimelerini kullanmıştır. Bîmarhaneler, İslam dünyasında ilk dönemlerden itibaren oluşmuş, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde daha da gelişmişlerdir. İslam medeniyetinde ilk bîmarhane örneğinin Hendek Savaşı'nda yaralananlar için Mescid-i Nebevî'de seyyar bir savaş hastanesi gibi kurulan çadır olduğu kaydedilir. Yerleşik hastane olarak ise 707 yılında Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. 800'lü yıllarda Irak havzasında akıl hastaları için bîmarhaneler kurulmuştur. Özellikle Cündişâpûr Tıp Okulu'nun bîmaristan adıyla anılması, bu ifadenin kullanımının yaygınlaşmasını sağlamıştır. Abbâsîler döneminde her türlü hastalığın tedavi edildiği hastaneler olarak tanınan bîmaristanlar dışında sadece akıl hastalarına ayrılmış birimler de bulunmaktaydı. Günümüze gelen nadir örneklerden biri olan Tolunoğlu Ahmed Bey'in 872 yılında Mısır'da kurduğu bîmarhanede her türlü hastalar tedavi edilmekteydi. Bu dönem bîmarhaneleri günümüz hastahaneleriyle benzer işlevleri yerine getirmişlerdir.
Karahanlı Hakanı Tamgaç Buğra Han'ın 1065 yılında Semerkant'ta tesis ettiği hastanenin Arapça vakfiyesinden, bölge müslümanlarının bîmaristan yerine dârülmerza, Selçuklular'ın ise dârülâfiye, dârüşşifa tabirlerini kullandıkları anlaşılmaktadır. Osmanlılar dârüşşifa ile birlikte daha çok dârüssıhha, şifâhane, bîmarhane ve tımarhane kelimelerini kullanmışlar, XIX. yüzyıldan itibaren modern sağlık kuruluşlarının tesisiyle buralara hastane demeyi tercih etmişlerdir. Arap dünyasında ise müsteşfâ kelimesi yaygın olarak kullanılmaktadır.
XI. yüzyılda Selçuklular zamanında yeniden düzenlenen, hekim sayıları arttırılan ve tıp eğitimi yoğunlaştırılan bîmaristanlar, günümüze ulaşan en eski hastanelerdir. Bunlar seyyar olabildiği gibi kervansaraylarda, saraylarda ya da müstakil olarak inşa edilmişlerdir. Bu devirde Vâsıt, Rakka, Anadolu'nun güneyinde Meyyâfârikîn, Harran, Antakya, Nusaybin, Türkistan'ın Merv, İran'ın Rey, Şiraz, İsfahan ve Sicistan'ın Zerenc şehirlerinde çeşitli bîmaristanların mevcut olduğu bilinmektedir.
Bu bîmaristanlarda pratik ve teorik tıp eğitimi birlikte verilmiş ve temel ders kitapları olarak Hipokrat, Câlînûs (Galen), Ebû Bekir Râzî ve İbn Sînâ gibi âlimlerin eserleri okutulmuştur. Selçuklu bîmaristanlarının hem eğitim hem tedavi hem de mimari özellikleriyle Avrupa ve Asya hastanelerine örneklik teşkil ettiğine dair bilgiler vardır. Selçuklular'ın tıp eğitimi ve kurum geleneği Osmanlılar'da da devam etmiştir.
Osmanlılar döneminde bîmarhaneler aynı zamanda külliyenin bir parçası olarak da inşa edilmiştir. Mimar Sinan'ın eserlerinden olan Haseki Hastanesi, Süleymaniye Külliyesi'ndeki şifahane ve tıp medresesi, Atik Valide Hastanesi farklı hasta türleri yanında özellikle akıl ve ruh hastaları için de hizmet vermiş bîmarhanelerin özgün örnekleridir. Süleymaniye Külliyesi'nin vakfiyesine göre şifâhanede bir başhekim, iki hekim, iki kehhâl, iki cerrah, bir eczacı, bir eczacı yardımcısı ve çok sayıda hastane personeli 30 akçe ile 3 akçe arasında günlük ücretle, tıp medresesinde ise bir tıp müderrisi 20 akçe gündelikle, sekiz dânişment, bir kapıcı, bir hizmetçi ve bir mubassır da 3 akçe ile 2 akçe arasında değişen gündeliklerle görevlendirilmişlerdi. Vakfiyeye göre tıp medresesine tayin edilecek tıp müderrisi "Eflâtun, Aristo veya Câlînûs gibi âlim bir zat" olmalı idi.
Birçok bîmarhanenin kendine özgü mimarisinden de bahsedilmektedir. Selçuklu ve Osmanlı bîmarhaneleri mimari benzerlikler gösterirler. Selçuklu bîmarhaneleri döneminin bir özelliği olarak sağlam ve heybetli yapılarken, Osmanlı bîmarhaneleri daha mütevazi ve işlevsel yapıdadır. Bîmarhanelerin avlusunda üzeri büyük bir kubbe ile kaplı havuz bulunmaktadır. Hastalara ait odalar bu havuz çevresinde yerleştirilmiştir. İbn Sînâ akıl ve ruh hastalarının tedavisinde müziğin önemini vurgulamıştır. Bu bilginin de etkisiyle hasta tedavisinde müziğin iyileştirici gücünden yararlanılmıştır. Özellikle binalarda akustik müzik dinletileri için alt yapı oluşturulmuştur. Bu mimari öğeler de tedavinin bir parçasıdır. Akıl sağlığının bozukluk derecesine göre hastalar arasında farklı tedaviler tercih edilmiştir.
İstanbul dışında özellikle Edirne'deki Beyazıt Dârüşşifası "eşi bulunmayan" âbidevî yapılardan biri olarak nitelenir. Manisa'daki Hafsa Sultan Dârüşşifası da çok meşhurdur. Genellikle külliyenin tamamlayıcı parçası olan bîmarsitanlara cami, tabhane, fırın, imaret gibi yapılar da eşlik etmiştir. Hastanelerin inşa edildiği mekân ve mimari nitelikleri modern şehir ve sağlık hizmetlerine yüzlerce sene öncesinden örnek olabilecek durumdadır. Avrupa'da akıl ve ruh hastalarının yakıldığı ya da çeşitli azaplara maruz bırakıldığı bir dönemde bu hastaların tedavisine yönelik planlanan hastane sistemlerinin Osmanlı medeniyeti açısından çığır açıcı hizmetler olduğu Batılı seyyah ve gözlemciler tarafından dile getirilmiştir. Bu yapılardan günümüze ulaşanlar restore edilerek müze, kültür evi, kütüphane vb. amaçlarla hizmet vermeye devam etmektedir.
Osmanlılar'da akıl ve ruh sağlığı problemi olan hastaların tedavileri açısından döneme göre gelişmiş bir anlayış vardı. Sadece akıl hastalarına yönelik hastanelerin inşa edilmesi de bunun göstergelerindendir. Evliya Çelebi yaptığı yolculuklarda bu yaklaşıma delil olacak örnekler vermiştir. XIX. yüzyıl yenilenme döneminde yeni tıp bilgilerinin de etkisiyle yeni hastane modelleri kurulmuş ve bîmaristan, bîmarhane, tımarhane, şifâhane ve dârüşşifa yerine hastane ifadesi kullanılmaya başlanmıştır.
Bîmarhaneler haftada iki gün hem yatarak tedavi hem de bugünün ifadesiyle poliklinik hizmeti vermiştir. Hastaların tedavisinde cinsiyet, ırk, din ve dil ayırımı yapılmaksızın hizmet sunulmuştur. Hastaların konaklama süresi genellikle iki üç gün olmakla birlikte gidecek ya da kalacak yeri olmayanlar için bu süre değişebilmiştir. Bîmarhanelerin vakıflar tarafından desteklenmesi verilen hizmetin kesintisiz bir halde devam etmesi istenen bir hayır işi olarak görüldüğünü göstermektedir.
Bîmarhanelerde hastalara hem tıbbî hem psikolojik tedavi yöntemlerinin uygulandığına dair örneklerden bahsedilmekte, tedavide kullanılacak ilaçların da bu mekânlarda yapıldığı ve hekimin kontrolünde hastalara verildiği bildirilmektedir.
Osmanlı klasik dönemindeki bîmarhanelerin teorik ve pratik faaliyetleri XIX. yüzyıla kadar etkin bir şekilde devam etmiştir. Bu tarihlerde toplumsal hizmetlerin vakıflardan ziyade devlet hizmeti olarak görülmesiyle modern hastanelerin tesisi, akıl ve ruh sağlığı için yeni gelişmeler söz konusu olmuştur. Günümüzün meşhur Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi, bir Osmanlı klasiği olan Süleymaniye Tıp Medresesi ve Bîmarhanesi'nin 1873 yılında Üsküdar Toptaşı'na taşınması ve onun da 1924'te Üsküdar'dan Bakırköy'e nakledilmesi sürecindeki bütün tecrübeleri muhafaza eden bir yapıdır.
Artvinli, Fatih. Delilik, Siyaset ve Toplum, Toptaşı Bimarhanesi 1873-1927. İstanbul 2013.
Önge, Yılmaz v.dğr (haz.). Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası. Ankara 1978.
Terzioğlu, Arslan. “Ortaçağ İslâm-Türk Hastaneleri ve Avrupa’ya Tesirleri”. Belleten. 34/133 (1970), s. 121-170.
a.mlf. “Bîmâristan”. DİA. 1992, VI, 163-178.
Ünver, A. Süheyl. Selçuk Tababeti. Ankara 1940.
Yıldırım, Nuran. “Darüşşifalardan Modern Hastanelere”. Tarihi Sağlık Kurumlarımız Darüşşifalar. haz. N. Sarı. İstanbul 2010, II, 92-149.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/bimarhane
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.
Hastane, dârüşşifa ve sağlık eğitim merkezi.