A

"AHLÂK-ı ALÂÎ"

Kınalızâde Ali Efendi’nin ahlak ilmi ve eğitimi kitabı.

  • "AHLÂK-ı ALÂÎ"
    • Ayşe Sıdıka OKTAY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ahlak-i-alai
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    "AHLÂK-ı ALÂÎ"
"AHLÂK-ı ALÂÎ"

Kınalızâde Ali Efendi’nin ahlak ilmi ve eğitimi kitabı.

  • "AHLÂK-ı ALÂÎ"
    • Ayşe Sıdıka OKTAY
    • Web Sitesi: Türk Maarif Ansiklopedisi
    • Son Güncellenme Tarihi: 18.12.2022
    • Erişim Tarihi: 15.09.2025
    • Web Adresi: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ahlak-i-alai
    • ISBN ve DOI Numarası:
    • Bu metni kaynak göstererek kullanabilirsiniz.
    "AHLÂK-ı ALÂÎ"

Osmanlı âlim, kadı ve müderrisi olan Kınalızâde Ali Efendi, Şam'da kadı olduğu sırada bu eseri telif etmiştir. Yazar kitabına bu adı vererek ahlak ilminin yüksek ve şerefli bir ilim olduğuna işaret etmektedir. Eser pratik felsefenin (amelî hikmet) üç ilim dalını içerecek şekilde bir giriş ve üç bölüm halinde yazılmıştır (bk. Kınalızâde Ali Efendi).

Eser kendisinden önce yazılan ahlak kitapları gibi dua ile başlamakta ardından kitabın yazılış sebepleri açıklanmaktadır. Buna göre insanlar ahlak ilmi ile ev ve devlet yönetimini içeren pratik felsefeyi bilmeden hakiki mükemmelliğe mutluluğa ve kesin bilgilere ulaşamazlar. Ayrıca yalnız başlarına da bu ilimlerin inceliklerini bilemeyecekleri için kendileri, aileleri ve yaşadıkları toplumsal çevreyi mutluluğa ulaştıracak yolları öğrenmek ve öğretebilmek için filozof ve âlimlerin yazmış olduğu eserlerin tahsiline ihtiyaç duyarlar. Bu eserler en genel haliyle mutluluğa nasıl ulaşılacağını, ahlaklı, kişilik ve karakter sahibi bir birey, aile ve toplum üyesi nasıl olunacağını açıklayan ve öğreten eğitim kitaplarıdır.

Açıklamalarından yazarın Nasîrüddîn Tûsî'nin Ahlâk-ı Nâsırî, Celâleddin Devvânî'nin Ahlâk-ı Celâlî'si ve Hüseyin Vâiz'in Ahlâk-ı Muhsinî adlı eserlerini incelediği ve bu üçüne benzeyen dördüncü bir kitap yazmayı hedeflediği anlaşılmakta, fakat ilmî ve felsefî içerik bakımından daha çok beğendiği ilk iki eseri temel kaynakları olarak kullanarak bunlar çizgisinde daha kapsamlı bir eser yazmayı planladığı görülmektedir. Bu üç eser Farsça olduğu için kendi kitabını Türkçe yazmış olsa da XVI. yüzyılın edebî üslubuna uygun olan dili oldukça ağırdır. Özellikle giriş bölümünde yazar ağdalı bir üslubu tercih etmiş, görüşlerini kitap boyunca beyit, mesnevi, rubâî ve şiir adını verdiği manzumeler eşliğinde açıklamıştır. Bu durum eserin halktan çok seçkinler için yazıldığını akla getirse de felsefî bilgilerin verildiği, kişisel ahlakla, aile ve devlet ahlakının işlendiği bölümlerde ifadelerin oldukça hafiflediği, müellifin buralarda oldukça sade bir dil kullandığı, örnekler ve hikâyelerle metni daha anlaşılabilir hale getirmeye çalıştığı görülür. Eserin kısa zamanda kabul görmesi ve yaygınlaşmasının en önemli sebeplerinden biri budur.

Kınalızâde girişte eserini yazmaya ebced hesabına göre, uğurlu sene mânasındaki "farah sâl" lafzının gösterdiği 971 yılının sonlarında başlayıp "Ahlâk-ı Alâî ahsen" beytinin işaret ettiği 972 yılının başlarında bitirdiğini belirtmektedir. Kitabın sonunda ise eserini temize çekip en son halinin ortaya çıktığı tam tarihi 25 Safer 973 (21 Eylül 1565) Cuma günü olarak vermektedir.

Eserin giriş bölümünde felsefenin (hikmet) tanımı yapılarak teorik (nazarî) ve pratik (amelî) felsefe ile felsefenin altında yer alan ilimler açıklanır ve insanın niçin felsefeyi öğrenmeye ihtiyaç duyduğu anlatılır. Teorik felsefenin öğrenilmesi insanı yanlış inançlardan ve bilgisizlikten kurtarır. Pratik felsefenin tahsiliyle ise insan erdem sahibi olur, güzel eylemleriyle kötü ahlak ve davranışlardan uzaklaşır. Böylece dünyada mükemmel ve olgun bir insan olurken ahiret hayatında yüce derecelere yükselerek Allah'a yakın olur. İnsanın dünya ve ahiret hayatında gerçek mutluluğu kazanması bununladır.

İnsanda var olan tabiatın değişmesi mümkün değilse iyi ahlakı öğrenip buna uygun davranışlarda bulunması ve kötü ahlakını terketmesi mümkün olamayacağı için girişte huy ve huyun değişmesi konusundaki farklı görüşler de ele alınmaktadır. Girişte işlenen bir diğer konu ise ruh yani nefis ve nefsin güçleridir. Öncelikle nefsin mahiyeti ve özellikleri hakkında bilgi verilip sonrasında düşünen nefis olarak insan nefsi daha ayrıntılı incelenir ve onun bedenin ölümüyle ölmediği, soyut olduğu için yok oluşunun imkânsız olduğu, soyut varlıklarla ebedî âlemde bağlantı kurduğu açıklanır.

Nefsin bitkisel, hayvanî ve insanî nefis olmak üzere üç türü olduğunu belirten Kınalızâde insanî nefsin daha iyi anlaşılabilmesi için bitkisel ve hayvanî nefsin güçleri ve özelliklerini de girişte açıklamaktadır. Çünkü bitkisel nefiste bulunan güçler hayvan ve insanda da ortak olarak bulunmakta olup sadece bitkiye ait bir özellik değildir. Benzer şekilde hayvanî güce ait nitelikler de sadece hayvana ait bir nitelik olmayıp hem hayvanda hem de insanda ortak bulunmakta ancak bitkilerde bulunmamaktadır. İnsanî güç ise sadece insana has bir özellik olup bitki ve hayvanlarda mevcut değildir. İnsanın türünün devamı için gerekenler hakkındaki sorumlulukları bilmesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayacak bilince sahip olabilmesi ahlak eğitiminin bir parçası olarak görüldüğü için bu konular eserde yer almıştır. Hayvanî nefsin idrak ve hareket ettirici güç olmak üzere iki gücü vardır. Hayvanî güçler insanın iyi ahlaklı olmasına ve kötü davranışlardan uzaklaşmasına yardım ederek insanın karakterinin oluşmasında etkin rol oynarlar.

İnsan nefsinin güçleri de bilme ve yapma olmak üzere ikidir. Bilme gücü de teorik ve pratik felsefe yönünden bilme gücü olarak ikiye ayrılır. Teorik felsefe yönünden olan güç varlıkların hakikatlerini ve akılla bilinen varlıkların sınıflarını idrak etmeyi sağlar ve buna ilmî akıl denir. Pratik felsefe yönünden olan güç ise iyi ve kötü davranışları ayırıp hangisinin yetkinlik ve mutluluğa götürdüğünü idrak etmeyi sağlar ki buna pratik akıl adı verilir. Yapma gücü insandaki bedensel hareketlerin açığa çıkmasına sebep olsa da bu eylemlerin ortaya çıkması için akıl gücüne ihtiyaç vardır. İnsanın bilme gücüne düşünme gücü de denir. Düşünme gücü insanı hayvandan ve diğer varlıklardan ayıran en belirleyici güçtür.

Girişteki son konulardan biri dört unsurdan (a'mâl-i erbaa "hava, su, toprak, ateş") başlayıp madenler, bitki, hayvan ve en üstte insan basamaklarının olduğu basitten en mükemmeline doğru yükselen bir varlık merdiveni sınıflandırmasıdır. Kınalızâde'nin biyolojik veya fizikî bir değişim ve gelişimden çok ahlakî ve ruhsal olgunluğa işaret eden bu sınıflandırmasından dolayı evrim görüşüne sahip olduğu da iddia edilmiştir. Son olarak, düşünen nefsin insanın yetkinleşmesi ve mutluluğa ulaşmasındaki rolü vurgulanmıştır. Buna göre insan ilk yaratılışında iyi ve kötü olmak üzere iki yöne de meyilli olarak yaratılmıştır ve Allah ona kendi geleceğini belirleyebileceği sınırlı bir özgürlük vermiştir. İnsan, yaratılışındaki bu iki yönlülüğe paralel olarak bedenin arzularına uyarak hayvan mertebesine inebileceği gibi, düşünen nefsine uyarak akıl ve düşünceye dayalı eylemlerde bulunup ebedî mutluluğu kazanabilir. İnsanın alemdeki konumunu tercihleriyle kendisi belirlemektedir.

Ahlâk-ı Alâî'nin girişinden sonra Kınalızâde'nin "kitap" adını verdiği üç ana bölüm yer alır. Eserin kitap adlı ilk bölümü en hacimli kısmı olup ahlak ilmine ayrılmıştır. Ahlak ilmi "beğenilen güzel eylemleri yapıp, beğenilmeyen kötü eylemlerden kaçınmayı sağlayan insanî nefsin eylemleri ve huylarını anlatan ilim" olarak tarif edilir. Huy ve huyun kısımları, erdem ve erdemsizlik çeşitleri bu bölümün ilk konularıdır. Huy, "kendisi sayesinde eylemlerin düşünüp taşınmaya muhtaç olmadan nefisten kolaylıkla çıktığı bir meleke" olarak tarif edilirken meleke cömertlik ve cesaret gibi yavaş kaybolan veya kalıcı davranışın meydana gelmesi olarak açıklanır.

Birinci kitabın en geniş konusu erdemler ve erdemsizliklerdir ve bunlar insanî nefsin güçlerine göre sınıflandırılır. Eğer nefsin güçlerinden meydana gelen işler doğru (sahih) akla uygun, güzel bir yönde ve itidal sınırında meydana gelirse, buna sebep olan huya erdem (fazilet), itidalden çıkarak aşırılık veya eksiklik taraflarına yönelip bu tür işlerin meydana gelmesine sebep olursa bu huya da erdemsizlik (rezilet) denir. Eğer insan idrak gücünün altındaki teorik gücünü düzeltir ve buradan itidal üzere işler meydana gelirse buna hikmet (bilgelik), eğer pratik gücünü düzeltir ve buradan itidal üzere eylemler ortaya çıkmasına sebep olursa o huya adalet, eğer hareket ettirici arzu gücünü düzeltip terbiye eder ve buradan itidal üzere eylemler meydana gelirse o huya iffet, eğer öfke gücünü terbiye edip düzeltir ve bu itidalli eylemlere sebep ve kaynak olursa bu huya yiğitlik denilir. Böylece asıl erdemler adıyla dört huy; hikmet, adalet, iffet ve yiğitlik erdemleri belirlenmiş olur. Bu dört erdemin, ait oldukları güç orta olan itidal derecesidir. Bunların aşırılık ve eksiklik olmak üzere her iki tarafı erdemsizliktir. Erdemlerin altında alt erdemler vardır ve müslüman düşünürler cömertlik, sabır, doğruluk gibi İslamî değerlere ait erdemleri asıl erdemlerin her birinin altına alt erdem olarak eklemişlerdir. Asıl erdemlerin aşırılığı veya eksikliğinden doğan erdemsizlikler de insanların bu davranışlardan uzak durması ve eğer kötü eylemlerde bulunma alışkanlığı varsa kötü olduğunun bilinip terkedilmesi için bu bölümde açıklanır.

Kınalızâde'ye göre insanın erdemli ve ahlaken mükemmel hale gelmesi tabiat ve sanatla mümkün olur. İnsan öncelikle tabiatı sayesinde kendisini gerçekleştireceği için kendi tabiatına uygun olarak huy ve nefsinin güçlerini önce arzu, sonra öfke en son hikmet gücü olmak üzere sırasıyla düzenlemeli ve yetkinleştirmeye çalışmalıdır. Sonra sanat ve belirli bir düzenleme ile erdemleri elde edip ebedî mutluluğu kazanmasını sağlayacak ahlaka sahip olabilir. Ahlakını düzeltmek, insanın emek ve gayret göstererek tabiatına uymasıyla kazanabileceği bir sanat işidir ve Kınalızâde bunu ahlak ile tıp ilmi arasında benzerlikler kurarak da açıklar. Çünkü ona göre iyi ahlakı kazanmayı sağlayan ilim pratik felsefedir ve buna ruhanî tıp denilmiştir. Ahlak eğitimcisi bütün gayretini insan nefsinde meydana gelmiş erdemlerin devamını sağlamak, iyi huyları alışkanlık yoluyla erdeme dönüştürmek, yitirilen, kaybolan erdemi geri kazanmak için ahlakî hastalığı giderecek ve yeniden erdemi kazandıracak, ruhu tedavi eden yöntemleri uygulamalıdır. Bedensel tıbbın önlem ve tedavide insanın tabiatına uyması gibi ruhanî tıp da kötü huyun düzeltilmesinde sebepleri sıralarken insanın tabiatına uymalıdır.

Erdemli olmak kadar erdemleri koruma ve kazanılan mutluluğun devamını sağlama konusu da önemlidir. Kınalızâde ayrı başlık altında korumanın nasıl gerçekleşeceğini yine beden ve ruh sağlığı arasında bir paralellik kurarak sekiz maddede açıklar. Bunların ilki ve en dikkat çekeni insanın zamanla dostlarının ahlakını kazanması sebebiyle erdemli insanlarla arkadaşlık yapmayı konu edinir.

Birinci bölümün en son ve en uzun konusu ahlakî hastalıklar ve tedavisine ayrılmıştır. Eser bu yönüyle tam bir ahlak eğitimi kitabı özelliği taşımaktadır.

Eserin ikinci kitabının adı ev idaresi anlamına da gelen "tedbîr-i menzil"dir. İnsanın ailesi ve yakınlarıyla birlikte yaşama ihtiyacı ve zorunluluğundan dolayı bu ilimde ev halkı yani aile arasındaki ilişkilerin düzenlenmesini sağlayan ahlakî eğitim ve terbiye konuları incelendiği için aile ahlakı olarak da isimlendirilir. Bu bölüm sekiz kısma ayrılmıştır ve ilk dört başlıkta aile, insanın aile içinde yaşamaya olan ihtiyacı, evin idaresi ve geçimini temin eden kazanç yolları, meslekler gibi konular anlatılır. Beşinci bölümde "Evlat ve Ailenin Terbiyesi" ana başlığında evlilik, eş seçimi, eşlerin birbirleriyle karşılıklı ilişkileri, sorumlulukları ve görevleri, nikâh, çok eşlilik, boşanma vb. konularda bilgiler ve ahlakî öğütler yer alır. Daha sonra çocuk terbiyesinin önemi, ne zaman başlanacağı, hangi yaşta ve aşamada nasıl bir terbiye ve eğitim verileceği ayrı ayrı açıklanır. Ayrıca konuşma ve söz söyleme, yeme içme, anne babaya saygıyla ilgili belli başlı görgü kuralları verilir. Altıncı bölüm "ülkenin idaresi, memleketlerin zaptı, idarecilik kuralları ve ilahî kanunlar" adını taşımakta ve fasıl adıyla iki alt bölüme daha ayrılmaktadır. Bunların ilkinde insanın birlikte yaşamaya olan ihtiyacı, diğerinde de sevgi konusuna yer verilmektedir. Yedinci bölüm ülke çeşitleri, sekizinci bölüm siyaset çeşitleriyle ilgilidir.

Ahlâk-ı Alâî'nin üçüncü kitabı ise devlet ahlakıyla ilgili olup "Tedbîrü'l-medîne" başlığını taşımaktadır. Devleti uygun bir şekilde yönetmek, halkın yetkinlik ve mutluluğunu sağlamak gibi konularda devlet başkanlarına yol göstermek bu ilmin temel amacıdır. Bu bölümde bab, fasıl gibi herhangi bir ayırım olmaksızın âdil devlet adamının nitelikleri ve uyması gereken kurallar açıklanır. Daha sonra açılan iki başlığın ilki devlet başkanlarına hizmet eden görevlilerin uyması gereken kurallar, diğeri ise bütün insanlara muamele adı altında arkadaşlık ve dostluk hakkında olup özellikle insanın iyi ahlak sahibi olması ve iyi ahlakını koruyabilmesi için dost seçiminin önemi ve dost seçerken nelere dikkat edilmesi gerektiği ile ilgili öğütler ele alınır.

Kitabın bütününde bireyden başlayarak üyesi olduğu aileden topluma doğru gittikçe genişleyen ve insanı bütün boyutlarıyla kapsayan bir ahlak eğitimi verilmektedir. Kınalızâde kitabın sonunda geleneğe uyarak "vasiyet" adıyla kendisinden önceki eserlerde yer alan filozofların öğrencilerine verdikleri nasihatleri tekrarlar ve kendisi de bunlara kısa eklemeler yaparak dua ve bitiriş tarihiyle eserini tamamlar.

Ahlâk-ı Alâî kısa sürede tanınmış, beğenilmiş ve kendinden sonra yazılan ve Osmanlı medreselerinde okutulan bütün ahlak kitaplarına kaynaklık etmiştir. Ahlâk-ı Alâî'nin medreselerde ders kitabı olarak okutulduğu söylense de kesin değildir. Ancak yoğun bir eser olduğu için Ahlâk-ı Alâî'nin kendisi olmasa da kısaltılmışı olan Yağlıkçızâde Ahmed Rifat Efendi'nin Bergüzâr-ı Ahlâk ile ondan etkilenerek yazılan Abdurrahman Şeref Bey'in İlmü'l-Ahlâk kitaplarının idâdîlerde, "vezâifü'l-etfâl" türü kitaplar rüştiyelerde ahlak kitabı olarak okutulmuştur.

Ahlâk-ı Alâî ile örnek alındığı Ahlâk-ı Nâsırî ve Ahlâk-ı Celâlî karşılaştırıldığında aralarında büyük bir benzerlik olmasına rağmen onun içerik ve kaynak bakımından daha zengin olduğu, dönemine kadar olan bütün bilgi birikimini eserine yansıttığı görülmektedir. Ahlâk-ı Alâî tam metin ve sadeleştirilmiş halde günümüz alfabesine aktarılmış ve hakkında farklı düzeylerde çok sayıda araştırma da yapılmıştır.

Kaynakça

Kahraman, Ahmet. “Ahlâk-ı Alâî”. DİA. 1989, II, 15-16.

Kam, Ferid. “Kınalızâde Ali Çelebi”. Dârülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası. sy. 4 (1916), s. 357-379.

Kınalızâde Ali Efendi. Ahlâk-ı Alâî. Bulak 1248/1833.

a.mlf. Ahlâk-ı Alâî (Günümüz Türkçesiyle). sad. M. Demirkol. Ankara 2016. 

a.mlf. Ahlâk-ı Alâî. haz. M. Koç. İstanbul 2007.

Oktay, Ayşe Sıdıka. Kınalızâde Ali Efendi ve Ahlâk-ı Alâî. İstanbul 2011.

Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/ahlak-i-alai

Görüş, öneri ve yorumlarınız için tıklayınız.

Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.

"AHLÂK-ı ALÂÎ"

Kınalızâde Ali Efendi’nin ahlak ilmi ve eğitimi kitabı.