Meşşâî bilim ve felsefe geleneğinin araştırma yöntemi.
Meşşâî bilim ve felsefe geleneğinin araştırma yöntemi.
İlk defa Aristo'nun (ö. m.ö. 384-322) İkinci Analitikler (Analytica Posteriora) kitabında sistemleştirilmiştir. Helenistik dönemde Aristo takipçileri tarafından çeşitli şerhlere konu olan bu eser, Arapça'ya Analûtika es-Sâniye ve Kitâbü'l-Burhân adıyla çevrilmiş ve İslam'da felsefe geleneğinin bilimsel yönteminin de temel kaynağı haline gelmiştir. İslam dünyasında ilk defa Fârâbî'nin (ö. 950) Kitâbü'l-Burhân adlı eserinde sistemli ve özgün bir burhan yöntemi anlatısı görülür. Daha sonra İbn Sînâ (ö. 1037) eş-Şifâ: Kitâbü'l-Burhân'da yöntemi hem tanım hem de kıyas teorisi açısından oldukça ayrıntılı bir şekilde ele almıştır. Endülüs bilim havzasında burhan teorisini İbn Bâcce'nin (ö. 1139) kurduğu, İbn Rüşd'ün ise (ö. 1198) ayrıntılı burhan kitapları yazdığı görülür. Fakat bu iki filozofun burhan kitaplarının daha ziyade Batı düşüncesi üzerinde etkili olduğu söylenebilir. İslam dünyasında burhan teorisine ilişkin ilk kaynak, İbn Sînâ'nın Kitâbü'l-Burhân'ıdır. Sonraki yüzyıllarda Fahreddin Râzî (ö. 1210), Sirâcüddin Urmevî (ö. 1283), Necmeddin Kâtibî (ö. 1277), Seyyid Şerîf Cürcânî (ö. 1413) gibi düşünürlerin katkılarıyla ortak birikim zenginleşir.
Burhan yöntemi, özelde Aristo'nun genelde Meşşâî geleneğinin "nedensellik" (illiyet) ilkesinin bilimsel yönteme dönüştürülmüş halidir. Bu ilkenin bilgi teorisindeki karşılığı iki maddede özetlenebilir: 1. Nesnelerin herhangi bir idrak eden öznenin idrakinden bağımsız kendinde bir gerçekliği vardır. Dolayısıyla dış dünyanın varlığı, insan zihninden bağımsızdır ve insan zihni, bilgiye konu olan nesnenin hakikati tarafından şekillendirilir. 2. Nesnelerin kendileri (mahiyetleri veya hakikatleri) ve halleri, ancak içinde bulundukları nedensel düzen kavrandığında bilinmiş olur. Buna göre bir nesnenin mahiyetini ve hallerini bilmek demek, onun sebeplerini bilmek demektir. Bir nesne, olgu veya olayın hem kavram hem de önerme bilgisi için aynı şartlar geçerlidir. Herhangi bir şeyin kavramsal bilgisi yahut tanımını, onun maddi ve sûrî sebepleriyle bilebiliriz. Bilmek istediğimiz şey, yapay bir nesne ise onun işlevleri veya gayesi sûrî sebep işlevi görür. Şayet nesne, Meşşâî kozmolojideki nefisler ve akıllar gibi dış dünyada saf suret olarak bulunuyorsa onun kavramsal bilgisini soyutlama yoluyla elde edemeyeceğimizden etkilerinden ona özgü bir resim oluşturabiliriz. Dolayısıyla Meşşâî tarif teorisinin esasını, nesneyi kuran sebeplerin kavranması yahut nesnenin sebep olduğu durumların o nesneye özgü olacak şekilde bir araya getirilmesi oluşturur.
Burhan yönteminin ikinci ve asıl amacı ise kesin yargılara (tasdiklere) ulaşmaktır. Bu bağlamda kesin öncüllerden kurulan kıyasa burhan, bu öncüllerden çıkan sonuca da burhanî bilgi denir. Burhanî kıyas, meşhur kabullerin kullanıldığı cedelî (diyalektik) kıyasın, bir otoriteden alınan kabullerin kullanıldığı hatâbî (retorik) kıyasın, lafız ve anlam saptırmalarına dayalı sofistik kıyasın ve gerçekte yargı olmadığı halde yargı işlevi gören şiirsel kıyasların mukabilidir. Fizik, matematik ve metafizik gibi bilimlerin öğretim sürecinde fayda sağlaması sebebiyle zaman zaman cedelî ve hatâbî öncüller kullanılsa da bilimsel araştırmalarda yalnızca burhanî kıyasların kullanılması ve burhanî bilgiye ulaşılması amaçlanır. Zira bir yargının bilimsel kabul edilmesi için burhanî kıyasın şartlarına uygun olarak elde edilmesi gerekir. Bu şartların bir kısmı kıyasta kullanılan öncüllerle, bir kısmı da öncüllerin içerdiği terimler arasındaki ilişkiyle ilgilidir.
Öncüllerin özellikleri birkaç maddede özetlenebilir: Burhanî öncüller, ispata muhtaç olmayan ve kendiliğinden açık öncüllere (evvelî ve bedîhî) yani ilk bilgilere götürülebilmelidir, aksi halde doğru olamazlar. İkinci olarak burhanî öncüller zorunlu (zarurî), tümel (küllî) ve ilişkili (münasip) olmalıdır. Son olarak burhanî öncüllerin yüklemleri zatî, ilksel (evvelî) ve konularına özgü (has) olmalıdır. İlksel olmaktan kastedilen, ilk önce konudan daha genel bir şeye yüklenip de o genel şey aracılığı ile konuya yüklenmemesidir. Mesela "iki ayaklı" yüklemi, önce insandan daha genel olan canlıya, ardından insana yüklenir. Ama "konuşan" özelliği, insana ilksel olarak yüklenir. Özgülükten kastedilen ise konuya yüklenen şeyin yalnızca konunun fertlerinde bulunması ve başka şeylerde bulunmaması yahut sadece konuya özgü olması bakımından dikkate alınmasıdır.
Bu özelliklere sahip öncüllerden kurulu bir kıyasta, öncüllerin dış dünyada şeyler arasındaki nedensel ilişkiyi temsil kabiliyetine göre burhanî kıyas, "varlık burhanı" (el-burhânü'l-innî) ve "illet burhanı" (el-burhânü'l-limmî) olmak üzere iki kısma ayrılır.
Varlık Burhanı: Burhanda şayet şeyin gerçekte nedeni olmayan unsurlar orta terim olarak kullanılıyor ama varlığı kesin olarak tespit ediliyorsa ona varlık burhanı denir. Varlık burhanının iki türü vardır. Birincisinde, orta terim varlıkta büyük terimin küçük terimde var oluşunun sebebi veya sonucu olmaz, sadece onun görelisi olabilir veya onunla ilişen veya doğası gereği onunla birlikte olan başka bir şey olabilir. Burhan kitaplarından bu forma verilen meşhur örnek şudur:
Hummaya yakalanmış bu hastanın idrarı çok beyazdır.
İdrarı böylesine beyaz olan kimsenin menenjit olma tehlikesi vardır.
O halde bu hummalının menenjit olma tehlikesi vardır.
Bu kıyasta idrarın beyazlığı (orta terim), her ne kadar büyük terimin (menenjit olma tehlikesi) küçük terime (bu hummalı) yüklenmesinin sebebi olsa da gerçekte hem idrarın beyazlığı hem de menenjit olma tehlikesi, keskin karışımların başa doğru itilmesinin sonucudur. Dolayısıyla aynı sebebin sonucu olan iki şeyden biri diğerine orta terim yapılmıştır.
İkincisi, kıyastaki orta terimin dış dünyada büyük terimin küçük terimdeki varlığının sonucu olmasıdır. Bu forma şu örnek verilir:
Bu ahşap yanmaktadır.
Yanan her şeye ateş temas etmiştir.
O halde bu ahşaba ateş temas etmiştir.
Bu kıyasta ateşin temasının sonucu olan yanma, ateşin o şeydeki varlığını ispatlamaya aracı yapılmıştır.
Sonuçtan illete gitme olduğu için varlık burhanının bu türüne delil de denmektedir. Birinci tür ise sonuçtan sebebe gitme dışında varlık tespiti yapan bütün burhanları içerdiği için, mutlak varlık burhanı olarak da adlandırılır. Varlık burhanının temel özelliklerinde biri hem sebebi bulunmayan hem de sebebi bulunan şeyleri içerecek kadar geniş bir kullanım alanına sahip olmasıdır.
İllet Burhanı: Bir kıyastaki orta terim büyük terimin küçük terime olumlanmasının veya ondan olumsuzlanmasının hem zihinde hem de varlıkta sebebi olması durumunda bu kıyas, illet burhanı adını alır (limmî burhân). İllet burhanının da varlık burhanında olduğu gibi iki temel formu vardır. Birincisi, orta terimin hem büyük terimin varlığının hem de onun küçük terimdeki varlığının sebebi olmasıdır. İkincisi ise orta terimin, büyük terimin yalnızca küçük terimdeki varlığının sebebi olmasıdır. Burhanın asıl amacı, bir şeyin ve durumun sebepleriyle bilinmesi olduğundan İbn Sînâ illet burhanına mutlak burhan adını verir (İbn Sînâ, 2006: 29-34).
Varlık ve illet burhanının sayılan kısımları aynı derecede kesinlik vermez. Nedenli şeylerde varlık burhanının verdiği kesinlik, sürekli bir kesinlik değildir. Varlık burhanı ancak Tanrı gibi sebebi olmayan şeylerde sürekli kesinlik verebilir. Benzer şekilde illet burhanında, birinci kısım sürekli kesinlik verebilir fakat ikinci kısımda tam ve sürekli bir kesinlik için orta terimin sadece sebep olması yetmez, aynı zamanda sürekli olması gerekir. Aksi halde burhan, herhangi bir vakitte kesinlik ifade eder.
İslam düşünce tarihinde hem filozoflar hem de kelamcılar ve sufiler burhan yönteminin hakikat bilgisine ulaştırıp ulaştırmayacağı hususunda ayrıntılı tartışmalar yapmıştır. Burhan yönteminin en yetkin anlatımını temsil eden İbn Sînâ hem Ta'lîkat ve Mübâhasât gibi ana eserlerine haşiye kabilinden kaleme aldığı eserlerinde hem de el-İşârât'ta burhan yönteminin sorunlarına işaret eder ve müşahede yönteminin değişik yorumlara açık bir anlatısını sunar. Ta'lîkat'ta müşahede ve burhan ayırımı yapmaksızın insanî bilgi imkânlarının yetersizliğini dile getirir. Hatta fizik ve metafizik ayırımı yapmadan bilginin bütün alanlarında bu yetersizliğin geçerli olduğunu söyler (İbn Sînâ, 1984: 34-35). Yine İbn Sînâ aynı eserin başka pasajlarında hâssa ve lazımların tamamını bilmenin de zorunlu olmadığına dikkat çekerek şeyin en azından kurucu illetlerini (madde ve suret) tespit edemediğimizi söyleyerek burhanî tanımın ulaşılması çok güç bir hedef olduğuna dikkat çeker (İbn Sînâ, 1984: 82).
İbn Sînâ sonrasında Gazzâlî (ö. 1111), Münkız'da ve İhyâü Ulûmi'd-Dîn'in "İlim" bölümünde ister kelamcıların istidlal yöntemi ister filozofların burhan yöntemi olsun, nazar yönteminin herhangi bir türünün, hakikate ulaştırmaya elverişli olmadığını iddia eder. Gazzâlî'den sonra Batı İslam dünyasında İbn Tufeyl (ö. 1185) nazarın ve müşahedenin birleştiği bir yöntem anlayışı geliştirir ve burhan yöntemiyle ulaşılan kesin idrakin müşahede yöntemiyle güçlendirilmesini önerir (İbn Tufeyl, 1952: 58-61).
Doğu İslam dünyasında Fahreddin Râzî, nazar ve müşahede yöntemlerini olumlu ve olumsuz yanları bakımından karşılaştırarak birinin diğerine mutlak üstünlüğü olmadığını belirtir ve her iki yöntemin de birbirinden bağımsız hakikate ulaştırabildiğini kabul eder. Dahası, nazar yöntemini kelam ve felsefe geleneğini kuşatacak şekilde kullanır ve özel olarak felsefî burhanı, kelamî istidlalden ayırmaz (Râzî, 1987: I, 53-59; Râzî, 1389: 603-605).
Râzî'nin çağdaşı olan Şehâbeddin Sühreverdî (ö. 1191) burhan (bahs) ve müşahede (teellüh) yöntemlerinin her ikisini de birbirinden bağımsız olarak hakikate ulaştıran yollar olarak değerlendirmekle birlikte müşahede yönteminin hakikatin daha üstün bir idrakini verdiğini ama hakikat kavrayışında en üstün idrakin, bu iki yöntemin birleştirilmesiyle elde edileceğini düşünür (Sühreverdî, 2015: 8-15).
Diğer yandan kelamcılar, burhan yönteminin biçimsel yapısını değil, bu biçimsel yapıyı işlevsel hale getiren nedensellik kabulünü eleştirmiştir. Yine kelamcıların ontolojilerinin farklılığı tanım teorilerini de farklılaştırmış; burhan yönteminin zatîlerin tamamının sayılması gerektiği ilkesini kabul etmemişlerdir. Gazzâlî ile mantık sanatının kelamın mukaddimesi haline gelmesi, kelamcıların mantığa yönelik tavırlarının kökten değişmesine sebep olmuş ve nedenleri ve tabiatı âdete çevirerek mantığı kullanmalarını sağlamıştır.
Sufilere göre ise genel olarak istidlal yönteminin hareket noktası isabetli değildir. Zira bu yöntem, Tanrı'yı bilmek için âlemi düşüncenin odağına yerleştirir ve öğrenmek istediğimiz şeye yüz çevirmeyi gerektirir. Aslına bakılırsa istidlal, ruhun veya insanî nefsin en üst bilme kabiliyetini ifade etmez ve nefis-beden iş birliğini ifade eden fikir gücünün işlevidir. Oysa nefis, riyazetle arındırıldığında bilgi nesnesiyle doğrudan karşılaşıp onu temaşa edebilir (Konevî, 1995: 15-46).
Gerek filozoflardan gerek diğer ekollerden gelen eleştirilere rağmen burhan yöntemi, Aristo'dan modern bilim devrimine kadar bilimsel araştırmanın yöntemi olarak işlev görmüştür. Aristo'dan sonra Fârâbî ve İbn Sînâ tarafından tecrübenin kademeli bir şekilde burhanî kıyasın öncüllerinden biri haline getirilmesi gibi ayrıntıda önemli sayılabilecek bir kısım değişimler geçirmekle birlikte Meşşâî ekolü temsil eden ana yapısında esaslı bir değişiklik görülmez.
İbn Sînâ. Kitâbu’ş-Şifâ: II. Analitikler. çev. Ö. Türker. İstanbul 2006, s. 72-73.
a.mlf. Ta‘lîkāt. nşr. A. Bedevî. Kum 1984, s. 34-35, 82.
İbn Tufeyl. Hay b. Yakzân. nşr. A. Emîn. Kahire 1952, s. 58-61.
Konevî, Sadreddin. er-Risâletü’l-Mufassıha. el-Mürâselât Beyne Sadriddîn el-Konevî ve Nasîriddîn et-Tûsî içinde. nşr. G. Schubert. Beyrut 1995, s. 15-46.
Râzî, Fahreddin. el-Metâlibü’l-Âliye. nşr. A. H. es-Sekkâ. Beyrut 1987, s. 53-59.
a.mlf. Şerhu’l-İşârât. nşr. A. R. Necefzâde. Tahran 1389, s. 603-605.
Sühreverdî. Hikmetü’l-İşrâk: İşrâk Felsefesi. çev. E. Bekiryazıcı - Ü. Sami. İstanbul 2015, s. 8-15.
Kaynak: https://turkmaarifansiklopedisi.org.tr/burhan
Bilgi paylaştıkça çoğalır. Okuduğunuz için teşekkür ederiz.