A

FAHREDDİN RÂZÎ(1149-1210)

Tefsir, kelam ve felsefe âlimi.

  • FAHREDDİN RÂZÎ
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 01.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/fahreddin-razi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    FAHREDDİN RÂZÎ
FAHREDDİN RÂZÎ (1149-1210)

Tefsir, kelam ve felsefe âlimi.

  • FAHREDDİN RÂZÎ
    • Abdurrahman ALİY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 01.10.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/fahreddin-razi
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    FAHREDDİN RÂZÎ

İran'da Büyük Selçuklu Devleti'nin başkenti Rey'de doğdu. Babası "Rey hatibi" olarak bilinen Şeyh Ziyâeddin Ömer, kelam çalışmaları da bulunan bir Eş'arî âlimidir. İlk eğitimini babasından alan Râzî onun ölümünün (1163) ardından Rey'den ayrılarak Nîşâbur'a gitti. Orada Kemâleddin Simnânî'den (ö. 1179) fıkıh eğitimi aldı. Ayrıca İbn Sînâ'nın çalışmalarını inceleme imkânı buldu ve felsefe ile ilgilenmeye başladı. Bu dönemdeki diğer hocası Mecdüddin Cîlî'dir (ö. 1188).

Fahreddin Râzî Merâga'daki eğitimini tamamlamasının ardından Merend, Hemedan ve Rey'deki medreselerde bulundu, kendini geliştirmek üzere çeşitli şehirlere seyahat etti ve henüz olgunluk öncesi sayabilecek bu döneminde dahi çeşitli eserler üzerinde çalışıp bunları tamamladı. Bu eserlerden biri kelama dair bir rehber olan el-İşâre fî İlmi'l-Kelâm'dır. Bundan başka yine kelam ilmiyle ilgili Nihâyetü'l-Ukûl fî Dirâyetü'l-Usûl adlı çalışması da bulunmaktadır. el-Mülahhas fi'l-Hikme ve'l-Mantık adlı çalışmasını 1184 yılında tamamlamasının ardından Hârizm ve Mâverâünnehir bölgelerindeki şehirlere seyahat etti. Burada öncelikle Hârizmşahlar'ın himayesine girdi, ancak bir kısım âlimlerin onun düşüncelerine karşı hoşnutsuzlukları üzerine 1119 yılı civarında bölgeyi terkederek Gurlular'ın sarayına gitti.

Gurlu Sultanı Gıyâseddin Muhammed onun için Herat'ta bir medrese yaptırdı. Mefâtîhu'l-Gayb yahut et-Tefsîrü'l-Kebîr adıyla bilinen büyük tefsiri ile el-Metâlibü'l-Âliye adlı kapsamlı kelam eseri üzerinde bu dönem çalışmaya başladı. Muhtemelen öğrencilerinin tamamladığı bu eserler üzerindeki çalışmalarını hayatının sonuna kadar sürdürdü. Daha önce gittiği yerlerde zaman zaman karşılaştığı gibi Herat'taki âlimler de Râzî'ye şiddetle muhalefet gösterdi ve onu mülhitlikle itham ettiler. Râzî'nin muhalifleri ağırlıklı olarak onun da mücadele verdiği Mücessime ve bunun bir alt grubu olan Kerrâmiye taraftarlarıydı, ancak Râzî sadece onları değil Mû'tezile ve Bâtıniye düşüncelerini de eleştiriye tâbi tutmakta onların taraftarlarıyla da tartışmalara girmekteydi.

Geçmişte Râzî'nin öğrencisi olan Hârizmşah Hükümdarı Alâeddin Muhammed Tekiş 1208 yılında Gurlular'ın hakimiyetindeki Herat'ı ele geçirince hocasını tekrar himayesine aldı. Hârizmşah ile birlikte başşehir Gürgenç'e seyahat ederek orada daha önce başlamış olduğu ünlü eserleri et-Tefsîrü'l-Kebîr ve el-Metâlibü'l-Âliye üzerinde çalışmaya devam etti. Râzî daha sonra Herat'a geri döndü ve ömrünün sonuna kadar orada kaldı. 29 Mart 1210 tarihinde burada vefat etti.

XII. yüzyılın en büyük âlimlerinden, hezarfen olarak nitelendirilebilecek engin şahsiyetlerden biri olan Râzî ağırlıklı olarak kelam, tefsir, fıkıh, felsefe ve mantık konularındaki uzmanlığı ile öne çıksa da onun ilgi alanı ve çalışmaları tıp, kimya, fizik, astronomi gibi tabii ilimlerin yanında edebiyat, retorik, tarih, dil bilgisini kapsayacak kadar genişti. İyi bir hatipti.

Hayatı boyunca İslam coğrafyasının çok büyük bir kısmını dolaşmış ve gittiği hemen her şehirde ilmî konularda münazara ve tartışmalarda bulunmuş, pek çok yerde âlimler yetiştirmiştir. Birçok disiplinine dair eserleri bulunmaktaysa da ilme en büyük katkısı kelam, felsefe ve mantık alanlarındadır. Râzî'den önce Gazzâlî sayesinde dinî problemlerde mantığın bilinmesinin zorunlu ve kullanımının meşru olduğu gösterilmişti. Râzî ise bunu daha ileriye taşıyarak kelamın felsefeyi gerektirdiğini düşünmüş ve kelam ile felsefeyi bir araya getirerek felsefî kelam geleneğini oluşturmuştur. Meşşâî geleneğin felsefesini en iyi şekilde anlamış, eleştirmiş ve onu kelama dahil ederek kelamda Gazzâlî'nin anlayışının ötesine geçen öncü bir yaklaşım ortaya koymuştur. Râzî'den sonra kelam İbn Sînâ, Fârâbî ve başka filozofların eserlerini de kaynak olarak almış, kelamcılar felsefe eserlerine de başvurmaya başlamıştır. İbn Sînâ, Gazzâlî, Cüveynî, Bağdâdî ve Eş'arî etkilendiği isimlerden bazılarıdır. Hocalık yaptığı öğrencileri arasında Şemseddin Hüsrevşâhî, Şerefeddin Herevî, Sirâceddin Urmevî, Tâceddin Urmevî ve Esîrüddin Ebherî gibi önemli âlimler bulunmaktadır. Soyundan Cemâleddin Aksarâyî ve Musannifek gibi bilginler gelmiştir.

Râzî'nin neredeyse 200 eser yazdığı söylenmekteyse de bunun doğruluğu kesin değildir. Eserlerinden bazıları el-Metâlibü'l-Âliye, el-Muhassal, Nihâyetü'l-Ukûl fî dirâyeti'l-Usûl, el-Mebâhissü'l-Meşrikıyye, el-Mülahhas fi'l-Hikme ve'l-Mantık, Mefâtîhu'l-Gayb (et-Tefsîrü'l-Kebîr), el-Mahsûl, Câmiu'l-Ulûm, et-Tıbbü'l-Kebîr, Şerhu'l-Kanûn, Nihâyetü'l-Îcâz fî Dirâyeti'l-İ'câz, Menâkıbü'l-İmâmi'ş-Şâfiî'dir. Râzî eserlerinde yer alan düşünceleriyle kendisinden sonraki Teftâzânî, Seyyid Şerîf Cürcânî, Nasîrüddîn Tûsî, İbn Teymiyye ve İbn Haldun gibi düşünürleri etkilemiştir.

Mantık, felsefe, matematik, astronomi ve tıp disiplinlerinde de çalışmaları olan Râzî, ilimler tarihi araştırmalarına konu olmuştur; tabiat bilimleri ve felsefe sahalarından geniş ölçüde istifade ettiği İbn Sînâ'dan etkilenmesine rağmen atom nazariyesi ile feyiz ve sudur teorisi başta olmak üzere bazı konularda onu tenkit etmiştir. İbn Haldun kelam âlimleri içinde mantığı bir alet olmaktan çok bağımsız bir bilim dalı kabul eden ilk bilginin Râzî olduğu görüşündedir.

Arap dili ve edebiyatı alanında Nehcü'l-Belâga'yı şerhetmiş, belagatta Abdülkahir Cürcânî'ye ait Delâilü'l-İ'câz ile Esrârü'l-Belâga adlı eserleri birlikte ihtisar edip yeniden düzenlemiş, Zemahşerî'nin Mufassal'ını şerhetmiştir.

Râzî'nin tasavvufa ilgi duyduğu, bunda çoğunlukla Eş'arî bilginlerinin tasavvufa yönelmiş olmalarının yanı sıra babasının da aynı yola girmesinin büyük büyük rolü bulunduğu, Gazzâlî'nin de önemli tesiri olduğu yaygın kanaattir. Tefsirinde yer yer işârî teviller yapması, Kur'an'da söz ve yazı ile ifade edilmesi mümkün olmayan sırların tevhidin en yüksek mertebesinde bulunduklarını söylediği ehl-i keşf tarafından bilinebileceğini belirtmesi onun tasavvufî yöneliminin işaretleridir. Eserlerinde insanda kutsiyet gücünün bulunduğunu ve sadece keşif ehlinin bilebileceği ilahî sırların mevcudiyetine ilişkin görüşleri savunması tasavvufî düşünceye ve hayata değer veren bir düşünür olduğunu göstermektedir.

Râzî'nin anlayışında metafizik önemli bir yer tutar. Çünkü bu ilim, Tanrı'yı, O'nun zatını ve sıfatlarını ele almaktadır; bu açıdan hakiki mutluluk esas amacıdır, verdiği bilgi hakiki bir mutluluk getirmektedir. Metafizik bilgiye erişen kişi insanlığın son aşamasına gelmiş demektedir. Ona göre bilgi ve özel olarak metafizik bilgi mümkündür. İncelenmesi gereken esas problem bilginin kesinlik düzeyidir. Râzî'ye göre bazı konularda kesin bilgi mümkün değildir, bu durumda en güçlü ve sağlam görüş tercih edilir. Râzî için filozoflar insanın kendi benliğinin bilgisi, fizik ya da matematiğin kavramları gibi kesinliği şüphesiz gibi görünen şeyler hakkında bile net bir yanıt verememişlerdir. Buradaki kesinlik bile tam değilken bunlardan büsbütün farklı olan Tanrı'ya dair bilginin kesinlik düzeyi daha da düşük olacaktır; bu durumda insan yalnızca daha sağlam temellere dayanan bir görüşü tercih etmekten başka bir şey yapamayacaktır.

Râzî'ye göre bilgi tasavvur (kavram) veya tasdik (yargı) olmak üzere iki kısımdır. Tasavvur herhangi bir yargıda bulunmaksızın bir şeyin olduğu şekliyle düşünülmesi iken tasdik o şey hakkında verilen bir yargıyla gerçekleşir. Bu bakımdan tasdik, tasavvurdan sonraki aşamadır.

Râzî metafizik bilginin de iki şekilde mümkün olduğunu düşünmektedir. Bunlardan birincisi nazar yöntemi diğeri ise riyazet yöntemidir. Ona göre nazar yani akıl yürütme, bilinenden hareket ederek bilinmeyene ulaştıran yöntemdir. Bu yöntemde metafiziğin konusu olan Tanrı'ya dair bilgiye erişim mümkün varlıklardan hareketle zorunlu varlığın mevcudiyetinin kanıtlanması şeklindedir. Râzî bu yöntemi daha güvenli görmektedir çünkü yöntem doğru uygulandığında sağlam sonuçlar vermektedir. Ancak bu yöntemde yanlışlanamaz bir kesinliğe ulaşmak oldukça güçtür. Riyazet yönteminde ise keşif öne çıkmaktadır. Kişi kendini duyu âleminden uzaklaştırarak aklın âlemine yönelmiştir. Bu yöntemle elde edilen bilgide akıl yürütmeye yani bilinenden bilinmeyene doğru gitmeye ihtiyaç olmadığı, doğrudan bilgi ile karşı karşıya olunduğu, onun kaynağı müşahede edildiği için bu bilginin kesinlik hissi daha yüksektir. Ancak Râzî için bu çok sorunlu ve zayıf tarafları bulunan bir yöntemdir. Öncelikle herkesin nefsî kudreti aynı seviyede değildir; yani insan çabalasa da yoğun bir riyazete girse de istediği düzeyde bir bilgiye erişemeyebilir. Ayrıca kişi bu yöntemde doğrudan bilgi ile sanrılarını da ayırt edemeyebilir. Bu durumda riyazetin yöntemiyle kesin bir bilgiye erişilebileceğinin teminatı yoktur; bu zorunlu değildir.

Bununla birlikte Râzî iki yöntemle de metafizik bilgide herhangi bir kesinliğin bulunamayacağına ikna olmuştur. Tanrı'nın tam ve eksiksiz bilgisi ve onun getireceği mutluluğun iki yolla da sağlanamayacağı açık olmasına rağmen yine de bu bilginin elde edilmesine çalışmak gereklidir. Eksiksiz bilgi ve mutluluk ancak nefsin bedenden ayrılmasıyla mümkündür, ancak yine de bu yöntemlerle ona yönelmek yapılabilecek en iyi şeydir; nefis bedenleyken bu mutluluğu bulamasa da bazı faziletler kazanma şansına sahiptir. Bu durumda da Râzî riyazet yönteminin sorunlarından dolayı başlangıç olarak nazar yönteminin tercih edilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bununla da kesin bir bilgi elde edilmediği sadece daha doğru ve sağlam görünenin tercih edildiğini belirtmektedir. Bundan sonra riyazet yöntemine nazar yönteminin rehberliğinde geçilmesi mümkündür.

Râzî'nin ahlak üzerine düşüncelerinde de temel amaç mutluluktur. Ona göre, insanın ahlakî eylemlerindeki amaç mutluluktur. Tanrı vahiy aracılığı ile insana ahlakî değerlerin neler olduğunu bildirmiştir. Ahlakî anlamda takdir edilen ya da yerilen eylemler vahiy tarafından belirlenmiştir. Tanrı'nın emirlerine uyan şeyler iyi, onun yasakladığı şeyler ise kötüdür. İnsan da bu anlamda Tanrı'nın emirlerine uygun bir yaşam sürmekle mükellef olup yalnızca bu şekilde amacına doğru ilerlemesi mümkündür. Tanrı'nın bizzat kendisi ise ahlakî dünyanın tamamen dışındadır. Tanrı'nın eylemleri için herhangi bir ahlaktan söz edilmesi; onun eylemi için iyi ve kötü, güzel ve çirkin ikiliklerinden söz edilmesi mümkün değildir. Özgür irade konusunda ise Râzî, İslam filozoflarında rastlananın aksine insanın her ne kadar özgür gibi görünse de aslında özgür olmadığını söylemektedir. Ona göre bir eylemin ortaya çıkması için öncelikle insanın bir şeyi yapıp yapmama gücü ve bunu yapıp yapmama kararını vermesini sağlayan bir uyarıcının olması gerektiğini düşünmektedir. Bu motivasyon ise insanda kendiliğinden değil Tanrı'nın yaratmasıyla gerçekleşmektedir. O halde her eylem Tanrı'nın bu yaratımı sayesinde gerçekleşmekte; insan her ne kadar eylemlerini kendisi gerçekleştiriyor gibi görünse de aslında bütün eylemleri Tanrı'nın takdiriyle meydana gelmektedir. İnsanın özgür iradeye sahip olmamasına rağmen onun ahlakî açıdan sorumluluk sahibi olduğunu kabul etmek de onun ahlak düşüncesindeki önemli bir problem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Kaynakça

Altaş, Eşref. “Fahreddin er-Râzî: Küllî Perspektifler Arasında”. İslâm Felsefesi: Tarih ve Problemler. ed. M. C. Kaya. İstanbul 2013, s. 429-464.

a.mlf. “Fahreddin er-Râzî’nin Hayatı, Hâmileri, İlmî ve Siyasî İlişkileri”. İslâm Düşüncesinin Dönüşüm Çağında Fahreddin er-Râzî. ed. Ö. Türker – O. Demir. İstanbul 2013, s. 41-90.

Anawati, G. C. “Fakhr al-Din Razi”. EI2 (İng.). 1991, II, 751-755.

Bozkurt, Mustafa. Fahreddin Râzî’de Bilgi Teorisi. Dr.T, Ankara Üniversitesi, 2006.

Cannon, Byron D. “Fakhr al-Din al-Razi”. Dictionary of World Biography: The Middle Ages. ed. F. N. Magill. London 1998, s. 347-349.

Corbin, Henry. History of Islamic Philosophy. çev. L. Sherrard – P. Sherrard. London 2001.

Griffel, Frank. “Fakhr al-Din al-Razi”. Encyclopedia of Medieval Philosophy: Philosophy Between 500-1500. ed. H. Lagerlund. Dordrecht 2011, s. 341-345.

a.mlf. “On Fakhr al-Din al-Razi’s Life and the Patronage He Received”. Journal of Islamic Studies. 18/3 (2007), s. 313-344.

İbn Haldûn. Mukaddime. nşr. A. A. Vâfî. Kahire t.y., III, 1024-1025.

İskenderoğlu, Muammer. “Fahreddin Râzî ve İbn Arabî’de Tanrı’yı Bilmenin İmkân ve Yöntemi: Keşf mi? Nazar ve İstidlal mi?”. Usul İslam Araştırmaları. 22 (2014), s. 169-188.

Leaman, Oliver. “Al-Razi, Fakhr al-Din”. The Biographical Encyclopedia of Islamic Philosophy. ed. O. Leaman. London 2015, s. 405-406.

Türkeri, Mehmet. “Bazı Ahlak Teorileri Açısından Fahrettin Razi’nin Ahlak Anlayışı”. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi. 17 (2003), s. 63-89.

Yavuz, Yusuf Şevki. “Fahreddin er-Râzî”. DİA. 1995, XII, 89-95.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/fahreddin-razi

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

FAHREDDİN RÂZÎ (1149-1210)

Tefsir, kelam ve felsefe âlimi.